Kelâmbaz

Coronavirus Günlerinde Netflix’in distopik kurgusu: ‘The Platform’

Covid-19 sebebiyle evlerimize kapandık. Karantina günlerinin başlayacağı ilan edilince herkes market raflarında ne bulduysa alarak stokladı. İlerleyen günlerde bir annenin sosyal medyadaki videosu dolaşmaya başladı. Boş rafların önünde ağlarken, “sizler gibi toplu alış veriş yapacak imkanım olmadığı için şimdi bebek bezi bulamıyorum” diyordu.

Sokağa çıkma yasağı ilanı duyurulunca yasağın maksadı anında ihlal edildi. İnsanlar marketlerin, fırınların önünde kalabalık kuyruklar oluşturdular. Sanki günlerdir, haftalardır söylenenler hiç işitilmemişti. Durum öyle bir hal almıştı ki kimse bir sıra arkasını düşünmeden ne bulursa alıyordu. Bu görüntüler dünyanın her yerinde aynıydı.

“Çünkü aşağıdalar”

“Açlık korkusu” insanoğlunun en büyük handikaplarından biri. Egomuz anında bütün benliğimizi ele geçiriyor ve kendimizden başka kimseyi düşünmüyoruz. Aklımızın bütün mantıklı önermelerini bir kenara itiyoruz. İlkel benliğimize tamamen teslim oluyoruz.

İşte bu görüntüleri önceden bilmişçesine Netflix İspanya’dan “Platform” ortaya çıktı. Filmi bugünlerimize hitap eden, bize ilkel güdülerimize teslim oluşumuzu sorgulatan bir hikâye sunuyor.

Karşımıza hiç görmediğimiz tarzda bir hapishane tasvir ediliyor. Bu öyle bir hapishane ki en üst katında mükemmel bir mutfak var. Toplam mahkum sayısı kadar yemek bir asansöre yerleştiriliyor.

Asansör her katta 2 dk duruyor ve bir alt kata iniyor. Bütün katları böyle dolaştıktan sonra süratle en üst kata tekrar çıkıyor. Ertesi gün tekrar aynı şekilde… Kahramanımız Goreng’in hapishane sistemini anlamak için sordukları, aslında bizim filmi anlamak için düşündüklerimizden oluşuyor.

Hapse girerken yanına dışardan sadece 1 şey almana izin veriliyor. Goreng de yanına bir kitap alıyor: Don Kişot

İlk katlardaki olan mahkumlar çok şanslılar, alt katlara inildikçe yemekler gittikçe azalıyor. Hiç kimse bir alt katı düşünmüyor. Herkes 2 dk içinde yiyebildiği kadar süratle yiyor. Derken belli bir kattan sonra hiç yemek kalmıyor.

Kahramanımız bu durumu hayretle seyrediyor. Koğuş arkadaşı Trimagasi’ye “Niçin herkes doyacağı kadar yemiyor?” diye sorduğundaysa basit bir cevap alıyor; “Çünkü onlar aşağıda, biz yukarıdayız.” Platform aç kalma güdüsüyle birlikte hapsedilen insanoğlunun neye dönüştüğünü gösteriyor. Tıpkı Corona günlerinde imkanı olan üst kattakilerin alt kattakileri düşünmediği gibi.

Seyirciyi hikâyeye bağlayan en etkili şeylerden biri de müzikleri. Goreng’in bütün duygu geçişleri başarılı soundtracklerle size geçiyor. Bütün duygu ve düşünceleriniz hikâyedeki çarpıcı görüntülerin, verilen mesajların beraberinde geriliyor.

Her şey bir sembol

Filmde her şey baştan sona sembolik. Hapishane yaşadığımız dünya, asansör zaman, asansörde sunulan yemekler üretim-tüketim kaynaklarımız, katlarsa nesiller… Ya da katlar toplumsal sınıflar.

Yalnız bunlar değil karakterler de aynı şekilde insan tabiatının birer yansıması gibi. İd, ego ve süperegoyu temsil eden karakterleri aynı zamanda şeytan, mesih, aziz olarak yorumlayabiliriz.

Goreng ilerleyen dakikalarda gördüğü vahşete savaş açmayı ve bu adaletsiz, zalim düzeni değiştirmeyi düşünüyor. Don Kişot’un yaptığı gibi. Filmde Don Kişot’taki karakterlerle de eşleştirebileceğimiz bir örgü var aslında.

Film boyunca gerek dini referanslara dayanan gerekse felsefi, sosyolojik tespitlerin yer aldığı diyalogları görüyoruz. Çok çeşitli cihetlerden bize hayatı, dünyayı, hayat tarzımızı sorgulatıyor.

Basit düşünürsek Corona günlerinde insanlığın yaşadığı açlığa dayalı ortak panik ve korku havasında herkesin evi bir Platform hapishanesine dönüşmüş vaziyette. Karantinada kendimizi, yaşağımız dünyayı anlamak ve sorgulamak için Platform seyredilebilecek ideal bir film.

Girift filmin karmaşık sonu

Filmin sonu da hikâyesi kadar merak ediliyor. Sonunda ne olduğunu pek çok kimse anlamıyor. Sanki hikâye boşlukta bırakılmış gibi bir düşünce oluşuyor. Yönetmen burada sembolist bir mesaj verdiğini röportajında belirtiyor.

“Sizce filmde yaşananlardan sonra ne oluyor, mesaj yerine ulaşıyor mu?” sualini şöyle cevaplıyor: “Bu halka sormanız gereken bir şey. Bu hepimize bağlı. Bu dünyaya adım atmış en sefil tür olmaya devam etmek isteyip istemediğimize bağlı…”

Filmin sonu da bizim kendimizi sorgulamamızla şekillenecek. Gelecek nesillere ne bırakıyoruz? Bizden aşağıdakilere sosyal sınıflara alt kattakiler gibi mi davranacağız yoksa bizden üsttekilere davrandığımız gibi mi?

Not: Bu yazı DailySabah’da ” Dystopian sci-fi ‘The Platform’ on Netflix offers appropriate allegory for coronavirus pandemic” başlığıyla yayınlanan yazının Türkçesidir.

Başka bir sinema eleştirisi:

Rise of Empires: Ottoman İncelemesi

Ali Tüfekçi

Marmara Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Sosyal ilimlere; tarih, sosyoloji, psikoloji ve İslami ilimlere meraklı.
DailySabah Culture&Arts yazarı. Kelambaz editörü.

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!