Kelâmbaz

Burjuva Dünya’nın Temelleri

Tarihi kazananlar yazar. (Napolyon Bonapart)

Tarih okumaları yaparken ve günümüz dünyasını anlamak için sarfettiğimiz engin vakitlerde maruz kaldığımız acı bir hakikat vardır. Bizi içten içe rahatsız eden, yıkmak zorunda olmamız gereken tabu halini almış yalanlar. Fakat kazananların attığı temel üzerinde yükselen bu düzen, çatlak seslere rağmen yüceltilip topluma dikte edilmektedir. Bugünkü dünyanın kazananı, Maya, İnka, Çin, Japon ve Osmanlı-Babürlerin temsil ettiği İslam medeniyetini, nihayet sosyalizmi yenilgiye uğratan Kapitalist Avrupa medeniyetidir. Bu medeniyeti inşa eden burjuva yani tüccar ve sanayici sınıfı, Orta Çağ boyunca hâkim unsur olan aristokrat ve kralların gölgesinde yaşamıştır. 18.nci yüzyıl ise Burjuvazi’nin aristokrat ve krallardan iktidarı kah kanlı devrimler kah diplomatik yollarla aldığı ve modern dünya düzeninin taşlarının dizildiği girizgâhdır. 

Kapitalist Avrupa’nın Kodları

Bugün kapitalist (burjuva) Avrupa medeniyeti Amerika’dan Rusya ve Afrika ülkelerine ve Çin’e kadar dünya düzenini büyük ölçüde esir almış, bir kısmını ise demokrasi, sözde insan hakları, evrensel örgütler eliyle tehdit etmektedir. Üç kaynak Avrupa’nın burjuva sınıfını besleyip geliştirmiş, ona ruhunu verip, dünyaya hâkimi kılmıştır. Bu üç kaynak Eski Yunan ve Roma Medeniyetleri ile Hristiyanlıktır.

 

Antik Yunanistan’da pazarda köle satışı

Yunan ve Roma Mirası

Batı kültürünün ilk kaynağı Eski Yunan’dır. Avrupalıların “Batı medeniyetinin beşiği” olarak niteledikleri ve hayranlıkla irdeledikleri antik Yunanistan, köleci toplum biçiminin en çarpıcı örneklerinden biridir. Cemiyet bu sistemde iki unsurdan oluşur: Köleler ve hür insanlar. Üretim yapmak tabiatıyla kölelere düşmekte, ticaret, askerlik, yöneticilik ve benzeri işler hür vatandaşların tekeline bırakılmaktadır.

Eski Yunan’ın varisi ve Batı’ya hukuk sistemini kazandıran ise Roma Medeniyeti’dir. Gaius Julius ve Justinianus’un kanunları, Batı’daki hukuki temelleri oluşturarak günümüze kadar ulaşmıştır. Roma hukukundan köken alan “özel mülkiyetin dokunulmazlığı” askeri ve idari olarak güçlü aristokrat sınıfa karşı burjuvaziye ihtiyaç duyduğu korumayı sağlamış, onu dokunulmaz kılmıştır.

Kalvenizmin Yükselişi

Avrupa’nın ruhuna en belirgin özelliği olan bireyselciliği üfleyen ise Hristiyanlık olmuştur. Batılı “Hristiyanlığın ferde aşıladığı aşırı mesuliyetle” yüklenmiştir. Bu nitelik kişinin Batı’da yalnız bırakılmış olmasından, kendi başının çaresine bakmak alışkanlığından, özel mülkiyet geleneğinden doğmakta ve kişiye mücadeleci bir nitelik kazandırmaktadır. İşbu cemiyette birey, desteden sıyrılıp kendini kurtarabildiği ölçüde başarılı addedilecektir. Girişimci kişiler büyük mücadeleye, yalnızca paranın kanun olduğu mücadeleye atılacaklar, sermaye sahibi olacaklardır.

18.nci yüzyıl tüm Avrupa’da burjuvazinin yükseldiği bir çağ oldu.

