Kelâmbaz

Fatih Sultan Mehmed’in Ayasofya Vakfiyesi Tam Tercümesi

Ayasofya hakkında bu zamana kadar pek çok tartışmalar yapıldı/yapılıyor. Camii mi olmalı yoksa müze mi yapılmalı diye tartışırken acaba Ayasofya Vakfiyesi hiç okunmuş mudur? Fatih Sultan Mehmed bu konuda ne demişti hiç araştırdık mı?

İstanbul fethedilmeden evvel sonra kez şehrin sulhen teslim edilmesi 3 defa teklif edilmişti. Son elçi ziyaretinde imparator ve Bizans savaş konseyi şiddetle reddettiler. Böylece o dönemin savaş hukukunun bütün icaplarını kabul etmiş oluyorlardı. Savaşı kaybettikleri takdirde şehir yağma edilecek ve bütün halk köle statüsünde olacaktı.

Fetihten sonra askere yağma hakkı verildi. Ancak Ebu’l-feth (fethin babası) Sultan Mehmed Han beklenmedik şekilde halkı hür bıraktı. Patrikhaneyi de devlete bağlayarak özel haklar verdi. Daha başka pek çok imtiyazlarla Orta Çağ’da görülmemiş, duyulmamış işlere imza attı.

Fetih sonrasında Bizans imparatorluğuna ait bütün mülkler de normal olarak Osmanlı devletine geçti. Ganimetten Fatih Sultan Mehmed’e düşen mülklerden biri de Ayasofya’idi. Sultan burayı ve daha başka elde ettiği mülkleri ümmetin hizmeti için vakfedecekti.

Ayasofya arsası ve binasıyla Fatih Sultan Mehmed’in şahsi mülkü oldu. Fatih’ten itibaren Osmanlı padişahları buraya hep yatırımlar yapacaktı. Harcanan paralar o kadar fazlaydı ki bina sıfırdan yapılsa belki daha az masraf edilirdi. Ancak Osmanoğulları burayı hadis-i şerifle övülen dedelerinin mirasını yaşatmanın gayreti içinde oldular.

Ayasofya müzeye dönüştürüldüğünde tapu kaydında “Fatih Sultan Mehmed Han Vakfı” yazmaktaydı. Yani hukuki statü olarak özel bir mülktü. Dolayısıyla buraya özel mülkiyet hakkına saygı duyan herhangi bir idare tarafından değiştirilmeden korunmalıydı.

Kurduğu vakfın kıyamete kadar devam etmesini isteyen padişah, vasiyetname hüviyetinde bir vakıf senedi hazırlatmıştı. Vakfiye dediğimiz bu metinler bütün vakıflarda bulunur. Burada vakfın nasıl kullanılacağına dair bütün detaylar yer alır.

Fatih Sultan Mehmed’in Ayasofya Vakfiyesi yeni mülklerin ilave edilmesiyle 9 farklı nüshadan oluşmaktadır. Bu nüshalar Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, Topkapı Sarayı Müzesi, Türk İslam Eserleri Müzesi, Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde muhafaza edilmektedir.

Ayasofya hakkında bu zamana kadar pek çok tartışmalar yapıldı/yapılıyor. Camii mi olmalı yoksa müze mi yapılmalı diye tartışırken acaba Ayasofya Vakfiyesi metnini okuduk mu? Fatih Sultan Mehmed konuda ne demişti hiç araştırdık mı?

Ayasofya’nın tarihi ehemmiyeti Fatih Sultan Mehmed’in Ayasofya Vakfiyesi okunmadan anlaşılamaz. Bu vakfiyesi’nin Arapça orijinal metni ve onun Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünce yapılan Türkçe tercümesi 2005 senesinde yayınlandı. İşte bu tercümeyi olduğu gibi paylaşıyoruz.

(Orijinal nüshaya şu haberden bakılabilir: https://www.aa.com.tr/tr/kultur-sanat/fatih-sultan-mehmetin-ayasofya-vakfiyesi-tapuya-emanet/677695)

Her ne kadar uzun olsa da bu tarihi metnin okunması her Müslüman için lazımdır. Zira hem vakıf bir eserin dini ve tarihi ehemmiyeti hem de vakıf kültürümüz anlaşılacaktır. Metnin baş kısmı son bölümü özellikle okunması gereken yerlerdir. Baş kısmında Ayasofya ve diğer 12 vakıf eseri bildirilmiş, son kısımda da vakfın kullanımıyla ilgili bilgiler ve bu şartlara uyulmadığı takdirde padişahın bedduası yer almaktadır.

Ara bölümdeki akarları, yani vakfa gelir olarak bildirilen gayrimenkuller ait detay bilgilerin olduğu bölümü koymadık. Yine Ayasofya dışındaki vakıflara dair bölümlerin sadece başlıkları bırakıldı ve açıklamaları eklenmedi. Bu bölümlerdeki detaylara aşağıdaki linkten ulaşılabilir. Böylece bu hizmetin devam ettirilmesi için nasıl harcamaların sarf edildiği görülecektir.


Bismillahirrahmanirrahim

Allah’ın en yüce ismiyle başlarım ve onun âli zikriyle başarıya ulaşılır. Hamd O Allah’a olsun ki; insan nev’inden bir kısım fertleri ira­de-i ilahiyyesiyle adalet ve ihsan yolunda gitmeğe tam olarak muvaffak eylemiş; cenneti, ilimler ve hayırlı amellerle nefsini tezkiye edip kemale erdirerek ona tevelli eden âbid kullarına la­yık bir vaki eylemiştir. Onun nimetleri, tahdit ile ihata etmekten yüce ve saymakla hasr etmekten âlidir. “O öyle bir ilahtır ki, kul­lar ümitlerini kesmişken feyzini (yağmuru) indirir ve rahmetini her tarafa neşreder; kullarının velisi (sahibi) [2] ve en çok ham­de layık olan Hamid’dir (Şura, 42/28)”.

O, kendisine sadaka-i ca­riye ile yaklaşmak isteyenlere ecir ve mükâfatını tam olarak ver­miş ve onlara kapılan kendilerine tamamen açık olarak altların­dan nehirler akan Adn Cennetlerini hazırlamıştır (Sad, 38/50)”. O Allah’a nimetlerine karşılık gelebilecek şekilde bir hamd ile hamd etmek ve bize ettiği keremine denk olabilecek bir şükürle şükretmek istiyoruz.

Bunu yaparken de hakkıyla O’na hamd edebilmekten ve şükrünün hakkını yerine getirebilmekten aciz olduğumuzu itiraf ediyor ve Arap ve Acem’in seyyidi olan Hz. Peygamber’in söylediği şu kelamı söylemekle yetiniyoruz:

Ey Al­lah’ımız! Seni bütün kusur ve eksiklerden tesbih ve tenzih edi­yoruz. Seni şanına layık bir ma’rifetle tanıyamadık. Ey Allah’ımız! Seni bütün kusur ve eksikliklerden ilderden tesbih ve tenzih ediyoruz. Sa­na ni’metlerine karşılık gelecek şekilde hakkıyla şükredemedik. Salat ve selam, Allah’ın kendisinin kendi nusreti ve mü’minlerle teyid eylediği; mü’minlere Allah’ın ayetlerini okuyan, daha evvel açık bir dalalette olsalar bile onlara Kitab-ı ilahi olan Kur’an’ı ve hikmeti öğreten; nebi ve resullerin seyyidi olan; Allah’ın “Se­ni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. (Enbiya, 211107)” il­tifatına mazhar olan ümmi peygambere olsun. O’nun maddi ve’ manevi kirlerden uzak ve yüce kalan, Allah’ın kendilerinden maddi ve manevi kirleri giderdiği ve onları manen ve maddeten tathir ettiği zeki ve zarif aline de olsun. Ayrıca, O’nun hayırlı ve büyük olan sahabelerine, iyi ve kerim olan etba’ına da olsun.

