Kelâmbaz

Damak Tadı

Çocukken anlayamadığım bir söz vardı: “Zevkler ve renkler tartışılmaz.” Niçin tartışılmaz diye sorduğumda “Herkesin damak tadı da başkadır görmesi de” derlerdi. Nörobiyoloji çalışmalarına vâkıf oldukça renk işinin tamamen subjektif olduğunu anladım. Her birimizin gözlerindeki renk reseptörleri birbirinden farklı seviyelerde algılıyor olabilir. Peki ya damak tadı? Dilde de mi işler böyleydi? Anlaşılan o ki damak tadı meselesinin de kaynağı beyin. 

Beynimizin esas vazifesi bizi hayatta tutmak ve neslimizin devamını sağlamak. Hayatta kalmamızın olmazsa olmaz şartlarından biri de vücuda enerji vermek. Bunun da en klasik yolu bir şeyler yemek. Doğduğumuz andan itibaren zihnimiz bir şeyler yiyerek hayatta kalmaya programlı. Acıktığında ağlayan bir bebek aslında hayatta kalmak istediğini haykırıyor. Yardım istiyor. Sütten kesildikçe de yeni yediği gıdalar beyninde bu hayatta kalma merkezini tetikliyor. Bebekken sütten aldığı keyfi artık bu gıdalardan alıyor. Damak tadı dediğimiz şey işte bu esnada yavaş yavaş oluşuyor. Ağızdan giren her lokma lezzet merkezini tetikliyor. Hayatta kalmak için bir şans daha sunuyor. Bir gıda tekrar tekrar yenilip kişiyi hayatta tuttukça her seferinde “yine ölmedik, yuppiii!” merkezi güçleniyor. Ve artık beynimizdeki nöronlar öyle bir hale geliyor ki “Hayatta kalmak için en ideal yol aynı lokmayı yemek.” şeklinde bir hükme varılıyor. Beynimizin derinliklerinde verilmiş bu hüküm bize hayatımız boyunca rehberlik ediyor. Bazı gıdaları yiyince zihnimiz bizi iyi hissettiren bazı kimyasallar salgılıyor. Biz de hayatımız boyunca bu gıdaları sevdiğimizi söylüyoruz. Aslında sevdiğimiz bu yiyecekler değil bu yiyeceklere beynimizin verdiği tepki. 

Peki ya yemek kültürü?

Farklı kültürlerin birbirinden farklı ama kendi içinde benzer damak tadı olması da bununla alakalı. Bir yöredeki insanların çoğu üç aşağı beş yukarı aynı şeylerle açlıklarını giderirler. Bu da aynı lezzete beyinlerinin aynı tepkiyi vermesini sağlar ve ortak bir kültür oluşur. Yemekte ekmek olmadan doyamayacağımız inancı henüz bebekken zihnimize kazınıyor. Doğuda salça ve acı, batıda ise yeşillik aynı merkezi canlandırıyor. Adanalının kebaptan aldığı zevki, İzmirli yeşillikten, Kayserili pastırmadan, Trabzonlu ise balıktan alabiliyor. Çünkü lezzetin esas kaynağı alınan gıda değil. Bu gıdaya beynimizin verdiği reaksiyon. 

Hemen hemen herkese annesinin yaptığı yemeklerin komşu teyzeninkinden daha lezzetli gelmesinin de mantığı aynıdır. Senelerce hayatta kalmamıza yardımcı olmuş anne formülleri tabii ki kendimizi daha iyi hissettirir. Aynı yemeğe arkadaşlarımızdan farklı tepkiler vermemizin de sebebi aynı. Önümüzdeki yemeğin her lokması aynı lezzette olabilir ama her birimizin bu yemekteki her baharatla mazisi başka. Dolayısıyla beynimizin bu yemeğe verdiği tepki de başka. Aristo’ya atfedilen “Biz, tekrar tekrar yaptığımız şeyleriz.” sözü alışkanlıkların gücünü güzel anlatıyor. 

Gıdayla alakalı mekanizmanın tamamı beyinde değildir. Sindirim sistemi, bağırsaklardaki bakterilerin bile tesir ettiği kompleks bir sistemdir. Yine de damak tadı meselelerinin çoğu beyinle alakalıdır. 

Peki kendi damak tadımızı veya çocuklarımızınkini değiştirmek mümkün mü? Bu yazıyı okuyacak yaşa gelmiş olanlar için işimiz biraz zor lakin çocuklarda özellikle de yaşları küçük olanlarda bu iş daha kolay. Lakin herkes için formül aynı. Acıkmayı, gerçekten acıkmayı bekleyeceğiz. Ardından yediğimiz ilk lokma bize çok lezzetli gelecek. Çünkü hayatımızı kurtardı. Gerisi gelmeyebilir lakin ilk birkaç lokmanın tadını çıkartacağız. Hatta orada yemeyi bırakabiliriz de. Mühim olan açlık sonrası ilk lokma ile beynimize mesaj göndermek. 

