Kelâmbaz

Güvenliğin De Bir Kültürü Var

Güvenlik kavramı hemen herkesin bildiği, hakkında yorum yaptığı, beklenti içerisinde olduğu ve yine herkesin hemen hemen her dönem tartıştığı bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki insanoğlunun var olduğu günden bugüne kadar süregelen varlığını ve önemini yitirmeyen kavramlardan biri de güvenlik kavramıdır. Yiyecek ve içecek gibi ihtiyaçları olsa da aslında en temel ihtiyacı hayatta kalmaktır. Yani güvende olmaktır. Bu yüzden daha güvenli gördüğü yerlere özellikle yüksek yerlerdeki mağaralara sığınmıştır. Böylelikle insanın hayatta kalması için üç temel ihtiyaç ortaya çıkmıştır. Güvende olmak, yiyecek ve su ihtiyacı. Böylelikle anlaşılmıştır ki güvenliğe değinilmeden insanoğlu anlamlandırılamaz.

Güvenliğin önemi taşıdığı anlam ile birlikte uzun yıllar bu anlamdan ötürü ortaya çıkan olaylarla da oldukça bütünleşiktir. Güvenlik kavramı ile ortaya çıkan olaylar ülkelerin güvenliklerini tehlikede gördükleri zamanlarda daha da ön planda tutulmuştur. Ülkelerin, politikalarından savaşlara ve hatta barışa kadar birçok olgunun temelinde güvenlik yatmaktadır. Bu kavram bize göstermiştir ki güvenliğe değinilmeden tanımı yapılmadan ne ülkelere ne insanlara ne de uluslararası politikaya bir anlam yüklenemez.

Güvenlik hakkında birçok konuşma yapılmış, birçok kitap yazılmıştır ve yine bu sözcüğe insanlar tarafından birbirinden farklı birçok anlam yüklenmiştir. Anlamlar birbirinden farklı olsa da aslında hepsinde ortak bir pay vardır: korunma. Güvenlik kavramı en basit hâliyle herhangi bir tehditten korunmak anlamına da gelebildiği gibi bu anlam ile güvenlik kavramını kişilerin ya da devletlerin tehdit ve korunma kavramlarına nasıl baktıkları, neleri tehdit olarak gördükleri, nelerden korunmaları gerektiği yönündeki algılarına göre değişiklik göstermektedir. Kimilerine göre tehdit devlet dışı aktörlerden gelebilecek bir olguyken kimilerine göre ise çevre şartları bile tehdit oluşturabilmektedir. Kimileri güvenlik kavramını en dar şekilde ele alırken kimileri daha geniş bir perspektiften bakarak iklim şartlarından oluşacak durumları bile tehdit olarak görüp güvenlik anlayışını bu şekilde yönlendirmiştir.

Avrupa’da inşa edilen kaleler, Orta Çağ’ın güvenlik anlayışı için iyi bir göstergedir

Burada karşımıza çıkan güvenlik anlayışı o anlayışa sahip ülkenin güvenlik kültürü olarak adlandırılmaktadır. Bu kültür o ülkenin tarihsel sürecinden bugününe, jeopolitik konumundan bağlı olduğu uluslararası kuruluşlara kadar pek çok konudan etkilenmektedir. Türkiye dâhil hemen hemen her ülke için bu kültürden söz edebiliriz. Türkiye mevcut durumda güvenlik kültürü en yoğun olan ülkelerden biridir. Öyle ki az önce sayılan jeopolitik konum, tarihsel süreç, dost düşman algısı, uluslararası kuruluşlar gibi pek çok husus Türkiye’nin güvenlik kültüründe belirleyiciliği olan hususlardır.

