Kelâmbaz
mecburi eğitim çıkmazı

Mecburi Eğitim Çıkmazı

Eğitim, okulda öğrendiklerinizi unuttuktan sonra kalan şeydir.
-Albert Einstein

Lise hazırlık sınıfında okurken yol üstünde “ucuz” kitaplar satan bir işportacıdan Oktay Sinanoğlu’nun “Bye Bye Türkçe” kitabını almıştım. Kitap, İngilizce eğitimi üzerinden gerçekleştirilen kültür emperyalizmini tenkit ediyordu. Ben de her Türk genci gibi vatanı kurtarmaya pek hevesli olduğum için kitaptan hayli etkilenmiş, hazırlık sınıfında İngilizce öğrenimine karşı bayrak açmıştım. Neticede Anadolu Lisesi çıkışlı olmama rağmen üniversitede yine hazırlık okumak zorunda kaldım. Kitabın yazarı anlattıklarında belki haksız değildi ama genç ve heyecanlı hâlimle işi yanlış bir reaksiyona dönüştürmüş, hatalı bir yol tutmuştum. Bu vesileyle henüz yazıya başlarken niyetimin “Okula gitmeyin!” demek veya okulu bıraktırmak olmadığını ifade edeyim. Fakat dünyada mecburi eğitime yönelik ciddi tenkitler var. Benim de kafamı kurcalayan bazı konuları da paylaşarak meseleye bakışımızı ezberler ve kabuller zemininden çıkarmak istiyorum sadece.

Eğitim Nedir?

Önce mefhumu tanıyalım: Eğitim, insanın düşünce ve davranışlarında belirli bir maksada yönelik değişiklik gerçekleştirme gayretidir. Tanımdan da anlaşılacağı üzere eğitimin okul eğitimi vb. herhangi bir mekân veya sistem sınırlaması yok. Bu vesileyle şunu da belirtelim: Mecburi okul eğitimine yöneltilecek tenkitler; bir eğitim metoduna veya sistemine yöneliktir, eğitimin kendisine değil.

Okul eğitiminin bazı temel bileşenleri var: öğretmen, öğrenci, müfredat vb. Bunlardan belki en önemlisi öğrenci ya da artık pek kullanmadığımız ismiyle talebe. Talebe ismini artık kullanmamamız tesadüf değil. Talebe kelimesi “talip” kökünden geliyor, yani “talep eden”. Mecburi eğitimde ise sıralar; genelde aile, toplum veya devlet baskısıyla dolduran gençlerle doluyor. Gerçekten talep eden pek kalmamış gibi. İlk eleştiri de burada geliyor; talibin olmadığı, eğitim talebinin içten gelmediği bir eğitim faaliyeti ne kadar faydalı olabilir?

Talip olma meselesini bizzat tecrübe ettim. Üniversitede mecburi olarak aldığımız yazılım dersinde 42 saatte öğrenemediğimden fazlasını YouTube üzerinden aldığım yazılım derslerinde öğrendim. Sebebi belli, o yazılım dilini öğrenmeye ihtiyacım vardı yani taliptim. O dersi anlatan kimseler de çoğunlukla para kazanmak için o işi yapmıyordu. Bunlar genelde bildiklerini paylaşıp topluma faydalı olarak kişisel tatmin sağlayan profesyonellerdi. Anlatımı hoşuma giden kişinin derslerini takip ederek kısa zamanda mesafe kat edebildim.

