Kelâmbaz

Kanije I ; Bir Zorlu Müdafaa

Meşhur tarihçi Mustafa Na‘îmâ Efendi’nin (v.1716), yazdığı 6 ciltlik enfes tarih kitabı fevkalade hadiselerle doludur. 1600 senesinde Sadrazam Damad İbrahim Paşa tarafından feth edilip muhafazasına Tiryaki Hasan Paşa’nın tayin edildiği Kanije Kalesi’nde yaşananlar bunlardan biri… 1601 Eylülünde Avusturya Arşidükü Ferdinand’ın devasa toplama ordusuna karşı nasıl çetin ve muvaffak bir müdafaada bulunduğu bütün teferruatıyla anlatılır. Ben de bu uzunca metni tümüyle Latinize ettim ve iki bölüm halinde neşr etmek istedim. Cenab-ı Hak bu satırların müellifi olan Na‘îmâ Efendi’nin ve başta Hasan Paşa olmak üzere tüm serhad askerlerinin ervâhını şâdümân, makâmlarını Rıdvân eyleye…

Zikr-i Ahvâl-i Kanije der-Muhâsara-i Küffâr
[Kafirlerin Muhasarası Sırasında Kanije Kalesinin Hali]

Çün leşker-i küffâr [Küffar askeri] Mekomorya’ya; beğler ve zahîre, Zigetvar’a gelmişdi. Beğler, bir saat evvel erişmeğe Hasan Paşa adam gönderüb anlar dahi kalkdılar. Küffâr, bir menzil karîb yerde konub câsûs göndermişdi. Rebiülevvelin sekizinci yevmü’l-hamîsde [06.09.1601], beş bin kadar küffâr askeri Kanije altına dil [esir] almağa gelüb, kuşluk vaktinde Beç kapusu semtinde zâhir oldular.

Hasan Paşa topçubaşıya, “Olmaya ki bir top atasın [Sakın bir top atma!] ve atlıdan bir kimse çıkmaya! Zîrâ kafirin murâdı dil [esir] almakdır. Hemân piyâde gâzîler tüfeng ile ceng eylesünler.” deyü tenbîh edüb kapulara adam koydu. Mûcib-i tenbîh ile âmil oldular. Öğle zamânına dek döğüşüb birkaç kâfir ve at yaraladılar. Küffâr gerü dönüb taburlarına geldikde Ferdinandos’a ahvâli nakl etdiler. Bunların kal’a altına vardığına i’timâd eylemedi. Ve çok azar eyledi.

Ertesi [gün], beğlerinden birini ta’yîn edüb, “Ola ki bir dil alasız.” deyü gönderdi. Cum’a günü salâ vaktinde gelüb kal’anın topu altına girdiler. Tüfeng-endâz gâzîler öğle namâzı vaktine dek üslûb-i sâbık üzre ceng etdiler. Ba’dehû kâfir durub, “Dîn-i Muhammed hakkıyçün bâri bir top atın!” diyegördü. Hasan Paşa ta’lîmi üzre “Kal’ada bir dâne topumuz yokdur. Olsa, atup sizi öldürmekden ictinâb mı ederdik?” dediler. Küffâr gerçek sanub, sürûr ile Ferdinandos Kral’a ahvâli söylediler. Mezbûr dahi üslûb-i sâbık üzre muâmele olunub bu def’a çok ceng etdiler ve, “Top atın da kralımız istimâ’ itsün!” deyü niyâz etdiler. Yine ke’l-evvel [önceki gibi] cevâb verildi ve, “Biz bunda birkaç günlük müsâfiriz. Böyle cezîrede [ıssız adada] insan mı durur? Pâdişâhımızın nice bin böyle palangası [kalesi] vardır.” dediler. Ammâ kaçan ki Hasan Paşa bu tedbîri ta’lîm edüb, “Topumuz yokdur!” sözünü söyleyin demişdi. Ağaları mu’âraza edüb [itiraz edip], “Bu sözü düşmana söylemek iyi değildir. Üzerimize gelmeğe kasdları yok ise de tamâ’a düşüb gelmelerine sebeb olur.” dediklerinde, “Siz sözümü tutun. Bilmediğiniz yer vardır. Ben topları mahalline saklarım.” dedi.