İnsanoğlu için önemi tartışılmayan güvenliğin tanımı uzun yıllar tartışılmıştır. Küreselleşme ile değişen dünya ve birçok olgu gibi insanların ve devletlerin algısı da değişmiştir. Bu değişen algılardan bir tanesi de güvenlik algısıdır. İnsanların ve devletlerin sorunları dönüşüme uğramış dış dünyaya bakışları değişmiş ve bunlarla beraber güvenlik kavramı da bu değişimden payını almıştır. Güvenlik kavramı, Soğuk Savaş sonrasında ve özellikle günümüzde kavramsal çerçeve olarak zengin bir hâl almış daha geniş daha derin şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Güvenlik kavramı tanımsal açıdan tanımı yapılmakta zorlanılan kavramlardandır. Güvenliğin tanımı yapılırken karşılaşılan zorluklar güvenliğin tek bir tanımının olmamasından yani ona yüklenen çeşitli anlamlardan kaynaklanmaktadır (Akgül-Açıkmeşe, 2011, s.44).

Soğuk Savaş Döneminde Cereyan Eden Başlıca Vesayet Savaşları

Güvenlik için tanım yapmak oldukça zordur ancak bu demek değildir ki güvenliğin tanımı yoktur. Aksine pek çok tanımı vardır. Örneğin, güvenlik sağlık gibidir. Ortada sağlığımızı tehdit eden bir şey olmadığında sağlık kelimesi nasıl aklımıza gelmiyorsa, güvenliğimizi tehdit eden bir şey olmadığında da güvenlik kavramını sorgulamayız (Çıtak, 2019). TDK ise güvenlik kavramı toplum yaşamında yasal düzenin aksamadan yürütülmesi, kişilerin korkusuzca yaşayabilmesi durumu olarak ifade edilir ve bir başka kavram ile açıklanır “emniyet” (TDK Sözlüğü, Erişim tarihi: 30 Mayıs 2020). TDK anlamıyla ortaya çıkan güvenlik tanımı zarar görmemeyi ifade eder. Bir başka tanımda ise güvenlik güvende olma, tehlikelerden uzak olma, emin olma ya da tehditlerin bulunmaması hâli olarak da ifade edilebilir (Kaypak, 2012, s.3).

Barry Buzan

Güvenlik kavramına, geleneksel güvenliğe nazaran yeni bir anlam ve boyut katan Barry Buzan ise güvenliği, tartışmaya açık bir kavram olarak açıklamış ve güvenliği sevgi, özgürlük ve güç gibi kavramlara benzetmiştir (Buzan, 1991, s.7 Akt. Lüleci ve Baysal, 2015, s.64). Anlaşılmaktadır ki güvenlik kavramı için pek çok tanım olsa da genel anlamıyla güvenlik korunma anlamında kullanılmaktadır. Burada korunmadan kasıt tehditlerden tehlikelerden korunmaktır. Öyleyse tehditler ve tehlikeler değiştikçe, farklı oldukça, güvenliğin de anlamı değişecek ve farklılaşacaktır. Öyle ki güvenliğin tanımının yapılmasındaki ana zorluk güvenliğin karmaşasından değil aksine zengin ve geniş bir içeriğe sahip olmasındandır. Bu zengin ve geniş içerik güvenliğin öneminin anlaşılması açısından da önemlidir.

Öyleyse güvenlik nedir sorusu sorulduğunda ön plana çıkan tanımlamalar, güvende olmak, tehditlerden korunmak, tehlikelerden uzak olmak, toplumda yer alan yasal düzenin aksamadan yürütülmesi, kişilerin endişe etmeden korkusuzca yaşayabilmesidir. Bu tanımlamalar ile birlikte genel bir çerçeve çizilmek istenilse güvenlik, Bireyin tehdit olarak algıladığı ya da gördüğü tüm hususlardan korunmasıdır demek yanlış olmayacaktır.