Besmele, hamdele ve salveleden sonra; her iz’an ve akıl sahibi olanlar ile edeb ve irfan sahibi bulunan insanlara vazıh ve aşikar­dır ki, şer’-i sahih (doğru din) ve dürüst akıl göstermektedir ki, insanın ebedi saadeti ve nefsin sermedi siyadeti, kendisi için doğru ve hayırlı olanı bilmesi ve onunla amel etmesidir.

Aynı şekilde iz’an ve idraki bütün akıllara gerekli olan şer’ -i şerifde burhan (şer’i delil) ile sabittir ki, sadaka-i cariye, en güzel hayrattandır ve özellikle de şer’i işlerde, hakiki ilimler ile kudsi ma’rifetlerin tahsilinde kendisinden yararlanılan sadakalar, en güzel olan­lardır. Ta’atlere ve ibadetlere, hakiki ilim ve kemalatı elde etme­ye davet edenlerden; bununla da kalmayıp ibadet, ilim ve kemal sahiplerine her çeşit nimetleri ve her türlü imkanları hazırlayanlardan; onlar için temelleri semaları kutrundan(çapından) daha uzun olan mescidler ve ma’bedler inşa eden; binaları yüksek, harimleri geniş, kabları bol ve görevlileri kerim olan medreseler ve hangahlar yapandan daha güzel amelli kim olabilir?

Yukarıda işaret olunan bu güzel amelleri ifa etme muvaffakıyeti, aşağıdaki vasıflara sahip olan Fatih Sultan Muhammed’e; Allah’ın kendisine geniş lütfüyle ni’metler ve büyük saltanat ihsan eyledi­ği; kendisine hikmet-i hükümet bağışlayarak “Kime hikmet veri­lir ise, ona hayr-ı kesir verilmiştir” (Bakara, 2/269) Sırrına mazhar eylediği; kendisini katında sağlam bir ip olan Din-i Mübini’ni te’yidde ve kafirler ile inatçı münafıkların hilelerini darmada­ğın etmekte muvaffak kıldığı ve de kılıcı ve oku vasıtasıyla Rum diyarını küfrün zulümatından temizleyerek yerine adalet ve ihsa­nı ile emniyet, eman, uğur ve iman dolduran Sultan-ı A’zam, Ha­kan-ı A’del ve A’lem, bütün milletlerin hakimiyetlerini elinde bu­lunduran, cömertlik ve kerem mertebelerinin en yükseğine ulaş­makta eşi olmayan; bütün insanların zimmetlerine ona ita’at ve ittiba’ farz olan; manasız, boş ve gereksiz işlerden nefret eden, âli himmetleri seven, zamanın biriciği, asrının eşsiz devlet adamı, ga­libiyet ve zaferin yularlarını elinde tutan, ay ve güneşin üçüncü arkadaşı, Ömer bin Hattab ve Ömer bin Abdülaziz’in eserlerini takip ve ihya eden, kudsi bir nefse, manevi ünsiyete vesile olan ke­mâlata ve meleki melekelere malik olan, daha evvel kafirlerden başka sakinleri bulunmayan Memalik-i Rumiye’nin en uzak köşelerine kadar i’lay-ı kelimetüllah vazifesini ifa eden;

Kadir ve kıymet açısından o güneş ise, diğer melikler sadece yıldızlardır.
Cömertlik ve keremde o deniz ise, diğerleri denizin suyunu taşıyan arklardır.

Eğer denilse ki, güneş her tarafı nurlandırıyor; güneşin verdiği ışık onun parlak fikrinin yanında sönük kalır; müşteri yıldızının onun isabetli re’yinden sa’adet satın alması gerekir. Sakın sakın! Güneş batıyor diye, mekarim-i adab ve mehasin-i ahlakda onun batmakla lekeli bir güneş olduğunu tevehhüm etmeyesin ve onu çevresinde yıldızlar bulunmayan, batmaya ye sönmeye mahkum müşteri yıldızları zannetmeyesin! Şiir:

Onu az da olsa sicim gibi dökülen yağmurun sesi anlatıyor.
Eğer yağmurun damlaları altın olarak dökülür.
Zaman ona ihanet etmez de güneş dile gelir konuşur.
Arslan eğer susar ve deniz de tatlı olursa.

Mescid ve medreselerin temellerini imar eden; heykeller ve kili­selerin binalarını tahrip eden; “Mallarını Allah yolunda harca­yanların misali, yedi başak verip her başağında yüz dane bulu­nan danenin haline benzer. Allah dilediğine kat kat fazlasını da verir. Allah ihsanı bol olan, hakkıyla bilendir. (Bakara, 2/261)” ayetinde varid olan misalin en güzeli; İskender zamanından bu vakde değin zamanın benzeri bir saltanat ve mülkü kendisine as­la vermediği; adalet, iyilik,, fazl, ihsan, ilim ve irfan meydanların­da yarış çizgilerini en evvel geçen; kendi zamanı içinde olan güzelliklerin en güzeli, emniyet ve emanı naşiri; Osmanoğulla­rı’nın ikbal bayraklarını yükseklere çıkaran; yani Al-i Osman’ın yedinci ceddi ve bu sebeple de kendisine dördüncü feleğin izzeti karşısında itaatle eğildiği, öyle şanlı ve şerefli birisi ki, katında başka şeref sahiplerinin şerefi işe yaramaz, onun ihsanı olmadan başka ihsanlar fayda vermez. Ancak onun hizmetinde bulunmak şeref kazandırır; öyle bir kahraman oğlu kahramandır ki, konuş­ma sırasında onun ve bahtiyar ceddinin zikri geçtiğinde, kariha­lar şu doğru söz ve yepyeni şiir gelir:

Dediler ki, Ebü’l-Feth Osman’ın neslindendir. Dedim ki, Hayır hayır, ömrüme yemin ederim ki, ancak Osman onun neslindendir.

Gerçi nice babalar vardır ki, şeref sahibi oğlu ile adı yücelmiştir. Nasıl ki, Adnan’ın adı Resulüllah ile yükseldiği gibi.

Emir’ül-mü’minin, imam’ül-müslimin, gazi ve mücahidlerin seyyidi, Rabb’ül-alemin olan Allah’ın teyidine mazhar, Samed, Müheymin ve Mennan olan Allah’a güvenen, saltanat, hilafet, devlet, dünya ve din semasının güneşi Ebü’l-Feth ve’n-Nasr Sul­tan Muhammed Han- Allah Sübhanehu mülkünü ye saltanatını ebed’ül-abada kadar baki kılsın.

Fazl u ihsanı ile onun yardımcı­larının ve destekçilerini, Allah yer yüzüne ve üzerinde bulunan her şeye varis oluncaya kadar ki, O, en hayırlı varistir, aziz ve galib eylesin, onun din yolunda hakkıyla cihad eden büyük baba ve de­delerine mağfiret eylesin; özellikle onların arasından onun hüş­yar babası büyük ve şevketli sultan, Arap ye Acem’in meliklerinin efendisi; yeşil kılıcı ile sarıoğullarının boyunlarını kıran; kırmızı ve siyah olanlara gönderilen Peygamber’in dinini teyid eden; “Şüphesiz Allah adalet ye iyilikle emreder” (Nahl, 90) nassının emrine uyan Murad Han babası büyük, bahtiyar, şehid, mağ­fûr, hayırları kabul edilen, şerefli ve Allah tarafından teyid edilen Sultan Muhammed’e ziyade rahmet ye mağfiret eylesin-.

