Kelâmbaz

Antik Yunan Ve Roma Devrinde Hukuk Tedrisatı

Sokrates, Platon ve Aristoteles gibi filozoflar hukuk tedrisatının sistematikleştiği devirde hukuk tahsilini, iyi bir vatandaş yetiştirmenin bir yolu olarak addetmişlerdir. Bu devirde hukuk tedrisatı içinde yer alan hak, hukuk, adalet gibi mefhumlar ahlak felsefesi çerçevesinde ele alınmıştır. Devlet ve vatandaş ile şahısların kendi aralarındaki hukukî ihtilaflar ise polisin kendi kânunları ile hallolmuştur. Dolayısıyla bütün vatandaşların üzerinde ittifak ettikleri bir hukuk nizâmı teşekkül etmemiştir.

Antik Yunan Devri

Antik Yunan Devri’nde hukukçuluk unvânıyla icrâ edilen müşahhas bir meslek mevzûbahis değildi. Atina’da hitâbet gelişmişti ve bazı devlet adamları birer hatip idiler. Hitâbetin önemli dallarından biri de adlî hitâbet idi ve müdâfilik vazîfesini hatipler îfâ ediyordu.

MÖ V. asırda hukuk tahsili, sofistler tarafından verilmiştir. Sofistler, talebelere te’sirli hitâbet ve münâzara sanatını öğretmişlerdir. Bunun için reaksiyon uyandıran hususlara temas edilmiş, konuşma sanatı (belâgat/retorik) ve üslûp çalışmaları yapılmış, merâmın güzel ifade edilmesi için lüzumlu olan usûller üzerinde durulmuştur. Sofistler, bunun yanında mantık, psikoloji ve sosyokültürel meselelere de temas etmişlerdir. Hülâsa, bu devirde hukuk tedrisatının; tesir uyandıran hitâbet melekesi kesbetme esasına tesânüd ettiğini ve konuşma sanatı (belâgat/retorik) ile felsefe ilmi ağırlıklı olarak verildiğini ifâde edebiliriz.

Sokrates (MÖ 469-399), Platon (MÖ 428-348/47) ve Aristoteles (MÖ 384-322) gibi filozoflar hukuk tedrisatının sistematikleştiği devirde hukuk tahsilini, iyi bir vatandaş yetiştirmenin bir yolu olarak addetmişlerdir. Bu devirde hukuk tedrisatı içinde yer alan hak, hukuk, adalet gibi mefhumlar ahlak felsefesi çerçevesinde ele alınmıştır. Devlet ve vatandaş ile şahısların kendi aralarındaki hukukî ihtilaflar ise polisin (Yunan şehir devletinin) kendi kânunları ile hallolmuştur. Dolayısıyla bütün vatandaşların üzerinde ittifak ettikleri bir hukuk nizâmı teşekkül etmemiştir.

Helenistik devirle, Antik Yunan’da siyasî otonomi yok olmuş ve buna paralel olarak hitâbet, tesirini kaybetmiştir. Bu ahvâl ve şerâit, şehir devletini laçkalaştırmış ve insanları buhrana sürüklemiştir. Mâna arayışı içinde olan Yunanlılara, kendi din ve an’aneleri kifayet etmemiş olacak ki bu devirde bilhassa Doğu’dan gelen mistik ekoller ve felsefi cereyânlar kabul görmüştür. İşte böylesine buhranlı bir devirde, ferdlerin mâruz kaldığı müşkillere cevap verme iddiasında olan Stoa Felsefesi neşvünemâ bulmuştur. Stoa Felsefesi’nin; ferdiyetçi ve aynı zamanda bütün insanlığı da içine alan cihanşümul ahlak anlayışı, enfüsîlik yerine âfakîliği tercih etmesi, aklıselime, diğergâmlığa, münâsib hareket etmeye, mesuliyete ehemmiyet vermesi ve adalete temas eden doğal hukuk teorisi Greklerden Roma’ya tevârüs etmiş ve Roma’nın imparatorluk devrinin hukuk sisteminde mühim rol oynamıştır.

Roma Devri

Hukuk ve adalete nisbet edilen ferdiyetçilik ve cihanşümulluk fikirleri ile beslenen, aklıselim ile doğruyu yanlıştan ayırt edebilen, hikmete inanan, kanunların ahlak ve fazileti gerçekleştirmeye mâtuf olduğunu kabul eden, bütün insanlar için adalet iddiasında olan Stoa Hukuk Teorisi, Roma hukukuna tesîr etmiş olsa bile Batı medeniyetinin fikir babalığını yapan nevzuhûr Roma hukuku, Romalıların hukuk sahasındaki başarıları sayesinde gelişmiştir. Roma devletinin temeli olan bu hukukun inkişâf etmesinde meşhur hukuk okullarının kurulmasının ehemmiyeti büyüktür. Yunan kütüphanelerinin savaş ganîmeti olarak Roma’ya getirilmesinin neticesinde Roma, gerçekçi bir anlayışla inşâ ettiği hukuk okulları sayesinde, hukuk ilmini ortaya koyacak ve idârecilerini yetiştirecektir.