“Eğitim içten gelir; bunu mücadele, çaba ve düşünceyle elde edersiniz.”
-Napoleon Hill

Islah Evi: Okul

Lise öğrencilerinin sınıfta sigara içip ders anlatmaya çalışan öğretmenle dalga geçtiği sinir bozucu videolar sosyal medyada sizin de önünüze düşmüştür. Çoğu zaman bu kadar cüretkâr ve edepsiz olmasa da belki haylazlıktan, belki daha farklı sahalarda kabiliyetleri olduğundan okul okumak istemeyen yüzbinlerce gencin okul sıralarını doldurduğunu biliyoruz. Haylazların okula gidiş hikâyesi ise çok ilginç: Aileler tarafından, “Biz adam edemedik bari, hiç değilse okulda adam olsun!” diyerek okula gönderilen çocuklar…

Sınıfta kalmanın da mümkün olmadığı mevcut sistemde bu çocuklar, okulda geçirdikleri 12 senenin ardından elinden bir iş gelmeyen, hazır tüketmeye alışmış, asalak bir karakter olarak atılıyorlar hayata. Üstüne bir de üniversite okurlarsa daha da fena, üniversiteli işsizler hanesine ekle bir sayı daha! Artık ne eğmeye gelir ne bir nasihat etmeye. 5 yıl ilkokul okuduktan sonra çıraklığa verilen haylaz abilerimden iş sahibi olup başkalarına da iş, aş verenler var oysa…

İstanbul’da bahçesi jiletli tellerle çevrili bir okul!

Çocuktan Kurtulma Vasıtası: Okul

Öğrencilerin gerçekten talip olanları az, peki velilerde durum farklı mı? “Aman hocam; biz okuyamadık, bari oğlan okusun!” diyen veliler gerçekten de birer eğitim sevdalısı mı? Maalesef velilerde de durum öğrencilerden pek farklı değil. Onların da ciddi bir eğitim motivasyonları ve şuurları yok.

Malumunuz bu sene sömestr tatili haricinde ekstra bir ara tatil uygulaması başladı. Yeni tatil, henüz ilk uygulama senesinde birçok problemi de beraberinde getirdi. Öğretmen arkadaşlarımdan aldığım haberler şöyle: Veliler isyanlarda, iş güç varken senenin ortasında evde duran çocuklarla kim uğraşacak?

Çocukları bir hafta eve gönderince mesele belli oldu: Eğitim çokları için aslında bahane; veli, çocuğu başından savma derdinde.

Yine aynı soru: “Şuurlu bir talip olmadan yapılan eğitim faaliyetinden nasıl bir fayda hasıl olabilir?”

Öğretmenler

Öğretmenlerin sesini en çok; atama, kadro veya zam isterken duyuyorsunuz. Millî Eğitim Bakanı bir tweet attığında altına peş peşe sıralanıyor öğretmenler: “Falan bölüme 20 bin atama…”, “Filan bölüme kadro istiyoruz!”, “Sözleşmeliler kadrolu olsun!” vs.

“Çocuklara daha faydalı olabileceğim projelerim var, lütfen bana yardımcı olun!” diyen birini göremedim henüz!

Okul, çoğu öğretmen için sabah başlayıp akşam sonlanan bir fabrika mesaisi hükmünde. Fabrikalarda iyi kötü bir performans sistemi uygulanıyor. Öğretmenler için performans deyince daha çok öğrenciye verilen ama velilerin yapabildiği performans ödevleri geliyor akla. Keza bir performans sistemleri yok. Hele bir de 657’ye tabiyse değme keyfine. Mesleğe henüz başlarken emeklilik ikramiyesi ile nereden yazlık alacağını planlıyor. Kimsenin aldığında, alacağında gözümüz yok lakin bu fabrikalarda işlenen mamul öğrenciler! Bu mamul; motivasyonsuzluğu, şuursuzluğu, başıboşluğu kaldırmaz. Hatalı ürünün ne iadesi mümkün ne de geri çağrılıp düzeltilmesi!..

Mecburi Eğitim Nasıl Dayatılıyor?

