Kelâmbaz
İslam Atomculuğu - Antik Yunan'dan İslam Coğrafyasına

İslam Atomculuğu: Antik Yunan’dan İslam Coğrafyasına

Atomun tarihinin Antik Yunan’a kadar uzandığını biliyor muydunuz? Peki Antik Yunan dünyasında ve sonrasında İslam coğrafyasında atomculuk görüşü nasıl algılanıyordu? Bu konu hangi maksatlar için kullanılıyordu? Gelin İslam’da atoma dair çalışmalara göz atalım.

Yunanca “bölünemeyen”, “parçalanamayan” anlamlarına gelen “a-toma / atomon” sözcüklerinden türeyen “atomculuk” teriminin genel olarak anlamını, “Büyük ölçekli fenomenleri, daha küçüğe indirgenemeyen basit unsurlarla açıklamak.” olarak ifade edebiliriz. Fiziksel evrenin yapı ve işleyişini açıklamaya yönelik en eski teorilerden olan atomculuk, farklı coğrafya ve kültürlerde farklı maksatlar için kullanılmış olsa da ortak bazı hususiyetlere sahiptir.

Antik Yunan’da atomculuk

Atomculukla alakalı fikirlerin gelişmesi, Antik Yunan’da Demokritos (MÖ 460 – MÖ 370) ve Epikür (MÖ 341 – MÖ 270) gibi materyalist filozoflara dayanır. Bu fikirlerin temel maksadı, varlık ve maddenin hakikati hakkında bilgi edinme gayretidir. Evrenin ve içindeki tüm cisimlerin, daha küçük parçalara ayrılamayan atomlardan oluştuğunu öne süren bu atomcu görüşe göre oluş ve bozuluş (kevn ve fesad), atomların bir araya gelmeleri ve ayrılmaları neticesinde meydana gelir. Bu ise atomların hareketini şart koşmaktadır. Böyle bir kabul beraberinde boşluk/yokluk kavramını getirir. Var olmak, atomlarla dolu olmak anlamını taşırken yok olmak ise atomların olmaması durumunu ifade etmektedir. Eğer yokluk kabul edilmezse, atomların hareketi mümkün olmayacak ve dolayısıyla oluş inkâr edilmek zorunda kalacaktır.

Atomculara göre kâinatta cisimden ve boşluktan başka bir şey yoktur. Atomlar ezelidir, yani başlangıçları yoktur. Ama atomların birleşmesi ile meydana gelen cisimler ezeli olmayıp bozuluş ile atomlarına ayrılabilmektedir. Özellikle Demokritos, atomların sınırsız uzayda sonsuz sayıda dağıldığını, bu atomların ezeli ve ebedi olduğunu, özlerinden gelen sürekli bir harekete sahip olduğunu ve bu hareketin zorunlu bir etki meydana getirdiğini ileri sürer. Bundan dolayı Kâmıran Birand, Demokritos için, “Şimdiye kadar gördüğümüz filozofların en materyalistidir.” ifadesini kullanır.

Demokritos-ve-Epikuros
Demokritos (solda) ve Epikür (sağda)

Bu iki filozofa göre de oluş, atomların yukarıdan aşağıya doğru düşey hareketleri ve aşağılarda birleşmeleri neticesinde meydana gelir; ama aralarında bir fark bulunmaktadır: Demokritos bu hareketin zorunlu olduğunu söylerken Epikür, rastgele sapmalar neticesinde atomların birleşip oluşu gerçekleştiğini öne sürer.

Biri katı determinist diğeri ise tesadüfi bir oluş anlayışına sahiptir. Bununla birlikte, Antik Yunan atomcularının genel yaklaşımına göre tüm bu hareketler, zorunlu ya da tesadüfi olsun, kâinatta herhangi bir ilahi güce ihtiyaç duymaksızın gerçekleşirler. Evrendeki düzenli ve anlamlı hareketler, sonsuz sayıdaki atomların tesadüfi çarpışmaları neticesinde meydana gelmiştir ve bu durum da “Neden evren başka türlü değil de böyledir?” sorusunun cevabını ilahi bir güce başvurmadan vermiş olacaktır onlara göre.