Küffâr gerü dönüb sürûr ile Ferdinandos’a işitdikleri sözü söylediler. Ferdinandos dahi mesrûr olub beğlerini meşverete da’vet etdi. “Câsûs gönderüb haber alalım. Tahkîk giderler [Türk askeri kaleyi terk edip giderler] ise cümlesini kıralım ve Yanık [Kalesi] altında olan Kral Hersek Matyaş ne tarafa azm ederse âna göre hareket idelim.” deyü ba’zılar arz-ı tedbîr etdikde, kimi beğenmeyüb, “Zigetvar’ı muhâsara edüb alalım. Ösek’e dek cümle kal’aları zabt idelim. Biz beriden, ânlar öteden Türkler’i ortadan gidelerim.” dediler. Zerrînoğlu orada idi. Âna, “Sen ne dersin?” denildikde eyitdi:

“Ben Sultân Süleymân zamânında Zigetvar’a kapanmışdım. Taşra kal’ası âsândır, lâkin iç kal’ası müstahkemdir. Her kuleye kırkar top gerekdir ve etrâfında olan gölü Sultân Süleymân, yüz bin yük yabağı doldurdukdan sonra bir ol kadar toprağı su üzerinden aşırub kal’aya havâle eyledi ve zûr-i bâzû ile [pazu gücü ile zorla] aldı. Eğer sizin dahi ol kadar kuvvetiniz var ise ve Türk askeri üzerinize gelmezse belki bir maslahat görürsüz. Ammâ benim bildiğim budur ki, eğer bu yıl Kanije’yi kurtarabilürseniz bundan büyük hizmet olmaz. Lâkin onda dahi bir sâhir-i mekkâr [kurnaz sihirbaz] kapanmışdır. Ânın hîlelerine akl erişmez. Yirmi senedir biz ânın kâse kâse zehrlerin içmişizdir. Her bâr ki hastalığı yâ mevti şâyi’ olsa [ölüm haberi yayılsa], der-akab vilâyetimizin birinde zuhûr eder. Nice dâr u diyârımızı harâb etmişdir. Bu âna dek kimse önüne ânın duramayub mu’ârızlarına hîle ile gâlib olagelmişdir.” deyüb hâmûş oldu. Frenk beğleri dinleyüb, “Bu şahs bizim cengimizi görmemişdir. Yâhûd Türk ile yek-dildir. Bize korku verir.” deyü kelâmına vücûd vermediler.

Ferdinandos: “Hele yârın varub Kanije altına konalım. Eğer Türk bırakırsa hoş, ve illâ [bırakmazsa] muhâsara edelüm. Bu Macar hâinleri görsünler Kanije nice alınur. Ândan sonra onların hakkından gelmek gerek. Zîrâ her yerde Türk’ün kılıcını salarlar.” deyü bu söz üzerine karâr etdiler.

Âmeden-i Tabur-i Küffâr be-Hisâr-ı Kanije
[Kanije Kalesine Kafir Taburlarının Gelişi]

Rebiülevvelin on birinci pazar günü [09.09.1601], hey’et ve salâbet-i menhûsa ile küffâr-i hâksâr tabl u köslerin ve nefîr u nâkûsların çalarak gelüb, kuşluk vaktinde Nehr-i Burg kenârında Beç kapusu semtine kondular. Ol mahalde Perzence’den zahîre arabalarının ve askerin dahi ilerüsü[nde] göründü. Kâfirler ânı görüb, “Kal’a ehlini götürmeğe arabalar geliyor” dediler ve nidâ etdiler ki, Türk yakasına kimse geçmeye. Hâzır-bâş durub Türkler kal’adan çıkub gitdiklerinde ardlarından erüb cümlesini kıralar.

Bu tarafdan zahîre ve asker bi’t-tamâm kal’a içerüsüne gelüb, beğler, Paşa’nın huzûruna vardılar ve, “Bu asker ne makûle [biçim] askerdir? Arada ceng ü cidâl yok.” dedikde, Paşa latîfe yüzünden, “Müsâferete gelmişlerdir. Bi-hamdülillâh çünki siz erişdiniz, bundan sonra issi [sıcak] karpuzlar ile ziyâfetlerin alsunlar [gülleleri kasd ediyor].” dedi. Toplar atılmadığının hikmetin burada bildiler. “Toplar atılsa, kal’aya zahîre ve asker giremezdi.” dediler.

