Kelâmbaz

Kanuni Devrinde Sosyal Hayatımızdan Kesitler – Busbecq’in Anlattıkları

18’inci asrın Fransız 17’nci asrın Felemenk (Hollanda) asrı olarak isimlendirildiği gibi 16’ncı yüzyıl da tarihe Türk asrı olarak geçmiştir. Karadeniz’i bir iç deniz -mare nostrum- haline getiren Osmanlılar bu çağda, Adriyatik Denizi’nden Atlas Okyanusu ve Hint Limanlarına kadar en kudretli devresini yaşadı. Osmanlıların karşısındaki en büyük güç ise Mukaddes Roma Cermen İmparatorluğu ismiyle maruf Habsburg Avusturya’sı idi.

Macaristan’ı ele geçiren Osmanlılar, Avrupa’daki krallıkların yarısını tacında birleştirmiş Habsburglar ile hasım ve komşu haline geldi. Bu makalemizin neşet ettiği mektuplar bu görkemli Avusturya Arşidükalığına hükmetmekte olan Ferdinand’ın, Kanuni Sultan Süleyman’a barış ümidiyle gönderdiği bir elçiye ait. 1555-60 senelerine tarihlenen mektupla Ogier Ghiselin de Busbecq tarafından samimi bir üslupta yazılmış.

Basın, gazete ve haberleşme imkanlarının mahdut (kısıtlı) olduğu, medeniyetler arası empati ve müsamahanın (hoşgörü) neredeyse olmadığı dönemde, Busbecq’in Osmanlılar hakkında kah hayran, kah alaycı, kah dehşet içinde aktardığı intibaları oldukça canlı..

19. yüzyıl öncesi Türk hayatına dair, elimizde fevkalade az sayıda hatırat vardır. Bunun bir sebebi Türk-İslam kültüründe kendinden bahsetmenin kibir ve büyüklük olarak addedilmesi, ikincisi ise sözlü kültürün oldukça güçlü olması olarak gösterilir. Aynı zamanda sıradan bir Osmanlı’nın o günlerde, günlük hayata dair hatırat kaleme alması mantık dışı olması hasebiyle, memleketimizi gezen seyyah ve sefirlerin yorumları büyük bir kıymeti haiz. Öte yandan bu hatıraları okumanın bazı handikapları da var ki bunlar hatıratı kaleme alan kişinin muhayyilesindeki ön yargıları, genellemeleri, akıcı bir anlatım için abartma isteğini, yanlış anlaşılmaları ve tercüme hatalarını barındırabilmesidir.

Türkler Hanları’nda Misafirperverlik

Busbecq Viyana’dan İstanbul’a ve doğuda seferde olan Sultan’a ulaşana kadar binlerce kilometre sürecek seyahati esnasında kah kamp kurup çadırında kalmakta, kah kasaba ve şehirlerdeki hanlarda konaklamaktadır. Zengin ve hayırsever Osmanlı idarecilerin yaptırıp gelir tahsis ettiği hanların Avusturya Elçisi’ni nasıl büyülediğine bakalım:

“Bazan da bir Türk hanında kaldım. Bunlar çok geniş ve ayrı ayrı yatak odaları olan gösterişli yapılar. Hristiyan, Yahudi, fakir, zengin hiç kimse buradan geri çevrilmiyor, kapısı herkese açık. Paşalar ve sancakbeyleri dahi yolculukları esnasında buraları kullanıyorlarmış. Türk hanlarında her zaman bir saltanat sarayındaymışım gibi misafirperverlikle karşılandım. Bu hanlarda konaklayanlara yemek verilmesi adettir. Yemek zamanı bir hizmetkar masa kadar kocaman bir tepsi ile çıkagelir. Tepsinin ortası bir tabak etli bulgur, etrafında ekmekler ile bazan de bir petek bal olur”