Kapitalizmin en hızlı yükselişini gördüğümüz İngiltere’de aynı paralellikte kapitalist umdelerin ışıldadığı Kalvenizmin -protestanlığın bir kolu- parıldaması bir tesadüf olamaz. Mezhebin kurucusu Kalven “Bireyselleşmenin, özel mülkiyetin ve burjuvazinin çıkarları uyarınca, mesleki başarının Tanrı indinde sevgili kul olmaya yettiğini” söylemektedir; “Tacirlerin ve iş adamlarının görevi elbette ki, zenginliklerini mümkün mertebe arttırmaktır. Çünkü Tanrı bile, başkalarının yönetimini onlara emanet etti” demektedir.

Ortaçağ’da kırsal hayata ait bir tasvir

Yunan ve Roma cemiyetindeki kesin sınıfsal ayrım köle ile efendi iken, Orta Çağda serf-senyör’e ve nihayet günümüz kapitalist dünya düzeninde proleterya-burjuva ayrımına evrilmiştir.

Fransız Aydınlanması-Masonluğun Zaferi

18.nci yüzyılda Batı’nın önde gelen düşünürleri Montesqieu ve Voltaire’e göre ekonomik sömürüyü gerçekleştiren denizaşırı koloniler kurmak olumlu bir harekettir. “Bu amaca hizmet eden kölecilik sistemi ahlaka aykırı değildir” Fransız ihtilalinin referanslarından Diderot‘ya göre: “Aydınlığın ilerlemesi kenar mahallelere asla ulaşmaz, zira oradaki insanların hepsi aptaldır.”

Batı’ya kendi düşünce ve çıkarının damgasını vuran hakim sınıfın “maddeci” dünya görüşü en büyük savunucularını 1800’lerin Masonları arasında bulacaktır. Prof. Mousnier ve Prof. Labrousse, burjuvaziyle Masonluğun güçlenmesi arasındaki paralelliğe işaret ederek, 1717-1780 arasında Masonluğun bütün dünyaya yayıldığını, Montesqieu, Helvetius, B. Franklin, Voltaire gibi burjuvazinin ve maddiyatçı dünyanın savunucularının Mason olduğunu yazıyor. Masonluk uluslararası burjuva, sanayici, düşünür ve devlet adamlarını bir çatı altında toplamakta ve kapitalizmin önüne çıkan engelleri -Osmanlı Hilafeti, Fransa Monarşisi- aşmak için her yolu kullanmaktadır.

İnsan Hakları Evrensel Metni’nin üzerinde, bir melek, zincirlerinden kurtulmuş bir kadın ve bu yeni kurulan düzenin koruyucusu Masonik iradenin tasviri olan göz yer almaktadır.

Burjuvazinin İçeride Hâkimiyeti

Burjuvazi, aristokratlara karşı zenginleşip güçlendikçe, yönetme ihtirası ile daha fazla yanıp kavrulmaya başlamış, nihayet İngiltere’de 1688 Görkemli Devrimi ile Fransa’da 1789 İhtilali ile iktidar iplerini eline geçirmiştir. Fransa’da Burjuvazi, tıpkı 1923 Türkiye’sinde de olacağı üzere, halk kitlelerini kendi maksatları için ustaca kullanmış ve son tahlilde yeni efendiler olarak kendisini cemiyete kabul ettirmeyi başarmıştır. Tüccar ve sanayici artık anayasal kurumları kullanarak ekonomik ve iktisadi olarak sömürge alanını genişletecek, eleştiri oklarına karşı ise ustaca demokrasi kalkanına sarılacaktır.

1789 Fransız ihtilali ve içerisinde sadece 11 mahkumun bulunduğu Bastille kalesi’nin düşmesi

Batı Avrupa’daki bu ilk burjuva devletlerin hedefinde, önce kendi halkları vardır. Çocuk işçiler, tarım arazilerinin endüstriyel üretimler için adaletsizce gasp edilmesi ve şehirlerdeki sağlıksız çalışma koşulları, 19’ncu yüzyıl İngiliz edebiyatının şahikaları olan Oliver Twist, David Copperfield gibi eserlerde dramatik bir dille işlenir.