Ba’dehû Hasan Paşa, topçuları yanına çağırdı, “Bu kal’ada ne kadar top var?” dedi. “Büyük ve küçük yüze yakın top vardır” dediler. “İmdi cümlesin hâzır edüb Gülbang-ı Muhammedî [Mehter] çekildikde, ibtidâ büyük topa ateş edüb, ba’dehû cümlesini bir uğurdan küffârın cem’iyyetgâhına doğru atasız!” dedi. Pes cümle topları doldurub muntazır oldular. Paşa-yı müşârün-ileyh, iki rek’at namâz kılub du’â etdi. Ba’dehû vech-i meşrûh üzre ibtidâ büyük topa ve sonra cümle toplara ateş verilüb zemîn, lerzeye [sarsıntıya] geldi. Küffâr birbirine girüb neye uğradıklarını bildiler. Ferdinandos Kral dört beğleriyle otururken üçünü top urub helâk etdi ve nice bin nüfûs zâyi’ ve telef oldukdan sonra çadırların kaldırub suyu geçmek ardınca oldular. Gâzîler çıkub akşama dek azîm ceng eylediler. Ve Burg suyunu [kalenin etrafındaki suyu] geçüb Zigetvâr yakasına kondular.

Küffâr beğleri Ferdinandos Kral’a gelüb, “Gördün mü Türk bize ne âl [oyun] eyledi? İmdi bunlara amân vermeyüb cümlesin kıralım. Âleme mûcib-i ibret olsun!” dediler. Kral eyitdi: “Göreyim sizi, intikâm günüdür!” ve toplar dizüb metrise [siperlere] girdiler.

İbtidâ-i Muhâsara
[Muhasaranın Başlaması]

Evvelâ üç büyük topların atdılar ki biri kal’a aşuru gitdi. İkinci top, Hasan Paşa sarâyının bir ocağına urub Zigetvar yakasına sekdi gitdi. Üçüncü top, Yeniçeri Ağası Sefer Ağa’nın odasına uğradı ama kimseye zarar etmedi. Ba’dehû kırk iki azîm topları, altı yerden kurub, gâhî cümlesine bir yerden ateş verdikçe şiddet-i darbdan kal’a, keştî-vâr [gemi gibi] lerzân olurdu [sallanırdı]. Mukaddemâ Hasan Paşa zahîre ile beş yüz kadar ser-âhûrı alıkoyup, öküzlerini defter ile her ocağa ta’yîn itmişdi. Bâkîsi çıkub gitmişdi.

İrsâl-i Haber be-Serdâr
[Sadrazam’a Haber İletilmesi]

Çün küffâr kal’aya geldi, Hasan Paşa, a’yânı cem’ ve meşveret edüb, “Gerçi barutumuz var, suya ihtiyâc yok, zahîremiz dahi kifâyet etse olur. Şimdi bize lâzım olan; Serdâr, Belgrad’dan kalkmadan ahvâli i’lâm itmekdir. Benim bir adamım gider. Yeniçeri Ocağı’ndan dahi adam gerek.” dedikde, odabaşılardan Mehmed ve Ahmed ta’yîn olundu. Serhad gâzîlerinden “Kara Pençe” denmekle ma’rûf bir yiğit ki her dili bilürdü, odabaşıları yanına alub Uğrun Kapu’dan çıkdı. Sabaha dek Zigetvar’a düşüp [~80km], andan Şakloş’a, dördüncü günü Belgrad’a varub ahvâli, Serdâr’a [Sadrazam Yemişçi Hasan Paşa’ya] i’lâm eyledi. Serdâr dahi ba’de’l-meşvere, Hasan Paşa’ya mektûblar yazub, “Biz dahi varmak üzereyiz.” deyü yolladı. Bunlar gelüb, kal’a muhâsara olmuş, kuş uçmaz gördüler. Odabaşılar Zigetvar’da kalub Kara Pençe, tebdîl-i sûret mektûbu içerü iletdi. Mahsûr olanlar okuyub, “Serdâr imdâdımıza gelür!” ümmîdinde oldular.

