Kelâmbaz

Kahvehanelerin Suçu Ne?

Türk mahallesi deyince hemen herkesin zihninde bir cami ve hemen bitişiğinde bir kahvehane canlanır. Bugün ironik bir şekilde çaya nispetle nadiren kahve içilen bir yer olsa da, kahvehane beş asırlık ismini ne kıraathane ne de çayhaneye değişmiyor. Kahvehaneler, günümüzde daha ziyade camii cemaati, emekli veya işsiz güçsüz takımının vakit harcadığı, nispeten zararsız yerler olarak görülse de, geçmişte oldukça gürültülü hadiselerin merkezinde yer alan, nice krizlerin cereyan ettiği ve uğrunda kellelerin uçtuğu son derece tartışmalı mekânlardı. Abartılı gelebilecek bu satırların ne kadar kifayetsiz ve masum olduğunun anlaşılması için filmi birazcık geriye saralım.

Keçi Yemişi

Bugünün dünyasında vazgeçilmez bir içecek olan kahvenin ilk olarak kim tarafından bulunduğu bugün dahi bir soru işaretidir. Eğlenceli bir rivayete göre, Habeşistanlı bir çoban keçilerinden birinin fevkalade neşeli ve hareketli olduğunu fark etmiş, araştırması neticesinde keçinin bugün kahve ağacı dediğimiz ağacın yemişlerinden yediğini görmüş. Yemişleri kurutup kendisi dahi kaynatıp suyunu içtiğinde bunun muazzam bir içecek olduğunu keşfetmiş. Bu rivayetin gerçek olup olmadığını bilmiyoruz. Ne var ki hakikaten de kahve önce Habeşistan’da ardından hemen komşusu Yemen’de içilmeye başlanır. Bugün Cenûbî Amerika ülkelerini saymazsak şöhret yarışında Yemen ipi göğüslemiş. Evet, kahve Yemen’den gelir. 

Kahve’nin geniş hikâyesini okumak için bknz: Yemen’den Paris Sokaklarına Kahve

15’inci asrın sonlarında piyasalara giren kahve, 16’ncı asrın sonları itibariyle Osmanlı ülkesini de ele geçirmeyi başardı. Bu tarihe kadar tercih edilen Boza ve satıldığı Bozahaneler, tedrici olarak yerini Kahve’ye ve Kahvehanelere bıraktı. Çekirdekleri neredeyse kömürleşene kadar kavrulan bu içeceğe, yanmış ve kömürleşmiş gıdaların tüketilmemesi esasına binaen önceleri cevaz verilmese de, kısa süre sonra caiz olabileceği anlaşılmış ve serbest bırakılmıştır. İstanbul’da ilk kahvehaneyi Kanuni Sultan Süleyman devrinde 1554 senesinde Suriyeli iki tüccar açmıştır. Akabinde kahvehaneler az bir süre zarfında neredeyse tüm mahalleleri istila etmeyi başarmıştır. Üstelik günden güne dolup taşan kahvehaneler statik ve tabakaların belirgin bir şekilde ayrıldığı Osmanlı dünyasının tüm geleneklerini hiçe sayacak bir keşmekeş için bir merkez üssü hâlini almıştır. 

Osmanlı’nın İlk Reaksiyonu

Osmanlı idarecileri, aslında kahveye hazırlıklı idiler. Şöyle ki öncesinde bütün Anadolu ve Rumeli’nde yaygın olarak içilen Boza, taze içilmeyip, ekşimeye başladığında mayalanma neticesinde alkollü içki hâlini almaktadır. Bu durum kâdının emrindeki ihtisap ağalarınca sıkıca takip edilmektedir. Ne var ki kahvenin ne kadar içilirse içilsin sarhoşluk hissi vermeyen bir içecek olduğu derhal anlaşılır. Peki kahvehanenin bunca iltifat görmesine sebep ne olabilir? Aslına bakılırsa klinik olarak kafein iptilasının, insan bünyesini alkol ve sigara gibi esir alacak bir şekilde ele geçirmesi bugün dahi kabul edilmeyecek bir keyfiyettir.

Kahvehanelerin yayılmasındaki esas âmil, 16’ncı yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Devleti’nin sürüklendiği ve imparatorluğun tüm kurumlarını sarsan sosyodemografik ve ekonomik kaostur.

Anadolu’nun ve tüm Osmanlı ülkesinin 16.ncı yüzyıl sonunda geçirdiği katastrofik ve yıkımın eşiğinden döndüğü felaketleri ele aldığımız makale için bknz: Anadolu Yanıyor: Celali İsyanları

Kısaca bahsedecek olursak 16’ncı yüzyıl sonlarında Anadolu’da yaşanan nüfus patlaması ve bu nüfusun istihdam edileceği tarım arazilerinin tükenmesi, bekar, işsiz ve her türlü maceraya açık kitlelerin başta İstanbul olmak üzere şehirlere yığılmasına yol açar. Şehirlerde tek odadan mürekkep bekar odalarında kalan bu gençlerin sosyalleşecek bir mekâna ihtiyaç duydukları aşikârdır.

