Kelâmbaz

Yeni Dünya Düzeni, Fukuyama ve Huntington

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, ABD’de jeopolitik konusunda en önde gelen isimlerden olan Nicholas Spykman’ın ortaya koyduğu Kenar Kuşak Teorisi (Rimland), Sovyetler Birliği’ni çevreleme politikasından oluşmaktaydı. Bu teori, Sovyetler Birliği yayılmacılığının önünü kesmek ve etkili alanını sınırlandırmak amacıyla uygulanmıştır. Kenar Kuşak Teorisi, Deniz ve Kara Hâkimiyeti teorileri; Amerika’nın kazanç birlikteliğini sağlayarak Avrasya’nın kalpgâhını kontrol etmek ve ABD’ye düşman olabilecek tehditlerin mümkün olabilecek bütün ittifaklarla engellenmesini içeriyordu.

Soğuk Savaş döneminde, Kenar Kuşak Teorisi uygulamaların sıralayacak olursak; Almanya, ABD ve Sovyetler Birliği işgali ile ikiye bölünmüş hâldedir, bu durumda ABD’nin olası bir Batı Avrupa ve Doğu Asya devletleri tarafından yani Avrasya kuşatmasında kurtarılması için Japonya ve Almanya’nın ABD ile ittifak hâlinde bulunması önemlidir. Avrupa’da güç dengesini korumak politik nüfuzunu güçlendirmek için askerî bir ittifak olan NATO’nun kurulması çok büyük elzemdir. Sovyetler Birliği’nin ikamet ettiği coğrafyayı çevrelemek ve kontrol etmek için NATO ile Norveç’ten Türkiye’ye CENTO ile Türkiye’den Pakistan’a, SEATO ile Filipinler’den Yeni Zelanda’ya uzanan ittifaklar kurmuştur.

ABD, Sovyetler Birliği’nin stratejik öneme sahip kesişim noktasında bulunan Afganistan’ı ve Irak’ı bu amaç uğruna işgal etmişti. Ayrıca Kore ve Vietnam’a doğrudan askerî müdahale de çevreleme politikasının bir sonucudur.

Soğuk Savaş sürecinde ABD, hava gücüne önem vermiş ve hava gücünü geliştirilmesi savunma harcamalarında artırmıştır. Alexander Seversky’nin Soğuk Savaş döneminde geliştirdiği Hava Hâkimiyet Teorisi, ABD’nin dış politikasında uygulandığı biliniyor. Kuzey Kutbu üzerinden potansiyel Sovyetler Birliği tehdidini engellemek için ABD 3 radar istasyonu ve Alaska ile Kanada arasında hava üstleri kurmuştur.

Soğuk Savaş döneminde en etkili olmuş jeopolitik kuramcılardan biri de Zbigniew Brzezinski’dir. Brzezinski’nin ortaya attığı Büyük Satranç Tahtası teorisine göre, Avrasya küresel anlamda üstünlük mücadelesinin oynandığı bir satranç tahtasıdır. Avrasya, hayati öneme sahiptir ve dünyanın kalpgâhıdır. Avrasya’da Dünya nüfusunun %75’i bulunmakta dünyanın fiziksel zenginliklerin çoğu yer altı ve yer üstü kaynaklarının birçoğu burada bulunmaktadır. Asya’da Dünya GSMH’sinin %60’ı bulunmakla beraber Dünya enerji kaynaklarının dörtte üçüne sahiptir. Ayrıca Dünya enerji koridorları, enerji tedarikçileri ve nükleer güçleri de Avrasya’da bulunmaktadır. Hegemonya ve küresel nüfus talepkârları Avrasyalılardır.

Avrasya’nın gücü Amerika’dan kat kat fazladır. Gücünü gölgede bırakan bu gücü kullanması ve kendisiyle bütünleştirilmesi Amerika için büyük bir şanstır. Kendi aleyhine Avrasya’da ittifakların kurulması ABD’ye, jeopolitik açıdan, en büyük tehlikelerdendir. Onun için Almanya, Fransa ve Rusya’nın hiçbir şekilde ittifak etmemesi önemlidir.

