Kelâmbaz

Röportaj: Salih Uyan E-beveyn Olmak

İnternet; çocuklarımıza yasaklanamayacak kadar çekici, denetimsiz bırakılamayacak kadar tehlikeli bir dünya sunuyor. Bu durumda yapılması gereken şey, takip mesafesini iyi ayarlamak. Mesafeyi çok geniş bırakırsanız çocukla aranıza girenler olur. Çok yakın tutarsanız, bu sefer kaza riski var.

− Son zamanların dikkat çekici kitaplarından “Dijital Dünyada E-beveyn Olmak” kitabının yazarı Salih Uyan bu sayımızın misafiri. Salih Bey, kitabın son derece özgün bir konusu var. Böyle bir kitap yazma fikri nasıl gelişti?

Asıl mesleğim öğretmenlik olduğu için yıllardır anne babalarla iletişim hâlindeyim. Bu görüşmelerde, evde teknoloji kullanımıyla ilgili yaşanan problemlerin, ebeveynlerin gündeminin birinci sırasında olduğunu fark ettim. Bir kısım veli, çocuğunun teknolojiyi kullanma konusunda ne kadar mahir olduğunu anlatıp bununla gurur duyuyor. Bir kısım veli de çocuklarını ekrandan koparamadığını söyleyip yakınıyor.

Daha sonra şunu fark ettim. Biraz önce iki gruba ayırdığım veliler aslında aynı gruba aitler. Yani çocukları küçükken eline elektronik cihazları verenler veya tablet ve telefonlara elektronik bakıcı muamelesi yapanlar, ilerleyen yıllarda önü alınamaz bir durumla karşılaşmaya başlıyorlar. Yani, “Bizim çocuğu bir görsen… Daha bir yaşında ama i-Phone’un şifresini giriyor, uygulamaları açıyor!” diye gururla hikâye anlatan bir baba, birkaç yıl sonra çok daha dramatik bir hikâyeyle karşımıza geliyor. Dolayısıyla bu kitabı yazma fikrinin oluşması çok zor olmadı. Kitabın ismi de iyi uydu. Biliyorsunuz, e-okul, e-devlet gibi uygulamalar hayatımızı kolaylaştırdı. Yazdığım kitap da ebeveynlerin hayatını kolaylaştırmayı amaçlıyor ve konu teknoloji kullanımı. Baş harf de uyunca tireyi koyduk ve ismi bulmuş olduk. 

− Bazı anne babalar kendileri de akıllı telefon, bilgisayar vb. kullanabildikleri için teknolojiye hâkim olduklarını düşünüyorlar fakat kitabınızda Z kuşağının teknolojiyi çok daha fazla içselleştirdiğini söylüyorsunuz. Z kuşağı çocukları için teknoloji ne ifade ediyor?

Z kuşağı deyince aklımıza teknolojinin içine doğmuş olan çocuklar geliyor. Yani teknoloji onlar için normal. Şaşılacak bir şey yok. Yetişkinlerden farkı da bu zaten. Biz her yeni çıkan cihaza şaşırarak ve bazen hayranlıkla bakıyoruz. Onlar içinse bu gelişmeler gayet olağan ve hatta sıradan. Zaten o yüzden dijital yerli olarak adlandırılıyorlar. Kitapta da yazmıştım. İzmir’de polis, 10 yaşlarında kaybolan bir çocuk bulmuş. Çocuk hüngür hüngür ağlıyormuş. Polis, “Sakin ol, seni ailene götüreceğiz!” demiş ve “Adresini biliyor musun?” diye sormuş. “Biliyorum.” demiş çocuk ve sonu “gmail.com” ile biten bir mail adresi söylemiş. Z kuşağı çocuklarının teknolojiyle olan ilişkisini anlatmak için gayet güzel bir hikâye bu. 

− Kitabınızda elektronik aletleri yasaklamanın bir çözüm olmadığını vurguluyorsunuz. Peki ebeveynler ne yapmalı, nasıl bir denge kurmalı? 

İnternet; çocuklarımıza yasaklanamayacak kadar çekici, denetimsiz bırakılamayacak kadar tehlikeli bir dünya sunuyor. Bu durumda yapılması gereken şey, takip mesafesini iyi ayarlamak. Mesafeyi çok geniş bırakırsanız çocukla aranıza girenler olur. Çok yakın tutarsanız, bu sefer kaza riski var. Mesafeyi ayarlayabilmenin en iyi yolu da kuralları oluşturmaktır. Evlerde yaşanan problem çoğu zaman kuralların net olarak bilinmemesinden kaynaklanıyor. Yasaklamanın iyi bir çözüm olmadığını millet olarak tecrübe ettiğimizi zannediyorum. Bu tepki, araba kazaları oluyor diye araç kullanmayı yasaklamaya benziyor. Yani gerçekleşmesi mümkün olmayan bir hayal.