Güvenlik kültürünü tam olarak kavrayabilmek için öncelikle kültürün tanımı yapılmalıdır. Çıtak’a göre Kültür, bir toplumun maddi ve manevi değerler bütünüdür. Sosyolojik bir terim olarak karşımıza çıkmaktadır. Tarihsel süreç içerisindeki tecrübelerden, yaşanmışlıklardan, manevi değerlerden ve maddi unsurlardan oluşur. Kültür hakkında bilinmesi gereken en önemli unsurlardan biri ise Kültürün değişmez değil, değişime dirençli olduğudur. Kültür bir toplumun kimliğini ve belleğini yansıtır. Güvenlik kültürü ise bir toplumun güvenliğe yönelik algılarının belleğinin yaklaşımlarının bütünüdür. Ayrıca her toplumun kendisine has bir güvenlik kültürü vardır demekte yanlış olmaz (Çıtak, 2020). Güvenlik kültürünü iç dinamikler ile okumak yanlış olmaz. Öyle ki güvenlik kültürü ülkede eğitim vasıtasıyla tarihi ve coğrafi özellikler, siyasi ve askerî geçmiş, toplumsal hassasiyetler, diğer ülkeler ile benzerlikler ve farklılıklar, güvenlik tehdit algılamaları vb. konuları dâhil hemen her şeyi sistematik bir şekilde nesilden nesile aktarmaktadır (Oğuzlu, 2015, S.224). Güvenlik kültürü ülkelerin güvenliğe olan bakışlarını, güvenlikten ne anladıkları, neleri tehdit olarak gördüklerini ve bu tehditlerle nasıl başa çıkacakları ile doğrudan ilişkilidir. Güvenlik kavramında referans nesnenin ne olduğu (Birey, Toplum, Devlet), güvenlik tehdidinin ne olduğu ve nasıl bir güvenlik anlayışına sahip olunduğu şeklinde bir çerçeve çizildiğinde ortaya çıkan sonuç güvenlik kültürünün dinamiklerini oluşturmaktadır.

Öyleyse güvenlik kültürü nedir sorusu sorulduğunda ön plana çıkan unsurlar, bir ülkenin güvenlik anlayışının şekillendirdiği politikaların o ülkenin güvenlik algısına yansıması ile birlikte yine bu algının o ülkenin karakteristik özelliğini taşıdığı ve bir kimlik ortaya çıkardığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Bir Ülkenin Güvenlik Kültürünü Etkileyen Faktörler

Güvenlik kültürünün oluşumunda ülkenin tarihi geçmişi/mirası önemli bir etkendir. Ülkeler sahip oldukları tarihi geçmiş ve bu tarihi geçmişin kendilerine bıraktığı (varsa) tarihi miras o ülkenin kimliğinin oluşmasında etkili olmakta bu kimlikte güvenlik kültürüne yansımaktadır. Geçmişinde imparatorluk olarak varlık sürdürmüş bir devletin ya da tarihi itibariyle devletin sahip olduğu uzun yılların örneğin 1000 yıllık 2000 yıllık geçmişin güvenlik kültürü üzerindeki etkisi tartışmasız kabul edilmektedir. Ayrıca imparatorluk olarak tarihte yer almış ülkelerin birçok kültüre ev sahipliği yapması hiç şüphesiz o ülkenin kendini konumlandırdığı yer ile birlikte ortaya çıkmaktadır. Böylesi bir tarihi mirasa ve uzun bir geçmişe sahip ülke ile 100-200 yıllık geçmişe sahip ülkelerin güvenlik kültürünün aynı olması elbette beklenmemektedir. Böylesi bir durumda ülkenin tarihi geçmişinin/mirasının güvenlik kültürünü etkileyen önemli faktörlerden biri olduğu kabul edilmektedir. Güvenlik kültürünü etkileyen bir diğer faktör ise ülkenin sahip olduğu jeopolitik konumudur. Ülkeler dünya üzerinde yer aldıkları jeopolitik konumları ile birlikte o konumların yani o coğrafyanın kendisine kattığı karakteristik özellikleri de beraberinde taşımaktadır. Bir ülke sahip olduğu konum ile bir coğrafyaya, bir iklime, bir sınıra ve komşulara sahip olmaktadır. Bunların hepsi o ülkenin kimliğinin belirlenmesinde önemli olmakla birlikte karakteristik özelliğini ön plana çıkaran hususlardır.

