Kelâmbaz

Zararlı Kitap Hassasiyeti

Günümüzde pek çok mütedeyyin aile, çocuğunu yetiştirirken haklı olarak bazı meselelerde endişe duyuyor. Bunlardan birisi de kitap okuma meselesi. Ebeveynler çocuğunun zararlı bir kitabı okuması veya zararlı bir neşriyatı takip etmesi neticesinde bozulacağını, ayağının kayacağını, yanlış yollara sürükleneceğini düşünerek korkuyorlar. Bu korkularında son derece haklılar. Peki bu şekilde korkmamız gereken tek şey zararlı kitap mıdır?

Kitaplardan daha büyük tehlike nedir?

Zararlı sosyal mesajlar içeren çizgi filmler, sinema filmleri, YouTube videoları, websiteleri, kötü arkadaşlar vs bunların hepsi zararlı kitaplardan daha büyük tehlikedir. Nedense bazı ailelerde kitaplara karşı alınan reaksiyon, bunlara karşı pek alınmıyor. Halbuki kitap; gençler arasında yaygın olarak okunan bir araç değil. Bilakis gençler vakitlerinin çoğunu YouTube, Instagram, Snapchat, Tiktok gibi sosyal medya platformlarında, telefon veya bilgisayar oyunlarında harcıyorlar. Eline son model telefon verdiğimiz çocukları veya gençleri bu noktada kontrol edebiliyor muyuz? Eline verdiğimiz bu telefonun, zararlı kitaptan daha çok zarar verdiğinin farkında mıyız?

Seyredilen her video da sohbet edilen her arkadaş da okunan her gazete de bir nevi kitaptır. WhatsApp gruplarında dönen muhabbetler de bir nevi kitaptır. Hatta bir lokantaya gidip yemek yerken veya bir otobüste seyahat ederken arkanızdaki insanların kendi aralarındaki konuşmalarını ister istemez işitmeniz de bir nevi kitaptır. Çünkü aynı fonksiyonu icra etmektedir. Bunların zararlısına da en az kitap kadar dikkat etmek gerekir. Bu paragrafı yazma sebebim çevremde çocuğunun okuduğu kitaplara fazlasıyla karışıp hatta faydalı hikâye kitaplarını bile okumasına mâni olup, telefon internet kullanmasına bigâne kalan, kontrol etmeyen bazı ebeveynleri görmemdir.

Peki kitapların hepsi bir mi?

Ülkemizde her ay 5 binden fazla çeşit kitap basılıyor. Bu kitapları 3 kategoriye ayırabiliriz. Bunların bir kısmı okuyucunun zihnini bulandıran, yanlış yönlendiren zararlı kitaplar. Bir kısmı az veya çok faydalı diyebileceğimiz kitaplar. Büyük kısmı ise ne çok bir faydası ne de çok bir zararı olan kitaplar. Bu 3 kategoriyi de farklı olarak ele almak gerekir. Faydalı kitapları elbette okumamız gerekir. Dinimizi, kültürümüzü, tarihimizi, medeniyetimizi doğru bir şekilde anlatan kitaplar ve mesleğimizi daha iyi icra edebilmemiz için meslek kitapları gibi. Bunların içinde de elzem olanları daha önce okumamız gerekir. Hikâye, roman, şiir, seyahatname gibi eserlerin zararlı olmayanlarının -elzem kitapların okunmasına mani olmayacaksa- zaman zaman okunmasında bir mahzur yoktur. Hatta okuma alışkanlığı kazandırması, dünyevi cihetle ufuk açması yönünden faydalıdır. Hikâye, roman, şiir ve tiyatro eserlerinden okuyucuya çok güzel mesajlar veren, okuyucuyu doğru yöne sevk eden kitaplar da az değildir. Peki ya zararlı kitaplar?

Altyapısı olmayan zararlı kitap okuyabilir mi?