Ahvâl-i Kal’a
[Kalenin Halleri]

Bu tarafda küffâr her gün hisâra binden mütecâviz top urub, duvarları münhedim oldukça [yıkıldıkça] gâzîler lihâf ve câmesin doldurmakla [elbise ve eteklerin malzemeyle doldurarak], her şeb [ her gece] gediklerin münsed ederlerdi [kapatırlardı] ve Hasan Paşa her birine istimâlet verirdi [gönüllerini alıp, şevke getirirdi]. Mukaddemâ bir hafta kadar kapular kapanmayub gâzîler taşradan ceng etdiler ve hayvânât dahi çıkar, gezerken, küffâr bir dil ve bir hayvân almağa kâdir olamadı.

Ândan sonra küffâr, Mehmed Kethüdâ geçidinden geçüb Zigetvar yakasında on dört yerde metris kurdular ve beş top ile altı bin kadar asker Beç yakasında kalmışdı. Ba’dehû Burg suyun saz ile doldurmağa başlayub üzerinde çubuklar döşediler ve kal’adan yana sepetler koyup içini uzun odun ile doldurdular. Tamâm hendek başına [kalenin etrafında su hendeği vardı] getürüb büyük tabya bağladılar. Ve hendeğin arzına [enine] göre bir köprü düzüb kalafatlı çam varilleri içine araba dingilleri gibi iki adam yürüyecek kadar olub sürdükçe ol variller tekerlek-vâr [tekerler gibi] dönerdi. Tamâm kal’a dibine geldikde, iki demir çengel ile kal’aya muhkem ilişdirilüb tâ ki köprü hareket etmeye. Bunun üzerine kırk gün geçüb henüz köprü suya salınmadan Hasan Paşa, birkaç fedâîleri, yakmağa gönderdi. Bir küçük sefîne [kayık] ile gece varub, küffâr sermest-i hâbda [uyku sarhoşluğunda] iken neft ile ateş urdular. Üzerinde olan küffâr ile köprü bir saattde berbâd oldu ve yapdıkları sıçan yolları dahi yandı. Tekrâr bir amele dahi şurû’ eylediler.

İstimdâd ez-Serdâr
[Serdârdan İmdad Dileme]

Bundan akdem Hasan Paşa tekrâr mektûb yazub Karapençe ile Serdâr’a gönderdi ki, “Elbette bâri [Belgrad’dan] Zigetvar’a dek gelmeniz gerekir. Tâ ki mahsûr olan askere kuvvet-i kalb hâsıl ola. Ve illâ kal’a elden giderse bir dahi alınmaz. Sonra cevâb veremezsiz.” demişdi. Mezbûr [Adı geçen Kara Pençe] dahi Uğrun Kapu’dan çıkub Zigetvar’da olan odabaşıları elden ve Ösek’de Serdâr’a vardı. Serdâr, müşâvereden sonra İstoni-Belgrad’da tabur üzerine gitmeği [İstoni-Belgrad’da olan Kral Matyaş (Mathias) üzerine savaşa gitmeyi] mukarrer edüb, “Dönüşde imdâda yetişürüz.” deyü istimâletnâme verdi. Odabaşılar gerü Zigetvar’da kalub, Kara Pençe içerü girdi. Tenhâ [gizlice] mektûbu Hasan Paşa’ya verdi.

Mefhûmu ma’lûm oldukda, âhar [başka bir] mektûb düzdürüb, vâfir nevâziş ü tahsînden [bolca gönül almalı ifadelerden] sonra, “Biz dahi varmak üzereyüz!” ma’nâsın derc eyledi. Ertesi [gün], dîvân eyleyüb, “Serdâr-ı Azîmü’ş-Şân’ın mektûbudur!” deyü tekrîm ile okutdu. Halk, gerçek sanub cân-ı gönülden, “Dîn yoluna başımız fedâ!” deyüb sâbit-kadem olub asker-i İslâm kelimesine muntazır oldular.