Pontifexlerin (din adamlarının) özel hukuk üzerindeki inhisârını kaybetmesi neticesinde Roma hukukunun bir ilim dalı olarak inkişâf ettiği görülmektedir. Pontifexler; şahıslar arasındaki ihtilâfları ilahî kitaplardan istinbât edilen liber pontificalis dedikleri râhiplik kitaplarında saklanan ve sadece rahiplerin görebildiği birtakım ritüel yazılar ve metotlar ile çözüme kavuşturmayı amaçlıyordu.

Pontifexlerin yerine üst sınıftan patricii ve pleblerden yetişmiş, praetorluk ve konsüllük gibi mevkilere gelmiş kişilerin vazife alması, Roma hukukunun gelişmesinde önemli bir adım oldu. Bunlar, şahıslar arasındaki ticarî ve diğer ihtilaflara bakar ve fikir verirlerdi. Artan sözleşme belgeleri ve bunların tatbik edilmesinin lüzûmu üzerine hukuka olan ihtiyaç arttı. Bu ihtiyaç, Roma hukukunun inkişâf etmesini hızlandırdı. Artık meselelerin tek tek üzerinde durarak vüzûha kavuşturulmasını gerektiren kazuistik bir hukuk sistemi bahis mevzûu idi. Bu meyânda ilk defa hukuk dersi ve hukuk talebesi mefhûmu da böylelikle ortaya çıktı. Hâkimin karar verme safhasında avukatla yaptığı müzâkerelerden başlı başına bir hukuk tâlimi ortaya çıkıyordu.

Roma’daki Hukuk Tedrisatı

Cicero, mahkeme nutuklarının da dâhil olduğu bazı nutukların hazırlanmasında beş safha bulunduğunu anlatmıştır. Buna göre birincisi, delilleri toplama; ikincisi, bu delilleri düzenleme ve önem derecelerine göre tasnif etme; üçüncüsü, üslûb ve tarz belirleyip bunu güzel bir ifade ile süsleme; dördüncüsü bunları hâfızaya yerleştirme, akılda kolayca kalacak şekilde okumak ve onları ezberlemeye hâcet kalmadan akılda tutmak; beşincisi ise konuşmayı asîl ve tesir uyandıracak şekilde yapmaktır.

Evvelemirde; mantık, felsefe, hitâbet sanatı (belâgat/retorik) ve münâzara (cedel) tahsili almış olan bir Roma vatandaşı, iyi bir hatîb ve dolayısıyla avukat olmaya namzed olmakla beraber iyi bir hukukçu olabilmesi için tesirli hitabetinin peşi sıra geniş bir kültürle mücehhez olması ve muhâkeme kâbiliyetine sahip olması gerekiyordu. Bu vasıfları hâiz olan bir hukukçunun meslekî bir formasyon alması, dâva metodu yanında bilhassa medenî hukuk bilgisine vâkıf olması lüzumlu idi. Vatandaşların karşılıklı münâsebetlerinde ortaya çıkan ihtilafları çözmede prensiplerinin, örf ve âdetler üzerine binâ edildiği medenî hukuk iyi şekilde bilinmeli idi. Çünkü kanun bilgisi olmayan bir avukat, herhangi bir problemi çözemezdi. Hükme varabilmek ve karşıdakini iknâ etmek için iyi bir mantık yürütülmeliydi. Hukukçunun amacı, üzerine aldığı dâvada kişinin suçsuzluğunu ispatlamak olduğuna göre hukukçu bunu, mantık metodlarını kullanarak yapabilirdi.

Îcâb ettiği takdirde suçu başkasına atma ve kabullenmiş bir intibâ bırakma, acındırma, dinleyicilerin dikkatini çekebilme, nefret ve sempati uyandırma gibi bazı inceliklere sahip olunması gerekiyordu. O hâlde psikoloji bilmek de oldukça önemliydi. Belki günümüzdeki gibi ayrı bir bilim dalı olmasa da hukukçulara felsefe ve mantık çerçevesinde psikoloji tahsili verilmiş olmalıdır. Daha Platon’un derslerinde (Phaidros isimli eserinde) bile hitâbetin psikolojisine temas edildiğine göre Roma Devri’nde de üzerinde durulmuş olsa gerektir.

