Kelâmbaz

İstanbul Sözleşmesine Karşı Çıkanlar Hakkında 10 Yanlış İddia

İstanbul Sözleşmesi hakkında çok fazla tartışma oldu ve bunların artarak devam edeceği anlaşılıyor. Zira erkek, kadın, çocuk, evlilik, aile içi şiddet ve daha pek çok sosyal meselelerde mağduriyetler söz konusu…

Yaşanan bu mağduriyetlerle ülkedeki sosyal yara bir taraftan daha fazla açılırken öte taraftan sosyal medyada çeşitli sosyal ve siyasi gruplar insanları kaos ve şiddete yönlendirici, ayrıştırıcı, tehditler içeren bir nefret dili kullanıyor.

Bu hengamede İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması yönünde fikir beyan edenlere karşı de çeşitli iddialar söz konusu. Sosyal medyada İstanbul sözleşmesi tartışmalarında mantıktaki insanları karalama safsatasının (Ad Hominem) bütün çeşitlerini görmek mümkün.

Sözleşmeye karşı çıkanlar hakkında Kadın ve Aile Akademisi’nin derlediği 10 iddia ve cevapları nokta atışı tespitlerden oluşuyor. Metni olduğu gibi iktibas ediyoruz. Umarız akl-ı selim bir irade, makul ve yaraya merhem çözümlerle ülkedeki bu sosyal yara kapatır.

1.İDDİA: ”KADINA ŞİDDETİ SAVUNUYOR, ÖNLENMESİNİ İSTEMİYORLAR”

YANLIŞ.

İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkanların açıklamalarında kadına; hatta erkeğe, çocuğa, doğaya, hayvana şiddetin savunulduğu bir dil bulunmamaktadır. Aksine sözleşme kadına şiddeti önleme iddiası taşımasına rağmen, bu konuda başarılı olamamıştır. Eleştiriler, sözleşmenin kadına şiddeti toplumsal cinsiyet ekseninde açıklaması, çözüm önerilerinin de sadece bu perspektife dayalı olmasıdır. Bu haliyle sözleşme; şiddeti ortaya çıkaran farklı risk faktörlerine gözleri kapalı ve şiddetin önlenmesinde oldukça eksik, hatalı bir bakış sunmaktadır.

İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesini istemek; boşanmak isteyen eşlerin öldürülmesini onaylamak, aile bütünlüğünün korunması uğruna kadının can güvenliğini tehlikeye atmak, kadının yaşadığı her türlü travmatik duruma rağmen evliliği sürdürmeye zorlamak demek değildir.

İstanbul Sözleşmesi’nin iptalini istemek, şiddetin araçsallaştırılmasına karşı çıkmaktır. Nitekim toplumsal cinsiyet eksenli politikalar uyguladığımız yıllar boyunca Türkiye’de ve aynı uygulamaları daha uzun süredir uygulamakta olan model ülkelerde kadına yönelik şiddet sorunu azaltılabilmiş/ önlenebilmiş değildir.

Sözleşmeye karşı çıkanların kadına şiddeti savunduğuna yönelik iddialar gerçeği yansıtmamakta, bilinçli ya da bilmeyerek bir çarpıtma yapılmaktadır. Daha önce de vurguladığımız gibi şiddetin engellenmesi amacıyla yürütülecek objektif ve bilimsel çalışmalar aile kurumunun güçlenmesine katkı sağlayacaktır.

2. İDDİA: ”KADINI İKİNCİL VE EV İÇİ ROLLERLE TANIMLIYORLAR”

YANLIŞ

Sözleşmeye karşı çıkanların kadının sosyal hayattaki konumlarına, çalışma hayatına, karar alma mekanizmalarına katılımını yasaklayan, engelleyen ya da onu sınırlandıran bir bakış açısı bulunmamakta; kadınlık sadece ev içi rollere indirgenmemektedir. Buna karşılık kadına sadece sosyal hayattaki rollerine göre de değer biçilmemektedir.