Microsoft’un kurucusu Bill Gates, Harvard gibi en yüksek puanlarla öğrenci kabul eden bir üniversiteyi bitirmeden oradan ayrılmıştı. Apple’ın kurucusu Steve Jobs derslerin sıkıcı olduğunu söyleyip 6 ay sonra üniversiteyi bırakmış olan bir isim. Tesla’nın sahibi Elon Musk da bir röportajında firmasında çalışmak için bir üniversite derecesi şartı aramadığını söyledi. Bu isimler bize aslında, büyük dehaların okullarda köreldiğini hatırlatıyor.

İnandırıldığımız ve sistemin sorgulanmasını engelleyen en büyük yalan şu: Hayattaki başarın, okul hayatındaki başarına bağlıdır. Hâlbuki hem ülkemizde hem dünyada bunun tam aksi istikametinde çok sayıda örnek var. Hemen aklımıza gelecek iki misal verelim: Bugün dünyanın en büyük firmalarından Microsoft’un kurucusu olan Bill Gates, Harvard gibi en yüksek puanlarla öğrenci kabul eden bir üniversiteyi bitirmeden oradan ayrılmıştı. Keza geçtiğimiz yıllarda vefat eden yine dünyanın en büyük firmalarından Apple’ın kurucusu Steve Jobs da derslerin sıkıcı olduğunu söyleyip 6 ay sonra üniversiteyi bırakmış olan bir isim. Son dönemin yıldızı parlayan isimlerinden Tesla’nın sahibi Elon Musk da bir röportajında firmasında çalışmak için bir üniversite derecesi şartı aramadığını söyledi.

Bu isimler bize aslında, büyük dehaların okullarda köreldiğini hatırlatıyor. Bu durum, dev sermaye sahiplerinin ve devletlerin de işine geliyor. Sebebi basit; zihnini ve davranışlarını eğitmiş, bilgiyle mücehhez, kendi kararlarını alabilen insan topluluklarını yönetmek zor. Bunun yerine okullarda itaat kültürü aşılanmış, maksada matuf belli işleri yapabilen, okul hayatı boyunca sisteme uygun bir vatandaş ve firmalara kâr ettirecek bir çalışan olmak üzere yetiştirilmiş vasat insanlar kutsanıyor.

Peki Açık Öğretim?

Mevcut kanunlara göre mecburi eğitimin ilk 8 yılının ardından açık öğretim okuma imkânı var. Keza yine üniversitede de birçok bölüm için açık öğretim okuma imkânı var. Gençler, bir yandan açık öğretim lise okuyup diğer yandan farklı meslek ve hobilere yönelebilir, yapmak istediği mesleğe daha fazla zaman ayırabilir.

Üniversite okumuş çok kimseden, “4 senem boşa geçti, keşke açık öğretim okuyup hayata daha erken atılsaydım!” serzenişini duymuşsunuzdur. Bu, haksız bir serzeniş de değil. Gerçekten de üniversitede lisans, hele bir de yüksek lisans okuduğunuzda yaşınız neredeyse 30’a merdiven dayamışken bir de iş ilanlarında 3-5 sene tecrübeli eleman arandığını görünce çoğu genç, “Madem okula değer vermiyor, 3-5 senelik tecrübe istiyorsunuz, o zaman niye okudum ki? Gidip bir yerde 3-5 sene çalışsaymışım daha iyiymiş!” diyor ister istemez.

Mevcut kanunlara göre mecburi eğitimin ilk 8 yılının ardından açık öğretim okuma imkânı var. Keza yine üniversitede de birçok bölüm için açık öğretim okuma imkânı var. Gençler, bir yandan açık öğretim lise okuyup diğer yandan farklı meslek ve hobilere yönelebilir, yapmak istediği mesleğe daha fazla zaman ayırabilir.