Brzezinski’ye göre Avrasya’daki jeostratejik oyuncuları sıralarsak; Fransa, Almanya, Rusya, Çin ve Hindistan’dır. Jeopolitik oyuncu ülkeler ise Ukrayna, Azerbaycan, Güney Kore, Türkiye ve İran’dır. Türkiye ve İran her ikisi de bir ölçüde daha sınırlı ve güçleri dahilinde aynı zamanda jeostratejik olarak da etkindir. Henry Kissinger’a göre Almanya ve Fransa’nın Avrupa’da birlikte hareket etmesi, Amerikan jeopolitiği açısından en kötü senaryodur. “Almanya ve Fransa’nın ittifakı önlenemez ve bunların yanında Rus ittifakı girerse büyük felaket olur” düşüncesi jeopolitik açıdan önemli bir bilgidir.

Soğuk Savaş döneminde ABD, Monroe Doktrini ile tüm Amerika kıtasında etki alanını genişletip yayılma siyaseti izlemiş, gerek üsler kurarak gerek ittifaklar yaparak Sovyetler Birliği’nin hareket alanı sınırlandırmaya çalışmıştır.

Tarihin Sonu ve Yeni Dünya Düzeni

Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa blokunun parçalanmasıyla sosyalist sistemde çöktü. Yeni mandacı teorilerden en önemlilerinden olan Tarihin Sonu teorisi Francis Fukuyama’nın yazdığı bir makale ile gündeme geldi. Fukuyama, derinlemesine bir inceleme yapmadığından araştırmacılar tarafından ciddi eleştirilere maruz kaldı.

1990’lı yıllarda Sovyetler birliğinin dağılması ile dünya siyaseti ile ilgili yeni teorilerden biri de XX. yüzyılın en iyi siyaset bilimcilerinden olan Samuel Huntington, 1996 yılında Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması isimli tezini kitap olarak yayınladı. Huntington, kitabında ‘artık dünyada ne ideolojik ne de ekonomik kaynaklı bir çatışma yaşamasının mümkün olmadığını, dünyada yaşanacak yeni çatışmaların temelinin medeniyet ve inançlar arasında olacağını, ulus devletlerin uluslararası siyasette etkili olmaya devam edeceklerini’ belirtmiştir. Küresel siyasetin çatışmaları farklı medeniyetlere ait milletler gruplar arasında meydana geleceğini ve medeniyetler çatışmasının yaşanacağını söylemektedir.

Francis Fukuyama

Fukuyama ise Thomas Hobbes, A. Comte, H. Spencer’ın pozitif fikirlerini yenilemiş ve jeopolitik görüş kazandırmıştır. Fukuyama, insanlık tarihinde insanlığa huzur ve barış getirecek olan sistemin kapitalizmin doğurduğu liberal demokrat sistem olduğunu savunmuştur. Liberal demokrasinin Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle alternatifsiz olduğunu ve dünya için en ideal sisteminin liberal demokratik değerler olduğunu savunmuştur. Weber’in görüşlerini pek çok yerde güncelleyen Fukuyama’ya göre, verimsiz irrasyonel komünist ekonomik sistemin SSCB’nin yıkılmasıyla uygulanabilirliği kalmamıştır. Sosyalist ekonomik düzenin yıkılmasıyla rakipsiz bir dünya görüşü kalmıştır; o da liberal demokratik değerlerdir.

Medeniyetler Çatışması

Huntington ise, liberal düzendeki çıkar çatışmasının yerine, medeniyete dayalı bir dünya düzeni ortaya çıkacağını ileri sürer. Ona göre kültürel yakınlıklar toplumları birbirine yaklaştıracaktır. Toplumlara bir medeniyetin dünya görüşünü empoze etme çabası yersizdir ve başarısızlığa mahkûmdur. Zira her toplum kendi medeniyeti çerçevesinde yaşama ve o medeniyeti daha ileriye götürme hedefini taşır.