Burada karşı çıkılan; tek tip bir kadın ideali çizilip bütün kadınların bu idealin peşinde koşmasının amaçlanması ve bu ideali paylaşmayan kadınların değersizleştirilmesi; değeri, çalışma hayatındaki serbest piyasanın sömürge politikalarının belirlemesidir.

3. İDDİA: ”GELENEĞİ KUTSUYORLAR”

YANLIŞ

Gelenek kaynaklı bazı uygulamalar cinsiyetler arasında adaletsizliklere sebep olabilmekte, bu durum da özellikle kadınlara yönelik zulümlere kapı aralayabilmektedir. Sıklıkla dillendirildiği gibi kadına şiddet olgusunun ülkemizdeki bazı dini ve/veya geleneksel algılarla ilişkili olduğunu reddetmek mümkün değildir. Bu bağlamda toplumda kadını aşağılayan, tahkir eden, dahası bütün bunları dini gerekçeye oturtmaya çalışan, ancak gerçekte dinin özünden kopuk anlayışla da mücadele etmek gerekmektedir.

Şiddeti ortaya çıkaran kâr, rekabet ve hazza dayalı seküler yaşam biçiminin ürettiği şiddet biçimlerini tümüyle göz ardı edip, tüm suçu geleneğe ve dini değerlere yöneltmek doğru bir yaklaşım değildir.

Daha önceki çalışmalarımızda da ifade ettiğimiz gibi kadın ve erkek rollerine ilişkin yerleşik algılara toptancı bir şekilde yaklaşılmamalıdır. Olumlu algı ve uygulamalar desteklenmeli, olumsuz algı ve uygulamalar değiştirilmeye çalışılmalıdır. İçimizden kaynaklanan problemler yok sayılmamalıdır. Aynı anda hem toplumsal cinsiyet eksenli politikaların hem de olumsuz sonuç doğuran geleneksel uygulamaların karşısında durmak mümkündür. Gelenek kaynaklı bazı hatalı uygulamaların olması toplumsal cinsiyet temelinde kurgulanan iddiaların geçerliliğine kanıt değildir.

4. İDDİA: ”AİLEDEKİ TÜM SORUNLARIN KAYNAĞINININ İSTANBUL SÖZLEŞMESİ OLDUĞUNU İDDİA EDİYORLAR”

YANLIŞ

Günümüzde aile kurumunda köklü değişiklikler olmakta, egemen kültürün etkisi yoğun bir şekilde hissedilmektedir. Yoğun bireysellik ve özgür kişilik vurgusu, ortak değer ve sorumlulukla doğrudan ilişkili aile kurumunu yapısal dönüşüme zorlamıştır. Cinselliğe ilişkin algıların da dönüşmesiyle aile kurumundaki çözülmeler gözle görünür hale gelmiştir. Bu çözülme uzun bir zaman dilimine ve zihniyet dönüşümüne dayanmaktadır. Bu nedenle aile sorunlarına ilişkin katı neden-sonuç ilişkileri sunmak hatalı bir yaklaşımdır.

Günümüzde aileye ilişkin tüm sorunlarda tek başına İstanbul Sözleşmesi’ni veya hukuki metinleri sorumlu tutmak elbette mümkün değildir. Bu sürecin felsefi, psikolojik, sosyolojik, ekonomik vb. tüm boyutlarının hesaba katılması gerekmektedir. İstanbul Sözleşmesi ve dayandığı toplumsal cinsiyet ideolojisi tüm kavramların yapısöküme uğratılabileceğini iddia eden postmodern düşüncenin çıktısıdır. Bu düşünce biçimi hukuki metin üzerinden onaylanmaktadır. Sadece politik metinlere odaklanmak yeterli olmadığı gibi, hukuki metinlerin inşa edici, normatif gücünün de ciddiye alınması gerekmektedir.

Aile kurumundaki çözülmelerin uygulanan aile politikalarıyla ilişkisinin incelenmesi özel bir önem arz etmektedir. Göreceliliğe dayanan bu düşünce biçimi ahlaki bir nihilizme kapı aralamakta ve bunu hukukileştirmektedir.

