Kelâmbaz

Netflix gözünden; Osmanlı’nın küçük fethi, Bizansın büyük müdafaası Rise of Empires: Ottoman İncelemesi

Netflix “Rise of Empires” üst başlığı altında bir docudrama (dizi-belgesel) yayınladı. Merakla beklenen serinin Emre Şahin tarafından yazılıp, yönetilen ilk sezonu, Osmanlı’nın imparatorluğa geçiş safhası olan İstanbul’un fethi ve Fatih Sultan Mehmet’in hayatını işliyor.

Dizi, Osman’ın ağaç metaforlu müjdeli rüyasında Konstantiniyye’yi işaret eden cümlelerle başlıyor:

“That city, placed at the junction of two seas and two continents, seemed like a diamond set between two sapphires and two emeralds, to form the most precious stone in a ring of universal empire. Osman thought that he was in the act of placing that visional ring on his finger, when he awoke.” (-Osman’s Dream of Constantinople, 1280-)

Türkçesi; “…İki denizin ve iki kıtanın kesiştiği yerde bulunan bu şehir, iki safir ve iki zümrüt arasında bir elmas gibiydi. Cihanşümul imparatorluk çemberinin de en değerli taşıydı. Osman, uyandığında o gördüğü yüzüğü parmağına yerleştirdiğini düşündü… ”

Osman Gazi bu rüyayı hocası Şeyh Edebali’ye misafirken görür. Rüyada onun ve Şeyh Edebali’nin göğsünden çıkan yarım ay, gökte birleşerek dolunay olur. Tekrar göğsüne girer ve ardından Osman Gazi’nin kalbinden bir çınar ağacı çıkarak dünyayı kaplar. Bu çınarın altında denizleri, ırmakları, köy ve şehirlerde insanları adalet ve refah içinde görür.

Rüyasını anlattığında, Şeyh Edebali rüyayı “Yüce Allah sana ve nesline padişahlık verdi, kutlu olsun. Ayrıca benim kızım da senin eşin olacak” diye tabir etmiştir. İşte Konstantiniyye’nin fethine de bu rüyada işaret ediliyordu.

Kısa savaş sahnelerinin ardından surları seyreden Sultan Mehmet’in “Konstantiniyye… Ya ben seni fethedeceğim ya sen beni.” sözlerini duyuyoruz. İmparator Constantin surlarda görünüyor. Sultan Mehmet’le bakışırlarken ise babası karşısında beliriyor. Ardından kılıcıyla gelen Constantin tam Sultan Murad’ı öldürürken Mehmet yatağından fırlayarak uyanıyor. Bu açılış sahnesiyle fethin en şiddetli ve sıkıntılı anlarındaki psikoloji Sultan Mehmed’in rüyasıyla aktarılıyor. Çadırından çıktığında ise karşımızda yanan, topa tutulan surlar ve savaşan askerleri görürüz.

Dizi de yer verilen her iki rüya da hakikati yansıtıyor. Sultan Osman idealist bir padişahtı. Osmanoğulları bu idealleri kızıl elma adıyla sembolleştirdiler. 4.bölümün açılış sahnesinde de bu kızıl elma metaforu işleniyor.

The scene in which the Red Apple metaphor is introduced in the series.

 Ne güzel komutan!

Tahta geçenler hep bu hedefler istikametinde hareket etti. İstanbul’un fethi de bunların en önemlilerinden biriydi. Çünkü dizide tarihçi Michael Talbot’un dilinden nakledilen peygamber efendimizin sözleri şöyleydi:

“Le Tufte Hannel Kostantiniyye; Surely you, the Islamic nation, will conquer Constantinople.” Konstantiniyye elbet fetholunacaktır.

Fele ni’mel emiru emiruha; And how wonderful will its commander be, the commander of that nation.” Onu fetheden emir, komutan ne büyük komutan.

“Vele ni’mel ceyş, zâlikel ceyş; And how amazing, how wonderful will the army be, the army of that nation.” Onu fetheden asker ne güzel asker.

Sultan 2. Mehmed’in ve ordusunun bütün motivasyonu bu müjdeden kaynaklanıyordu.