İbn-i Haldun’un coğrafya kaderdir sözü ile kast edilen de aslında güvenlik kültürü ile alakalıdır. Çünkü nerede dünyaya gelirsen oranın kiri, toprağı siner üzerine, oranın suyuyla temizlenir, oranın güneşiyle ısınırsın. Oranın iklimi kişiliğini etkiler. İklim soğuk ise sert mizaçlı, iklim sıcak ise daha sıcakkanlı olursun (Kızılkaya, 2015, Erişim Tarihi: 30 Mayıs 2020). Ayrıca jeopolitik konumun verdiği sınırlar yine o ülkenin güvenlik algısında ön planda tutulmaktadır. Denize kıyısı olan ve sınırlarında deniz olan ülkeler denizlerden gelebilecek tehditleri göz ardı edemezler. Öte yandan tamamen karadan oluşan ülkeler için ise denizlerden gelecek tehditler diğerine nazaran güvenlik üzerinde etkisi olduğu söylenemez. Bir diğer açıdan ise bir ada ülkesinin sınırdan anladığı etrafını çeviren sular ile okunabilmektedir. Bununla birlikte sınırlar komşuları da beraberinde getirirler; bu ada ülkeleri açısından biraz daha geri planda kalsa da kara sınırlarına sahip olan ülkeler hemen yanı başlarında bir başka ülkenin varlığını bilerek yaşamakta ve bu yaşantı onların güvenlik algılarını etkilemektedir. Çünkü istisnası olmakla birlikte genel olarak sınır komşuları birbirleriyle anlaşan değil genellikle çatışan aktörlerdir.

Sınır ihtilafları yaşayan ülkeler kırmızıyla gösterilmiştir

Bir diğer belirleyici faktör ülkenin kurucu ideolojisi ve mevcut siyasi lideridir. Ülkeler kurucu liderin ülkeye kazandırmış olduğu ideolojiyi çok uzun yıllar hissederler ve geliştirdikleri politikalarda, atacakları adımlarda kurucu ideolojinin etkisinden kolay kolay çıkamamaktadırlar. Ayrıca mevcut siyasi liderin, o ülkenin hedeflerine ulaşması için çizdiği yol haritası ve yine mevcut siyasi liderin kazandırdığı bazen dönemsel bazen ise uzun vadeli stratejiler güvenlik kültürünü yakından etkilemektedir. Ülkelerin sahip oldukları dinî inanışları ile birlikte, ülkenin sahip olduğu nüfus sayısı ve barındırdığı etnik nüfus çeşitlilikleri gibi pek çok husus ülkelerin güvenlik kültürü üzerinde etkili olmak ile birlikte o ülkenin güvenlik kültürü anlatılırken bu hususların belirleyiciliği de son derece önemlidir. Dinî inanışlar ile çoğu zaman kutsal kitaplar üzerinden aktarılan doğrular ve yanlışlar (helal ve haramlar) o ülkenin kültürünün oluşmasında etkilidir. Bu kültürde güvenliği etkilemektedir.

Diğer taraftan ülkelerin sahip oldukları nüfus çeşitlilikleri de önemlidir. Kalabalık nüfus, eğitimli nüfus, genç nüfus, silahaltına alınabilecek erkek nüfus, kadın-erkek çeşitliliği ile birlikte doğurganlık oranlarına kadar pek çok konu o ülkenin güvenlik algısını oluşturmaktadır. Örneğin, kalabalık nüfusa sahip Çin’in güvenlik algısı, bu nüfusun ülkenin kaynaklarını tüketmedeki hızıdır ama aynı zamanda pek çok ülke örneğin İsrail nüfusunun azlığını bir güvenlik tehdidi olarak görmektedir. Bunların yanı sıra ülkenin dış dinamikleri de güvenlik kültürünü belirleyen aktörler arasında sayılabilir. Ülkeler sahip oldukları dost/düşman algısı ile güvenlik tehditlerini şekillendirmekte bu şekillendirmede güvenlik kültürlerine yansımaktadır. Azerbaycan’ın, Türkiye’ye karşı olan yaklaşımı ile Ermenistan’a karşı olan yaklaşımının aynı olmamasının ana nedeni bu kültürden kaynaklanmaktadır. Bütün bu sayılanlar ile birlikte bir ülkenin silahlı kuvvetlerini nasıl konumlandırdığı, iç siyasi oluşumu ve ülkenin güvenliğin merkezine kimi ya da neyi koyduğu da önemlidir.