Aslında çocuk eğitiminde yasakların yeri vardır. Ama günlük hayatımızı bu kadar kuşatan bir alışkanlıkla ilgili yasaktan bahsetmek mümkün değil. O yüzden önemli olan kurallardır. Kuralsız bir hayat da kaosa davetiye çıkarır. “Ben çocuğuma güveniyorum, çocuğum kendi hayatına kendisi karar veriyor.” demek de çözüm değil. Daha doğrusu bu cümleyi söyleyebilmek için çocuğun da belli bir yaşa gelmesi gerekiyor. Kalabalık bir caddeden karşı karşıya geçerken 4 yaşındaki çocuğunun elinden tutmayan bir anne düşünün. Anne bu noktada, “Ben çocuğumun kendi ayakları üzerinde durması ve kendi kararlarını almasını istiyorum!” diyerek çocuğun elini bırakabilir mi? Veya bu yaştaki bir çocuğa caddenin tehlikelerini anlatan ebeveynler bir önlem almış olabilirler mi? Elbette hayır. Teknoloji kullanımı konusundaki tavrımız da bundan çok farklı değil. Hatta internet kullanımı konusunda çocuğunun elini bırakan ebeveynler, biraz önceki örnekte bahsettiğim anneden daha tehlikeli bir iş yapıyorlar demektir.

Ayrıca kuralların net olmadığı bir ortamda, ödül ve ceza sistemlerini de etkin bir şekilde uygulayamazsınız. Bununla ilgili çok sık yapılan bir yanlış var. Bazı anne babalar ödül ve ceza sistemimizin tam merkezine tableti veya akıllı cep telefonlarını yerleştiriyor. Yani bir bakıma iyi emellerine tableti alet ediyorlar. Çocuk, okuldaki deneme sınavından yüksek puan alınca çocuğun akıllı telefonla oynama süresini iki katına çıkarıyorlar. Veya çocuk, ailesinin hoşuna gitmeyen bir şey yapıyor. Hop, akıllı cihazların kullanımı yasaklanıyor. Bu ebeveynler farkında değiller belki ama bu tür bir yaklaşımla tableti veya akıllı telefonları çocuklarının gözünde çok değerli bir hâle getiriyorlar. 

− Peki ne yapılması gerekiyor? Yani tableti ödül veya ceza olarak kullanmak yanlış mı?

Tam olarak yanlış değil. Ama bu noktada davranışla yaptırım arasındaki ilişkiyi iyi gözetmemiz gerekiyor. Veya şöyle söyleyeyim, ödül verirken de ceza verirken de konudan ayrılmamak gerekiyor. Çocuğa verilen ceza, çocuğun yaptığı bir yanlışın bedeli olarak karşısına çıkmalı. Cezaların veya yasaklamaların işe yaraması için bu şart. Ama çocuklar yaptığı işle hiç alakası olmayan bir şekilde cezalandırılırsa adaletsiz bir davranışa maruz kaldığını düşünür. Yani bu şekilde davranışı değil çocuğu cezalandırmış oluruz. Mesela, “Eğer yemeğini güzelce yemezsen bilgisayar oyunu oynayamazsın!” dediğiniz bir çocuk için yemek yememek bir opsiyon hâlini alır. Çocuk, “Bu akşam da oyun oynamam canım!” diye düşünerek yemeğini de yemez. Eğer çocuğunuz tableti, sizin belirlediğiniz sürelerin dışında kullanıyorsa çocuğa tableti birkaç gün boyunca kullanamayacağını söyleyebilirsiniz. Bu normal. Ama sınıfta bir arkadaşıyla kavga etti diye tableti yasaklayamazsınız. Çünkü iki konunun birbiriyle alakası yok. Bu konuyla ilgili sıkça verdiğim bir örnek var: Doğalgaz faturasını ödemeyen kişinin gazı kesilir. Trafik kurallarını üst üste ihlal eden kişinin de ehliyetine el konur. Eğer içkili araba kullanan bir adamın doğalgazını keserseniz bu, çok saçma olur. 

