Kelâmbaz

Osmanlı Müslümanının Güzel Ahlakı

Maddî hayatın yanında ve aynı paralelde mânevî hayat da yaşayan canlıya “insan” diyoruz. Yükselmiş cemiyetler, maddî ve mânevî hayatı çok iyi dengelemişlerdir. Maddî hayat gibi mânevî hayat da çeşitli olduğu derecede karmaşık unsurlardan örülmüştür ve bu unsurlar her cemiyette değişir. Yaşadığı kültür hayatı ve mânevî ortam, bir cemiyetin ahlâk ve karakterini meydana getirir. Devir devir milletlerin ahlâk ve karakterleri yükselip alçalabilir, şahlanıp miskinleşebilir.

Osmanlı Müslümanının en birinci vasfı dindarlığıdır. Zîrâ cemiyetleri bir arada tutan müşterek inanç esaslarıdır. En büyük ve en kudretli inanç ise, ahiret inancı olduğundan nâşî, ferdleri birbirine rabt eden en kavî âmil de bu olmuştur.

Devlet-i Aliyye bir İslam Devleti idi ve sultanları da Müslümanların emîri idi. Bu ümerâ-i müslimîn dahî pek dindar olup, İslamiyet’in üç sac ayağından teşekkül ettiğini bilip, bu üç sac ayağından evvelkisi olan ilim için pek çok medreseler, ikincisi olan amel için pek çok cami ve mescidler ve üçüncüsü ve bütün bunların tamamlayıcısı olan ihlas için ise tekke ve zâviyeler bina etmişlerdir. Kendileri de bu ihlası tamamlamak için pek çok şeyh ile sohbet etmişler Sultan I. Ahmed Han gibi bazıları bizzat bir şeyhe mürid olmuşlardır. Osmanlı halkına da bu dindarlık, edep, terbiye gibi unsurlar en başta saraydan sirayet etmiştir.

Osmanlı karakterinin en çarpıcı taraflarından biri, üstün vatanseverlik duygusu ve şuûrudur. Müslüman Türk tarihi, vatan için can verenlerin tarihidir. Can veremeyenler mal vermişler ve ellerinden ne gelmişse bu yolda esirgememişlerdir. Zira Kur’ân-ı Kerîmde Allahü Teala Müslümanlar’a, canlarıyla ve mallarıyla Allah yolunda cihad etmelerini emir buyurmuştur. İşte bir misal: Rumeli kazaskeri Çapanoğlu Abdülfettâh Efendi’ye âilesinden 18.000 altın kalmıştı. Bu paranın tamamını 1829’da Rusya ile olan ölüm kalım savaşında harb iânesi olarak devlete verdi. O tarihte kadı idi. “Devletin verdiği maaş bana kâfidir” dedi. Böyle misaller sonsuzdur. Kale yapılması, onarılması, top dökülmesi gibi işler için sonsuz vakıflar kurulmuştur.

Osmanlı vekârı da ünlüdür. Osmanlı, vakurdur. Vekarı içinde mütevâzı, ciddî ve ağırbaşlıdır. Gürültüden ve gevezelikten nefret eder. Az konuşur. Hemen hiç gürültü yapmaz. Kahkahayla gülmemeye dikkat eder. Heyecanını belli etmez. Sessizliği sever. Huzûruna düşkündür. Sokakta koşmaz, kimseyi kovalamaz. Sokakta ilgi uyandıran bir şey gördü mü, bakıp geçer, durup kalabalık yapmaz. Ağırbaşlı ve anlayışlıdır. Erken yatıp güneş doğmadan kalkar. Dedikoduyu sevmez. Öğünmeyi ayıp sayar. Çocuklar çığlık atmaz ve döğüşmezler. Yüksek sesle konuşmanın ayıp olduğu her çocuğa öğretilir.

Terbiye, her şeyin esasıdır. Terbiyeden fazla olarak nezaket de çok beğenilen bir davranıştır. Kabalık ve anlayışsızlık çok hor görülür. Böyle insanlardan nefret edilir.

Kadınlara hürmetsizlik görülmemiş şeydir. Evinde olsun, sokakta olsun, kadın aşağı bir muamele hiç görmez. [Mahkum olsa bile] kadın asılmaz. Kadına işkence edilemez. Kadına ait hiç bir mala devlet el koyamaz.

Nezaket, tabiat îcâbıdır. Avrupa’daki sahte ve gösteriş nezaketi ayıp sayılır. Biri sözünü bitirmeden diğerinin başlaması büyük görgüsüzlüktür. Ubicini [v.1884, Fransa], çöküş devrinde, 1855’te bile “Türkler, kâinâtın en kibar, zarîf ve muhteşem şekilde nazik insanlarıdır” der.