Türkiye’nin Güvenlik Kültürü

Türkiye’nin güvenlik kültürünü konuşurken ülkemizdeki güvenliğe bakış, güvenlik ile ilgili tercihler, uygulamalar, politikalar, tecrübeler konunun kapsamını oluşturmaktadır. Türkiye, resmî olarak 1923’te kurulmuş olsa da güvenlik algısını oluşturan dinamikler ve sahip olduğu kültürün güvenliğe yansıması oldukça eskilere dayanmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin sahip olduğunu kültür, tarihî olarak oldukça eski bir geçmişe sahip olmakla beraber, Birinci Dünya Savaşı sonunda parçalanmış olsa da Osmanlı İmparatorluğunun kendisine bıraktığı miras ile birlikte güvenlik kültürü şekillenmiştir. Türkiye’nin kurucu ideolojisinin sahiplerinin de Osmanlı İmparatorluğunun bir subayı olarak karşımıza çıkması Osmanlı ile Türkiye’nin güvenlik algılamalarının birbirinden ayrı okunamayacağını bizlere göstermektedir. Özellikle İmparatorluk zamanında yaşanan bir takım gelişmeler bu kültürün şekillenmesinde etkili olduğu söylenebilir (Oğuzlu, 2015, S.227). Ayrıca sahip olduğu coğrafi konumu Türkiye’nin uluslararası arenada önemli bir aktör olarak ortaya çıkmasını sağlamıştır. Boğazlara erişim anahtarını elinde bulunduran, Balkanlar’dan Orta Doğu’ya, Kafkaslardan Basra Körfezi’ne kadar pek çok coğrafyanın birbirine bağlandığı stratejik kesişim noktasında yer alan Türkiye, bu özellikleriyle yirminci yüzyılda yer alan orta büyüklükteki diğer devletlerin neredeyse hiçbirinin sahip olamadığı büyük bir stratejik öneme sahiptir (Aydın, 2012, S.491).

Karaosmanoğlu Türkiye’nin güvenlik kültürünü şekillendiren faktörleri üç ana başlık altında toplamıştır. Karaosmanoğlu’na göre bu faktörlerden birincisi Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne miras kalan tarihi geçmiş, ikincisi Türkiye’nin coğrafi ve jeopolitik şartlarından kaynaklanan etkiler, üçüncüsü de Cumhuriyetin kuruluşunda etkili olan kurucu elitlerin sahip oldukları ideolojik bakış açısı olarak karşımıza çıkmaktadır (Akt. Oğuzlu, 2015, S.228). Bu üç faktöre daha detaylı değinilecek olunursa, Osmanlıdan kalan imparatorluk geçmişinin oluşturduğu büyüklük hissi Türkiye’nin uluslararası arenada varlığını konumlandırdığı önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye, uluslararası arenada yer alan küresel aktörlerle kıyaslandığında göz önüne alınan güç unsurları bağlamında orta büyüklükte bir ülke olduğu söylenebilir. Ancak Türkiye’nin orta büyüklükte bir devlet olarak görülmesi Türkiye’yi yönetenleri küresel düşünmekten ve kendilerini büyük güç ya da süper güç olarak gören ülkeler ile eşit olarak kabul etmekten alıkoyamamıştır. Osmanlı İmparatorluğunun miras bıraktığı geçmişe sahip olmak, bölgesel ve küresel her olguya, olaya ve politikaya dâhil olma arzusunu ve isteğini her daim dinç tutarak güvenlik kültürünü şekillendiren ana unsurlardan biri olmuştur. Öyle ki Türkiye’ye Osmanlıdan kalan bu büyüklük hissi çoğu zaman uluslararası arenada da kendini göstermiştir. Örneğin Türkiye gerek BM ile gerek NATO ile gerek ise AB olsun pek çok kuruluş ile ikili ilişkileri geliştirmek ve üyelik adımları atmak istediğinde bahsedilen büyüklük hissi devreye girmekte ve kendi öneminin farkına vararak tabiri caizse eşit şekilde anlaşma masasına oturmaktadır. Türkiye, Avrupa Birliği üyelik sürecinde diğer ülkeler gibi Avrupa Birliğine benzemekten ziyade eşit şartlarda süreci yürütmüş ve zaman zaman Avrupa Birliğinin dayatmalarına direnerek eleştirmekten de geri kalmamıştır. Ayrıca yalnızca Avrupa Birliği değil aynı zamanda pek çok ülkenin çekindiği ABD gibi bir süper güç karşısında bile Türkiye görece olarak eşit olmasa bile kendini ABD ile olan ilişkilerde pazarlığı elden bırakmayan ve sanki iki denk ülke ile görüşülüyormuş havasında diplomasi trafiği sürmektedir.