Bu mücahid ve yüce Sultan Hazretleri -Alemlerden onun yüce gölgeleri kalkmasın, harpler ona eğerini düşürtmesin, dünya ona firak acısını tattırmasın- Din-i Mübin’i bazen kılıç ve oklarıyla ve bazen da hüccet ve burhan ile teyid etmekte; Rabbinin yoluna hikmet, güzel mev’ıze, en güzel ve en layık bir metod olan müca­hede ile davet etmektedir.

Buna en büyük delillerden biri, onun ­Allah adalet ve merhametinin gölgesini ebedileştirsin, hilafet ve saltanatının şerefini kat kat artırsın- daha evvel küfür, küfran, zulüm ve udvan ile dolu olan ve Kostantiniyye denilen kale gibi şehri feth etmesidir ki, daha evvel bu şehirde sakin olan kafirler, Allah’ın hak davetine icabet etmeyen, mü’min olmayan, Müslümanlar’a kendi elleriyle ve ita’at ederek cizye vermeyen, Müslümanlar’a savaş ve cidal yoluyla ta’arruz eyleyen, şehirlerde ve kullar arasında anarşi çıkarmak için tedhiş estiren ve de daha evvel çok sayıda melikler ve sultanlar fethine teveccüh etmesine rağmen onlara fethi mümkün olmayıp elleri boş döndükleri bel­delerinin kale gibi oluşuna ye kalelerinin ve surlarının sağlamlığına güvenen ve bundan kuvvet alan şımarık kimselerdi.

Böyle bir beldeyi fetih gibi büyük bir nimet, çok azametli bir ihsan, yüce bir zafer, şerefli ye yüksek bir mertebe ve Allah tarafından ve­rilen böyle değerli bir mevhibe, Allah’ın büyük bir fazlı ve aza­metli bir feyzidir. Allah, bu feyzini ve fazlını, mü’minlere karşı şefkatli ve merhametli olan bu Sultan’a tahsis eylemiştir. “Fazl-u ihsan Allah’ın elindedir; dilediğine ihsan eder; Allah büyük fazıl ve ihsan sahibidir. (Al-i imran, 3173 )”.

Sonra bu beldenin fethi, şeri’atın mahiyetini, sünnetin ru­hunu, canların kanlarını, mallarını nemalarını, haremlerin ırzını ve namusunu koruyacak özelliklere sahip bir fetihdir. Allah, bu fetihle, bütün Müslüman beldelere yeniden yaratılmış gibi yeni bir ruh ihsan eylemiş; insanlar bu fethin uğurlarıyla yeniden ta­ze bir hayat bulmuşlardır.

Bu feth-i mübin -Allah’a hamd olsun- ilahi bir lütuf olarak bu büyük şanlı Sultan’a nasib olunca, -Allah, devlet çadırının ipleri­ni devam ve ebediyet kazıklarına bağlasın, onun yükseliş günle­rini kemal ye tamamiyet ile beraber kılsın ve de onun haşmetli günlerini zeval ve çöküşten muhafaza eylesin- ki, bu fetih karşısında sadece bir olan Allah’a hamd ederiz ki, va’dinde sadık çık­mış, kuluna nusret vermiş, askerini galip ve düşmanlarını tek ba­şına mağlup ve perişan eylemiştir, feth-i mübinden hemen son­ra, küçük cihaddan büyük cihada dönmüştür.

Nefsin güzel ahlak ile tehzibi ve nefsin kuvvelerinin te’dibi demek olan büyük cihad, asıl zor ve acı olandır. Fetihden sonra Sultan-ı A’zam, feth edilen beldede bulunan çok sayıda kiliseyi, tevabi’i ile birlikte, biraz sonra geleceği üzere, şer’ -i şerife uygun ve sahih bir tarzda vakıf yapmıştır.

1. Bu hayra tahsis edilen yerlerden biri, Kostantiniyye beldesinin içinde bulunan, saltanat için ibka olunan Kal’a-i Sultaniye-i Ce­dide’ye (Yeni Saraya) yakın yerde bulunan ve çok büyük ilahi te­yidlerle müeyyed olan Kostantiniyye fatihinin manevi gölgesinde, yüksek meziyetler ve mevhibelerle çepeçevre sarılan ve Aya­sofya diye isimlendirilen nefis kilisedir.

Sınırları: Ayasofya Kilisesi, doğudan, Yeni Kal’a’nın suruna biti­şik Sultanın kendisi için ayırdığı boş arazi-i sultaniye ve Kenise-i Sultani ile sınırlıdır; kıble cihetinden, umumi yol ile (tarik-i am), Ahmed bin İsmail’in binası, Musa bin İlyas’ın binası, azad­lı kölelerinden Yusuf bin Abdullah’ın binası ve Hasan bin Ahi Mahmud’un binasına bakmaktadır; batıdan, adı geçen Ayasofya Camü imamının oturması içün tahsis edilen ve vakf-ı sultani olan menzile, Terzi Ali bin Hamza’nın binasına, Dellal Mustafa bin İs­hak’ın binasına ve eskiden Kenise-i Sultani olup da fetihden son­ra saatçi Hamza Bali bin Hacı Muhammed’in oturduğu binaya bakmaktadır; kuzeyden, Ayasofya ile Tetimme-i Ayasofya adı ye­rilen medrese arasında bulunan üstü örtülü umumi yola ve Sul­tan Muhammed Han bin Sultan Bayezid Han’ın – Allah kabirle­rini hoş eylesin- kızı Selçuk Hatun mülkü ile sınırlıdır.

2. Bunlardan biri de, Kostantiniyye’de, Mevlana Zeyrek Mahalle­si denilen mahallede bulunan ye Zeyrek Camii adı yerilen kilise­dir ki, doğudan taraf-ı saltanat için tahsis edilen boş arazi; kıble tarafından umumi yol; batıdan Zeyrek Medresesi Odaları deni­len hücrelerin sahnı ve kuzeyden ise, zikredilen odaların bir kısmı ile sınırlıdır. [Fatih bu kiliseyi içinde cumaların ve cemaatle beş vaktin kılındığı bir mescid haline getirmiştir.]

3. Bunlardan biri de, Darü’l-Feth Galata’da, iskele Kapısı’na yakın Hacı Hamza Mahallesi’nde bulunan kilisedir ki, Hıristiyanlar nezdinde Mesadomenko Kilisesi diye bilinmektedir ve kuzeyden ve doğudan umumi yol, kıble tarafından özel yol, doğudan Cenderecioğlu diye bilinen Hoca Muhyiddin bin Hoca Şemseddin’in mülkü ve Dershane demekle meşhur bahçe ve Na­kışlı Kilise dedikleri kilise ile sınırlıdır.

4. Bunlardan birisi de Kostantiniyye tevabi’inden Silivri diye bi­linen kal’a içinde bulunan kilisedir ki, doğudan Tüccar Nasuh bin İlyas mülkü, kuzeyden Kadi Kasım oğlu Musa Çelebi mülkü, batıdan ve güneyden umumi yol ile sınırlıdır. Ebül-Feth Muhammed, zikredilen bu dört kiliseyi, içinde cum’aları ve cemaatle beş vakit namazın kılındığı, ibadet ve ta’ at ile sa’adet-i ebediyenin elde edildiği mescidler haline getir­miştir.

5. Bunlardan biri de, Kostantiniyye içinde Eski İmaret diye adlandırılan mahallede bulunan Eski İmaret Kilisesi’dir ki, doğudan taraf-ı saltanat için terk edilen boş arazi, kıble tarafından ve kuzeyden Eski İmaret Odaları diye bilinen hücreler ve batıdan da zikredilen hücreler arasında bulunan boş sahın ile sınırlıdır. Ebül-Feth Muhammed, bu kiliseyi de içinde beş vakit namazın kılınacağı mescid haline getirmiştir.