Başkasının şahsî işlerine tecessüs göstermek ve meraklanmak çok ayıp sayılır. Kibir ve gurur, Şeytân’a mahsus karakter unsurları telâkki edilir. Hele gerçekten büyük makam işgal eden bir adamın kibir göstermesi, o makamı dolduramadığına işaret sayılır. Muayedelerde protokol subayları padişahın yüzüne karşı bile “mağrûr olma padişahım, senden büyük Allah var!” diye bağırırlar.

Büyüğe hürmet, küçüğe merhamet, değişmez Osmanlı terbiyesidir. Burada büyüklük yalnız yaş bakımından değildir. En başta ilim ve makam cihetindendir. Kur’ân-ı Kerîm’de buyurulduğu üzere ana ve babaya saygısızlık, çok büyük günahlardan sayılır. Büyük kardeşe de bir nisbette saygı vardır. Bir kaç ay büyük erkek veya kız kardeşe dahî “ağabey” ve “abla” denilir, asla isimleriyle çağırılamaz. Batı’da ise kardeşler, kendilerinden çok büyük abla ve ağabeylerini bile isimleriyle çağırırlar.

Müslüman için sadakat, bir vazîfedir. Sâdık olmayan, vazîfesine ihânet etmiş sayılır. Fakat vefasızlık, sadâkatsizlikten de çok ağırdır. Müslüman için vefasız adam, köpekten aşağı bir mahlûktur. Vaad ve yemîne sadâkat esastır. Vaadinden ve yemininden dönenin ödeyeceği kefâret çok ağırdır. Verdikleri sözün esiridirler, ne pahasına olursa olsun yerine getirirler.

Osmanlı hayırseverliğine, üç kıt’adaki mimari âbideler şâhiddir. Hayır yapmadan ölen insan, insan bile sayılmaz. Her sokakta, her köyde görülen çeşme ve mescidlerden en büyük bayındırlık eserlerine kadar medeniyet tarihi —askerî te’sisler hâriç— imparatorluk devrinden ne kalmışsa, vatandaşın hayır eseridir, onun arzusuyla, onun malından, en küçük bir zorlama bahis mevzuu olmaksızın yapılmışlardır. Devletin hiçbir katkısı olmamıştır.

Bir zenginin kapısının yoksula ve ihtiyaç sahibine kapanması, çok aşağılık bir davranıştır. Böyle bir adam, o cemiyette, o mahalde barınamaz, hakaret görür. Yemek için bir saraya ve konağa girenin mutlaka karnı doyurulur. Bir kulübenin kapısı çalınıp ekmek istense, kulübe sahibi, ekmeğinin yarısını bölüp mutlaka verir. Aksine bir davranışı görmemiştir ki, bilsin ve tatbik etsin. Merhamet, büyük meziyet sayılır. Merhametsiz, yalnız hemcinsine değil, hayvanâta ve nebâtâda da acımayan ve değer vermeyen kimse, çok aşağı, insaniyetsiz, medeniyetsiz, cemiyete yabancı ve muhalif addedilir.

Klasik Osmanlı devri Türk karakterinin son zamanlara kadar uzanan bir unsuru da tevekküldür. Tevekkül, çok oynak bir meziyettir. Akıl esîr edecek dereceye varırsa, miskinlik hâlini alır. Sabır şeklinde ise, şüphesiz insanın yararınadır.

Müslüman karakterinin en vâzıh husûsiyetlerinden bir diğeri şüphesiz namus, şeref ve dürüstlük duygusudur. Başkasının hakkına tecavüz etmek, başkasının hakkını yemek korkusudur. Hileyle, başkasının sırtından kazanılan paranın hayır getirmeyeceği kanaatidir.

Osmanlı cemiyeti, fuhuşsuz bir cemiyetti. Fuhuşla ırza tecavüz aynı mahiyetteydi. Irza tecavüzün tek cezası idamdı. Fuhşun en kötü çeşidi, yani para karşılığı yapılanı, tamamen meçhul gibiydi. Zira para karşılığı fuhuş, servet hırsından olabileceği gibi, çok defa da yoksulluktan ve sosyal dayanışma yokluğundan ortaya çıkar. Sosyal tesânüdün mükemmele çok yakın bulunduğu Osmanlı cemiyetinde komşunun, hattâ mahalleden birinin derdi, bütün mahallenin derdi sayılır, halli ve def ’i için herkes elinden geleni yapardı.