Dram sanatından da istifâde ediliyordu. Bazı konuşmalar vezinli oluyor, dinleyici üzerinde edebî bir heyecan ve reaksiyon meydana getiriyordu. Hitâbet sanatında vücud hareketleri (actio), yüz mimikleri, ses hareketleri (vox) ve sesin tonu da önemliydi. O hâlde hukukçu, tiyatro artistleri gibi bu yönden de tâlim görüyordu.

Cicero (MÖ 106-43), mahkeme nutuklarının da dâhil olduğu bazı nutukların hazırlanmasında beş safha bulunduğunu anlatmıştır. Buna göre birincisi, delilleri toplama (inventio); ikincisi bu delilleri düzenleme ve önem derecelerine göre tasnif etme (dispositio); üçüncüsü, üslûb ve tarz belirleyip bunu güzel bir ifade ile süsleme (clocutio); dördüncüsü bunları hâfızaya yerleştirme, akılda kolayca kalacak şekilde okumak ve onları ezberlemeye hâcet kalmadan akılda tutmak (memoria); beşincisi ise konuşmayı asîl ve tesir uyandıracak şekilde yapmak (pronuntiatio).

Hitâbet ve muhâkeme melekesi kesbetmiş ve geniş bir tedrisattan geçen hukukçunun, meslekî olarak kendini inkişâf ettirmesi, bilhassa pratik tatbîkatlarla gerçekleşiyordu. Cicero, meslek hayatı boyunca Rodos ekolünden dostu Servius Sulpicius (MÖ 106-43) ile istişârelerde bulunmuş ve teknik mes’eleleri hukukçu Trebatius (MÖ 84-M.S 4) ile sürekli mütâlaa etmiştir. Bunun gibi misâller hukukçuların tecrûbî olarak yetiştiklerini ve birbirleriyle münâzara metoduyla fikir teâtisinde bulunduklarını göstermektedir. Hukuk kültürüne sahip söz üstâdları, hâkimin önünde davayı yürütürken magistra ve hâkimlerin sorularına verdikleri cevaplar ile aynı zamanda tirocinium fori olarak tesmiye edilen tatbikî bir tâlim de veriyorlardı. Bu üstâdların verdikleri cevapların bizâtihi hukukun ve hukuk tefsirinin gelişmesine yardımcı olduğunu biliyoruz. Bütün bunlardan, Roma hukukçusunun nazarî değil, tatbikî bir hüviyeti olduğunu tekrarlayabiliriz.

Roma’da Okutulan Hukuk Kitapları

Ders kitaplarının başında Institutiones gelmektedir. Bunlar, ius civile praetor hukuku müesseselerini sistematik olarak toplayan, özetleyen, açık ve anlaşılır bir şekilde yazılmış kitaplardı. Muhtevâsında; regulae (kurallar), definitiones (tarifler), sententiae (hükümler) ve opiniones (ictihadlar) barındıran kitaplar okutulurdu. Ayrıca önemli eserleri izah etmek için yazılan şerhler (kommenter) de vardı. Özellikle ius honorarium ve ius civile şerhleri yapılmıştı. Bunlardan başka Digeste tipinde kitaplar da vardı. Bunlar, hukukun tamamını geniş olarak izah eden eserlerdi. Önemli hukuk meselelerini ele alan kazuistik eserler de yine ders kitabı olarak kullanılıyordu. Bunların içinde responsae (cevaplar), quaestiones (meseleler), disputationes (tartışmalar), epistulae (mektuplar) ve belli konuları içine alan monografiler sayılabilir.

Hukuk okullarında okutulan bu ders kitaplarına, emirnâmeler de eklenmişti. Senato ve halk meclislerine de hükümler getiren bu imparatorluk emirnâmeleri içinde edictumlar (beyannâmeler), mandatumlar (tâlimatlar), decretumlar (kararlar), rescriptum (cevap şeklinde görüşler) ve epistulae (mektuplar) vardı. Hukuk ilmini geliştirmek amacıyla emirnâmeler, konuya ve kronolojik sıraya göre toplandı. Bunlar kodeks hâline getirilerek MS III. asır sonu ve IV. asır başlarında neşredilmeye başlandı. Codex Gregorianus bunlardan biriydi.

Roma Hukukunun Diğer Husûsiyetleri

Roma hukukunun mekteplerde bugün dahî okutulacak bir merhâleyi ihrâz etmesinde, Yunan bilim ve felsefesinin diyalektik metodunun tesiri vardır. Bilhassa felsefe, retorik ve gramer sahalarında Roma hukuku, Yunan felsefesinden istifade ederek terminoloji ve tariflere dayanan, tasnifler ve müstakil kısımlar ile prensipler getiren bir sistem hâline henüz MÖ I. asır sonunda gelmeye başlamıştı.