6. Bunlardan biri de, yine Kostantiniyye’nin içinde yer alan ve Kalenderhane diye bilinen kilisedir ki, yerinin şöhretinden dola­yı, tarif ve tahdidden müstağnidir. Burayı, fakirlere, yoksullara, şehre gelen giden misafirlere vakıf olarak tahsis etmiştir.

7. Bütün bunlardan sonra, çok sayıda fazilet ve kemalinden çok az bir kısmına yukarıda işaret olunan bu meşhur büyük Emir ­Allah saltanatını bütün insanların toplanacağı ve bir araya geleceği kıyamet gününe kadar ebedileştirsin- sadece ve sadece Allah rızasını gözeterek, sevabını dileyerek ve O’nun azabının elemin­den kaçabilmek ümidiyle, Kostantiniyye şehrinin ortasında, şu anda Yeni Cami Mahallesi diye bilinen yerde, binası yüksek, temelleri görülmemiş şekilde muazzam, duvarları sağlam, san’at güzelliğinde ve sağlamlıkta kemal noktasına ulaşmış, camilerde bulunması gerekeli her şeyi içinde bulunduran, için de gönüllerin arzuladığı gözlere zevk veren ve dinleyenleri doyuran her şey bulunan, şehirlerdeki mescidler arasında bedenlerin temel a’za­ları gibi yer tutan, tarif ve tahdidden müstağni bir cami daha in­şa eylemiştir.

8. Bu mescidin çevresinde sekiz medrese (Medaris-i Semaniye) inşa buyurmuşlardır ki, bu medreselerin her bir köşesi, yüksek bir cennet ve devamlı sünbüllenen bir bahçe gibidir. Kim bu bah­çelere fazilet ve ilim kazanmak isti’dadı ile girerse, 0 memnu ve mesrur bir hayata girmiş olacaktır ve kim ki fıtratındaki ve kabi­liyetindeki eksiklik sebebiyle bu medreselere giremezse, onun barınacak yeri yoktur, sonu uçurumdur.9, Bu yüksek seviyedeki sekiz medreseden her birinin arkasına da, onlardan daha küçük olan ve Tetimme diye adlandırılan birer medrese daha inşa eylemiştir ki, bunlar tamamıyla insanlar ara­sında çok meşhur olduğundan tarif ve tehditten müstağnidir. Nasıl meşhur olmasınlar ki, mesele dağın tepesindeki ateşten da­ha belirgindir.

10. Zikredilen Yeni Cami’nin batı tarafında, Sahn-ı Seman deni­len yüksek medreselerin müderrislerine ve buralarda sakin olan talebelere vakfedilmiş vakıf kitapların muhafaza edileceği bir mahzen daha bina etmişlerdir. Bu kal’a gibi olan şehirde – bu şehir, saltanatının ve şahsiyetinin büyüklüğünün hulleleri vakar ve sekinet ile süslenmiş olan Fatih’il1in gölgesi altında, bütün güzellikleri ve süsleri ile çevre­lenmiş olarak varlığını devam ettirsin- iki geniş ve yüksek bina daha inşa eylemiştir.

11. Bunlardan biri, hastalar için teşkil olunan Darü’ş-Şifa’dır.Burası o kadar güzel bir binadır ki, oraya giren sevdiği ve istediği her şeyi içinde bulabilir. Havası güzel, suyu tatlı, binası narin ve latif, içindeki görevliler sevimlidir. Burada içinde insanlar için her şifanın bulunduğu türlü türlü meşrubat ve ayaktan ba­şa kadar bütün hastalıklara sıhhat verecek her türlü ilaç bulunmaktadır.

12. Kalitede, değerde, güzellikte ve sevimlilikte Darü’ş-şifa bina­sına mümasil bir diğer bina da, Kostantiniyye şehrine gelecek misafirlerin konaklaması için tahsis edilen Daru’z-Ziyafe’dir. Bu iki binadan birincisi, Daru’ş-Şifa diye adlandırılmıştır, ikinci­si de imaret-i Sultaniye diye isimlendirilmiştir. Bunlar çok meş­hur olduğundan iki kardeş gibidirler ve bu sebeple tarif ve tah­didden müstağnidirler.

13. Ve daha soma Kule-i Cedide dedikleri Rumelihisarında, insan­ları burada Cuma ve beş vakit namazı kılmaları için bir cami ve mescid inşa buyurmuşlardır.

Daha sonra, bu zikredilen mescidler, hangahlar ve medreselerin imar ve inşası tamamlandıktan sonra, Yüce Sultan Hazretleri, ­Saltanatı, teyidatı sübhaniyye ile ile’l-ebed devam eylesin- bunlardan her birini, sırf Allah rızasını tahsil ve ”Allah’ a kalb-i selim ile gelenler dışında, malın mülkün ve evladın asla fayda vermeyeceği günde” ebedi Cennet nimetlerine kavuşmak ümi­diyle, ehil olanlara, şer’i hükümlere uygun ve sahih bir surette vakıf, kesin, lazım ve vazgeçilemez bir tarzda tasadduk eylemiş­tir.

Yaptığı bu vakıf ve tasadduk, işlemi geçerli kılacak bütün şart­ları haiz olduğu gibi, vakıf işlemini bozacak hallerden ye bozucu şartlardan da uzaktır. Kâdî de, bunun üzerine yapılan vakfın, şer’ -i şerif -Şari’ine en faziletli salatlar ve en mükemmel tahiyyatlar olsun- ve din-i mü­bin-i İslam’daki hükümlere uygun olarak, geçerliliğine ve bağla­yıcılığına (sıhhatine ve lüzumuna) karar vermiştir.

Mescidler, bütün Müslüman kadın ve erkekler ile mü’min kadın ve erkeklere; hangahlar ise, bunlardan Daru’ş-Şifa diye adlandırılanı Müslüman ve mü’minlerden tedavisi mümkün bir hastalığa mübtela olmakla tedaviye muhtacı olanlara; imaret-i Sultani­ye diye adlandırılan kısım şehre gelip giden Müslüman misafir­lere vakfedilmiştir.

Yüksek medreseleri, şer’i ye akli ilimlerden istifade edebile­cek ve burada kalacak olan talebeler ile akli ve nakli ilimlere vakıf olup da tedris ve talim sırasında medreselerde hazır bulunması gereken müderrislere vakf eylemiştir. Küçük medreseleri ise, yüksek medreselerde sakin olan talebeler­den istifade edeceklere vakf eylemiştir.

Allah vakfeden müma­ileyhe en güzel şekilde ihsanda bulunsun, hasenatını en güzel tarzda kabul eylesin, gizli ve açık işlediği bütün salih amellerini en hayırlı şekilde mükâfatlandırsın. Daha sonra, vakfeden, -Allah mülkünü ye saltanatı bakileştir­sin, fazl u ihsan ile onun yardımcılarını ve destekçilerini aziz kılsın-, bu hüccet-i şer’iyede ve dini vesikada yani vakfiyede zikre­dilen mescidler, hangahlar ve medreselere, biraz sonra zikredile­cek olan emlaki, akarları, köyleri (kura), değirmenler, tarlalar, otlaklar, menziller ve saire vakıf ve tasadduk eylemiştir.

1. Vakfedilen Köyler ve Tarlalar (Kul’a ve Mezari’-i Mevku­fe ki, Arazi-i Mevkufe diye de bilinir ve tahsisat kabilinden va­kıflardır.)