Altyapısı olmayan insanın muteber kitaplar dışında kitap okuması doğru değildir. Yüzme bilmeyenin denize girmesinden daha tehlikelidir hatta. Zararlı kitapların da kendi içinde derece farkı vardır. Bu kitapların zararlarından kimisi sineğin rahatsız etmesine benzer, kimisi arı sokmasına, kimisi lamaların tükürmesine benzer, kimisi de akrep sokmasına. Peki bunların zararlarından korunmak için nasıl altyapı kazanacağız? Altyapımız var mı yok mu nasıl anlayacağız? Öncelikle temel dinî bilgiler noktasında eksiğimiz olmamalı Mevlana Halid hazretlerinin İtikadnâme kitabı, Mızraklı İlmihal kitabı, Birgivî vasiyetnamesi kitabı vb. temel eserleri ezber derecesinde bilmemiz icab ediyor. Birisi ehlisünnet itikadı nedir dediği zaman 5 dakika onu izah edebiliyor muyuz, taat-ibadet-kurbet nedir bir izah et denildiğinde izah edebiliyor muyuz, Allahu tealanın zati-subuti sıfatları nelerdir denildiğinde açıklayabiliyor muyuz, bey ve şirâ ilminin ehemmiyetinin farkında mıyız, fasid satış ile batıl satışın farkı nedir diye sorulduğu zaman bilebiliyor muyuz, namazın vaciplerini say denildiğinde sıralayabiliyor muyuz, veya niçin 4 mezhep var, mealden hüküm çıkarılabilir mi, kabirde dua etmek caiz mi, Bir müslüman evrim iddiasını niçin kabul etmez vs. buna benzer suallere muknî cevaplar verebiliyor muyuz? Peygamber Efendimizin hayatını kâfi derecede biliyor muyuz? Kur’an-ı kerimi tecvid kaidelerine uygun okuyabiliyor muyuz? Eğer bu ve buna benzer suallere meseleye hakim, kendinden emin bir şekilde cevap veremiyorsak altyapımız yeterince sağlam değil demektir. Ve en kısa zamanda kendimizi yetişmemiz, eksiklerimizi tamamlamamız icab ediyor demektir.

Bir lise talebesinin mektepte duyduğu bir cümle veya YouTube’da karşısına çıkmış bir propaganda reklamı kafasını karıştırabilir. Veya muteber kitapları okurken anlamakta güçlük çektiği kısımlar olabilir. Her ebeveynin kültürlü, entelektüel, suallere cevap verebilecek kimseler olması imkânsız. O sebeple çocukların veya gençlerin etrafında onların sorularına cevap verecek, onlara rehberlik edecek eğitim koçu diyebileceğimiz donanımlı insanlara ihtiyaç var. Günümüzde sosyal medya kullanmayan liseli ve üniversiteli genç yok gibidir. Bu gençlerden sosyal medyada gördüğü asılsız, tahrif edilmiş veya kasıtlı algı operasyonu mahsulü bir bilgiyi okuyup kafası karışan daha sonra bunu çevresindeki itimat ettiği bir büyüğüne sorarak meselenin aslını öğrenen, aydınlanan çok tanıdığımız var. Nasıl ki Kur’an-ı kerimin tahriften korunması için hafız olmak farz-ı kifaye ise, her şehirde de müşkilleri çözebilen ilim sahiplerinin bulunması da farz-ı kifayedir.

Her ne kadar zararlı kitap, zararlı sinema filmi, kötü arkadaş vs bunlardan kaçınsanız da günlük hayatta karşınıza zararlı fikirler çıkabiliyor. Mesela belediyenin bilbordunda feminizm veya lgbt propaganda reklamı ile karşılaşabiliyorsunuz. Siz sipariş vermediğiniz halde evinize kargo ile incil kitapları gelebiliyor. Hacca veya umreye gittiğinizde orada selefi düşünce ile karşılaşabiliyorsunuz. Bu sebeple bağışıklığı güçlendirmekten başka çare yok.

Nasıl Bağışıklık Kazanırız?

2 çeşit aşı vardır. Birisi malumunuz tıpta kullanılan biyolojik aşı. Zayıflatılmış mikroplar vücuda zerk ediliyor. Böylece vücut bu zayıflatılmış mikropları etkisiz hâle getiriyor ve bunları tanımış oluyor. Bu şekilde savunma mekanizmasını güçlendiriyor, bağışıklık elde ediyor. Yarın bir gün bu mikrobun güçlü hali geldiği zaman buna karşı bir direnç oluşturabiliyor.

Diğer aşı ise fikir aşısı. Reddiye tarzı bazı eserlerde de bu aşı sistemi var. Kitapta bozuk düşünceli bir yazarın kitabından birkaç cümle veya 1 paragraf italik bir şekilde veriliyor. Altında birkaç paragrafta veya birkaç sayfada bu bozuk fikir, sağlam argümanlarla çürütülüyor. Burda da X ideolojisinin bir fikri beyne aşı gibi alınıp çürütülünce insan beyni buna benzer fikirlere karşı bir savunma mekanizması geliştiriyor. Yarın bu ideolojinin daha güçlü bir fikri karşısına çıktığında buna karşı bağışıklığı devreye giriyor.