Zihnimize mektup

Beynimizin geleceği düşünüp hamleler yapan daha bir akıllı kısmı olan Prefrontal korteks, hemen yanındaki daha duygusal davranan limbik sistemine bile haberi zor bir şekilde gönderebiliyor. Çocuklarımızınkine çok daha zor! Henüz gelecek kaygısı olmayan bir çocuğun aklına hitap etmeye çalışmak zaman kaybetmektir. Bunun yerine doğrudan limbik sistemine konuşmak lazım.

Sevgili Limbik Sistem

Anlayışın biraz kıt olduğu için sana bu mesajı anlayacağın dilden gönderiyorum. Seni biraz aç bıraktım ki hayatının tehlikede olduğunu zannet. Sen bol miktarda kortizol salgılayıp bana bir şeyler yapmam için yalvarırken ben sana çok lezzetli bir brokoli haşlattım. İlk lokmayı aldığında salgılanacak olan dopamine ikimizinde ihtiyacı olduğunu biliyorum. Gecikme için kusura bakma. Ama sen hamburger yerine brokoli bize lazım diye mesaj gönderene kadar böyle mesajlaşmalarımız olacak. Umarım beni anlarsın.

Seni her daim gözeten Prefrontal Korteks

Muhtemelen bu mesajınıza şöyle bir cevap gelecek

Sevgili Prefrontal Korteks

Yapma böyle şeyler. Tamam ilk lokmada ön yargılarım yıkılır gibi oldu. Brokoli yiyince ölünmüyormuş dedim. Ama yapma dostum. Senelerce hamburger ile hayatta kaldık. Kortizol yükseldikçe aradığım dopamini oralarda buldum. Sen de ben de rahatladık. Gel vazgeç bu inadından. Hamburger candır!

Sana her an rehberlik eden Limbik Sistem

İster kendinizin isterse de çocuğunuzun diyetini değiştirmeye çalışın. Her durumda belirli bir dirençle karşılaşacaksınız. Bu mektuplaşmalar ilk seferlerde biraz zor olsa da her seferinde biraz daha kolaylaşacaktır. Siz ısrarla aynı şeye devam edeceksiniz. Tabii ki hergün brokoli olmasa daha iyi. Çünkü tiksinene kadar yemek, yiyecekler yüzünden kavga etmek, bu yemek için evdeki huzurun kaçması gibi hadiseler limbik sistemin yanlış kodlama yapmasına sebep olabilir. Bu lezzeti negatif duygularla bir araya getirmemeye özen göstermelisiniz. Sabırla benzer sağlıklı gıdalar tüketilirse yeşillik familyasına karşı bir muhabbet beslemeye başlar beyniniz. “Bunlarla da hayat devam edebiliyormuş. Bence bunları da bulduğunda sevinmelisin.” mesajı yerleşene kadar bu şekilde devam etmeli. 

Açlık en lezzetli sostur

“Acıkmadan sofraya oturmamalı, tam doymadan önce de sofradan kalkmalı.” sünneti de boşuna değil. Yeme içme adabında sıkça geçen bu söz yediğimiz yemeğin ne olduğundan bağımsız olarak en lezzetli yemek tadını alabilmemizi sağlıyor. Elekten bile geçirilmemiş arpa ekmeği yiyorsunuz fakat tadı nasıl olursa olsun beyniniz başkalarının en sevdiği yemeği yemiş kadar mutlu. Doymadan da kalktığınız için bıkkınlık da olmuyor. Her zaman tadı damağınızda kalıyor. Böylece yeni lezzetler aramak için ömrünüzü harcamadan hayatınızdan son derece mutlu olabiliyorsunuz.

40 gün boyunca, alışık olduğu sağlıksız gıdalardan uzak durup sağlıklı alternatifini makul miktarlarda tüketince beynimizin değiştiğini hissetmeye başlayacağız. Gerçekten acıktığımızda bıkmayacak kadar yediğimiz her yiyeceğin zihnimize hayat kurtarıcı olarak kazındığına şahit olacağız. Neticede köfte patatesin hayat kurtardığını da biz kodlamıştık beyne. Şimdi sırada sıhhatli gıdaları kodlamak var.

Rauf Enç

Muallim

2 comments

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

  • Yazıyı çok beğendim. Tebrik ederim.
    Okuduktan sonra sevdiklerime de göndereyim diye niyet ettim. Annem sevdiklerim listesinde olmasına rağmen onu istisna tuttum.

Bizi Takip Et!