2. Vakıf Çarşılar (Esvak-ı Mevkufe)

3. Vakıf Hanlar (Hanat-ı Mevkufe= Misafirler irçin Vakfedilmiştir

4. Vakıf Hamamlar (Adı geçen imaretlere vakfedilen Hama­mat-ı Mevkufe

5. Diğer Vakıf Akarlara Gelince;

(Burada, mülkiyet kayıtları ile ilgili olan bölümü atlayarak diğer bölüme geçmek istiyoruz.)

Bütün bu zikredilen akarlar, yani karyeler, mezra’alar, evler, değirmenler ve diğer akarlar, zikredilen bütün sınırları, hakları, bağlı olan yerler ve mütemmim cüzleri, sonradan bunlara katıla­cak hukuki ve medeni semereleri, yolları, irtifak hakları, dereleri ve tepeleri, vadileri, dağları, kuyuları ve nehirleri, ağaçları ve bunlara izafe olunan, nisbet edilen, bunlardan sayıları ve bu gayr-i menkullerle birlikte olduğu bilinen, akarın ismi zikredildiğinde ifadenin şamil olduğu her şey, eski-yeni, uzak-yakın, ayrı-bitişik, zikredilen ve edilme­yen bütün hakları ile birlikte, dinen ve hukuken açık, sahih ve şer’i bir vakıftır, kesindir, lazım yani bağlayıcıdır; akdi geçerli kılacak bütün şartları havidir; noksanlardan ve akdi iptal edecek bütün meşru şartlardan uzaktır; bu vakıf yapılırken müctehid imamların itibar ettiği bütün meşru şartlara riayet edilmiştir ­-Allah’ın rızası hepsinin üzerine olsun- devamlı ve muhalleddir.

Allah’ın yeryüzüne ve üzerindeki her şeye ve herkese hakiki varis olacağı kıyamet gününe kadar geçerlidir -Allah varislerin en ha­yırlısıdır-; satılamaz, bağışlanamaz; rehin verilemez; hiç bir şekil­de ve hiçbir sebeple itlaf edilemez; değiştirilemez; vakfın gayesi­ne aykırı tebdil ve tağyir manasında tasarrufta bulunulamaz; mevkufun yahut onunla alakalı her şeyin varlığını tehlikeye soka­cak veya bunlarda noksan iras edecek tasarruflara teşebbüs edilemez; ancak vakfa yönelik açık bir maslahatı gerektiren tağyir ve tebdiller bunun istisnasını teşkil eder. Mesela, zikredilen vakıf ev ve değirmenlerde meydana gelen ve vakfın maslahatının gereği olan tağyir ve tebdiller gibi.[128] Ayrıca zikredilen akarlar için kira akdi ve üzerlerinde bulunan ağaçlar için mûsakat akdi, bir yıldan uzun bir sure için yapılamaz.

Eğer zaruret mecbur kılarsa ancak üç seneye kadar ya­pılsın; fakat kiracı güvenilir ve dindar olsun; başkasının malına tamahkar, devlet nezdinde şevket ve salahiyet sahibi olmasın; ki­racılığı sebebiyle vakfa ve maslahatlarına tehlike ve noksan gel­me ihtimali bulunan birisi olmasın.

Vakıfın Şartları ve Vakfın Görevlileri (Vezaif-i Vakıf)

1. Fatih Cami’i İle Alakalı Vakıfın Şartları ve Vakfın Vazifeleri

2. Medreseler İle Alakaıl Vakıfın Şartları ve Vakfın Vazifeleri Vakıf -Allah mülkünü ve saltanatını daim kılsın- şöyle şart koş­tu ki;

3. Darü’ş-şifa İle Alakalı Vakıfın Şartları ve Vakfın Vazifeleri

4. İmaret-i Amire İle Alakalı Vakıfın Şartları Ve Vakfın Vazifeleri

5. İmaret-i Amire Mutfağı ile Alakalı Vakıfın şartlar ve Vakfın Vazifeleri

6. Ayasofya Camii ile Alakalı Vakıfın şartları ve Vakfın Vazifeleri

Sonra vakıf, -Allah mülkünü daim kılsın- Ayasofya Camii için şöyle şart koştular ki; Ayasofya Camii’ne, yukarıda zikri geçen vasıflarla muttasıf bir ha­tib tayin edilsin ki, Cuma günleri hatibliği yapsın ve Cuma namazı imamlığı ifa etsin. Bu hatibe günlük 15 akçe tahsis kılmıştır. Salih bir kişi imam olsun, her gün beş vakit namazda insanlara imamlık yapsın. Bunun için de günlük 15 akçe tahsis eylemiştir.

İmamın Şer’an imamlar için aranan şart ve vasıflara sahip olması ve adı geçen camide Kur’an okuyan hafızların reisliği görevini de üstlensin (reis’ül-huffaz) ve bu tasarrufu sebebiyle kendisine günlük altı akçe daha tahsis edilmiştir. Ancak bu tasarrufta bulu­nabilmesi için, ilm-i kıraatı bilmesi ve Kur’an hıfzında yüksek bir derecede bulunması şarttır.

Reisü’l-huffaz dışında Mushaf’a müracaat etmeden Kur’an kıra­atını rahatlıkla yapabilen ve tecvid ilmine vakıf olan dokuz aded hafız olsun. Bunların her birisi için de günlük beş akçe tahsis kı­lmıştır. Salahat ve dürüstlükle mevsuf yirmi nefer kurra da olsun ki, bunlar her öğle namazından sonra Ayasofya Camii’nde hazır bulunup, camide bulunan mushaflardan Allah’ın Kitabı’nda bu­lunan 30 cüz’den her biri bir cüz okusunlar. Bunların her birisi için de günlük ikişer dirhem tahsis kılmıştır.

Ayasofya Camii’nde yirmi salih kişi her öğle namazından sonra hazır bulunsun, tehlil ve tesbihde bulunarak sevabını vakıfa Allah, mülkünü daim etsin- ve onun büyük ecdadı ve kıymetli selef­lerine -Allah Dar’üs-Selam olan Cennette derecelerini yükseltsin­ bağışlasın. İçlerinden birisi reisleri olsun. Reisleri için günlük üç akçe ve onun haricindekiler için ise günlük iki akçe tahsis kılmıştır. Salih altı kişi de, her gün beş vakit namazda nöbetleşe olarak ezan okumak üzere mü’ezzin olarak bulunsun. Namaz vakitlerini bilen insanlardan olsunlar. Bunların her biri için günlük beş akçe tahsis kılınmıştır.

Bir kişi de mu’arrif olsun ki, emsali mu’arriflerin ifa ede geldikleri örf ve adetleri ve yerine getirsin; namazın akabinde vakıfa -Allah mülkünü daim kılsın-, mü’min erkek ve kadınlara dua et­sin. Bunun için de günlük altı akçe tahsis kılmıştır. Namaz vakitlerini iyi bilen bir kişi de muvakkit olsun. Bunun için de günlük on akçe tahsis eylemiştir.

Dört kişi de Ayasofya Camii’nin kayyımları olsunlar, mescidin temizliği, kapıların zamanında ve vaktinde açılıp kilitlenmesi gi­bi hizmetleri aksatmadan devam ettirsinler. Bunların her biri için günlük dört akçe tahsis olmuştur. Üç kişi de kandillerin bakımı, vaktinde ve zamanında bunların yakılması ve söndürülmesi gibi hizmetleri ifa etmek üzere görevli olsun. Bunlardan her biri için günlük beş akçe tahsis kılmıştır.

Bir kişi de noktacı olarak görevlilerin hallerini takip ve teftiş için görevli olsun. Kim hizmet günlerinde vazifesini terk ederse, görevi terk ettiği günün tahsisatını kesmesi için durumu mütevel­li ve haber versin. Noktacı olarak isimlendirilen bu kişi ve günlük iki akçe tahsis eylemiştir.Vakıf, Ayasofya Camii’nin hasırları için günlük dört akçe; kandil yağları için günlük beş akçe; kandillerin bakımı ve temizliği için günlük iki akçe tahsis eylemiştir.