− Söyledikleriniz çok doğru ama bunların yapılması da çok kolay gözükmüyor. Belki birçok anne baba bu kuralları biliyor ama yine de endişelerini gideremiyor. Öyle değil mi?

Haklısınız, çok kolay değil. Ben de bir baba olarak yazdıklarımın hepsini evde uygulayamıyorum. Ama sadece endişelenerek de bir yere varılmıyor. Harekete geçmek ve uzmanların da görüşlerini alarak bir şeyler yapmak lazım ve en önemlisi de çocuklarla diyalog kurmak gerekiyor. Bunun için de kullanılması gereken en iyi yöntem aktif meditasyondur. Bu kavram, ebeveynlerin çocuklarıyla internet hakkında konuşmaları, çocukları internete girerken onların yanlarında veya yakınlarında oturmaları ve onları interneti keşfetmeleri konusunda cesaretlendirmeleri anlamına gelmektedir.

Çocuklarımızın ruh dünyası bitkisel hayata geçiş yapmadan önce mutlaka bir önlem almalıyız. Çocuklarımızın hayata güzel bir başlangıç yapmalarını sağlamak için teknolojik aletlerin fişlerini arada bir de olsa çekmeliyiz. Çünkü bitkisel hayata girdikten sonra çekilen fişler başlangıç değil, son oluyor maalesef. Bu arada endişeyle beklemek deyince aklıma hep yaşanmış bir olay geliyor. Daha önce gazetede de yazmıştım bunu: Eşimin dedesi muziplik olsun diye tavuğun altına ördek yumurtası koymuş. Yavru yumurtadan çıkınca hemen koşup dereye atlamış. Tavuk diğer yavrularını bırakmış, bütün gün endişeyle derede büyük bir keyifle yüzen ördek yavrusunu seyretmeye başlamış. Günümüz anne babalarının da durumu buna çok benziyor. Ya yüzmeyi öğrenecekler ya da derenin kenarında endişeyle beklemeye devam edecekler.

− Çocuk için ideal telefon edinme yaşı nedir peki? Keza teknoloji kullanımı konusunda yaşlara göre günlük limitler ne olmalı?

Bununla ilgili bütün dünyada mutabakat sağlanan bir yaş aralığı yok. Ama yapılan araştırmalar genelde 12-16 yaş arasını gösteriyor. Yani 12 yaşından önce akıllı telefon işi biraz yaş. Tabii karar verirken sadece çocuğun yaşına değil, gelişim özelliklerine de bakmak gerekiyor. 13 yaşında bir çocuğunuz olduğunu düşünün. Bu çocuğun ayakları gaz pedalına yetişiyorsa ve direksiyon hakimiyeti de iyiyse ona bir araba alır mıydınız? Yaşı uygun değil diye almazsınız elbette. Araba kullanmayı ne kadar iyi bilirse bilsin, önce 18 yaşını doldurması gerekir, değil mi? Teknoloji kullanımında da durum çok farklı değil. Yaşı tutmuyor diye çocuğunuza araba almıyorsanız, kullanabiliyor diye yaşı küçükken kendisine ait bir akıllı telefon alamazsınız.

Biraz önceki örnekten devam edecek olursak belki kendi arabanızı kullanmanıza izin verebilirsiniz. Ama bunu yaparken de boş bir alana gidersiniz, şoför koltuğunun yanına oturursunuz ve bir eliniz de el freninin üzerinde durur. Sonuç olarak şunu diyebiliriz: Herhangi bir alanda yetkinlik sadece pratiklikteki ustalığa değil, zihinsel gelişime de bağlıdır. Anne babaların en çok dikkat etmeleri gereken dönem, bebeklik dönemidir. Yani 0-2 yaş dönemi. Bu dönemde çocuklar hiçbir teknolojik cihazla tanıştırılmamalı. Çocuğu sakinleştirmek için çocuğun eline telefon vermek, çocuğun ağlamasını kesmek için ağzını kapatmaya benzer. 2 yaşından sonra yavaş yavaş artırarak çocuklar teknolojik cihazları kullanabilirler. Ama en azından 16 yaşına kadar çocukların tabletle veya akıllı cihazlarla tek başlarına uzun süre vakit geçirmelerine müsaade etmemek lazım. 