5. İDDİA: “İSTANBUL SÖZLEŞMESİ İPTAL EDİLİNCE SORUNLARIN BİTECEĞİNİ İDDİA EDİYORLAR

YANLIŞ

Aileye ilişkin pek çok sorun ve bu sorunların ekonomik, sosyolojik, hukuki, psikolojik pek çok boyutu bulunmaktadır. Fakat ne yazık ki İstanbul Sözleşmesi’ne dayalı olarak oluşturulan ailenin korunmasına ilişkin 6284 sayılı kanun sorununun farklı boyutlarına ilişkin açıklamalar yapmamakta, aileyi güçlendirmeye ilişkin öneriler sunmamaktadır.

Bu yönüyle İstanbul Sözleşmesi başta olmak üzere toplumsal cinsiyet ideolojisine dayalı belgeler;kadına/erkeğe/yaşlıya/gence/çocuğa yönelik şiddetin gerçek dinamiklerini görmeyi, sahici ve sürdürülebilir çözüm önerilerini tartışmayı engellemektedir.

Tek başına İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesi aileye ilişkin bütün sorunların çözümünü sağlayamayacaktır. Bugüne dek böyle bir iddiada da bulunulmamıştır. Bu konuda devletin, siyasi iradenin aileyi koruyucu ve güçlendirici tedbirlerini artırması; akademinin, sivil toplumun, sanat camiasının da bu çalışmalara destek vermesi gerekmektedir. Aile kurumundaki çözülme, toplumun tüm kesimlerini etkileyen çok boyutlu sorunlara neden olmaktadır.

Ailenin politik bir hedef olarak gösterildiği günümüzde, çok boyutlu bir karşı duruşa ihtiyaç vardır. Sözleşmeyi savunanlar ise tüm sorunların çözümü bu sözleşmedeymişçesine bu metne önem biçmekte, neredeyse kutsallık atfetmektedir.

6. İDDİA: ”ERKEK TAHAKKÜMÜNÜN KALKMASINI İSTEMİYORLAR”

YANLIŞ

Erkeklerin ve kadınların sosyal rolleri benzerlik gösterebileceği gibi farklılık da gösterebilir. Erkek ya da kadın olsun bir insanı kategorik olarak sınıflayıp o kategorinin içinde bulunan fertlerin tamamının potansiyelini ön kabullere dayalı bir şekilde yok saymak, görmezden gelmek ya da sınırlamak doğru bir yaklaşım değildir.

Aynı şekilde güç ve çıkar çatışmaları adına cinsiyetler arasındaki ve bir cinsiyetin kendi içindeki farklılıkların yok sayılması da doğru değildir. Toplumsal cinsiyet ideolojisi, cinsiyeti güç ve iktidar ilişkisinin merceğinden görmekte, analiz etmekte ve çıkarımlarda bulunmaktadır. Bu bakış açısı, sadece bir cinsiyeti diğer cinsiyete karşı “ontolojik hasım” ilan etmekle kalmamakta; bu anlayışa boyun eğmeyen kişi, grup ve kültürleri de damgalamaktadır.

Bu tavrın kendisinin de şiddet olup olmadığı sorgulanmakta mıdır? Toplumsal cinsiyet ideolojisi kadınların ve erkeklerin sosyal rol tercihlerini ne kadınlara ne de erkeklere bırakmakta; tepeden inmeci bir şekilde kendisi belirlemektedir.

Bu belirlemeye uyum göstermeyen kadınlar “bilinçsizlik ve cahillikle”, erkekler ise “zalimlik ve totaliterlikle” suçlanmaktadır. Rahatsız olunan şey, ”erkeğin rolünü kaptırması” değil, hem erkeğe hem de kadına küresel ölçekte kalıplaşmış roller biçilmesidir.

7. İDDİA: ”AİLEYİ KUTSAMAK ADINA KADINI YOK SAYIYORLAR”

YANLIŞ.