İmparatorluk devrinde, özellikle Principatuslar zamanında hukuk ilmi çok gelişmiştir. Bunun sebebi, Cumhuriyet’in son devrinde hukuk ilminin temellerinin atılmış olması idi. Cumhuriyet Devri’nde halk meclisi tarafından çıkartılan kanunlar, imparatorluk devri ile senato tarafından çıkartılmaya başlandı. İmparatorların kanun koyma salâhiyeti vardı. İmparator Augustus (MÖ 27-MS 14) ileri gelen hukukçulara ius publice respondendi yani imparator adına cevap verme salâhiyetini vererek onlara resmî bir otorite kazandırmış ve hukuku yüceltmişti. Bu salâhiyeti hâiz olan belli başlı hukukçuların, hukuk alanında kendilerine mürâcaat edenlere imparator adına verdikleri cevapların toplandığı responsa prudentium özellikle II. asırdan itibaren -verilen kararların müşterek olması hâlinde- mahkemeler ve hâkim üzerinde tesirli oluyordu. Bunlar, İmparator Hadrianus (M.S. 117-138) ile kanun vasfı kazanmış, II. ve III. asırlarda hukuk kaynağı hâline gelmişti. Principatus Devri’nde hukuk ilminin gelişmesi, Augustus’tan itibaren hukukçuların senato ve diğer önemli memûriyetlere getirilmeleri ile de mümkün olmuş olmalıdır.

Roma Hukuk Okulları ve Hukuk Ekolleri

Roma Devri’nde hukuk tedrisatının yapıldığı, önemli hukuk eserlerinin okutulduğu ve içinde önemli hocaların ders verdiği hukuk okulları, ifade edildiği gibi, hukuk ilminin gelişmesinde mühim bir vazife üstlenmişti. Bu okullar hem Doğu’da hem de Batı’da kuruldu ve MS II-VI. asırlar arasında gelişti. Bunlardan biri de İstanbul’da kurulmuştu. Roma dışındaki eyaletlerde kurulan en eski hukuk okullarından biri olan Berytus (Beyrut) okulu ise MS 200-551 yılları arasında gelişti. Roma’nın Syria eyaletindeki bu okul, doğu eyaletlerinde görev yapan pek çok hâkim ve valinin iş görmesinde ve devlet işlerinin yürütülmesinde büyük rol oynamıştır. Syria’daki Hellenistik geleneğin, Roma hukukunu etkilemesi neticesinde, Suriye-Roma hukuku karışımı olan bir hukuk sistemi ortaya çıkmıştır.

Augustus’tan sonra, MS III. asra kadar iki ayrı hukuk ekolü ortaya çıktı. Bunlardan biri kurucu Labeo’nun öğrencisi Proculus’un ismini taşıyan Proculiani, diğeri ise kurucusu Capito’nun öğrencisi Sabinus’un ismini taşıyan Sabiniani okulu idi. Bunlar consultative yani istişârî olarak, tedrisatta bulunarak hukukçu yetiştiriyordu. Ancak içinde ders verilen birer okul değillerdi. Hukukun ilmî olarak inkişâf etmesinde ve fikrî cereyanların husûle gelmesinde rol oynadılar. Her iki okul da önemli hukukçular yetiştirdi, değerli eserler hukuk ilmine kazandırıldı. Bu eserler arasında responsa, edicturı, ius civile gibi hukuk eserleri bulunmaktadır.

Preklasik hukukçuların eserlerini istinsah edip onlara şerhler yapan Gaius, Ulpius Marcellus, Q. C. Scaevola, Aemilius Papianus, Iulius Paulus ve Domitius Ulpianus gibi klasik hukukçuların eserleri sayesinde ve onları kullanan postklasik hukukçular vâsıtası ile MS II. asırdan itibaren iyice inkişâf eden hukuk ilminin artık okullarda tedrîs edilmesi lüzûmu doğmuştu ve daha sonraki asırlarda kurulup geliştirilen hukuk okulları işte bu ihtiyaca cevap verebilecekti. Batı hukuk sisteminin hikâyesi böylece şekillenecekti.

(YILDIZ, Nuray. “Eski Çağ’da Yunan-Roma Dönemi’nde Hukuk Eğitim ve Öğretimi” isimli makaleden istifade edilmiştir. https://dergipark.org.tr/tr/pub/iuanadolu/issue/1151/13463)

Benzer Yazılar:

Bizans’ta Eğitim

Bizans Cephesinden Malazgirt Muharebesi

Kelambaz

Kelambaz

Tarih • Kültür • Edebiyat • Fikir • Aktüalite

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!