− Artık eskisi kadar çok, sokaklarda oyun oynayan çocuk göremiyoruz. Çocuklar dijital platformlarda tanımadıkları kişilerle de irtibatta olabildikleri PUBG vb. oyunlar oynuyorlar. Bu oyunlar ne kadar masum? Ailelere bu konuda ne tavsiye edersiniz?

Gerçekten de değiniz gibi akıllı cihazlardan sonra sokaklar ve parklar öksüz kaldı. Eskiden çocuklarını eve sokmaya çalışan anne babalar, şimdi evden çıkarmak için büyük bir gayret gösteriyor. Ama internetin ışıltılı ve büyüleyici dünyası, maalesef sokaklardan veya parklardan çok daha cazip geliyor çocuklarımıza. Gelelim oyunlara: Online oyunların en büyük tehlikesi, çocukların bu oyunları oynarken tanımadıkları kişilerle sohbet etmeleri. Söylemesi biraz kötü ama maalesef pedofili dediğimiz hasta ruhlu insanların birçoğu, kötü emellerini gerçekleştirmek için online oyun platformlarını kullanıyor. Çünkü burada çocuklarla iletişim kurmak veya arkadaşlık başlatmak daha kolay.

Ayrıca ortak ilgisi olan insanlar bir arada bulunuyor ve burada oyun oynayan çocuk, diğer oyuncuların hepsini de çocuk zannediyor. Bu yüzden çocuklar mümkün olduğunca online oyunlardan uzak tutulmalı. Eğer illa oynayacaklarsa sohbet penceresinin pasif hâle getirilmesi lazım. Çocukların hiç tanımadıkları biriyle online olarak konuşmaları, eve yabancı birini getirmelerinden farksızdır. İkincisine nasıl tepki vermeniz gerekiyorsa birinci duruma da aynı tepkiyi vermeniz gerekir. 

Oyunların hiperaktivite ve dikkat eksikliğiyle bir ilişkisi var mı peki? 

Vardır elbette. Ama bu konuda teşhis koyabilmek için uzman olmak gerekiyor. Yoksa çocuğun biraz hareketli veya hareketsiz olmasına bakıp teşhis konulmaz. Fazla hareket eden çocuğa hemen hiperaktif etiketi yapıştırmak gibi kötü bir huyumuz var. Veya dersini çok sıkıcı bir şekilde anlatan öğretmen, dalıp giden çocuklar için, “dikkat eksikliği” var diyor. Tam tersi durumlar da oluyor bu arada. Çok haraketli olan ve asla yerinde duramayan bir çocuğun velisine, “Çocuğunuzda hiperaktivite olabilir. Bir uzmanla görüşseniz iyi olur.” dediğinizde veli size şu cevabı veriyor: “Hocam, hiçbir şeyi yok onun. Onun derdi dersle. Tableti eline alınca hiç kıpırdamadan saatlerce yerinde oturuyor!” Bu yorum çok yanlış. Çünkü hiperaktivite bozukluğu olan çocukların ekran başında hiç hareket etmeden saatlerce oturmaları mümkün.

Bu alanda sayılı uzmanlardan olan Dr. Natalie Weder, bilgisayar oyunlarının özellikle hiperaktivite bozukluğu olan çocuklar için çok çekici olduğunu söylüyor. Çünkü bu oyunlarda kaybetmemek için sürekli tetikte olmanız gerekir. Düşünmeye vaktiniz olmaz. Bu da hiperaktif çocukları kendine çeker. Yani aslında bilgisayar oyunları hiperaktiviteye veya dikkat eksikliğine yol açmaz. Ama hiperaktif olan çocukların bilgisayar ekranı karşısında daha fazla süre geçirmesi muhtemeldir. Ve bu süre arttıkça, çocuklarda zaten mevcut olan odaklanma problemi katlanarak artar. Yani çocuğunuzun bilgisayar karşısında hareketsiz saatler geçirmesi, onların hiperaktivite ve dikkat eksikliği problemi yaşadığının bir göstergesi olabilir. Uzmanlar, ekran karşısında geçirilen sürenin mutlaka kısıtlanması gerektiğini söylüyor. İlkokul ve ortaokul çocukları için toplam ekran süresi maksimum bir saat olmalı. Lisedeyken bu süre iki saate çıkarılabilir. Daha fazlası ise büyük bir risktir.

− Son yıllarda bütün dünyada bir sosyal medya gerçeği var. Çocuklar, sosyal medyadan nasıl etkileniyor? Ebeveynler, çocukların sosyal medya kullanımı için nasıl kurallar koyabilir? 