Tedbîr-i Küffâr be-Rây-ı Hisâr
[Kâfirlerin Hisar için Tedbirleri]

Çün köprü yandı, tekrâr sıçan yollarını yirmi günde doldurup bir köprü dahi yapdılar. Tabya yanında suya saldılar. Hasan Paşa, birkaç gâzîler ta’yîn etdi. Gece ile bir çengele urgan bağlayub ucunu berü getürdüler ve çeküb üzerinde olan melâ’în ile kal’a yanına aldılar. Kâfirler duydukda suya dökülüb gark oldular. Bu dahi küffâra rahne [yara] oldu. Ba’dehû çamdan gemiler yapub üzerini pelîd tahtası dahi üzerini gön [tabaklanmış deri] ile kapladılar. Tâ ki tüfenk ve humbara kâr etmeye. Ba’dehû Burg suyu başına indirüb, içine yüzer adam girdi. Ve bu esnâda gece azîm şenlik etdiler.

Hasan Paşa Kanije altında olan geçide adam gönderüb, küffâr geçerken gece ile iki dil [esir] aldılar. Birini tenhâ getürüb söyletdikde, küffâr[ın] İstoni-Belgrad’a gelüb aldığını [Sadrazam Yemişçi Hasan Paşa’yı bozdukları] ve şenlik ânınçün olduğunu haber verdi. Hasan Paşa eyitdi: “Nedendür ki şimdiye dek alınan diller, cümle sizin tâifedendür? Askerinizde Macar ve Hırvat yok mudur?”

Cevâb verdi ki: “Macar’ı, Türk ile birdir deyü kal’a yanına uğratmazlar.” Paşa dönüb, Macar askerinin adedini sordukda, “Hırvat’dan gayri otuz bin kadar Macar askeri vardır.” dedi. Ba’dehû ânı çıkarub öbür dili getürüb su’âl etdi. Ol dahi ânın gibi söyledi. Hasan Paşa, “Taşra götürün ve başların kesin!” deyü âşikâre eliyle işâret etdikden sonra, Beşli Ağası Kara Ömer Ağa’yı çağırub tenhâca dedi ki: “Var bunları kal’ada olan beş yüz Macar ser-ahuru içinden geçür ve, “Bunlar Macar’dır ve üç gecede bir nöbet ile bin fedâî Macar içerü yardıma gelür. Ben dahi sizdenim. Küçükden gelüb paşa kulu olmuşum. Elim altında bin kadar adam ve bu kadar mâl ve erzâk vardır. Bırakub gidemem. Ama kal’ayı alsalar haz ederim [sevinirim]. Lâkin sizin aranızda kal’a alındığını istemez çok adam vardır. Ve bu kal’ada bir yıllık zahîre ve barut ve otuz bin Türk vardır. Meğer bunda kışlayub buz üzerinden bir hâl idesiz. Paşamız şimdi sizi öldürmeğe emr eyledi. Ben mâni’ oldum. Gayret-i turâbiyye [Aynı topraktan olmanın getirdiği bir gayret] vardır. Sizi âzâd edeyim. Gördüğünüzü ve benim hayr-hâhlığımı [iyilik severliğimi] zâbitlerinize söylen.” deyü ta’lîm edüb gönderdi. Kara Ömer dahi Paşa’nın ta’lîmi üzre edüb, ol iki kâfirin ellerine birer mikdâr beyaz ekmek verüb, gûyâ mahfîce askerlerine gönderdi. Mezbûrân [Adı geçen esirler] dahi Ferdinandos Kral’a varub ahvâli i’lâm etdiler. Kral gâyet müte’ellim [elemli] olub ve netîcesine ıttılâ’ intizârıyla hayretde kaldı.

Ahvâl-i Re’s-i Mehmed Kethüdâ ve Mankırkuşu Mehmed Paşa
[Mankırkuşu Mehmed Paşa ve Mehmed Kethüdâ’nın Başları]

Bu esnâda bir gün seheri küffâr tarafından bir âvâz zâhir oldu ki: “Sizinle cevâbımız vardır, top atman!” “Cevâb nedir?” dediler. “İmdi bilmiş olasız ki, Serdâr Yemişçi Hasan Paşa İstoni-Belgrad altında bozuldu ve kal’ayı alamayub döndü. Mehmed Kethüdâ’nın ve Budin Paşası’nın başlarını bizim serdârımız teberrüken gönderdi. İşte ikisinin dahi başı!” deyü kal’a karşusuna dikekodular. Ve dediler ki: “Yarın yukarudan cümle askerimiz [Kral Mathias askeri] bunda gelür. Siz kime dayanursuz? Serdârınız bozulub gitdi. Gelin Kral’ın kal’asını verin, katlden halâs olun. Hasan Paşa bir ehl-i keyf mu’ânid [inatçı] adamdır. Sizleri cümle telef etmek ister. Siz âna bakmayub başınızı ve malınızı selâmete çıkarın. Kral’ın ahd ü emânı vardır. Yarın İstoni-Belgrad’dan Hersek Matyaş geldikde size emân vermez. Eğer bu başlara inanmaz iseniz, Mehmed Paşa’yı ve Mehmed Kethüdâ’yı bilenlerden bir kimse çıkub nazar etsün. Âna zarar dokunmaz ve kralımız in’âm eder [nimetlendirir, iyilikte bulunur].” dediler.