Türk Ezanı’nın Hoş Sadası

Bugünün mekanik tırmalayıcı sesi ile şikayet ve serzenişlere konu olan hoparlörden okunan ezanı değil, hem kulağa hem gönüllere seslenen halis ezanı ise elçi şu ifadeler ile anlatıyor: “Camilerde hizmet eden ve su saati kullanan talisman dedikleri bir sınıf adamlar var. Bunlar şafak vaktinin yaklaştığını su saatine göre anladıkları zaman bu iş için yapılmış yüksek bir kuleden haykırmaya başlayarak herkesi duaya(namaza) çağırıyorlardı. Bunu günde beş kere yapıyorlar. Hafifçe titreyen yüksek ve hoş bir seda ile yaptıkları bu çağrı tahmin edilemeyecek kadar uzaklara ulaşabiliyor. “

“… Türklerin imaret dedikleri hanlarda kalırken duvarlardaki çatlaklara sokulmuş kağıt parçaları sık sık dikkatimi çekti. Bunların ne olduğunu merak ettiğimden çekip çıkardım. Fırsat bulduğumda Türk dostlarıma üzerinde ne yazılı olduğunu sordum ve böyle muhafaza edilmeyi gerektirecek hiçbir şeyin yazılı olmadığını öğrendim. Bundan dolayı merakım daha da arttı. Aynı şeye sık sık başka yerlerde de rastladım. Sorduğum zaman Türkler cevap vermekten kaçındılar. Ya bana inanmayacağımı sandıkları bir şeyi söylemeye utandılar yada yabancı bir dinden olana böyle bir sırrı açıklamak istemediler. Sonraları Türklerle yakınlaştıkça dostlarımdan öğrendim ki üzerine yaradanın ismi yazılabildiği için kağıda çok saygı duyarlarmış. Bu sebeple kağıt parçalarının yerlerde sürünmesini istemezler, bulduklarında çiğnenmesin diye derhal alıp bir deliğe sokarlarmış.”

Elçiyi Hayran Bırakan Türk Giysileri ve Disiplin

Busbecq’in Türklerin giyim kuşamına ve ordugahtaki düzen ve intizama dair izlenimleri de oldukça ilginçtir: “Şimdi gelin benimle ve başlarındaki kumaşın kat kat dolandığı kar beyaz sarıklar olan şu muazzam kalabalığa bakın. Rengarenk kıyafetler, her tarafta altın, gümüş, mor renklerin, ipek ve atlas kumaşların pırıltısı. Bunları teferruatıyla tarife kalkmak hem çok uzun sürer hem de kelimeler yetersiz kalır. Bugüne kadar gözlerime böyle güzel bir manzara sunulmamıştı. Bütün bu ihtişamın içinde yine de büyük bir sadelik ve tasarruf göze çarpıyor. Makamı ne olursa olsun herkesin kıyafeti aynı biçimde. Bizdeki gibi pahalı ve üç günde eskiyen kenar şeritleri ve lüzumsuz süslemeler yok.

Bizler onların giyim tarzına nasıl şaşıyorsak, bizim kıyafetlerimiz de Türkleri hayrete düşürüyordu. Ayak bileğine kadar inen kaftanlar giyiyorlar. Bunlar kişiyi daha heybetli göstermekle kalmıyor, endamını da arttırıyor. Öte yandan bizim elbiselerimiz o kadar kısa ve dar ki vücudun saklı kalması daha uygun olacak hatlarını ortaya çıkarıyor. Giyene yaraşması şöyle dursun şu yada bu sebeple insanın boyunu kısaltıp bodur gösteriyor. 

O büyük kalabalığın bilhassa takdire değer bulduğun husus sessizlik ve disiplindi. Genellikle her türlü kalabalığın oluşturduğu izdihamda meydana gelen gürültü ve uğultudan eser yoktu. Herkes kendine ayrılan yerde, çıt çıkarmadan duruyordu. Subaylar yani generaller, albaylar, yüzbaşılar ve teğmenler -Türkler bunların hepsine ağa ünvanı verir- oturmuşlardı, askerler ise ayaktaydı. En dikkati çekenler ise uzun bir saf halinde diğerlerinden ayrı bir tarafta duran birkaç bin yeniçeriydi. Benden biraz uzaktılar. Öyle hareketsizdiler ki, onları adet üzere selamlamam söylendiği zaman başlarını eğerek bana karşılık verene kadar canlı mı yoksa heykel mi olduklarında bir an tereddüt etmiştim.”