Bir şeye kutsiyet atfetmek, o şeyi “dokunulmaz” kılmak demektir. Bu bağlamda evlilikle oluşan birliği “dokunulmaz” gören ve boşanmayı yasaklayan din ya da kültürler olabilir. Ancak İslam dininde bir cinsiyetten olmak o kişiyi “dokunulmaz” kılmadığı gibi, iki karşı cinsin evlilik akdiyle bir araya gelmiş olması da o birliği dokunulmaz hale getirmez.

Ancak aile kurmak, neslin emniyeti ve toplumsal işleyişin esenliği için önemli bir ilahi tavsiyedir. Aile kurumunun değerli görülmesi, aile kurmanın ve sürdürmenin teşvik edilmesi ayrı bir şey; somut olarak bir ailenin kutsal görülmesi ayrı bir şeydir.

Aile sadece “kadın-erkek” birlikteliğini ifade eden bir olgu değil, kadının ve erkeğin akrabalarını da kapsayan bir ilişkiler bütünüdür. İslam dini asıl olanın evli olmak/kalmak olduğunu söylemekle birlikte, evliliğin yürütülmesinin imkânsız olduğu durumlarda boşanmayı da bir hak olarak görmektedir.*

İnancımız ve değerlerimiz, kişilerin ve toplumun özel ve değişen koşullarını dikkate almaktadır. Rahatsız olunan şey, toplumsal cinsiyet ideolojisinin çatışmacı bakış açısının güç ilişkileri uğruna aileyi ve ailenin toplumu “inşa edici” hüviyetini yok sayması ya da ikincilleştirmesidir.

8. İDDİA: ”EŞCİNSELLERE ŞİDDETİ REVA GÖRÜYORLAR”

YANLIŞ.

Toplumdaki herhangi bir kişinin bir diğer kişiyle arasındaki ihtilafı fiziksel şiddet yoluyla çözme hakkı yoktur, bu kabul edilemez. Böyle bir eylem ya cehalet ya da provokasyon olarak değerlendirilebilir.

Ne var ki şiddet, ayrımcılık ve hak kavramları ideolojik biçimlendirmelere açık kavramlardır. Neyin şiddet, neyin ayrımcılık, neyin hak olarak görüleceği; sahip olunan dünya görüşü, ideoloji ve politik tutumlardan etkilenmektedir.

Toplumsal cinsiyet ideolojisi, eşcinsel propagandanın serbest bırakılmasını dayatmakta ve bunu kabul etmeyen görüş ve düşünceleri “ayrımcılık” ve “şiddet”le suçlayarak sindirmeye çalışmaktadır.

Avrupa Konseyi “Cinsel Yönelim veya Toplumsal Cinsiyet Kimliğine Dayalı Ayrımcılıkla Mücadeleye İlişkin Tedbirlerle İlgili CM/Rec(2010)5 Sayılı Tavsiye Kararı” şiddet ve ayrımcılık argümanlarını kullanarak eşcinsel aktivizmin propagandasına ekonomik, yasal ve eğitimsel güvence vermektedir. Bu politik bir tutumdur ve devletleri bu bakış açısına itaate zorlamaktadır. Bunun dışında görüş beyan edenlerin egemenlik hakları hiçe sayılmakta ve Polonya örneğinde olduğu gibi “yaptırımlarla” tehdit edilmektedir.

Bu politik tutumun dışındaki bütün ilmi ve bilimsel çalışmalar engellenmekte, bütün bir insanlık, söz konusu baskıcı bakış açısına boyun eğmeye zorlanmaktadır. Kimin kime “şiddet” uyguladığı bir kez daha düşünülmelidir.

9. İDDİA: ”ERKEK EGEMEN BAKIŞ AÇISINA SAHİPLER”

YANLIŞ.

Erkek egemen bakış açısı, erkek cinsinin kadın cinsi üzerinde kendi cinsiyet çıkarları doğrultusunda tahakküm kurmasını ifade etmektedir. Bu İslam dininin asla kabul etmediği bir bakış açısıdır.