7. Mekteb (Darü’t- Ta’lim) İle Alakaıl Vakıfın §artları ve Vakfın Vazifeleri:

8. Zeyrek Camii İle Alakalı Vakıfın Şartları ve Vakfın Vazifeleri:

9. Eski imaret Camii İle Alakalı Vakıfın Şartları Ve Vakıtın Vazifeleri:

10. Darü’l-Feth Galata Camii ile Alakalı Vakıfın Şartları ve Vakfın Vazifeleri:

12 Kulle-i Cedide’de (Rumelihisarı’nda) bulunan Cami ile Alakalı Vakıfın Şartları Ve Vakfın Vazifeleri

13. Kalenderhane ile Alakalı Vakıfın Şartları ve Vakfın Vazifeleri

(Diğer vakıf eserler hakkında da Ayasofya’da olduğu gibi şartlar ve vazifeler detaylıca bildirilmiştir. Bu detayları atlıyoruz.)

Umumi Şartlar

Vâkıf, şart buyurdular ki; fakirlere verilecek yiyecekler için günlük 40 akçe tahsis kılınmıştır.Gelen ve giden misafirlere yapılacak masraflar için, günlük 15 akçe tahsis kılınmıştır. Bu vakıfların gelirlerinden mahruse-i Kostantiniyye’de bulunan yetimler için günlük 100 akçe tahsis olunmuştur. Aylık 3.000 akçe olur.

Vakıf, erkek veya kız, hem annesi ve hem de babası bulunmamak şartıyla, her yetim çocuğa günlük yarım akçe tahsis edilmesini ve hidane, velayetinden kurtuluncaya kadar bu yetim maaşının ödenmesini şart koşmuştur. Bu yaşa ulaşınca, maaş kesilir. Yetim maaşını verilmesi de kesilmesi de zikredilen beldenin kadısının kararıyla olur. Kadı sicillerinde, bu durum ayrıca kayıt altına alınmıştır.

Vakıf, Bezzazlar çarşısı (Bezzazistan-l Sultani) için salih, koru­ma ve güvenlikten anlayan dört aded bekçi (haris) tayin edilme­sini şart koşmuştur. Taa ki, bu bekçiler, geceyi çarşıda geçirsinler ve çarşıda bulunan ticari emtia ve kumaşları korusunlar. Bu bekçilerin her birine günlük iki akçe tahsis edilmiştir. Yine vakıf, – dünyada melikler ona kul olmaya devam etsin, se­mada meleklerden bir ordu daima onun emrine müheyya olsun­ şart koştu ki, bütün bu zikredilen camiler ve yukarıda yazılan masraflar işin güvenilir ve müstakil bir mutevelli (nazır) ta­yin edilsin.

Tayin edilecek bu mütevelli dindar, bu göreve ehil, is­tikamet ve dirayet sahibi olsun; Mahruse-i Kostantiniyye’nin içinde bulunan dükkan ve ev gibi vakıf akarları, şer’i işletme yol­ları ile işleterek gelir sağlamaya muktedir olsun; kiraya verilecek müsakkafatı en güzel şekilde ve gereği gibi değerlendirsin; aylık veya yıllık olarak vakıftan istihkak sahibi olan ehl-i mürtezikaya aylıklarını (camekiyye) zamanında versin; istikametli bir şekilde vakıf tahsildarları (cabi) ve müste’cirlerin’in muhasebe ve kont­rolünü yapsın; gelir ve gider cetvelini yani vakıf bütçesini tam ihata etsin; vakıf malları, harap olmaktan korumak için, ancak ve ancak borcuna Sadık, zengin ve vakıf malını tamir ve termimde elinden gelen gayreti gösteren kiracılara kiralasın.

Vakıf mallarla alakalı taksirli fiillerden kaçınsın; vakıf dükkanları boş tutmasın; kim en çok kira bedeli verirse, vakıf malı ona teslim etsin; bir veya iki senelik kira akitleri yapsın; vakıf malları kiralamaya rağbet fazla ise kiracılardan güvenilir kefilleri alsın; güvenilir kefilleri bir an dahi tehir etmesin ki, sonradan münazaaya sebep olmasın; bütün bu zikredilenleri ayrıntılı olarak vakıf defterine kaydetsin. Yine vakıf, bütün bu zikredilen vakıflar için maaşlı bir ka­tib tayin edilmesini şart koşmuştur. Taa ki, bu zikredilen vakıf bi­nalara ve vakıf mallarına ait her şeyi, mesela gelir ve giderleri, muhasebe san’atının ehli katında malum olan örf ve adet kuralları gereği mazbut bir şekilde kaydetsin.

Defterine kaydedilme­yen vakıflara ait gelir ve gider, az çok hiçbir şey bulunmasın. Her ayın ve her senenin defteri, katibin mührüyle, Divan-ı Sultani’de yapılacak muhasebe vaktine kadar mütevellinin katında mahfuz kalsın.Vakıf, yine şart koşmuştur ki, on sekiz aded kişi vakıf gelirlerini tahsil etmek üzere tahsildar (cabi) olarak tayin olunsun.

Bunlardan beşi vakıf mezra’a ve karyelere görevlendirilsin; bi­rincisi Silivri kasabası ve tabilerine; ikincisi Ereğli kasabası ve ta­bilerine; üçüncüsü Rados ve Benatos isimli karyeler ve mülhaka­tına; dördüncüsü Vize Nahiyesi’ndeki karyelere; beşincisi yukarıda zikredilen Kırkilise Nahiyesi’nde bulunan İskoplos, Badra ve Ereğlice isimli üç karye ile Vize Sancağı a’malinden olan Vak­fiyye-i Sultaniyye diye meşhur olan muhtelif harklara cabi tayin edilmiştir.…

Bunlardan her birinin dindar ve güvenilir kişiler olup ken­dilerine tefviz edilen işleri, tehir, tembellik, ihmal ve gaflet göstermeden ifa edeler; her gün kendilerine verilen görevi dikkatle takip edeler. Vakfın bir yerinde herhangi bir halel ve eksiklik gö­rülür ise, vakıf malın harabına vesile olmaması için hemen bu gediği kapata ve eksikliğini tamamlaya. Eğer vakıf maldaki bu ta­miri yapmak (rakabe) bir günde tamamlanabiliyorsa, bu görevlilerin söz konusu tamiri hemen yapmaları ve kendilerine tahsis edilen maaş dışında mütevelliden fazla bir şey talep etmemeleri gerekir. Eğer vakıf mallardaki eksiklikler iki veya daha fazla günde tamir edilebilecek kadar fazla ise, bu durumda bahsedilen günlerde çalışmaları halinde diğer işçilere verilecek ücret vakıf hizmetlilerine de verile.