Yukarıda bahsettiğim fikir aşılarını hazırlayabilecek ve gençlere eğitim koçluğu yapabilecek insanlar yetiştirmek belki de cemiyet olarak en fazla ehemmiyet vermemiz gereken husus. Seadet-i Ebediyye kitabı 410. sayfada buyuruluyor ki; “Her şehirde, müşkilleri çözebilen bir zâtın bulundurulması farz-ı kifâyedir. Felsefecilerin iftirâlarını, fen ve felsefe bilgileri ile karşılayabilen, fen adamı geçinenlerin i’tirâzlarını, fennî metodlara dayanarak çözebilen, kitâblı kâfirlerin yanlış sözlerini, dinlerindeki bozuk yerleri isbât ederek, red edebilen, doğru yoldan ayrılmış olanların, fitne ve fesâd ateşlerini söndürebilen, dünyâ târîhini iyi anlamış, matematik bilgisi kuvvetli ve islâm bilgilerinin derinliklerine ermiş bir din âlimi bulundurmak lâzımdır. İslâm devletleri böyle âlim yetiştiriyordu. Böyle bir din âlimi bulunmazsa, islâmiyyet, din câhillerinin elinde oyuncak olur. İstedikleri gibi din kitâpları yazar, gençlerin dinsiz yetişmesine sebeb olurlar. Bir memlekette, islâmiyyetin yerleşmesi için, herşeyden önce, hakîkî din âlimi yetiştirmek lâzımdır.”

Seyyid Abdülhakim Efendinin talebelerinden Hüseyn Hilmi Efendi, kendilerine okumak üzere bir kitabı soranlara, “Seâdet-i Ebediyye kitabını okuduktan sonra, hangi kitabı okursanız okuyun” diye cevap verirlerdi. “Ben Karl Marks’ın kitaplarını da okudum. Çünki İmam-ı Gazâlî hazretleri, filozofların kitaplarını okumuştu. Ama din bilgisi olmayanlar böyle kitapları okursa, tesiri altında kalıp, imanını kaybeder de haberi olmaz” derlerdi.  [Edebi Seadet Yolunda Bir Ömür sf. 263]

Mahzenu’l-ulûm kitabında ilim tahsilinin şartları anlatılırken şöyle deniyor ; “Felsefî ilimlerin mütâlaası iki şart ile helâl olur. Birinci şart, akâid-i islâmiyyeden habersiz olmamak ve şer’î ilimlerde derinleşen âlimlerden olmaktır. İkinci şart, felsefe ilimlerinde şer’î kâidelere uygun olmayan meselelere rastlanınca, geçilmeyip, o meselelerin reddine ve atılmasına önem vermektir. Çünki şer’î şerîfin esâslarına uymayan ilimlerin mütâlaası ancak red ve tezyîf içindir. Felsefî ilimler, zekâ yardımıyla ve zamânla elde edilir. Zekâ ve zamân imkânına sâhib olmayanların, dünyâ ve âhirete yarayan, mu’âmelâta, ibâdetlere ve ahlâka âit bilgileri öğrenmekle ve faydalı işleri yapmakla iktifâ etmeleri evlâdır.”

Ebubekir Sifil Hoca ise bu mevzu hakkında şöyle diyor; “Ben 25 yaşıma kadar  Ehli Sünnete aykırı hiçbir metin, hiçbir kitap okumadım. O yaşa kadar sürekli mûteber metinlerle haşır-neşir oldum, kendini sağlama almak için. Kendimi sağlama aldıktan sonra, durduğum yerden emin olduktan sonra her türlü görüşle yüzleşecek, her türlü görüşü tartıp değerlendirecek noktaya geldiğimi düşünerek, her türlü metin ile muhatap olmaya başladım. Günümüzde gençlerin en büyük eksikliği bu; kendilerini sağlama almadan, ilmî ve itikadî altyapılarını sağlama almadan, her türlü fikirle, görüşle muhatap oluyorlar… Bu büyük bir tehlike önce altyapıyı oluşturmak lazım.”

Bu mevzuyu yüzme metaforu üzerinden de anlatabiliriz. Yüzmeyi yeni öğrenen bir çocuk normal havuzda yüzmez. Çocuklar için yapılmış sığ bir havuzda yüzer. Üstelik yüzerken can simidi gibi batmasını engelleyen ekipmanlar kullanır. Ayrıca her ihtimale karşı yanında mutlaka babası veya yüzme antrenörü vardır. Yüzmeyi öğrense bile derin havuzlara ilk etapta geçmez. Aşama aşama daha büyük havuzlarda ve daha sonra denizlerde yüzer. Usta yüzücü bile olsa dalgalı denizlere çok girmekten imtina eder. Gerekli yerlerde oksijen tüpü gibi her türlü ekipmanı kullanmaktan çekinmez. Bir kitap okuyucusu da önce kendi seviyesine göre yazılmış doğru kitapları okur. Zamanla okuduğu kitapların seviyesi artar. Mantık ve muhakeme okur. Yanında veya yakınında ise sürekli irtibatta olduğu usta yüzücü mesabesinde hocaları vardır. Kitaplarda anlamadığı yerleri, kuşkuya düştüğü kısımları onlara danışır. Onların tavsiyeleri istikametinde ilim yolculuğunda ilerler.