Türkiye’nin Orta Doğu’daki konumu

İkinci faktör olarak karşımıza çıkan Türkiye’nin coğrafi ve jeopolitik şartlarından kaynaklanan etkiler için ise Türkiye’nin güvenlik anlayışında yakından etkilidir denilebilir. Nitekim Türkiye’nin iki kıtayı birbirine bağlayan konumu ve önemli suyolları üzerindeki varlığı küresel güçlerin gözlerini Türkiye’ye dikmesine neden olmuş bu nedenle Türkiye’yi kontrol etmek ve yakınlarında tutmak istedikleri için her daim Türkiye bu ülkelerin gündeminde olmuştur. Pek tabii bu durum Türkiye’nin de güvenlik kültürüne yansımıştır. Ayrıca önem arz eden bir diğer husus ise Türkiye’nin coğrafyasındaki komşuları da kendisine Osmanlı’dan kalmadır. İran hariç bölgedeki bütün ülkeler bağımsızlıklarını Osmanlıdan ayrılarak almışlardır. Bu da beraberinde Osmanlı-Türkiye karşıtlığını getirmiştir. Türkiye böylesi bir atmosferde kaldığı için güvenlik kültürüne yansıması dört bir yanı düşmanlarla çevrili algısı ile gelişmektedir. Türkiye her zaman yalnız olduğunu ve kendisinden başka güveneceği kimsenin olmadığını vurgulamaktadır (Oğuzlu, 2015, S.242).

Ayrıca Türkiye kendisini güneyindeki ülkelerin gelişimi için önemli görmüş ve bu ülkelerin gelişimi açısından Türkiye’nin rol model olarak varlık gösterdiği söylenebilir. Türkiye’nin jeopolitik konumu yalnızca coğrafya üzerinden değil aynı zamanda Osmanlı mirası ile birlikte okunduğunda ayrı bir önem taşımaktadır. Çünkü bu coğrafya, bu coğrafyadaki komşular, dost ve düşman algılarının tamamı Osmanlıdan kalan miras olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca Türkiye sahip olduğu miras ve jeopolitik konumun getirmiş olduğu olumlu katkılar ile kendini orta büyüklükte olarak atfedilen ülkeler ile bir tutmamakta ve pek çok devletin hamisi olarak görmektedir.