Cevâb-ı bâ-Savâb-ı Hasan Paşa-yı Hikmet-Me’âb
[Hasan Paşa’nın Cevâbı ve Hikmetli Sözleri]

Ahâlî-i kal’a [Kale halkı], bu kaziyyenin istimâ’ından [bu durumun işitilmesinden] mütegayyir olub [çokça üzülüp] bu def’a hâl-i müşkil oldu. “Serdâr bozulub, küffâr geldikden sonra zahîre ve barutumuz az kaldı. Hâl nice olur?” deyü Hasan Paşa’ya gelüp mezbûr kâfirin sözün nakl etdiler ve “Çâre ve tedbîriniz nedür?” dediler. Hasan Paşa-yı âkıl eyitdi:

“Ey Gâzîler! Ma’lûmunuzdur ki ol melâ’în sizi kayırdığından nasîhat etmez. Ol başlardan ve kâfirin yaygarasından aslâ üşenmen! Bilmiş olun, size birkaç sözüm vardır. Benden yana kulak tutun! Bu mel’ûnların gösterdikleri başlar gerçek midir, yalan mıdır, evvelâ Kara Pençe’yi gönderelim. Sahîh haberini getürür. Sahîh olduğu sûretde [Gerçek olsalar bile], biz kal’aya onlar içün kapanmadık! Pâdişâh sağ olsun! Hemân bir ednâ kuluna buyursalar, onlar gibi ölür. Bizim kapanub sâbit-kadem olmamız, dîn-i İslâm uğruna ve Hak yolunadır! Ammâ kal’anın inşâallâhü te’âlâ alınmayacağına birkaç delîlim vardır. Biri budur ki, İbrâhîm Paşa (Birkaç ay önce vefat eden ve bir sene evvel bu kaleyi feth eden Sadrazam Damad İbrahim Paşa) bu kadar gün döğüb alamayacak [kaleyi alamayınca], ‘Eğer Hak te’âlâ fethini müyesser ederse Medîne-i Münevvere’ye vakf olsun’ dedi. Ba’dehû fethi müyesser oldu. Mercûdur ki [umulur ki], ol Sultân-ı Enbiyâ’ya vakf olan, kâfire düşmeye. Ve biri dahi küffâr-ı hâk-sâr, rebiülevvelin on ikinci gecesi gelüb muhâsara eyledi. Server-i Enbiyâ Hazretleri, âleme rahmet içün geldiği gece hürmetine bu kal’ada mahsûr olan ümmeti dahi ümmîddir ki rahmetinden behreyâb [nasiplenmiş] ola! Biri dahi budur ki, her akşam gülbank-ı Muhammedî getürüb, ‘Allah Allah!’ dediğimizde, taşrada küffâr kırk iki pâre topu bir uğurdan atar ki, ‘Kal’ada ne çok adam kapanmışdır’ diyeler. Pes Hak te’âlâ’nın ism-i şerîfi hürmetine gayret-i ilâhiyye zuhûr eder ve Allâhü te’âlâ’dan ricâ ederim ki, kal’a alınmadığından gayri, küffâr-ı hâksâr askeri, topların çeküb selâmetle gidemeyeler!” dedikde halk mütesellî olub sözlerini fâl [uğur] tutdular ve dedi ki: “Metrisden çağıran kâfire aslâ cevâb vermeyiniz! Zîrâ sözden âşinâlık kesb olunub mağlûb, gâlibe meyl etmek, umûr-i tabî’iyyedendir. Hemân kılıç gösterin! Ve mümkin olur mu ki bir kimse ol başları suya düşüre?” dedikde, Peçuylu Behram Çeribaşı ilerü gelüb: “Himmetiniz ile âna top göndereyim.” dedi. Hasan Paşa eyitdi: “Göreyim seni! Allah işini rast getüre!”. Ol dahi varub [düşmanın iki sırık üzerine geçirdikleri] başlara mukâbil, bülbül topu demekle meşhûr topu atdıkda, ikisi dahi suya düşdü. Kâfir zehr yutmuşa dönüb şetm ederek gitdiler. Hasan Paşa âna bu iş mukâbelesinde bir tımar verdi.