Fakat endüstrileşmenin hızla büyümesi, işçi sınıfının güçlü organizasyonuna çarpmış, nihayet burjuvazi – çok uluslu global sanayi şirketleri – işçiler ile anlaşmış ve yüzünü sömürebileceği dış dünyaya çevirmiştir. Artık Avrupa’nın vahşi kapitalizmi üçüncü dünya ülkeleri ve ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkelere dönerken, kendi ülkesinde huzurlu, insan haklarına saygılı, düşünce özgürlüğünü önemseyen ideal cemiyet pozları verecektir.

Gözünü dışarı çeviren Avrupalı, sömürge haline getiremediği fakat kaynaklarını sömürme arzusundan da kendini alıkoyamadığı Osmanlı Devleti, İran, Rusya ve Çin gibi ülkelerde iş yapabileceği aracılara ihtiyaç duymaktadır.

Burjuvazi’nin Dışardaki Yerli Ortakları

Mustafa Reşid Paşa, Gülhane Parkı’nda Tanzimat Fermanı’nı ilan ediyor

Bu doğrultuda Osmanlı devlet yapısı, Avrupa’nın sömürüsü için yeniden düzenlenmeye girişilmiştir. Bunun ilk adımı 1838 Baltalimanı Antlaşması ile tüccarın büyük ölçüde hükûmetin denetiminden çıkarılması olmuştur. Londra Mason locasına kayıtlı Sadrazam Mustafa Reşid Paşa’nın imzalanmasına önayak olduğu anlaşma ile Osmanlı Devleti, dış devletlere karşı iktisadi bakımdan son derece zayıf bir pozisyona itilmiştir. Takip eden 1840 senesinde global sermayenin yönlendirdiği İngiliz hükûmeti, yine Mustafa Reşid Paşa eliyle Tanzimat Fermanı’nı ilan ettirmiştir. Ferman bir yandan bürokrasinin gelişimini hızlandırırken öte yandan mal ve can emniyeti adı altında toprak sahibi, yüksek devlet memurları, yabancı tüccar ve sermaye gibi Avrupa burjuvazisinin içerideki işbirlikçilerini güçlendirmiştir. Fermanla miras hukukuna akılcı sınırlamalar koymuş olan Osmanlı sistemi değiştirilmiş, toprağın özel mülkiyeti bu yeni hukuk sisteminin garantisine bağlanmıştır.

Tanzimat ile birlikte, Türk ekonomisine vurulan olan iktisadi prangalar, organik temellerde yeşeren bir şekilsel Batılılaşmayla birlikte örülmüştür. Meşrutiyet ve Cumhuriyet ile birlikte zirveye ulaşan bu yeni düzende halk kitleleri üzerindeki Batının sömürüsü artmıştır. Sistemin karmaşıklığı sebebiyle Türk halkı bunun liberal ekonomi ve burjuvazi politikaları ile ilişkisini analiz edemese de, mevcut kötü gidişatın faturasını Batılılaşmaya haml etmiştir.

Burjuvazi Zaferi’nin Günümüze Akisleri

Fransız ihtilalinden 1 asır sonra, Fransa’da yetişen Jön Türkler, Türk kadınının zincirlerini kırıyor ve yine gökyüzünde bir melek bu manzaraya eşlik ediyor.

Günün sonunda kapitalizm elde ettiği zafere giden yolda çıktığı her basamağı yaldızlarla kaplayarak, sömürdüğü halk kitlelerine birer kutlama aracı olarak sunmaktan çekinmemiştir. Fransız ihtilali ve cumhuriyet’in ilanı, Tanzimat Fermanı, Meşrutiyet’in ilanı yıllarca coşkuyla kutlanmıştır. Protestan Mezhebi ve bunun güncel yorumları bugün dahi batı medeniyetinin en güçlü ve sahne arkasındaki dini gücüdür. Din, Avrupa özelinde kilise ve monarşilerle ilgili sahneye alınan skandal filmler ve zengin edebiyat bu modern dünya düzenini besleyen unsurlar olarak varlığını devam ettirmektedir.

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!