Atomların, hiç değişmeyen birincil nitelikleri ile değişebilen ikincil nitelikleri (arazlar) bulunmaktadır. Birincil nitelikler konusunda “sertlik”, “şekil”, “büyüklük”, “yer tutma”, “hareket” gibi, farklı filozoflarca farklı özellikler söylenmiş olsa da en temelde bir atomun genel kabul görmüş birincil niteliği onun yer kaplamasıdır. Oluş ve bozuluşun meydana gelmesi, atomların farklı diziliş ve şekillerde birleşip ayrılmaları neticesindedir. Dış dünyada gözlemlenen oluş ve bozuluşlar, birincil niteliklerdeki değil ikincil niteliklerdeki değişimlerin sonucunda meydana gelirler.

Kelam ilmi ve atomculuk

Atomculuk fikrinin İslam dünyasına girişini ele almadan önce, bu fikri özellikle kâinatın sonradan yaratıldığı ve bu yaratıcının da Allah olduğu akidesini temellendirmek üzere İslam inanç esasları doğrultusunda dönüştüren zümre olan kelam âlimlerini göz önünde bulundurarak kelam ilminin tanımakla konuya başlayalım.

İslam Atomculuğu Antik Yunan’dan İslam Coğrafyasına

Kelam ilminin konusu; İslam inanç esaslarını yakînî (mutlak) deliller kullanarak ispatlamaktır. Bu ispat neticesinde kalp, aksine ihtimal vermeyecek şekilde bu esaslara inanır. Bu inanç esaslarının en başında varlığı zorunlu olan Allah’a müteallik olanlar olup Allah’ın varlığı ve bir oluşu, kâinatı ve bütün mevcudatı onun yarattığı, kendinden başka bütün mevcudatın sonradan yaratılmış olduğu ve yine yok olacakları gibi inanılması lazım ve vahiy ile sabit olan bilgiler gelir.

Kelam âlimleri, vahiy ile bildirilen bu gibi İslam akidelerini bazı aklî metotlarla da temellendirip kalpteki yerlerini kuvvetlendirmeye çalışmışlardır. Atomculuk hakkındaki görüşleri benimsemeleri de bu perspektifle olmuştur. Antik Yunan’da materyalist bir karakterde olan, evrenin düzeni ve işleyişi için ilahi bir güce ihtiyaç duymayan atomculuk düşüncesi İslam dünyasına geçişi sonrasında bunun tam tersi bir karaktere bürünmüştür.

Atomculuk fikrini İslam dünyasında ilk benimseyenler, Allah’ın sıfatlarının ezeliliğini ve Allah’ın külli iradesini inkâr etmek gibi Sünni yoldan ayrılmalarına sebep olan fikirlere sahip bulunan Mu’tezîle ekolüdür. Bu ekolde en öne çıkan isim ise Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf’tır (752 – 850). İslam dünyasındaki farklı evren tasavvurları içerisinde, evrenin atom ve arazlardan oluştuğu yönündeki teorinin baskın hâle gelip rakiplerini bertaraf etmesinde bu âlimin katkısı büyüktür. Daha sonrasında bu atomcu görüş Sünni yolun iki ana temsilcisi olan Eş’arî ve Mâtürîdî âlimleri tarafından da benimsendi.

Eş’arî kelamcılarının en meşhuru Ebû Bekr-i Bâkıllânî’dir (950 – 1013). Mu’tezîle ekolüne karşı duruşu ile de öne çıkan Eş’arî kelamcılarından Bâkıllânî, atomcu görüşü vesileci bir anlayış içerisinde yeniden ele aldı. Atomculuk fikrini benimseyen Sünni akideye mensup Cüveynî, Adûd-üd-dîn-i îcî, Cürcânî, Nesefî, Teftâzânî gibi büyük kelamcılar da bulunmaktadır.

Atomcu anlayışın İslam kelamcıları tarafından benimsenmesi bu görüşün İslam akideleri ile uyumundan kaynaklanmaktadır. Atomculuk fikrinin öne sürdüğü evrenin süreksiz bir yapıda olması durumu – yani evrenin hem boşluk hem de maddeden oluşması – maddenin sonsuza kadar bölünmesi önünde bir engel oluşturacaktır ve bu da ilk dönem kelamcılarına, evrenin bir yaratıcısı olduğu şeklindeki temel bir akideyi destekleyen bir argüman sunacaktır. Sonlu olan bir âlem, var olmak için bir yaratıcıya ihtiyaç duyacaktır ve bu yaratıcı, yaratma hususiyeti dolayısıyla ezeli ve ebedi olmak zorundadır. Aksi olması muhaldir.