Muntazam Ziyafet

Busbecq’in hayran olduğu uygulamalardan birisi de İran elçisine verilen ziyafet esnasındaki servistir: “Paşalar sofrayı gölgeleyen bir tentenin altında yaslanmış oturuyorlardı. Hepsi de aynı kılıkta giyinmiş yüz kadar genç, yemeği anlatacağım usulde sofraya getirdiler. 

Önce misafirlerin uzanmış olarak oturdukları sofraya doğru aralarında aynı mesafeyi muhafaza ederek ilerlediler. Selam vermelerine mani olmasın diye boş olan ellerini dizlerinin yerine koyup başlarını eğerek selam verdiler. Sonra da mutfağa en yakın duranı sahanları alarak yanındakine, o üçüncüye, üçüncü dördüncüye geçirdi. Yemek böylece sofraya en yakın olana ulaşıyor ve baş kethüda sahanları onun elinden alarak sofraya koyuyordu. Yüz veya daha çok sahan bu usulle ve herhangi bir karışıklığa meydan verilmeden sözün gelişi akıp durdu. Bu iş bittikten sonra hizmet edenler, misafirleri tekrar selamladılar ve aynı düzende, ancak son gelenler bu defa en başta , ilk gelenler en sonda olmak üzere çekildiler. Diğer yemekler de sofraya bu usulde getirildi. Türkler anlık işlerde dahi intizama dikkat ederler. Biz ise en mühim konularda bile bunu ihmal ederiz.”

Busbecq çeşitli vesilelerle Türklerdeki şefkat ve hayvan sevgisini anlatmaktan geri durmuyor: “Kapadokya’ya yaptığım yolculukta köylülerin taylara küçükken ne kadar sevgi ve ihtimam gösterdiklerine dikkat ettim. Onları okşayıp severek evlerine hatta neredeyse sofralarına bile alıp adeta çocuklarından ayırt etmiyorlar. Tayların boyunlarında kem göze karşı bir çeşit tasma gibi taşıdıkları sıra sıra nazarlıklar var. Nazardan çok korkuyorlar. Onlara bakan seyisler de aynı şekilde müşfik davranıyorlar. Tayların sevgisini onları okşayarak – çok mecbur kalmadıkça sopaya başvurmadan – kazanıyorlar. Neticede atlar Türklere büyük sevgi duyuyor. Bundan dolayi çifte atan, ısıran bir ata rastlamazsınız, saldırgan atlar ise yok denecek kadar azdır. Aman Tanrım, bizim usullerimiz ne kadar da farklı! Ahırlarımızda görevli adamlar atlara bağırmazlar ve böğürlerine vurmazlarsa tesirli olamayacaklarını sanırlar. Sonuçta hayvanlar korkuyla titrer ve seyisler ne zaman ahıra girse onlardan ürküp nefret ederler.”

Türklerin Hayvan Sevgisi

“Türklerin hayvanlara olan düşkünlüğünden biraz daha bahsetmek istiyorum. Köpeği pis bir hayvan gördüklerinden evlerine sokmazlar. Buna mukabil onun yerini kedi almıştır. Kediyi çok daha ahlaklı, doğuştan mütevazı ve terbiyeli bir hayvan bilirler. Böyle düşünmelerine örnek olarak ise peygamberlerinin kedi sevgisini gösterirler. 

Köpekler ise umuma aittir ve sahipleri yoktur. Herhangi bir belirli evi değil mahalleyi beklerler. Türkler evdeki artıklar dışında özellikle yavrulamış köpek var ise bunlara kemik ve ekmek taşırlar. Bunu sevap sayarlar. Yaradanın hayvanlara insiyaki istekleri ve beslenme arzuları dışında bir şey bağışlamadığını, dolayısıyla onların insanların şefkat ve yardımına muhtaç olduğunu düşünürler. Türklerin en çok hiddetlendiği şey, hayvanlara eziyet edilerek öldürülmesi veya çektiği acıdan zevk alınmasıdır. 