Üçüncü olarak karşımıza çıkan Cumhuriyetin kuruluşunda etkili olan kurucu elitlerin sahip oldukları ideolojik bakış açısı ise Türkiye için güvenlik kültürü adına bir diğer önemli etkendir. Kurucu elitler, Osmanlı’nın yıkılışını/parçalanmasını bir nedene bağladıklarında batı ile ters düşmeleri olarak görmüşlerdir. Bu bakış Türkiye’nin kuruluşundan itibaren hakim olan dış politika aracı olan diplomasinin de şekillenmesini sağlamıştır. Türkiye Batı ile kavgalı olarak varlık gösteremez böylesi bir atmosferde Türkiye Batı ile karşı karşıya geldiğinde gelişimi ve güvenliği önünde engeli de ortaya çıkmış olur. Öyle ki Türkiye hemen hemen her dönemde Batılı değerlere olan bağlılığının altını çizmiş ve kendisini Orta Doğu ya da Asya olarak gören batıya karşı her daim Batılı olduklarını vurgulamışlardır. Avrupa birliğine giriş, NATO’ya dâhil olmak gibi pek çok hususun amacının altında da bu kurucu ideolojinin yattığını söylemek yanlış olmaz. Kurucu ideolojinin güvenlik kültürüne bir başka yansıması ise Osmanlı’nın son zamanlarını görmeleri ve bu psikoloji ile ya da tabiri caizse kompleks ile varlık göstermiştir. Osmanlı’nın yıkılışının meydana getirdiği psikoloji Türkiye’yi kuran ideolojinin macera olarak adlandırılacak özellikle dış politikadaki adımlardan uzak durması ve Osmanlı’nın parçalanmasının verdiği kompleks ile daha fazla toprak kaybetmeme, daha küçük bir alanda varlığını devam ettirmeme isteği Türkiye’nin kurucu ideolojisinin güvenlik kültürü üzerinde ne derece etkili olduğunun en belirgin örnekleridir.

Toparlanacak olunursa Türkiye’nin güvelik algısı üzerinde pek çok etkinin varlık gösterdiği söylenebilir. Ancak temelde üç ana neden yatmaktadır. Bunlar az önce yukarıda sayılan üç faktördür. Bu üç faktör bugün dâhi Türkiye’nin güvenlik algısının bir kültüre dönüşmesinde en önemli etkenlerdir. Türkiye, geçmişten aldığı miras ile birlikte kendini uluslararası arenada koyduğu yer, coğrafyanın vermiş olduğu fiziki şartlar ve komşuların algılanması ve bunların yanı sıra Türkiye’yi kuran ideolojinin hâlen devamlılığı ile birlikte bu ideolojinin oluşturduğu psikolojinin etkileri dün, bugün ve yarın Türkiye’nin güvenlik kültürü olarak karşımıza çıkmıştır, çıkmaktadır, çıkacaktır. Ancak bu demek değildir ki bu kültür sonsuza kadar devam edecektir. Çıtak’ın da ifade ettiği gibi kültür değişmez değildir değişime dirençlidir (Çıtak, 2020), bu da göstermektedir ki bu kültürde değişebilir ve kalıcı değildir.

KAYNAKÇA

Akgül-Açıkmeşe, S. (2011). “Algı Mı, Söylem Mi? Kopenhag Okulu Ve Yeni Klasik Gerçekçilikte Güvenlik Tehditleri”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 8, Sayı 30 S. 43-73.

Aydın, M. (2012). “Türkiye’de Güvenlik Kavramlaştırılması”, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, S.491-508.

Baysal, B. , Lüleci, Ç. (2015). Kopenhag Okulu ve Güvenlikleştirme Teorisi. Güvenlik Stratejileri Dergisi, Yıl: 11, Sayı: 22, s. 61-96

Çıtak, E. (2019). Uluslararası İlişkiler Ve Güvenlik Yüksek Lisans Güvenlik Çalışmalarına Giriş Ders Notları. Çorum: Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Çıtak, E. (2020). Uluslararası İlişkiler Ve Güvenlik Yüksek Lisans Türkiye’nin Güvenlik Kültürü Politikaları Ve Sorunları Ders Notları. Çorum: Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

https://sozluk.gov.tr/ erişim tarihi: 30 Aralık 2019

Kaypak, Ş. (2012). Güvenlikte Yeni Bir Boyut; Çevresel Güvenlik, Ekonomik Ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 8, Yıl: 8, Özel Sayı: 8, S.1-22.

Kızılkaya, M. (2015). “Coğrafya Kaderdir”, Erişim Tarihi: 30 Mayıs 2020, https://www.haberturk.com/yazarlar/muhsin-kizilkaya-2291/1124944-cografya-kaderdir

Oğuzlu, T. (2015). “Güvenlik Kültürü ve Türk Dış Politikası”, Bilig, Kış, Sayı 72, S.223-250.

Ahmet Yeten

Hitit Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Güvenlik Yüksek Lisans öğrencisi

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!