Netflix bu dizi-belgeseli usta bir başlıkla sundu. Başlık “Bundan sonra diğer padişahlarla mı devam edecek yoksa başka imparatorluklara geçiş mi yapılacak?” sorusunu akla getiriyor. Yönetmen Filmloverss’daki röportajında önümüzdeki sezonların konusunun ilgiye göre şekilleneceğini söylüyor.

Tüm iyi-kötü yönleriyle, dizi Türk seyircisini ikiye böldü. Bir taraf Osmanlı aleyhtarı bir yapım olarak değerlendirdi. Tarihi yanlışların kasıtlı ve kötü niyetli yapıldığı şeklinde yorumladı. Diğer taraf Türk film sektöründe tarih konulu yapımların azlığını göz önüne alarak, hem global bir proje olması hem de tarihe olan ilgiyi artırması sebebiyle takdir edilmesi gerektiğini savundu.

Ben de bu ikinci gruptayım. Çünkü Türk tarihine dair yeterince proje yok. Çok daha iyilerinin çıkması için ilk olarak birilerinin iyi kötü adımlar atması lazım. Diziyi izlerken pek çok sahnede durup notlar aldım. Ardından hem o yılları yaşayan Dukas gibi Bizanslı tarihçilerden hem de yine bizzat fethe katılan, Tursun Bey gibi Türk tarihçilerinden okumalar yaptım. Okumaları derinleştirince görülüyor ki dizide Dukas kroniğine göre bir hikâye evreni oluşturulmuş.

Kısaca, takdir edilesi yönleri olduğu kadar, tarihi bilgiler ışığında ciddi eksikleri de bulunuyor. Reyting ve mesaj verme kaygısı sebebiyle hatalara düşülmüş. Bunun yanında bu dizi-belgeselin Türk seyircisine göre değil de Netflix’in Avrupa-Amerika pazarının ağırlıklı olduğu global izleyici kitlesine göre hazırlandığını unutmayalım.

Constantin’in yanlışı!

İlk bölüm fethe karar verilmesi ve hazırlıkların başlatılmasını içeriyor. İmparator Constantin tarihi bir hata yaparak ve sultanın amcası Orhan için ödenen verginin artırılmasını istiyor. Bu tehdit sert şekilde reddedilerek savaş için meşru kapıyı açıyor. Dizide bu elçilerin başı kesilerek gösterilmiş. Ki böyle bir şey ne Bizans ve batı ne Türk tarihlerinde yazar. Elçiler öldürülmediği gibi Osmanlı tarihi boyunca da görülmemiştir. Bu İslam savaş hukukuna aykırıdır.

Gelen red cevabı üzerine Katolik yardımı isteyen imparatora karşı Büyük Duka Lukas Notaras’ın meşhur sözünü duyarız “İstanbulda Katolik külahı görmektense Türk sarığı görmeyi tercih ederim.” Bu sözün sebebi ise 1204’deki Katolik Latin istilasıdır. Notaras’ın dilinden bu istila da diyalog şeklinde hatırlatılabilirdi.

Dizide Çandarlı fethe karşı çıkıyor ve Lukas Notaras’la görüşüyor. İki tarafın hainleri bu isimlerle kurgulanmış. Bunu öğrenen sultanı, Mara Hatun sakinleştiriyor. Halbuki Mara 1451’de Sırbistan’a gönderilmişti. Ne Çandarlı Lukas’la görüşen bir haindir ne de Mara padişah üzerinde bu kadar etkilidir. Bu kurguda hiçbir tarihi bilgi olmadığı gibi kronolojiye de aykırı.

Mühendis padişahın topları nerede?

Sultan’ın Boğazkesen adını verdiği Rumelihisarı’nın yapılışı gösteriliyor. Fakat burada 4.5 ay gibi kısa bir sürede nasıl müthiş bir mühendislik becerisi sergilendiği yeterince ifade edilmiyor.

1452-53 kışı Edirne’de yoğun bir hazırlık zamanıdır. Dünya tarihinde inkılap yapacak silah projeleri hayata geçirilir. Burayla alakalı karşımıza topçu Urban çıkarılıyor. Urban padişaha proje sunuyor gibi gösteriliyor. Halbuki tam tersidir. Sultanın bizzat kendi tasarladığı toplar vardır. Mimar Muslihiddin ve Saruca Paşa gibi mühendislerle ortak projeler çizmişlerdir.