Buna örnek olarak bir Venedikli kuyumcunun başına gelenleri anlatabilirim. Bu adam kuş tutmaya meraklıydı. Yakaladıkları arasında guguk kuşu büyüklüğünde bir kuş vardır. Kuşun gagası küçük olmakla beraber gırtlağı çok büyük ve genişmiş. Ağzını açmaya zorlandığı zaman içine bir insan yumruğu sığabilirmiş. Kuyumcu şakacı bir adamdı. Kuşun bu garipliğine şaştığı için onu evinin giriş kapısı üstüne kanatları iki yana açık olarak bağlamış, ağzını açık tutmak için çenesinin ortasına bir tahta parçası yerleştirmiş. Sokaktan geçen Türkler durup başlarını kaldırarak kuşa bakıyorlarmış. Onun canlı olduğunu ve kımıldadığını görünce haline acıyıp bu kuşa böyle azap vermenin suç olduğunu söylemişler Kuyumcuyu ensesinden tutarak ağır suçlara bakan kadı’nın huzuruna çıkarmışlar.”

Rüstem Paşa’nın Busbecq’e En Büyük İyilik Teklifi

Busbecq’in kayda değer bulup not aldığı bir mesele de kendisine bizzat sadrazam Rüstem Paşa tarafından yapılan tekliftir: “Aradan bir kaç gün geçtikten sonra Rüstem’le bir takım genel konular üzerine konuşurken bana dostça muamele etmeye başladı. Sonunda niçin onların dinini kabul ederek gerçek Tanrı’ya ibadete katılmadığımı sordu. Böyle yaptığım takdirde Süleyman’dan büyük iltifat göreceğimi de ilave etti. Kendisine cevap olarak doğduğum dine bağlı kalmaya kesinlikle kararlı olduğumu söyledim. Rüstem “Pekala öyle olsun, ama ruhunuz ne olacak?” diye sordu. “Ruhum için de ümidim büyüktür. dedim. “Pekala öyle olsun” dedi. Türkler iyi düşünceler besledikleri bir Hıristiyan’a bir defa böyle bir teklifte bulunurlar. Bunu dini bir görev addederek böylece ebedi azaba mahkum birini, eğer imkan varsa, bundan kurtaracaklarını ümid ederler. Bu teklifin yapabilecekleri en büyük iyilik olduğuna inanırlar.”

Üç Aylarda Bir Sofra Daveti

Son olarak Busbecq’in şahit olduğu Ramazan öncesinde verilen geleneksel bir ziyafetten bahsederek, yazımızı noktalayalım: “Bizim Büyük Perhiz’in karşılığı olan Ramazan orucu başlamadan birkaç gün önce paşaların istisnasız herkese açık bir akşam yemeği vermesi adettir. Buna neredeyse bütün komşular, ahbaplar, dostlar katılır. Bir halının üzerine deriden yapılmış dikdörtgen bir örtü serilir. Üstü de sahınlarla doldurulup kalabalık misafirlere yer açılır. Paşa sofranın başında oturur. İleri gelenler de onun etrafında. Sonra da alt rütbeden diğer misafirler uzun bir sıra haline gelerek sofrayı hiç yer kalmayana kadar doldururlar. Birçoğu da arkada ayakta durur (zira sofra hepsini birden aynı zamanda almaz).

Busbecq’in Türk Mektupları – wikicommons

Oturanlar açlıklarını bastırınca (bu pek uzun sürmez çünkü itidalle ve konuşmadan yerler) yemeği şeker veya balla tatlandırılmış sudan içerek bitirip ev sahibini selamlayarak giderler. Onlardan boşalan yerlere ayakta bekleyen misafirler geçer, sonra bunların da yerlerini başkaları alır. Böylece aynı sofrada pek çok misafire yemek verilmiş olur. Bu arada hizmetkarlar gelip giderek tabakları sahanları toplar, yıkar ve temizlerini getirirler.”

[Türk Mektupları – Kanuni Döneminde Avrupalı Bir Elçinin Gözlemleri – Ogiler Ghislain De Busbecq – TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI]

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!