Açık öğretim hususunda şu nokta önemli: Özellikle büyükşehirlerde yaşayan gençlerin bir yandan başka işler yaparken bir yandan da sosyal medya, arkadaş çevresi gibi etkenlere rağmen kendi motivasyonları ile çalışarak açık öğretimde başarılı olması zor. Bunun çözümü ise açık öğretim okuyan birkaç gencin bir araya gelip bir mentor/koç desteği almaları. Bu şekilde koçluk yapacak hem eğitimden anlayan hem de dinî, dünyevi bilgilerde donanımlı tercihen 25-30’lu yaşlarında ağabeylere ihtiyaç var. Bu koç, çocuğun istidadına yönelik yönlendirme de yapabilirse şüphesiz çok güzel neticeler elde edilecektir.

1984 mü Cesur Yeni Dünya mı?

Mecburi eğitimin tesir gücü, muhataplarının kendilerine anlatılanları sorgulayamayacak kadar küçük yaşta bu eğitime tâbi tutulmalarından ileri gelir.

Belki yazının konusundan da iddialı bir soru bu. Orwell’ın “1984” distopyasında insanlar zorla büyük biradere, dolayısıyla sisteme itaate sevk edilirken Huxley’in “Cesur Yeni Dünyası”nda “sevdirerek” itaat tercih edilmiştir. Geçtiğimiz yüzyılın sosyalizm, faşizm gibi 1984’e benzer cereyanları tarihin çöplüğünde yerini alırken galip Batı’nın medeniyet tasavvuru olan Cesur Yeni Dünya tam sürat dünyayı hâkimiyeti altına almaya devam ediyor.

“Asıl maksat mümkün olduğunca fazla sayıda ferdi, tehdit oluşturmayacak bir seviyede tutmak, standartlaşmış bir vatandaşlık öğretisini yaymak, başkaldırı ve özgünlüğü öldürmektir. Dünyanın her yerinde eğitimin gayesi budur.” / John Taylor Gatto

Cesur Yeni Dünya, “Kuluçkalama ve Şartlandırma Merkezi Müdürü”nün çocuklara verdiği eğitimin anlatılmasıyla başlar. Bu eğitim sürecinde Cesur yeni dünyayı benimseyecek, ona hizmet edecek ve bundan zevk alacak insanların yetiştirilmesi üzerinde durulur. Çocukların karşısına birçok kitap ve çiçek konur. Bu çiçekler ve kitaplar ile ilgilenmeye başlayan çocuklar bir süre sonra indirilen bir şalter ile elektrik çarptırılır. Bu elektrik sayesinde çocuklar kitaplardan ve doğadan uzak durmaları gerektiğini öğrenirler. Mecburi eğitimin tesir gücü, muhataplarının kendilerine anlatılanları sorgulayamayacak kadar küçük yaşta bu eğitime tâbi tutulmalarından ileri gelir.

Şüphesiz devletin kendi müfredatıyla mecburi kıldığı eğitim de “Cesur Yeni Dünya”nın zihni programlamasına benzer bir vazifeyi ifa ediyor. Bu konuda şüphesi olan varsa 10 Kasım törenlerinde öğrencilere yaptırılan paganist tapınma ritüellerinin bakanlık emriyle gerçekleştiğini hatırlatalım.

Ne Yapılabilir?

Mevcut MEB’in de bir TV programında kabul ettiği üzere 12 yıllık mecburi eğitim süresi çok uzun. Bu süre; ilk 4 senesi mecburi, ikinci 4 senesi açık öğretim olarak da tercih edilebilecek şekilde toplam 8 sene olacak şekilde düzenlenebilir.

Yapabileceklerimiz iki farklı şekilde düşünülmeli: Birincisi devletin düzenleme yapması gereken alanlar, ikincisi ise mevcut şartlarda yapabileceklerimiz.

İlk olarak devletin yapabileceklerini ele alalım:

Amerika’da hâlihazırda uygulanan “Evde Eğitim Sistemi” pilot uygulama bölgelerinde kademeli olarak hayata geçirilebilir. ABD’de okul eğitimi tamamen ücretsiz olmasına rağmen şu an ailelerin %2’si evde eğitimi tercih ediyor. Evde eğitim veren aileler, devletin tespit ettiği standartlarda eğitim verdiğini de gerektiğinde ispat etmek zorundalar. Yapılan araştırmalarda evde eğitim metodunu tercih eden ailelerin daha yüksek eğitim seviyesinde olduğu da ilginç bir veri olarak tespit edilmiş.