Yalnızca en büyük topu Urban yapacaktır. Diğer bütün toplarıysa Osmanlı mühendisleri dökmüştür. Urban’ın döktüğü top infilak ederken Osmanlı topçuları surlardan gedik açacaktır. Muslihiddin ve Sarıca Paşalar gibi mühendis karakterlerin gösterilmemesi büyük eksiklik.

Yine dünya harp tarihinde ilk defa kullanılan havan topları, Sultan Mehmed’in kendi tasarımıdır. Sultanın tasarladığını bildiğimiz tekerlekli büyük kuleleri dizide görüyoruz. Ancak bunlar hiç kullanılmayıp birer dekordan ibaret. Bütün bunlardan ve savaş esnasındaki pek çok hayret verici stratejilerden padişahın büyük bir mühendislik kafasına sahip olduğu anlaşılıyor. Ancak dizi ilk bölümlerde bunu yeterince gösteremiyor. Karşımızda sadece hırslı bir şahıs var.

Hocasız şehzade olur mu?

Fatih Sultan Mehmed’in dehası aldığı iyi eğitimden ileri gelir. İkinci bölümde saldırı başlıyor. Urban’ın döktüğü şahi topu çatlıyor. Padişah hırsla infilak etme riski yüksek olan topun ateşlenmesi emrini veriyor. Urban uzaklaşması için uyardığı halde onu tersliyor ve top infilak ediyor. Bu infilak hadisesi doğru, Urban burada ölüyor. Ancak padişahın yaralanması diye bir şey yok. Bu flashbackler için yapılan bir kurgu.

İkinci bölümde Şehzade Mehmed’i görüyoruz. Çocukluğuna dair sahnelerde çok bariz eksikler var. Evvela annesinden ayrı ve uzakta yaşaması, annesinin bir yabancı olduğu, dahası Mara Brankoviç tarafından büyütüldüğü algısı fevkalade yanlış. Zira Sultan Mehmed’in annesi 1449’da vefat ediyor. Sancak beyi olduğunda da hep yanında. Çünkü sancak sisteminde şehzadeler annelerinin gözetiminde eğitilir.

Şehzadenin eğitimiyle alakalı sahnelerde kırbaçlanması ve bunu Çandarlı’nın yapması yine kurgudan ibaret. Çünkü Çandarlı o dönemde baş vezirdi. Devlet vazifelileri şehzade eğitiminde bulunmaz. Manisa’daki şehzadeye Edirne’de, padişahın yanında olması gereken baş vezir niye ders versin? Kırbaçlanmasıysa çok abartılı ajitasyon.

Padişahın pek söz dinlemediği ve hiperaktif bir karakteri olduğu biliniyor. Ancak kollarından tutularak kırbaç vurulması şehzade eğitiminde uygulandığı duyulmuş bir şey değil. Yine ilk padişahlık döneminde yeniçeri ağasının Padişahın üstüne dövecekmiş gibi yürümesi ve Çandarlı’nın bunu tutmasıysa Osmanlı tarihinde tasavvur edilebilecek bir şey değil.

İşin tuhafı dizi boyunca Sultan Mehmed’in hocalarına, o devrin ilim adamlarına senaryoda hiç yer verilmemiş olması. Şehzadelik eğitimini veren özel hocası Molla Gürani yok. Akşemseddin hazretleri gibi meşhur bir karakter yine yok edilmiş. Savaşın en sallantıda olduğu günlerde padişahı teşvik eden hocası Akşemseddin’dir.

Fatih hakkında pek çok olumsuz görüşleri olan Franz Babinger bile, “Şeyhler ve dervişler ordugâhı gezip, askerleri kâfirlerin başkentinin surlarına İslam sancakları dikmeye teşvik ediyor, Peygamber’in ve onun yakın dostu, Araplar’ın 672’deki Konstantiniyye kuşatması sırasında şehir kapıları önünde ölmüş olan Ebu Eyyub’un adını ağızlarından düşürmüyordu” diyerek savaşta alimlerin etkisini ifade etmiştir. Dizi’de ordunun bu hali, psikolojisi hiç gösterilmiyor.

Kim bu Mara Hatun?