Cinsiyet kategorileri değerden bağımsız olarak var olan biyolojik temelli kategorilerdir. Siyah ya da beyaz doğmak bir kişiyi doğrudan bir değer kümesine ait kılmayacağı gibi, kadın ya da erkek doğmak da bir değer kümesine ait kılmaz. Fakat evreni, “egemenlik, güç ve çıkar” açısından değerlendiren egemen kültür bütün ilişki biçimlerini böyle değerlendirmektedir.

Bu hâkim kültürün kendi içinde yarattığı bir sorundur ve dünyamızı bugün bir çıkmazın eşiğine getirmiştir. Erkek ya da kadını yücelten, eylemleri ve kişiliğidir. Bizim dünya görüşümüze göre insan sadece cinsiyetler arası ilişkilerde değil, varlıkla ilişkisinde de mutlak egemenlik iddiasında bulunamaz. Çünkü mutlak egemenlik egemen olanın, egemen olunan üzerinde “sahiplik” iddiasına dayanır.

Kişinin sadece bir başka insan üzerinde değil, kendi bedeni ve diğer cansız varlıklar üzerinde bile böyle bir egemenlik hakkı yoktur.

10. İDDİA: ”ÇÖZÜM ÖNERİSİ SUNMUYORLAR”

YANLIŞ

Sorunu ortaya koymak çözümün ilk aşamasıdır. Çözüm önerisi geliştirebilmek için öncelikle sorunun varlığının tanımlanması gerekmektedir. Şu ana kadar yürüttüğümüz çalışmalarda daha çok “ortada var olan sorun”u göstermeye çalıştık.

Gelinen aşamada pek çok siyasi yetkili, sivil toplum temsilcisi, kanaat önderi ve vatandaş var olan bu soruna ilişkin tutum geliştirmiş bulunmaktadır. Sorunun tanımlanmasının ardından elbette çözüm aşamasına ilişkin ileri çalışmaların yapılması gerekmektedir. Bununla birlikte kadının (ve elbette ki erkeğin)yaşadığı şiddet ve haksızlıkların bu haksızlıkları doğuran yapısal işleyişten bağımsız bir şekilde tanımlamak ve çözümlemek mümkün değildir.

Fakat II. Dünya Savaşı’ndan sonra oluşturulan uluslararası kurumlar ve imzalanan uluslararası belgeler galip devletlerin insan ve evren anlayışı doğrultusunda yapılandırılmıştır ve bu yapının dışına çıkılmasına izin verilmemektedir.

Bu belgeler ve kurumlar bugün konuştuğumuz semptomları üretmesine rağmen yine bu kurum ve belgelerin sınırları içinde kalınması istenmektedir. Alternatif çözüm önerileri baştan dışlanmakta, ötekileştirilmekte ve damgalanmaktadır.

Hem bu yapısal işleyişin devamından yana olup hem de “çözümünüz ne?” diye sormak eksik bir yaklaşımdır. İnsanların eleştiri haklarını ellerinden almak doğru değildir. Çözüm öneriniz nedir, diye soranların çözüm önerileri nedir?

Yapılan eleştiriler olmadan önce, alternatif/daha iyi bir metne ihtiyaç olduğunun bile farkında olunmadığı görülmektedir. Sözünü ettiğimiz eleştirel dikkatin bunda önemli bir payı vardır. Kolaycılığa kaçmadan, insanlığı yeniden “çözüm” adına mağdur etmeyecek yapısal, olgusal ve uygulamaya dönük çözüm önerilerine ihtiyaç vardır. Çözümü ortaya koyacak mekanizmaları organize etmede temel sorumluluk siyasi iradededir. Bizler de bu çözümün bir parçası olmayı görev olarak görüyor, gücümüzün yettiğince bu görevi yerine getirmeye çalışıyoruz. Bu doğrultuda gösterilen her gayrete yine gücümüz yettiğince destek olacağımızı ifade ediyoruz.

Editörün notu:

*İslam hukuku evlenmenin de boşanmanın da en kolay olduğu hukuki hükümlere sahiptir.

Kaynak: http://www.aileakademisi.org/haber/istanbul-soezlesmesine-karsi-cikanlar-hakkinda-10-yanlis-iddia

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!