Kahvehane bu fakir ve hayata tutunmak adına arzulu gençlerin arayıp da bulamayacakları bir mekândır. Üstelik cemiyetin geleneksel toplanma yerleri olan cami ve dergahlardakinin aksine, kahvehanelerdeki sohbet tamamen denetim dışında ve sorgulanmaktan uzaktır. Kahvenin sekisine oturan bir berduş, karşı sekide konuşulmakta olan her nevden sohbete büyük bir özgüvenle müdahale edebilir, fikrini hiç bir çekince olmaksızın ifade etmekte beis görmez. Üstelik esen bu serbestlik havası, bir süre sonra kahvehaneleri meddah ve karagöz oyunlarının sahnesi hâline getirerek daha da popülerleştirecektir. Karagöz sadece paşaları ve şehrin idarecilerini alaya alarak dinleyicilerini etkilemekle yetinmez, aynı zamanda yakası açılmamış kösnül hikâyelerin de membaıdır. Böylece ifade etmek veya icra etmek değil, hayal etmekten utanacağı falluslu cürümleri işitmesinin, kahvehane müdavimleri üzerine acaba nasıl tesirleri olmuştur?

İçtimai Dönüşüm Başlar

Öte yandan Osmanlı idarecilerinin cebelleştiği tek problem şehirlere yığılan nüfusla kalsa iyidir. 16’ncı asrın ortalarına kadar karşısına çıkan orduları silip yutan Osmanlı orduları, batıda Habsburg İmparatorluğu karşısında duvara toslamıştır. 1593-1606 seneleri arasında cereyan eden Uzun Harp boyunca cepheden yazdığı telhislerde Serdar-ı Ekrem’in padişahtan isteği oldukça nettir: “Daha çok tüfenkli asker gönderiniz, hünkarım”

Osmanlı – Habsburg (Avusturya) Muharebelerinden bir sahne

Osmanlı savaş makinası 2 unsurdan oluşmaktadır. Birincisi ateşli silahlar kullanan sayıları 10 bin civarında ve maaşlı bir profesyonel ordu olan Yeniçeriler, ikincisi ordunun esas cesametini teşkil eden ve geleneksel silahlar (kılıç, mızrak ve ok gibi) kullanan timarlı sipahilerden müteşekkil yüz binlik Sipahi ordusu. Osmanlılar nakit olarak topladığı çok cüzi miktarda vergiyle yeniçerilerin maaşını vermekte, esas harcamaları teşkil eden sipahilerin maaşını bulundukları mahallerde kendilerine toplatmaktadır. Osmanlı Sarayı “Uzun Harp” müddetince yaşadığı çıkmazı son derece yerinde teşhis eder. Artık ordunun neredeyse tamamı ateşli silahlarla teçhiz edilecektir. Timarlı sipahi rejimi ilga edilecek, vergiler nakit olarak toplanıp, merkezde sayısı arttırılan Yeniçeri ordusuna verilecektir. Ne var ki evdeki hesap çarşıya uymaz, taşradaki kaos daha büyük kitlelerin İstanbul ve şehirlere göçünü hızlandırır. Fakat devletin de bu genç işsizlere ihtiyacı vardır.

Balkan Köylerinden Bir Devşirme Sahnesi

Bir yeniçeri normal şartlarda Balkan köylerinden alınması, Türk bir ailenin yanında geleneksel Türk hayatını benimsemesi, Acemioğlanları kışlasına alınması ve buradan Yeniçeriliğe kabul edilmesi olarak özetleyebileceğimiz oldukça uzun bir safhalar neticesinde yetişmektedir. Oysa kapıda düşman varken Osmanlıların kaybedecek zamanı yoktur. Nitekim bu durumu seneler içinde artan Yeniçeri mevcudundan izleyebiliriz. Fatih Sultan Mehmed devrinde 5 bin olan yeniçeri sayısı, Kanuni Sultan Süleyman devrinde 10 bine, Sultan 3. Mehmed devrinde 45 bine, Sultan 3. Selim devrinde 110 bine ulaşmıştır. Cabi Ömer Çelebi “Yeniçeri Ocağı mensuplarının çoğu Anadolu’dan gelmektedir. 25. orta (tabur) çoğunlukla Kürtler ve Erzurumlular ve Vanlılardan oluşuyordu. 56. ortadakilerin çoğu Geredeli iken, bazıları da Kürttü.” diye yazmaktadır.