Samuel Huntington

Huntington dünyayı Batı, İslam, Konfüçyüs, Japon, Slav-Ortodoks, Latin Amerika ve Afrika medeniyetleri olmak üzere toplam 8’e ayırmış ve bu medeniyetlerin her birine ayrı bir anlam yüklemiştir. Klasik jeopolitik teoriler, çatışma ve siyasi mücadelenin kaynağı olarak coğrafyayı merkeze alırken, burada medeniyetler üzerinden çatışma ve siyasi rekabet söz konusudur. Batı, İslam ve Konfüçyüs medeniyetlerinin gelecek 100 yılda çatışma ve rekabet içerisinde olacağını öngörmüştür.

Fukuyama, artık bilinen tarihin son bulduğunu yeni bir tarihin başladığını, bu yeni tarih döneminde insanlığın bir mekanizma ile sisteme bağlandığını söyler. Bu sistemde dünyadaki tüm bölgeler yeniden düzenlenmiştir. Jeopolitik kavramı yeni toplumsal, siyasi ve askerî normlar kazanarak ABD’nin örnek gösterildiği yeni bir bakış açısıyla tekrar tanımlanmıştır. Buna karşılık Huntington ise yeni dünya düzenini Batının kibri, İslam’ın hoşgörüzlüğü(!) ve Çinlilerin aşırı inatçılığı ve iddiacılığı arasındaki muhtemel sürtüşme üzerinden formülize eder. İslam ve Batı medeniyeti çatıştığı gibi Konfüçyüs medeniyeti de Batıyla çatışacaktır. Yine Huntington, komşu toplumlardan Batıya göç eden gençlerin, bu ülkelerde gördükleri baskı sebebiyle İslamcı davalara katılacağını ve Batıyla çatışma içerisine gireceklerini söyler. Bu duruma misal olarak İslami Diriliş Örgütünü öne sürer ki, ona göre bu tarz örgütlerin İslam medeniyetini Batı medeniyetinden daha üst bir medeniyet olarak görmesi çatışmayı daha da alevlendirecektir.

Evet, Hristiyan ve Müslüman coğrafyalarda iki medeniyetin arasında karşılıklı sükûnetin son 20-30 yılda azaldığını rahatlıkla görebiliriz. Fakat, bunun belki de temel nedeni salt bir medeniyetler çatışması değil, Batı dünyasının İslam dünyasına askerî, siyasi müdahale yapması, gelişen süreçlerde birçok Müslümanın hayatını kaybetmesidir.

Medeniyetler Çatışmasındaki 9 Medeniyetin Haritada Gösterimi

Huntington’ın Batı medeniyetinin, dolayısıyla ABD’nin gücünü korunması için dış politika tavsiyelerinde bulunmuştur. Bunlar; politik ve askerî bütünleşmeyi sağlayarak farklı medeniyetlerin bir medeniyete mensup devletler arasındaki farkları istismar etmelerini engellemek, Baltık cumhuriyetlerini Avrupa Birliği’ne, Slovenya ve Hırvatistan’ı NATO ya dahil etmek, Latin Amerika’nın Batılılaşmasını teşvik ederek entegrasyonunu sağlamak. Batının güvenliğini ve hegemonyasını esas alan bu doktrinde İslam, Çin devletlerinin konvansiyonel ve konvansiyonel olmayan askerî güç gelişimini kısıtlamak, Rusya’yı Ortodoks bir devlet olarak bölgesel güç olmasını sağlamak, Batı medeniyetinin teknolojik ve askeri üstünlüğünü korumak temel hedeflerden başlıcaları olarak sıralanabilir.