Netflix kitlesinin dikkatini çekmek için Mara Hatun seçilerek kurgulanmış. İlk bölümde Sultan Murad’ın ölümüyle Mehmed’in tahta geçişini görüyoruz. Hasta yatağındaki Sultan Murad’ın yanında sadece Mara Brankovic var. Kalkıp devlet adamlarına karşı kapıyı kapatıyor. Şehzade Mehmed kırbaçlandıktan sonra intikam yemin ederken Mara Hatun teselli ediyor. Şehzade Edirne’ye geldiğinde yine Mara tahtı göstererek “artık senin” diyor.

Her bölümde onu görüyoruz. Kehanetler ona anlattırılıyor. Fethin duraksadığı, sallantıda kaldığı dönemde de Akşemseddin’in yerine yine o konulmuş. Sırbistan’dan getirilerek Sultanı teşvik eden kişi olarak Mara gösteriliyor.

Tuba Büyüküstün as Mara hatun in the series.

Mara Hatun sarayda Sultan Murad’ın son anlarında yanında duracak en son kişidir. Zaten o esnada Edirne sarayında olduğu da meçhul. Sultan Murad siyasi sebeplerle Mara’yla evlenmişti. Geldiğinde düğün bile yapılmasını istemeyerek onu Bursa’ya sevketti. Vefatında da yanında başka hanımları ve kızları bulunuyordu.

Sultan Mehmed’le Mara Hatun arasında da hiçbir zaman dizideki gibi bir münasebet olmadı. Tahta çıkar çıkmaz onu Sırp despotluğuna göndermiş ve kendisinden de fetihten sonra birkaç defa ailevi bağlarından yararlanmıştı. Ona hürmetkar ifadeler kullanması padişahtaki İslam ahlak ve edebinin bir gereğidir.

Konstantin mi Justinyani mi?

Paralı asker Justinyani ve adamları fetihte çok başarılı bir savunma gösterdiler. Bunda tarihçiler ittifak halinde. Hatta eğer savaştan kaçmayıp imparator gibi dövüşerek ölseydi tarihte daha iyi anılacaktı.

Dizinin ilk bölümlerinde Justinyani’nin huruç harekatlarından bahsediliyor. Dışarı çıkıp çıkıp binlerce yeniçeriyi doğruyor. Bariz yanlışların birincisi Justinyani sipahilerle mücadele etmiştir. Savaşta çoğunluğu sipahiler oluşturur. Sipahiler, süvari ve yayalardan oluşan en kalabalık ana ordudur. Yeniçeriler azınlıktır. Ancak dizide Osmanlı ordusu olarak hep Yeniçerileri görüyoruz. İkincisi Justinyani surların dışına bir defa çıkmıştır.

Burada da yeniçerilerin yakın dövüş ustası olmadığı söyleniyor. Bu fevkalade yanlış. Yeniçeriler hem yakın hem de uzak dövüş eğitimi alan profesyonel askerleridir. Ordunun da azınlık grubudur. Her silahı kullanmada ustadırlar. İçlerinde Solaklar denilen iki eliyle de nişan alabilen okçular da vardır. Yeniçeri silahları da çoğunlukla pala ve yatağan gibi yakın dövüş silahlarıdır. Ancak ordunun ön saflarına geçip saldırmazlar. Padişahın ve sarayın hususi askerleridir.

Dizide Justinyani gereksizce İmparator Konstantin’in önüne geçirilmiş. Halbuki imparator kahramanca savaşarak ölmüş, Justinyani de korkarak, yaralı şekilde kaçmıştır.

Dizide kulelerin de kullanıldığı hareketli bir surlara tırmanma sahnesinin olmayışı büyük eksikliktir. Hep yakın planda çekilen, meydanda yapılmış çarpışma sahneleri birkaç bölüm sonra sıkıcı hale geldi.

Nasıl görsünler?

Beşinci bölümde fethe dair kehanetlere geniş yer veriliyor. Açıkçası efsaneler fetihle alakalı çok iyi kullanılabilecek bilgilerin üstünü örtüyor. Bu kısımda anlatılanlar tamamen birbirine karıştırılmış. Rumların efsaneleriyle Türklerinki bambaşkadır.

Hikâye kurgulanırken daha başka teknik şeyler de ihmal edilmiş. Mesela birden Ayasofya’nın üzerinde Meryem Ana’yı temsil eden bir ışık beliriyor ve şehri terkediyor. Bunu hem halk hem de Osmanlı ordusu padişahla birlikte seyrediyor. Arada dev surların ve İstanbul’un olduğu mevkiden Osmanlı askerlerinin bunu görülebilmesi mümkün değil. Bu kehanetler danışmanların verdiği realist bilgileri ucuzlaştırmış.