Kahvehane bahsinde bu kadar askeri tarih bilgisine maruz kalmak okuyucuya belki can sıkıcı gelebilir. Bununla birlikte kahvehane işletmelerinin önemli bir kısmının Yeniçeri kahvesi olduğunu ve olmayanlarının da Yeniçerilerle organik bağları olduğunu düşünecek olursak bu son derece normaldir. Sultan 2. Mahmud İstanbul’da yeniçeri kışlalarını topa tuttuğu, Haliç’in nice bin Yeniçerinin cesediyle dolduğu 1826 senesinin 15 Haziran’ında İstanbul ve Boğaziçi’nde on binden fazla kahvehane de tıpkı bektaşi tekkeleri gibi kapatılmaktaydı. Kahvehanelerin önemli bir kısmı yeniçeriler için askeri üs ve kolluk merkezi pozisyonundaydı. Ocağa kaydolan bir çok yeniçeri kışlaların artan ihtiyaca cevap verecek kapasitede olmamasından dolayı, kahvehanelerde yatmakta ve yaşamaktaydı. Öte yandan devletin taşradan topladığı son derece kıt para, sayısı artan yeniçerilerin maaşına yetmiyordu. Bu sebeple 17.nci asrın başlarından itibaren Yeniçeriliğe meyleden esnaf modelinin yanında esnaflığa meyleden Yeniçeri modeli de ortaya çıkmaktaydı. İktisadi ve siyasi krizlerin göbeğinde, bu kahvelerin nasıl mafyavari bir kulüp ve mekân hâline geldiğini başka bir yazıya bırakıp bahsimize devam edelim.

19’uncu yizyılda İstanbul’da bir kahvehane

Osmanlılar – Kanuni çağında henüz hadise bu raddeye gelmemiş olduğu için – kahvehaneleri malayani ile (yani boş işlerle) uğraşılan bir yer olduğu ve namaz vakitlerinin geçmesine, kumar ve fuhuş gibi erâzil işlerin işlendiği bir yer olmasına bağlı olarak tasvip etmemiştir. Ardından memnuniyetsiz kitlelerin ve isyana varıp ihtilal oluşturmaya başlayan kalabalıkların toplandığı yerler olması sebebiyle yasaklamaya kalkmıştır. Lakin Sultan 4. Murad gibi son derece kudretli ve celalli bir padişah bile kahvehaneleri ortadan kaldırmayı başaramamıştır. Hükûmetin son derece katı tedbirlerine rağmen kahvehaneler, kah bir berber dükkanı kah bir bozahane ismi altında faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Osmanlı idarecileri nihayet 17’nci yüzyılın ortasından itibaren kahvehaneleri ortadan kaldıramayacağını kabullenip, hiç olmazsa kumar, fuhuş ve devlet sohbeti (ihtilal hazırlığı) yapan kahvehaneleri kapatma ve sahiplerini sürme yoluna gitmiştir.

Netice

15.nci asırda Mısır’ı ziyaret eden bir Avrupalı seyyah olan Pero Tafur, kendisini tanıyan Mağripliler tarafından ajanlıkla itham edilir. Burada iki Türk onun ajan olmadığını ve bu iddianın yalan olduğunu söylediklerinde ise derhal serbest bırakılır. Tafur, cemiyet içinde Türklerin son derece emin ve dürüst olarak bilindiğini, bu vesileyle sözlerinin senet olduğunu döne döne anlatır. Ne yazık ki bu Türk imajı yıllar içerisinde değişmiş ve çok farklı bir karaktere dönüşmüştür. Elbette ki bu dönüşümün nasıl ve hangi şartlarda olduğu ciltler dolduracak çalışmalarla incelenmiş ve incelenmeye devam etmektedir. Bununla beraber kahvehaneler, bu dönüşümün son derece dikkat çeken bir sahnesi olarak önümüze çıkmaktadır. Bu cihetle, Osmanlı toplumunun karakteri ve serencamı anlaşılmak istendiğinde, kahvehaneler incelenmesi kritik bir mevzu hâlini alır. Biz, belki de sadece, kahvehanelerin Türk cemiyetinin dönüşümünde serbestlik ve başıbozukluğun merkezi bir mekân olarak önemli bir vazife icra ettiğini söylemekle yetinmeliyiz.

Kaynaklar ve İlave Okumalar:

KAHVEHANE, İslam Ansiklopedisi

Kahve Yemen’den Gelir

18. Yüzyıl Sonu İstanbul Yeniçeri Kahvehaneleri, Ali Çaksu (makale)

Homo Ludens ve Homo Sapiens Arasında Kamusallık ve Toplumsallık: Osmanlı Kahvehaneleri, Uğur Kömeçoğlu (makale)

Kamusal Alanın Üretim Sürecinde Erken Modern İstanbul Kahvehaneleri, Selma Akyazıcı Özkoçak (makale)

Yazarın Bazı Yazıları

Anadolu Yanıyor Celali İsyanları

Ak Akçe’nin Kara Günleri: Osmanlı İmparatorluğu’nda Paranın Tarihi

Cihan Devleti’nin Şifresi: Liyakat ve Adalet

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!