Sosyal medyayla ilgili ebeveynlerin en büyük şikâyetlerinden biri, çocuklarının ekran karşısında boşa zaman geçirdiğiyle ilgilidir. Bunun için de ailelerin buna alternatif getirmeleri gerekir. Sosyal medyada boşa geçirilen saatler için de en iyi alternatif güçlü aile içi ilişkilerdir. Ayrıca cep telefonu ve tabletin kullanım alanları ve zamanları belirlenmeli, süre ve kullanım şekli yaşa uygun şekilde kısıtlanmalıdır. Bunları tamamen yasaklamak bir işe yaramaz. Çünkü soğuk akan suyu ısıtmak için soğuk suyu tamamen kapatıp sıcak su açılmaz. Soğuk su biraz kısılarak sıcak suyla dengelenir ve ideal ısı bulunana kadar denemeler devam eder. Çocukların sosyal medyada siber zorbalığa uğrama ihtimali de aileleri çok tedirgin etmektedir.

Bunun için de çocukla sohbet etmek, çocuğun iç dünyasını ailesine açmasını sağlamak gerekir. Çocuğunuzun sanal kimliği gözden ırak olunca gönülden de ırak olmaz. Çünkü yanlış hareketlerin sonuçları net bir şekilde gözükür. YouTuber ve fenomenler de çocuklar için ciddi bir tehdit oluşturuyor bugünlerde. Çocuklarımız doğuştan gelen hayran olma ihtiyaçlarını bu kişilerle gideriyor. Aslında çocuklar önce anne ve babaya hayran olur. Ama yaş ilerledikçe kendilerine farklı rol modeller aramaya başlarlar. Bu dönemde eğer çocukların karşısına gerçekten iyi rol modeller çıkarmazsanız bu rol modelleri kendileri bulur.

Gerçekten önemli ve değerli şahsiyetleri tanımayan veya sevmeyen çocuklar için bir YouTuber’a hayran olmak çok kolaydır. Bu durumda YouTuber’ları kötüleyip durmak hiçbir işe yaramaz. Hatta ters etki yapar. Bunun yerine gerçek rol model olabilecek kişileri çocuklara tanıtmak, onların hayatını anlatmak ve onları sevmeyi sağlamaya çalışmak gerekir. Çocuk eğer ekrandaki kişiye büyük bir hayranlık duymazsa sadece seyreder ve eğlenir. Ama hayran olursa onu taklit etmeye başlayacaktır. Bu arada çocuğun sürekli takip ettiği veya hayranı olduğu kişiler varsa ailelerin de bu kişileri takibe almaları mantıklı olur. Çünkü milyonlarca kez izlenen müzik kliplerinde uyuşturucu güzellemesi yapan, normalde çok düzgün bir kişi gibi gözüktüğü hâlde sapkın fikirlerin kol gezdiği videolar üreten kişiler hep ergen kitleye hitap ediyor. Bu kişilere dışarıdan baktığınızda hiçbir anormallik gözükmüyor. Ama internette televizyondaki gibi bir sansür sistematiği bulunmadığı için risk her an çocukların yanı başında bekliyor. Aslında internetin en büyük riski de bu. İyiyle kötü, dijital dünyada yan yana duruyor. Balla zehir aynı raflarda yani. Kimin iyi, kimin kötü, hangisinin faydalı, hangisinin zararlı olduğunu anlamak için takip etmek ve biraz vakit harcamak gerekiyor. 

− Geçtiğimiz günlerde bir haber yayımlandı. Haberde, Youtube’da video izleyerek İngilizce öğrenen 3 yaşlarındaki çocuğun ebeveyni, çocuğunun üstün zekâlı olduğunu, özel eğitime tâbi tutulmasını istediğini söylüyor. Sizce bu, övünülecek bir şey mi yoksa ailenin çocukla yeterince ilgilenmediğini mi gösteriyor?