Dört emin kişi de vakfın mu’temedleri olup nerde olursa olsun bir iş çıktığında bunun yapılması isçin ellerinden geleni yapalar. Bunlardan her biri dindar ve güvenilir kişilerden olup hem tamir işlerine vakıf ve hem de işçileri çalışmaya müşevvik olsunlar. İşçiler tembellik ve ihmal gösterirlerse, onlara evvela nasihat eyle­yeler; eğer nasihat ile yola gelmezler ise, işlerini dikkat ve sür’at­le yapmaları iççin onları tedip ve hatta tehdid edeler. Bunlardan her birine günlük dört akçe verile.D aha sonra vakıf, -avarif ona ma’tuf ve avatıf on masruf olmaya devam etsin- aziz ruhu bedende kaldığı müddetçe tevliyet hakkını kendine tahsis eylemiştir -Allah onu haya­tı müddetince ferahlandırsın ve afetlerden muhafaza eylesin-. Vakıfta dilediği ve istediği şekilde tasarruf edebilir; vakfa ait va­zifelerden (tahsisler) istediğini tenkis ve istediğini tezyid eder. Beğendiği her fiili işler ve gereken her şeyi yapar. Sonra eceli gelip de Hakka emaneti teslim eylediğinde -Doğu ve Batı sultanlarının başlarının üzerinde gölgesi daim olsun; iyilik ve ihsanını bütün halkın üzerine yağmur gibi yağdırsın-, şart koşmuştur ki, mütevellilik erkek evladına, evladının evladına ne­sil be nesil batın be batın ila maşaallah ait bulunsun.

Erkek ev­ladından kimse kalmadığında ki, Baki olan sadece Samed olan Allah’tır -Allah evlatlarının şerefli varlıklarını yevm-i din olan kıyamet gününe kadar asrın insanları arasından ayırmasın, amin Ya Rabbe’l-Alemin-, mütevellilik saltanat tahtına oturan ve memleketin idaresini eline alan sultanın üzerine gerektir ki, bü­tün vasıflarıyla tevliyet ve nezaret görevine ehil, güvenilir, Allah’ın rızasına uygun bir şekilde dinini yaşayan bir şahsı müte­velli olarak tayin eylesin.

Vakıf-ı müşarünileyh, her mütevelliye görevi sırasında riayet et­mesi için şart koşmuştur ki, vakıf mallarını ve akarlarını, şer’an ve hukuken mümkün olan bütün yollarla işletsin; helal yol ile olmak şartıyla vakıf mallarını hukuki ve medeni semerelerini elde etmek için elinden gelen gayreti göstersin; vakıf malların istirbahı yani bunlardan gelir ve kar elde etmek için işletme yolla­rının en güzellerine başvursun ve vakıf akarların imkanlarını en güzel şekilde kullansın; vakıf akarların bütün galle ve gelirlerini tahsil eyleyip en yüksek seviyede zabt u rabt eylesin.Allah’ın vakıf akarlar için ihsan edeceği, kira bedeli, galle, gelir ve ürünleri, evvela asıl vakıf malların noksanlarını tamamlamak için tamir masraflarına (rakabe) ve vakıf eserlerin asıl yapıla­rını termim etmeye (muessesat-ı vakfiye ve meberrat-ı hayriye­ye); sonra vakfa gelir getiren vakıf akarlar (müsekkafat) ve müstegillata; sonra vakıfın kendi mütevelliliği ve evladının mütevel­liliği zamanında -Allah u Te’ala onların şerefli varlıklarıyla yılla­rın ve ayların nizamını süslendirsin ve seneler ve asırlar tama­men sona erinceye kadar onların müddetlerini uzatıversin bunlardan geriye kalan ve artan gelirlerin yirmide 5/10’u tevliyet halda olarak ayrılıp Hazine-i Amire’ye teslim kılınsın. Eğer tevli­yet vakıfın evladından münkariz olursa, tevliyet hakkı sultanın tayin edeceği nazırların tahsisatı (vazifesi) olarak devam eder. 

Müessesat-ı Hayriye’de gerekli olan tamir masrafları (rakabe), vakıf akarlardaki termim giderleri ve tevliyet hakkından sonra geriye kalan vakıf gelirleri, vakfiyede zikredildiği üzere ve vakıfın şartları esas alınarak, her hayır müessesesindeki görevlilerin maaşları ve tahsisatlarına sarf olunur.[163] Sonra vakıf -celalini daim ve gölgesini geniş ve kaim eyle­sin- her mütevelli ve nazır olan şart koştu ki, vakıfla alakalı ola­rak kendisine gelen ve giden her meselede Allah’tan korka; müste’cirler ile ehl-i diyanet ve takvanın razı olacağı şekilde emanetle mu’amele eyleye; müste’cirler ile sözleşme yaparken asla ihmal etmeden mutlaka yazılı hale getire ve şahitli mu­amelede buluna; ihmal ve gaflet eylemeden zamanı ve va’desi gelince hemen kira bedellerini tahsil eyleye.

Sonra vakıf -Allah, devlet-i ebediyye ve sermedi nimetlerle öm­rünü uzun eylesin-, Meclis-i Sultani ve Divan-ı Hümayun’da her sene her iki nazırın da muhasebesinin mutlaka alınması gerektiğini şarta bağlamıştır; eğer muhasebe neticesinde emanetleri or­taya çıkarsa, görevlerinde ikame edilsinler; ancak hain oldukları ortaya çıkarsa, azledilerek yerlerine başka bir nazır tayin edilsin.

Yine vakıf şart koşmuştur ki, her altı ayda bir vakıftan tahsisat alan müderrisler, mu’idler, şeyh, hatib, imamlar ve kısaca zikre­dilen müessesat-ı hayriye ile alakası bulunan bütün eşraf, Ca­mi’ -i Kebir’de toplansınlar; şahitler huzurunda vakfiyeyi oku­sunlar; eğer şartlardan biri eksik kalmışsa hemen tamamlansın ve eski haline iade edilsin.

Yine vakıf şart koşmuştur ki, mansub mütevelli ve nazır, vakıf görevlilerinden (ehl-i vezaif) herhangi birini, hizmetlerini ek­siksiz yerine getirdikleri ve kendilerine tevdi edilen maslahatla­ra tam olarak riayet ettikleri müddetçe, görevlerinden azl etmesinler. Eğer görevlerinde bir inhiraf görülür ise, evvela mütevelli ve nazır onlara nasihatte bulunsunlar, azl eylemesin­ler; ancak aynı hatayı ikinci defa işlerlerse, onlara nasihat edip bu inhiraftan men’ eylesinler, yine azl etmesinler; eğer hataları­na ve yamukluklarına devam ederlerse, onları azletsinler.

Yine vakıf şart koşmuştur ki, vakfın gelirleri ve ürünleri yeterli olduğu müddetçe, vakıftan hak sahibi olan her hak sahibinin hakkı eksiksiz ve noksansız olarak sahibine verilsin; eğer vakfın gelir ve ürünlerinde noksanlık arız olursa, bu eksiklik doğru orantılı olarak ve adil nisbette her hak sahibinin payına aksetti­rilsin. Bu şartlar ile vasıflandırılan ve zikredilen kaideler altında yürü­tülen mezkur vakıflar, bu mezkur hayır müesseseleri ma’mur olduğu ve varlığını sürdürdüğü müddetçe, bütün bölümleri ve başlıklarıyla yürürlükte ola; bütün delilleri ve neticeleri ile kı­yamete kadar devam eyleye; şartlarının tamamı olduğu gibi muhafaza oluna; gelirleri vakıfça belirlenen gider fasıllarına harcana.

Eğer bu hayır müesseseleri, -Allah bunları inşa eden banisinin bekasıyla ma’mur eylesin- yıkılacak olursa, ikinci defa, üçüncü defa ilaahir yeniden inşa oluna. Eğer zaman içinde ortaya çıkacak engellerden bir engel veya olayların sevkiyle aniden ortaya çıkacak bir mani sebebiyle ye­niden inşası mümkün olmaz ve iş zorluğa düşerse, vakfın bütün gelirleri, faydaları, ürünleri ve vakfın bütçesine dönen medeni ve hukuki semereleri, vakıfın evlatlarından -Allah, vakıfın usulünü teyid ve kıyamete kadar neslini tebid eylesin- mevcut olan erkek veya kız çocuklarına teslim olunsun.

