Kelâmbaz

Tenkidsiz Devirler Yaşadık -Prof. Dr. Mehmet Kaplan

Prof.Dr. Mehmed Kaplan’ın “Nesillerin Ruhu” adlı eserinden alınmış şu satırlarla sizi başbaşa bırakalım:

“…Ölmek üzere olan bir adama bakarak, bu adam bütün hayatınca böyle hasta ve bitkindi demek ne kadar yanlış ise, imparatorluğun çökme anını görerek, işte sizin mâzi dediğiniz budur, demek de o kadar yanlış olur. Her millet gibi bizim mazimizin de iyi ve kötü tarafları vardır. Her millet gibi, bizim de asırlarca yaşanmış hayatımızın bir mânâsı ve değeri olmak icap eder. O ana has tarihî şartlar, Cumhuriyet neslinin bu basit hakikati görmesine mâni oluyordu.

Düz ve çıplak sahada yeni bir yapı kurulmak isteniyordu. “Issız bozkırlar ortasında küçük bir Amerikan şehri gibi yükselen Ankara” bu zihniyeti çok güzel temsil eder. Ankara, sun’i bir şehirdir. Değil harap köy ve köylülerden ibaret Anadolu ile, kendi dar tabiî muhiti ile bile münâsebeti yoktur. Bu şehir, tarihî, coğrafî ve içtimaî şartların dışında, bir tasavvurun sembolü gibidir. Bunda kahramanca bir şey olduğu inkâr olunamaz. Tarihe, coğrafyaya ve içtimaî şartlara meydan okumak, onların empoze ettiği zaruretler dışında bir âlem kurmağa çalışmak, eşine ancak masallarda rastlanan bir tahayyül ve iradenin ifadesidir. Bu zaman zarfında Türkiye’de yapılan hareketler, derinlik ve genişlik bakımından ölçülürse, hayâl edilen ve istenilenin yanında çok dar ve sığ kalır.

Bütün hareketleri, mâziye karşı toptan bir reaksiyon olan Cumhuriyet nesli’nin yaşama, düşünme ve duyma tarzlarında derin tezadlar bulunur. İlk Cumhuriyet nesli, “İstibdât ve Meşrûtiyet” devrinde yetişmiş insanlardan mürekkepti. Mâziye aid kıymetler, onların şahsiyetlerinin temelini teşkil ediyordu. Şimdi onlar inkılâp yapmak için bu kıymetleri inkâr etmek ve yıkmak mecburiyetinde idiler. Bu ancak zorla olabilirdi. Fakat zorlamanın da bir hududu vardı. Bu hududa gelince, alınan yeni istikâmetten dönülmek istenilmezse kendi kendini mahvetmek veya aldatmaktan başka çâre yoktur.

İçtimaî hayatta ve bizzat inkılâpçı neslin bünyesinde yaşayan mâziye aid kıymetlerse, kurulmak istenilen yeni hayata aid kıymetler, zorlama neticesi, gizli veya açık bir çatışma vücuda getirdi. Bu çatışmanın neticelerini siyaset ve kültür sahasında sivrilmiş şahsiyetlerimizin en küçük hareketlerinde dahi görebilirsiniz. Atatürk alaturka musikiyi sever, fakat alafranga musikiyi yerleştirmek için kendini, radyo ve mektepleri zorlar. Atatürk, Osmanlı tarihini çok iyi bilir, eski kahramanlarımızdan bir çoğuna hayrandır; fakat saraya karşı nefreti dolayısiyle ve yakın tarihin milleti geriye çekeceğinden korkarak, Sümerler devrine aid çok eski bir mâzi hayali yaratır. Eski harflerle dokuz asırlık bir Türk edebiyatı vardır; fakat bunların hepsi mâziye aid kıymetleri ihtiva ettiği için, harf inkılâbı ile araya kalın bir perde çekilir. Boşalan millî kütüphâne tercüme eserlerle doldurulur. Daha ileriye gidilir: Asırların mahsulü olan Türkçe beğenilmez, yepyeni bir dil vücûda getirilmek istenilir. Mâziye karşı bu kadar şiddetli ve bu kadar cesaretli bir teşebbüse başka yerlerde rastlanmaz.

Millî hayatımız için çok mühim olan bu merhale, bu zaman hakkında serbest surette düşünmenin zamanı gelmiştir. Birkaç yıldan beri, 1918’den Önceki kıymet hükümlerinden yavaş yavaş ayrıldığımızı kimse inkâr edemez. Eğer tuttuğumuz yeni istikâmette esaslı adımlar atmak istiyorsak, şimdiye kadar yapılanları tarafsız ve dikkatli bir gözle tetkik etmemiz lâzımdır. Nesiller arasında mevcud olduğunu söylediğimiz reaksiyon prensibi, zarurî olarak bizi gün geçtikçe önceki nesillere karşı bir tavır almağa zorlayacaktır. İtiraf edilsin, edilmesin bu hareket şimdiden başlamıştır.