Dizide iki tarafında kendine has böyle harikulade rivayetleri gösterilse neyse. Ama sadece Bizans kehanetleri gösterilip Osmanlıları da buna dahil etmek hiç olmayacak bir yorum.

“Allah onları koruyordu artık bizim yanımızda” mesajı veren bir sahne ve Osmanlılar da buna seviniyor. Halbuki Akşemseddin hazretleri başta olmak üzere pek çok alim ve veli o ordunun içindeydi. Keşif ve kerametleriyle askere moral vermişlerdi. Bunları göremiyoruz.

Tarihçilerin rolü

2. Murad ve 2. Mehmet Devri devri Osmanlı tarihçiliği için de dönüm noktalarından biridir. Çünkü elimizdeki en eski tarih yazarları bu dönemde yaşamıştır. Hepsi 2.Murad öncesine kadar genel ve kısa bilgiler verirken kendi yaşadıkları dönemi detaylıca anlatırlar.

Sultan 2.Murad ve 2.Mehmed döneminde yaşayan müverrihlerden biri, İstanbul’un fethinde Rum tarafında bulunan Dukas’tır. 1400-1470 yılları arasında yaşayan Dukas, fetih esnasında İmparator Konstantin’in emrinde vazifeliydi. Kitabında Osmanlılara normal olarak düşmanca bir tavırla yazdığı bilgiler yer almaktadır. Rise of Empires Ottoman’nın kurgusuna baktığımızda da işte bu Dukas kroniğinin temel alındığını görüyoruz.

Türk danışmanlardan Celal Şengör’ün olması şaşırtıcıydı. Sahasının jeoloji olması sebebiyle çok eleştirildi. Ancak Fatih’e olan hayranlığıyla hep olumlu yorumlar yapmıştı. Yine Türk akademisyen Emrah Safa Gürkan’ı da eleştirenler oldu.

Ayrıca Türkiye’de akademisyen tarihçilerin kaç tanesi bir yabancı docudramada takılmadan konuşacak kadar İngilizce bilmektedir? Türkiye’de çoğu akademisyen yabancı dil sınavlarından ittirmeyle geçer not alıyor. Hal böyleyken ve dizideki Türk akademisyenler Osmanlı aleyhinde hiç konuşmamışlarken onlara sadece teşekkür edilir.

Son olarak şunu da unutmamak gerekir ki docudramalarda önce dizi senaryosu yazılır ve oynanır. Danışmanlara bu sahnelerde gösterilen meselelere dair sual listeleriyle gidilerek çekimler yapılır. Sonra o danışmanın konuşmaları senaryoyla zıtlaşmayacak şekilde kırpılır. Danışmanlar da bunu peşinen bildiği için itiraz etmez.

Nitekim asıl eleştirilecek Safa Gürkan’nın akademik çalışmaları denizcilik tarihi üzerineyken, deniz savaşları kısmında onun çok az konuşturulmasıdır. Yine daha başka kimlerin hangi yorumları tıraşlandı bilmiyoruz. Yabancı danışmanlar arasında en iyi yorumcu Michael Talbot’tu. Diğerleri bilindik batı düşüncesine uygun yorumlar yapmıştı ki bu da gayet normaldi.

İnşallah böyle menfi imaj ve yorumları barındıran projelerin, bizim kaynaklarımızdaki bilgileri de barındıran daha doğru projeler yapılmasına vesile olması temennisiyle…

Not: Bu yazı DailySabah’da yayınlanan “Netflix docudrama reveals great defense of Byzantium, the small conquest of Ottoman Empire” yazısının Türkçesidir.

Ali Tüfekçi

Marmara Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Sosyal ilimlere; tarih, sosyoloji, psikoloji ve İslami ilimlere meraklı.
DailySabah Culture&Arts yazarı. Kelambaz editörü.

1 comment

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

  • Bunların yaptığı diziden ne beklenir ki
    Onlar sadece kendi istediklerini gösterir.Biz bu mecralarda bulunmadıkça hakikati anlatmadıkça bu böyle devam edecektir.

Bizi Takip Et!