Eğer vakfın evlatlarından kimse mevcut değilse, o zaman vakfın gelirleri, İstanbul’da yerleşmiş bulunan Müslüman fakir ve mis­kinlere sarf olunsun; gökler ve yer, Rabbinin meşieti dışında de­vam ettiği müddetçe bu böyle olsun. “Hiç şüphesiz ki, senin Rabb’in dilediğini yapar.” (Al-i İmran, 3/40)Eğer sonradan yeni bir imkan ortaya çıkarsa, vakf eski şartlar üzerine, noksansız ve ziyadesiz olarak, aynen eskiden olduğu gi­bi iade olunur.

Bütün bu şerh ve ta’yin eylediğim şeyler, tesbit edilen şekilde ve vakfiyede yazılı haliyle vakıf olunmuşturşartları değiştirilemez; kanunları tağyir edilemez; asılları maksatları dışında bir başka hale çevrilemez; tesbit edilen kuralları ve kaideleri eksiltilemez.

Vakfa herhangi bir şekilde müdahale Allah’ın diğer haramları gibi haramdır; Levhi, Kalemi, Arşı, Kürsi’yi, göklerii ve yeri koruyan Allah’ın hıfzı ve inayetiyle mahfuzdur; üzerinden süre geçtikte bu vakfı tekid edecektir; zaman yenilendikçe vakfı daha da yerleşti­recektir.

Allah’ın yarattıklarından Allah’a ve O’nun rü’yetine iman eden, Ahirete ve onun heybetine inanan hiçbir kimse için, sultan olsun, melik olsun, vezir olsun bey olsun, şevket ve kudret sahibi biri olsun, hakim veya mütegallib (zalim ve diktatör) olsun, özel­likle zalim ve diktatör idareciler tarafından tayin olunan, fasid bir tahakküm ve batıl bir nezaret ile vakıflara nazır ve mütevelli olanlar olsun ve kısaca insanlardan hiçbir kimse için, bu vakıfları eksiltmek, bozmak, değiştirmek, tağyir ve tebdil eylemek, vak­fı ihmal edip kendi haline bırakmak ve fonksiyonlarını ortadan kaldırmak,’ asla helal değildir.

Kim ki, bozuk teviller, hurafe ve dedikodudan öteye geçmeyen batıl gerekçelerle, bu vakfın şartlarından birini değiştirirse veya kanun ve kurallarından birini tağyir ederse; vakfın tebdili ve ip­tali için gayret gösterirse; vakfın ortadan kalkmasına veya maksa­dından ve gayesinden başka bir gayeye çevrilmesine kast ederse, vakfın temel hayır müesseselerinden birinin yerine başka bir ku­rum ikame eylemek (temel müesseselerden birinden taviz ver­mek) ve vakfı bölümlerinden birine itiraz etmek dilerse veya bu manada yapılacak değişiklik veya itirazlara yardımcı olur yahut yol gösterirse veya şer’i şerife aykırı olarak vakıfta tasarruf etmeye azm eylerse, mesela şeri’ata ve vakfiyeye aykırı ferman, be­rat, tomar veya talik yazarsa veyahut tevliyet hakkı resmi yahut takrir hakkı resmi ve benzeri bir şey taleb ederse, kısaca batıl ta­sarruflardan birini işler yahut bu tür tasarrufları tamamen geçer­siz olan yazılı kayıtlara ve defterlere kaydeder ve bu tür haksız işlemlerini yalanlar yumağı olan hesaplarına ilhak ederse, açıkça büyük bir haram işlemiş olur, günah gerektiren bir fiili irtikab eylemiş olur.

Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların la’neti üzerlerine olsun. “Ebeddiyyen Cehennemde kalsınlar, onların azapları asla hafifletilmesin ve onlara ebeddiyyen merhamet olunmasın. Kim bunları duyup gördükten sonra değiştirirse ve­bali ye günahı bunu değiştirenlerin üzerine olsun. Hiç şüphe yok ki, Allah her şeyi işitir ve her şeyi bilir.”

Haksız bir şekilde bu vakıflara tağyir, ibdal, tahrif ve ibtal şek­linde müdahale ve tecavüz eyleyen insan, ölümle karşılaştığı anı, sekerat-ı mevti, kabri müşahede ettiğini ve onun karanlığını, tabutu ve onun işindeki yalnızlık ve vahşeti, Münker meleğini ve heybetini, Nekir meleğini ve onun dehşetli darbelerini, Münker ile Nekir’in sorgulamalarındaki dehşeti, bütün insan­ların Alemlerin Rabbi’nin huzuruna çıktıkları günde Allah’ın huzuruna çıkacağını, o gün hiçbir nefsin bir diğer nefis işin hiçbir şeye malik olamayacağını ve ogün her şeyin dizgininin Allah’a ait bulunacağını hatırlasın.

Kim, Allah’ın Kitabı’na ve Resulüllah’ın Sünneti’ne muhalefet ederse, Allah ve Resulü’nün haram kıldığını helalleştirmeye ça­lışırsa, Müslüman kardeşinin vakıflarını bozmaya, hayırlarını tahrib etmeye ye hasenatını iptal eylemeye gayret gösterirse ye mü’minin hayır müesseselerini fonksiyonsuz hale getirmeye taarruz ederse, artık Allah’ın gadabı ile dönmüş olur; son du­rağı ye oturağı Cehennem’dir; Cehennem ne kötü bir ya­rılacak yerdir; Allah onun hesaba çekicisi, azabın en azgın olan­larıyla azaplandırıcısı ve ikabın kanunlarıyla cezasını vericisi­dir.

“O gün zalimlere ileri sürecekleri mazeretleri fayda yermeyecektir; onlar için sadece la’net vardır; onların varacakları ce­hennem ne kötü bir menzildir.” (Mü’min: 52)

“O gün her nefis kazandığı günahlar sebebiyle rezil ü rüsvay olacaktır; o gün zulüm yoktur; Şüphesiz Allah hesabı çok hızlı yapandır.”

Bütün bunlardan sonra, vakıfın ecr ü mükafatı Hayy ve Kerim olan Allah’a, O’nun rahmetine, herkesi kucaklayan ihsanına, nimetine ve büyük fazlına aittir. Hiç şüphe yoktur ki, Allah gü­zel amel işleyenlerin ücretlerini zayi kılmaz.Bu vakfiyenin üst kısmında imzası bulunan Hakim yerdiği ka­rarların geçerli olduğu ve verdiği tasdik ve bozma kararlarının meşru kabul edildiği bir durumda, kendi yargı yetkisi sınır­ları içinde, bu vakfın belirlenen şekilde sahih ye geçerli olduğu­na; vakfiyede zikredilen şartların açıklanan kanunlar mucibince geçerli ve meşru kabul edildiğine; vakfiyedeki sıfat ve vasıf­ların dinen gerekliliğine; vakıfın isbat ve nefy ettiklerinin bağ­layıcı olduğuna, kesin bir karar ile karar verdi; herkesi bağlaya­cağına ve vakfın lazım hale geldiğine hükmetti; verilen karar üzerine mesuliyetlerini müdrik olarak adil şahitleri şahit gösterdi.

Vakfiyedeki diğer eserlerin gelirleri ve şartlarına dair detaylara şuradan ulaşabilirsiniz: http://archive.is/1b5C9

Bir diğer kaynak: “Fatih Devri Ayasofya Vakfiyesine göre Ayasofya Vakfı’nın İstanbul’un yeniden inşa edilmesindeki önemi” , Serhat Açıkgöz, YL Tezi, Danışman: Prof. Dr. Ahmet Tabakoğlu. İndirmek için üstüne tıklayın.

Kelambaz

Kelambaz

Tarih • Kültür • Edebiyat • Fikir • Aktüalite

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!