Psikiyatri Profesörü Otto Kernberg tarafından narsisizm üzerine yapılmış bir araştırma var. Kernberg bu çalışmasında narsisistik kişiliklerin çocukluk yıllarına doğru iz sürmüş. Ve yolun sonunda çocuğunu olduğundan daha özel ve önemli gören veya çevresine bu şekilde sunan bir anneyle karşılaşmış. Yani bu annenin yaptığı övünülecek bir şey değil. Günümüzde sosyal medya anneciliği olarak da tarif edilen ve çocuğun sosyal medya üzerinden teşhir edildiği vakalar maalesef çok sık yaşanıyor. Sürekli olarak üstün özellikleri vurgulanan çocukların sonunda dengesi bozuluyor. Bir süre sonra anne babaları tarafından bu özelliklerinden dolayı çok sevildiklerini düşünmeye başlıyorlar. Ve yaş ilerledikçe mükemmelliğinin devamını sağlamak için teşhirciliğe yönleniyorlar. Çünkü mükemmel olduklarını etrafındakilere ispatlayamadıkları gün, bilinçaltında saklanan değersizlik hissiyle baş etmek zorunda kalacaklarını biliyorlar. Bu durum çok yoğun bir şekilde yaşanmaya başlayınca da narsisizm başlıyor. Ayrıca çocuktan izin almadan onun bütün çocuksu hâllerini paylaşarak beğeni avına çıkmak da zaten başlı başlına etik bir problem. Yani neresinden tutarsanız elinizde kalıyor. 

− Açıkçası kitabınızda bizi en çok ürküten bölümlerden biri de siber zorbalık oldu. Dijital dünyada zorbalık yapmak çok kolay ve bu da çocukların iç dünyasında onarılması güç yaralar açabiliyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Siber zorbalık, çocuklarımızı tehdit eden tehlikelerin başında yer alıyor. Çocuklarımızı okuldan soğutan, içe kapanmasına sebep olan ve bazen maalesef intihara neden olan bunalımların en büyük sebebi zorbalık. Şimdi dijital teknolojilerin yayılmasıyla bu kavramın başına bir de siber eklendi ve olay çok daha tehlikeli hâle geldi. Çünkü internetin loş ve kimliksiz ortamı, geleneksel zorbalığa kıyasla bu tür kimselere daha rahat bir alan sağlıyor. Siz salonda televizyon seyrederken çocuklarınız ekran karşısında yüzlerce, belki binlerce kişiden dayak yiyor olabilir. Kan ve gürültü olmadığı için durumu anlayamazsınız. İç kanamayı fark etmek için de çocuğunuzun ruh dünyasının röntgenini çekmeniz gerekir. Bu da ancak sağlıklı iletişim kurarak olur. Bazen çocuklarımızın moralinin bozuk olduğunu fark ederiz. Eğer çocuğun sanal kimliğiyle tanışmıyor ve internetteki hayatını takip etmiyorsak bu sıkıntının sebebini ergenliğe veya çocukluğa verip geçeriz. İşin en kötüsü de özellikle çocuklar 16 yaşına kadar siber zorbalığa uğradıklarını ailelerinden saklarlar. Bunun birinci sebebi, bu yaş grubundaki çocukların ailelerine de bir zarar gelebileceği korkusudur. Yani başlarına gelen kötü bir şeyi paylaşırlarsa, istemeden de olsa tehlikeyi büyüteceklerini düşünüp tehlikeyle kendileri başa çıkmaya çalışır.

İkinci sebep de korku ve endişe. Mesela 10 yaşında sigara içen bir çocuk düşünün. Eğer bu çocuk sigara içerken elini yakarsa ailesinden bu yarasını saklar. Çünkü yarayı gösterdiği anda açıklama yapmak zorunda kalacak ve işler daha da içinden çıkılmaz bir hâle gelecektir. Benzer şekilde polisten kaçarken yaralanan bir suçlu hastaneye gidemez çünkü suçludur. Bu örnekler bize aslında şunu haykırıyor: Çocukların dijital cihazlarla olan ilişkisini düzenlemek ailenin görevidir. Sistemde kurallar yerine sadece yasaklar varsa o sistemden sağlıklı bir sonuç beklenemez. Çocuklarımıza asıl zarar veren şey çocuklarımızın teknoloji kullanımı değil, iç dünyalarını ailelerine kapatmalarıdır. Cihazları kapattırmak meseleyi çözemez. Asıl mesele çocukların iç dünyalarını anne ve babalarına açmalarını sağlamaktır. Bu da ancak aile içi kurallar oluşturmak, güven ortamı sağlamak ve takip etmekle olur.

Beğenebileceğiniz Bazı Röportajlarımız:

Sanat Dünyasında Geçen Bir Ömür – Ragıp Karadayı

Röportaj: Numan Aydoğan Ünal’la Türk Dünyasına Bakış

Röportaj: Arı Sanat Yayınevi

Kelambaz

Kelambaz

Tarih • Kültür • Edebiyat • Fikir • Aktüalite

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!