Kelamcılar tarafından cevher (bazen atom anlamında da kullanılır) ve arazların ele alınışı da bu doğrultudadır. Cevher, kendi nefsi ile kaim olan (herhangi bir şeye dayanmaksızın kendi kendine mekan kaplayan) şeyleri ifade ederken araz ise kendi zatıyla müstakil olmayıp bir cevher ile varlık bulan, cevherde yer tutan şeyleri ifade eder. Maddenin bölünemeyen en küçük parçasını oluşturan atomlar kendi başlarına kaim olmakla beraber, var olmaları için bir veya daha fazla araza ihtiyaç duyarlar. Arazlar kendi başlarına kaim olmayıp bir atomda zuhur ederler. İkincil nitelik olarak tarif edilen arazlar aslında atomların farklı dizilişleri neticesinde meydana gelen değişikliğin birer yansımasıdır.

Atomculukta zamanın da atomik yapıda olduğu düşünülür. Yani zaman sürekli olmayıp, “an” ların birleşmesiyle oluşan bir yapıdadır. Hem evrenin hem de uzayın süreksiz bir yapıda olması göz önüne alındığında kelamcılara göre, birbirlerinden ayrı düşünülemeyen atomlar ve arazlar zaman içindeki bu mevcudiyetlerini, varken bir anda yok olup sonra tekrar var olmak şeklinde gerçekleştirmek durumundadır (teceddüd-i emsâl). Yani iki an arasında arazlar sürekli bir geçiş sergileyememektedir. Kelamcılar açısından, arazların bu şekilde yok olduktan sonra tekrar var olabilmeleri ancak sonsuz irade ve kudret sahibi bir yaratıcının yaratması ile mümkündür.

Arazların süreksizliği ilkesinin amacı, cisimlerde bir tabiat olduğu ve bu tabiatın, bazı arazların varlığını zorunlu kıldığı fikrini bertaraf etmektir. Çünkü Allah, cisimdeki tabiata bağlı olmaksızın arazları bir anda yaratmaktadır. Bu görüş aynı zamanda vesileci (occasionalist) kâinat tasavvuru olarak da bilinir. Eğer Allah yaratma fiilini çekerse kâinat yok olur.

Evrenin ezeli olmadığı fikrini kelamcılardan önce de dile getirenler bulunmaktaydı. Bunlardan biri olan İskenderiyeli filozof Philoponus (veya Yahya en-Nahvi) (490 – 570), Aristoteles’in potansiyel sonsuzu kabul etmesini ve bu kabulün de zamanın ezeli olmasına kapı aralaması düşüncesini eleştirmiştir. Eğer evren ezeli ise kat edilmiş farklı ölçeklerde fiilî sonsuzların olması gerekecekti. Hâlbuki böyle bir şey imkansızdır; fiilî sonsuz ne vardır ne de kat edilebilir. Dolayısıyla evrenin bir başlangıcı olmalıdır. Ama kelamcıların Philoponus’tan farkı evrenin başlangıcını bir yaratmaya bağlamalarıdır.

William Lane Craig
Jacobus Erasmus

Kozmolojiye dayalı kelamcıların bu argümanları günümüz yazarlarından William Lane Craig ve Jacobus Erasmus gibi düşünürler için de ilham kaynağı olmuş ve her ikisi de Kelam Kozmolojik Argümanı ismini verdiği eserler kaleme almışlardır.

İstifade edilen eserler

Kelam Atomculuğu ve Modern Kozmoloji, Doç. Dr. Mehmet Bulgen

Klasik İslam Düşüncesinde Atomculuk Eleştirileri, Doç. Dr. Mehmet Bulgen

İslam Düşüncesinde Atomculuk, Dr. Alnoor Dhanani

Atomcu Düşünceler ve Kelam Atomculuğu, Yrd. Doç. Dr. Cağfer Karadaş

Klasik Dönem Kelâmında Atomcu Zaman ve Sürekli Yeniden Yaratma, MacDonald, D. B.

1 comment

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

  • Tebrikler. Bu konuda Ömer Türker hocanın bir konferansını dinlemiştim. İstifadeli bir giriş yazısı…

Bizi Takip Et!