Amerikan ve Batı üstünlüğünü koruma çabasının meşrulaştırılması konuşulacaksa, dünyaca ünlü uzman Barry Buzan’ın güvenlikleştirme kavramından bahsetmeliyiz. Güvenlikleştirme belli politik meselelerin normal mesele olmaktan çıkarılıp güvenlik meselesi haline getirilmesi ameliyesine işaret eder. Böylece doktrin nazarında tehlikeli görülen özneler, değerli kabul edilen bir öznenin varlığına tehdit olarak konumlandırılır. Böylece tehdidi ortadan kaldırmak için güce ve tartışmalı politikalara başvurmak daha kolay hale gelir. Huntington’ın Medeniyetler Çatışması modelinde İslam medeniyeti ve Konfüçyüs medeniyeti Amerikan gücü ve idaresinin devamı için bir tehdittir.

Geriye dönüp baktığımızda Fukuyama’nın liberal ekonomik dünya sisteminin Afganistan, Irak, ve Suriye savaşlarını engelleyemediği meydandadır. Tek kutuplu dönemde ABD’nin yaptığı müdahaleleri dış politikası göstergesi olarak değerlendirecek olursak, liberal ekonomik düşüncenin temsilcisi ABD’nin hiç de demokratik bir tavır içinde olmadığı açıktır. Zaten, Fukuyama’nın Tarihin Sonu teorisi, uluslararası ilişkiler camiası tarafından aşırı iyimser olarak görüldüğünden, hiçbir zaman uygulanabilir olarak değerlendirilmemiştir. Aynı şekilde medeniyetler çatışması tezine de birçok eleştiri getirilmiştir. Eleştirilerin yanı sıra, modelin izah etmekte tamamen başarısız olduğu çatışmalar ortadadır. Şii Müslüman bir devlet olan İran İslam Cumhuriyeti’nin dış politikasında, Şii Müslüman olan Azerbaycan Devleti’ne değil de Ortodoks Hristiyan olan Ermeni devletinin yakın durması, dünya siyasetinin, medeniyetler çatışması cihetinde değil de, daha çok kâr ve maksat birlikteliği cihetinde şekillendiğini gösteren misallerden biridir. Neresinden bakılırsa bakılsın günümüzde çatışmanın kökeninde -fert, şirket, cemiyet ve devlet, ölçeği ne olursa olsun- çıkar ilişkileri yatmaktadır.

Kaynakça

Francis Fukuyama, 2002, Tarihin Sonu mu Der: Mustafa Aydın Ettan Özensel, Ankara: Vadi Yayınları.

Kenichi Ohmae, 1996, Ulus-Devletin Sonu, Bölgesel Eko Yükselişi, Çev: Zülfü Dicleli, İstanbul: Türk Henkel Dergisi Yayınları.

“Samuel P. Huntington, Harvard Üniversitesi’nde John M. Olin Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Müdürü ve İdare Ilmi Kürsü Reisidir. Bu makale, Olin Enstitüsü’nün, “Değişen Güvenlik Çev resi ve Amerikan Milli Menfaatleri” başlıklı projesi çerçevesinde hazırlanmıştır.

Edward W. Said, “The Cloas of Ignorance”, The Nation Magazine.

Ali Hasanov, Jeopolitikteorileri Metodolojisi Aktörleri Tarihi Karakteristiği Kavramları, Babıali Kültür Yayıncılık 2018.

Kissinger, H., Amerika’nın Bir Dış Politikaya İhtiyacı Var mıdır? 21. Yy.in Diplomasisi Üzerine, Moskova, 2002.

Brzezinski, Z., Büyük Satranç Tahtası. Amerika’nın Küresel Ostünlüğü ve Bunun Jeostratejik Gereklilikleri, Moskova, 1998.

Brzezinski, Z., Tercih: Küresel Hâkimiyet mi? Küresel Liderlik mi?, Moskova, 2004, s. 117-118, 131, 253]. 72

Kagan, R., “Güç ve Zayıflık” // Yeni Yüzyılın Dış Politikası, Moskova, 2002, s. 127-157.

Yazarın Bir Diğer Yazısı

Güvenlik Politikalarının Gelişimi

Ali Yarış

Sosyal Bilgiler Öğretmeni
Uluslararası İlişkiler ve Güvenlik Yüksek Lisans Öğrencisi

1 comment

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!