Osmanlı cemiyerinin Batılıları çok hayrette bırakan bir husûsiyeti de temizlikleri, sık yıkanmalarıdır. Temizliği dinin yarısı sayan bir dîne mensûbiyetlerinden ötürü, bu âdete şaşmamak îcâb eder. Ve bir Müslüman, mutlaka akar suda yıkanır. Akamayan, biriktirilmiş suda yıkanmak, Müslüman için pisliktir. Türk hamamının ve mutfağının temizliği, bolluğu ve genişliği, o çağ Avrupalı gezginlerin eserlerinde ehemmiyetle belirttikleri konular arasındadır. Osmanlı’nın tabiat sevgisi de meşhur ve çok eskidir. Yeşilliğe, ağaca, çiçeğe bayılır. Onları itina ile, aşkla yetiştirir ve muhâfaza eder. Hayvanlara acıma duygusu çok yüksektir. Türk şehirleri, kuş cennetleri hâlindedir.

İlme, ilim adamına, öğretmene ve din adamına, kitaba, hattâ yazılı kâğıda karşı Osmanlı Türkü’nün hürmeti meşhurdur. Kumar meçhul gibidir. İçki içenler vardır, fakat azdır. Buna karşılık XVII. asırdan itibaren tütün ve kahve tiryakiliği çok yaygındır.

Çok iyi düşünülmüş ve dengelenmiş kanunlar, Osmanlı cemiyetine ve devletine faydalı şekillerde düzenlenmiştir. Nimetlerin iyi paylaşılması, insanoğlunun sağlayabileceği nisbette gerçekten iyi bir sosyal adaletin kurulabilmiş, ve daha mühimmi, zihinlere yerleştirilmiş ve örf ve âdet hâline getirilebilmiş olması, Osmanlı ahlâk ve karakterinin yükselmesinin sebepleri arasında, hiç ihmâl edilmeyecek bir husustur. Nimetlerin kötü, adaletsiz ve dengesiz paylaşıldığı, sosyal adaletin olmadığı cemiyetlerde ahlâk ve karakter zaaflarının arttığı muhakkaktır.

Osmanlı cemiyetinde ahlâk ve karakter bozulması yenidir, XX. asırdadır. Fakat bu bozulmada, cemiyetin, dinamik cemiyet hâlinden pasif cemiyet hâline gelmesinin de te’sîri vardır. Osmanlı cemiyeti ise, daha XVI. asrın sonlarından başlayarak, eski dinamizmini kaybetmiştir. XVIII. asır sonlarında, tamamen hareketsiz bir cemiyet hâline gelmiştir. Hareketsiz, fakat henüz ahlâkı ve karakter sahibidir. 1918 yıkımıdır ki, Osmanlı cemiyetini perişan etmiş ve birçok ahlâk nosyonu, onarılmaz yaralar almıştır. Bunun bütün dünyada da böyle olduğunu belirtmek lâzımdır. İkinci Cihan Savaşı’ndan sonra ise ahlâk, bütün dünyada, çok büyük darbeler yemiştir.

XIX. asırda Osmanlı Müslüman cemiyetinde ahlâk ve karakter, hâlâ dünya milletlerine örnek gösterilecek seviyededir. Fakat tehlikeli şekilde pasif haldedir. Ancak müdafaa savaşı yapabilmektedir, taarruz gücünü yitirmiştir. Çok yorulmuştur. Atalarının kan ve alın teriyle bıraktıkları akıl almaz büyüklükteki mirası, mümkün olan bir rahatlık içinde yemeyi tercîh etmekte, ona bir şey ilâve etmek şöyle dursun, onu doğru dürüst müdafaayı bile fazla düşünmemektedir. Yorgun bir savaşçıdır. Cihan devletleri kurmaktan yorulmuştur. Zira cihan devletleri, bir dakika göz kırpmamacasına uyanıklıkla kurulur ve ayakta tutulur. Cihan devleti sahibi milletin, bir an gaflete dalmasına izin yoktur. 2.000 yılda 60 kuşak… Son kuşaklar, sanki atalarının yorgunluğunu çıkarmak misyonu ile şartlandırılmışlardır.

Yukarıdaki yazı, Yılmaz Öztuna’nın “Kısa Osmanlı tarihi” kitabından faydalınalar hazırlanmıştır.

Yazarın Bazı Yazıları

Zamanları Aşan Nasihatler

Taşköprüzâde Ahmed Efendi ve Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Koca Murad Gazi: Allah Yolunda Geçen Bir Ömür

Emir Ali Demirel

Emir Ali Demirel

Elektronik Müh. Tarih-Sanat Tarihi, Kültürel Seyahatler&Fotoğrafçılık

emiralid.blogspot.com

1 comment

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!