Küffâr, Ferdinandos Kral’a varub, vâki’ hâli bildirdiler. Gadaba gelüb, “Her kim kal’adan bir dil [esir] getürürse on pâre köy vereyim!” dedi. Melâ’în cidd ü cehd etdiler, bi-hamdülillâhi te’âlâ kâdir olamadılar.

Âmeden-i Hersek Matyaş
[Kral Mathias’ın Gelişi]

Ol günün ertesi ale’s-subh [sabahleyin], leşker-i küffâr harekete gelüb piyâde ve süvâr, Komaran tarafına teveccüh etdiler. Öğle vaktinde Hersek Matyaş, alayları ve ağırlığı [ordunun beraberinde getirdiği yükleri] gelüb çadırları kuruldu. Gürûh gürûh kondular. Mel’ûn-i mezbûr, bir azîmet ve gurûr ile geldi ki asker-i İslâm, gûyâ gözüne zübâb [sinek] mesâbesinde görünürdü. Ba’dehû bir azîm dîvân edüb cümle ahvâli ortaya getürüb söyleşdiler. Kanije’den sahîh haber vermeğe bir kimse kâdir olamadı. Ferdinandos Kral ağlayub, “Ömrümde ben bunlar gibi kavm görmedim. Her bâr ki [her ne vakit ki] içerü söz söylense kılıç gösterirler.” dedi. Hersek Matyaş: “Ya Türk’ü ne söyledirsin? Meğer sen muhannes misin? Yahud ceng ahvâlin bilmez misin? Ben yukaruda İstoni-Belgrad gibi kal’ayı alub Türk askeriyle bu kadar zamân ceng edüb, belli başlı nice kimselerini kesdim! Sen üç aya karîb zamândır bir palanga almağa kâdir olamadın!” deyü aralarında nice kıyl ü kâl oldu. Ol muhâsara eden melâ’în: “Biz feth edemedik. Gerü çekilelim. Siz metrislere girüb feth eylen.” demekle ilzâm etdiler [susturdular].

Ba’dehû Matyaş, tekrâr hisâr cânibine adam gönderüb, “Serdârınız Zigetvar’a gitdi. Yalnız, bize karşı duramadı! Şimdi biz iki azîm asker bir yere geldik. Yedi kral bunda mevcûddur. Size selâm etdiler. Murâdınız pâdişâha hizmet ise ancak olur. Şimden sonra kışdır. Kralın hisârını verin. Size bir yerden zahîre ve imdâd gelme ihtimâli yokdur. Sâğ ve esen çıkub gidiniz. Asla bir kılınıza zarar ve ziyân gelmez.” deyü mülâyemetle [yumuşaklıkla] vâfir [çokça] söz söyledi ve “Kerem eyleyin, bize belli bir cevâb verin!” deyü niyâz eyledi. Kal’adan kılıç gösterüb mel’ûnu tüfenge tutdular. Bilâhare şetm ederek gitdi. Zîrâ, “Türk, bu kadar askeri görüb havfa [korkuya] düşmüşdür ve eğer şimdi bir cevâb verirler ise za’flarına ve hisârı teslîm edeceklerine delîldir.” deyü tecribe içün gelmişdi. Dönüb kal’a halkının bu vaz’ını dedikde, Matyaş gazaba gelüb, “Yarın yürüyüş edelim ve kal’ayı alub cümlesini katl edelim!” dedi.

Devamı;

https://www.kelambaz.com/kanije-ii-sabir-ve-akilla-gelen-zafer/

Emir Ali Demirel

Emir Ali Demirel

Elektronik Müh. Tarih-Sanat Tarihi, Kültürel Seyahatler&Fotoğrafçılık

emiralid.blogspot.com

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!