Sadece Altyapı Yeter Mi?

Bir insan her ne kadar altyapısı kuvvetli olsa da yine de ayağı kayabilir mi? Malum ahir zamandayız. Ve zamanın zulmeti çok fazla. Öncelikle şunu söyleyelim, bu bir nasip işi. İnsan kendisine veya çocuğuna ne kadar dikkat ederse etsin, kaderde varsa bunun önüne geçilemiyor. Adem aleyhisselâmın oğlu Kabil, Nuh aleyhisselamın oğlu Kenan ve İbnüssakka buna misaldir.

Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri “Tasavvuf, ehemmi, mühimme tercih etmektir. [Yani mühim bir işe, daha mühimi tercih etmektir.] Kalbde hakikî imanı hâsıl etmeye yarar. İmanı vicdânîleştirir. [Zira iman sadece akıl ile değildir. İmanın asıl unsuru kalptir] Aklî delillerle kuvvetlendirilen bir iman, başka aklî delillerle kolayca yıkılır. Çünki zeki insanların aklına gelen şüphelerin sonu yoktur. Her delilin zıddını düşünmek de mümkündür. Ancak iman, sohbette itimat yoluyla sağlam olur.” buyuruyor.

Bizim vazifemiz sebeplere yapışmak. Nedir o sebepler? İyi insanlarla bir arada bulunmak, onlarla sık sık görüşmek ve bir araya gelmek. Her gün ehlisünnet âlimlerinin kitaplarından en az 16 sayfa okumak. 16 sayısının hikmeti şudur; Bir gün bir talebesi Yusuf-i Hemedânî hazretlerine “efendim, siz şuan hayattasınız. Bizler sizin sohbetinize gelerek kalplerimizi temizleyebiliyoruz. Siz vefat edince, sizin gibi bir mürşid bulamazsak ne yapalım” diye sordu. Yusuf-i Hemedânî hazretleri de “Eğer öyle bir zaman gelirse, bu büyüklerin kitaplarından her gün 8 varak [16 sayfa] okuyun” buyurdu. [Risale-i Kudsiyye]. “El mükâtebenısf-ı mükâleme…” buyurulmuş. Yani Okumak, konuşmanın yarısı kadardır. Mesela, bir mübarek zat ile bir saat sohbet etmek isteyen, iki saat onun kitabını okumalı.

Mevlana’nın meşhur pergel metaforunu ciddiye almamız icab ediyor. Metafor şu; pergelin bir ayağı hareket ederken, diğer ayağı mutlaka sabit duracak. Buradaki bir ayağı sabit tutmak her gün en az 16 sayfa ehli sünnet âlimlerinin kitaplarını okuyarak, fırsat buldukça salih insanlarla bir araya gelerek olur. Hareketli ayak ise yaşadığı çağı iyi tanımak, dünyaya açılmakla olur.

Önümüzdeki günlerde Kelâmbaz’da içinde tavsiye kitap listesinin de olduğu bir yazı paylaşacağız inşallah. O yazı ile bu yazı birbirini tamamlayacaktır kanaatindeyim. Yazımızı şu dua ile bitirelim.

(Allahümme erinel hakka hakkan verzuknâ ittibâ’ahu ve erinel bâtıla bâtılan verzuknâ ictinâbehu bi-hurmeti Seyyidil-beşer aleyhi ve alâ âlihi ve eshâbihi minessalevâti efdalühâ ve minetteslîmâti ekmelühâ”). Yanî, (Yâ Rabbî! Doğruyu bize doğru olarak göster ve ona uymağı bize nasîb et ve yanlış, bozuk olan şeylerin yanlış olduklarını bize göster ve onlardan sakınmamızı nasîb et! İnsanların en üstünü hurmetine bu duâmızı kabûl buyur!). [Mektubat-ı Rabbani 1. cild 272. mektub]

Yazarın Bazı Yazıları

Tebdil-i Mekan Eylemeğe Dair Bir Deneme

Röportaj: Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci

Endülüs Tarih ve Medeniyeti

Cüneyt Apal

Cüneyt Apal

Eğitimci.

cuneytapal@gmail.com

2 comments

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

  • İnanıyorum ki aileler kitapları ve diğer aletleri bilinçli şekilde kullanabilseler, çocuklarını herhangi bir şeyden korumakla uğraşmak zorunda kalmazlar. Kedimize “diğer insanlar veya çocuklar bu kitabı/filmi hangi şekillerde anlayabilir?” sorusunu sorarsak hem kendimiz hem de sevdiklerimiz daha bilinçli olur kanaatindeyim.

Bizi Takip Et!