Mevcut MEB’in de bir TV programında kabul ettiği üzere 12 yıllık mecburi eğitim süresi çok uzun. Bu süre; ilk 4 senesi mecburi, ikinci 4 senesi açık öğretim olarak da tercih edilebilecek şekilde toplam 8 sene olacak şekilde düzenlenebilir. Bu düzenleme ile hem okulların kalitesi artacak hem de diplomalı işsizler ordusu yerine hiç olmazsa bir meslek edinmiş, kendisine yeten gençlerin sayısını artacaktır.

Müfredatta esneklik payı tanınmalı. Merkezî hükûmetin verdiği müfredat dışında yerel birimler, okul aile birliği, okul idarecileri ve öğretmenlerinin de müfredat üzerinde kısıtlı da olsa değişiklik hakkı olmalı.

Peki, mevcut şartlarda biz neler yapabiliriz? İlk olarak eğitim meselesine dair yanlış paradigmamızı düzelteceğiz. Aile, çocuğu okula gönderince eğitim sorumluluğunun artık kendisinden okula geçtiğini düşünüyor. Hâlbuki tam aksine çocuğun yaşı büyüdükçe ailenin eğitim konusundaki sorumluluğu daha da artıyor.

Okullarda çocuklara sürekli; henüz küçük olduğu, hayata hazır olmadığı telkin edilir. Bu da çocuğun olgunlaşmasını yavaşlatıp üniversite bitirmiş, hâlâ çocuk tavrı sergileyen insanlar üretir. “Daha çocuk, ona boyundan büyük iş yaptırmayalım!” demeyip yetişkinlerin yaptığı birçok işi yaptırabiliriz.

Okullar, çocuklarımızı monoton bir hâle getirir, onlara işçi ve tüketici olmayı öğretir. Biz onlara müteşebbisliği öğretecek, liderlik karakteri aşılayacak faaliyetler yapmalıyız.

Udemy, YouTube gibi platformlarda program kodlamadan fidan dikmeye sayısız alanda eğitim var. Tarihin bize sunduğu en büyük açık kaynak öğrenim imkânını iyi kullanmalıyız.

En önemlisiyse okullar, çocuklara zihni itaati öğretir; biz onlara sorgulamayı, kritik düşünceyi ve düşünmeyi öğretelim.

Hâtime

Okullar, modern dünyaya kendi değerlerini benimsemiş insan yetiştiren modern dünyanın kuluçka merkezleridir. Okulların yetiştirdiği modern insan, kolayca manipüle edilebilip yönlendirilebilen insandır. Bilgi edindikçe kendisinin hakikate daha fazla yaklaştığına inanır, hâlbuki yönlendirilmiş bilgi kaynakları vasıtasıyla dizayn edilmiş bir fikri dünyası olduğunun farkında değildir. Gerçek eğitimin temel işlevi ise derin ve kritik düşünmeyi öğretmektir. İyiliğin kazanmasını istiyorsak bu kabiliyeti kazanmış zihinlere ihtiyacımız var.

Eğitim Hakkındaki Bazı Yazılarımız

Eğitim Meselemize Dair Fikirler

Pedagojiye Başlangıç; Yengeç Kitap

Kız öğrencilerin erkek öğrencilerden daha başarılı olması üzerine bir mütalaa

Şu Üniversite Meselesi

Bünyamin Ekmen

Bünyamin Ekmen

Makina mühendisi, müteşebbis. Kelambaz mecrasının imtiyaz sahibi.

Okumayı ve paylaşmayı sever. Burada olmaktan dolayı çok mutlu.

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!