Tenkitsiz devirler yaşadık. Bunu tenkid devrinin takip etmesi gayet tabiîdir. Unutmayalım ki, dâima bir ideal olarak öne sürdüğümüz Batı medeniyeti, tenkid sayesinde gelişmiştir. Descartes “En bedihî olan şeylerden dahi, prensip itibariyle şüphe etmek ve onları dikkatle yoklamak lâzımdır” der.

İçinde yaşadığımız devrin tezatlarını belirtmek maksadı ile, büyük Fransız tarihçisi, mütefekkiri Andre Siegrifd’in Garp medeniyetin esaslarına dâir ortaya koyduğu çok vâzıh düşünceleri ölçü olarak ele alacağım.

Andre Siegfrid, Garp medeniyetini üç temel üzerine istinat ettiriyor:

1- Eski Yunan’dan intikal eden akıl (serbest tenkid),

2- Hristiyanlık’tan gelen insan şahsına hürmet duygusu (Roma bunu hukukîleştiriyor; Fransız ihtilâli siyasî umdeler haline getiriyor),

3) Onsekizinci ve Ondokuzuncu asırda gelişen büyük sanayi.

Bu prensiplere dayanarak yirmi beş senelik garplılaşma hareketimize bakarsak, Cumhuriyet nesillerinin Garbı, asla garplıların anladığı şekilde anlamadıklarını görürüz.

Fransız mütefekkirinin Garb’ın temellerinden biri saydığı akıl, ki; serbest tenkidi icap ettirir ve ancak serbest tenkid sayesinde yaşar, bu devirde hiç de yüksek bir değer olarak tanınmamış ve sevilmemiştir. Bilâkis aklın inkişâfına engel olan kuvvetli bir sansür bu devri karakterize eder. İtiraf etmek lazımdır ki, Meşrutiyet devri, bu bakımdan Cumhuriyet devrine nazaran çok ileridir. Serbest tenkid olmayan yerde aklın hâkim olduğunu kim iddia edebilir? Her şeyi yoklayan Sokrat’ı ortadan kaldırın, eski Yunan medeniyetinden değerli olarak ne kalır? Dikkat edilirse, Cumhuriyet devrinde gerçekten mütefekkir adını alacak hiç bir büyük şahsiyet yetişmemiştir.

Andre Siegfrid’in Hristiyanlıktan geldiğini söylediği insan şahsiyetine hürmet duygusu, eskiden halis İslâmiyetin hâkim olduğu çağlarda, bizim cemiyetimizde de vardı. İslâmiyet’e göre insan şahsiyetine hürmet duygusunun ne olduğunu öğrenmek isteyenler, Yunus Emre’nin şiirlerini okusunlar. Orada Tanrı’nın bir parçası olarak görülen insanın ulviyetini bulacaklardır. Fakat, Iran ve Bizans’tan gelen istibdat an’anesi, İslâmiyetin cevherinde olan bu asil ışığı karatmış ve bu nur sadece gerçekten dindar olan kalplerde kalmıştır.

Cumhuriyet devrinde, dinî duygular, yine tarihî zaruretler dolayısiyle ihmâl edildiği ve bilhassa Garb’ı taklid ederken bu fikre değer verilmediği için, insan şahsına hürmet duygusu, çok zaafa uğramış, içtimaî hayatımızda otoriteler hakikî şahsiyetler olmaktan ziyade, hiç bir şahsiyeti olmayan köle ve dalkavuklar bulmaktan hoşlanmışlardır. Bu devirde, korkunç bir “aydınlar ihâneti” ne rastlarız. Kalbini ve kafasını yitiren, etten robotlar etrafı sarar.

Garb medeniyetinin temellerinden üçüncüsü olan büyük sanayi meselesi üzerinde fazla durmağa lüzum görmüyoruz. Zira henüz yollarını yaptırmamış, iptidaî ziraat tekniğinden kurtulmamış bir milletin böyle bir davâya kalkması gülünç olur.

Bütün bu tezatların en feciî şüphesiz, yaptıklarımızı serbest bir şekilde tenkid etmekten korkarak kendi kendimizi aldatmaya çalışmamızdır. Garplı asla bunu yapmaz. Zira bu bir milleti hayal kırıklığına doğru götüren en kısa yoldur. Serbest tenkid olmıyan bir memlekette işlerin iyi gittiğinden yüzde yüz şüphe edebilirsiniz.”

(Mehmed KAPLAN: Nesillerin Ruhu – İstanbul 1967. sh. 15 ve devamı.)

Objektif bir tarih telakkisi için tavsiye yazı: TARİHİ KİM YAZAR?

Kelambaz

Kelambaz

Tarih • Kültür • Edebiyat • Fikir • Aktüalite

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!