Kelâmbaz

Kanije II; Sabır ve Akılla Gelen Zafer

Önceki yazımızdan devam;

Hücûm-i Leşker-i Küffâr be-Hisâr-ı Kanije
[Küffar Askerinin Kanije Kalesine Hücumu]

Top darbından kal’anın ekserî yeri hâke [toprağa] berâber olub, su üzerinde [kalenin etrafını çevirne su hendeği üzerinde] envâ’-ı hiyle ile [çeşitli yollarla] köprüler ve tabyalar ihzâr etmişler idi. Ve karada yapdıkları gemileri dahi ol gün suya salub, yürüyüş nidâ ve “Bir kimse çadırlarda kalmasın!”deyü tenbîh etdiler. Ve içerüden dil almağa üç adam gönderüb kal’a altına geldiler ve filori [altın para] gösterüb, “Elbette bir iki Türk gelüb bizi içerü alsun! Müslimân olmak isteriz.” dediler. Hasan Paşa, “Dil [esir] almağa gelmişlerdir. Filân topa ateş edin, göreyim sizi!” dedi. Nişâne alub atdılar. İkisini götürüb, biri yere düşdü. Kral gâyet elem çeküb 2800 serdengeçdi fedâî kâfir yazdı ve “Her kim bedene [kale duvarına] çıkarsa on pâre karye vereyim! Ve Hasan Paşa’yı getürene kırk pâre karye temellük edeyim!” deyü nice va’deler etdi. Ertesi pazar günü [tekrar] yürüyüş mukarrer oldu [kararlaştırıldı].

Tedbîr-i Vezîr Hasan Paşa
[Tiryaki Hasan Paşa’nın Savaşı İdâresi]

Çün küffâr, gemileri suya saldı, Hasan Paşa ol gemiler gelecek yere karşu kal’anın dolmasın yarub [kale bedeninde delikler açtırıp] balyemez toplar kodu ve saçma ile doldurub ba’dehû vücûh-i askeri yanına çağırub hayr du’âlar eyledi ve her birine istimâlet verüb,

“Ey Gâzîler! Küffârın çokluğundan üşenmen! İnşâllâh fırsat bizimdir! Her bâr ki [Her ne vakit ki] küffâr, ehl-i İslâm üzerinde nâr-ı fitne îkâd eyleye, Hak te’âlâ kendü lutfundan ol ateşi söndürür. Göreyim sizi! Dîn uğruna dilîrâne duruşub ceng idelüm! Ölenlerimiz şehîd ve gâzîlerimiz dünyâ ve âhiretde azîz ü sa’îddir! Her biriniz kullu kulunuzda hâzır-baş olub top ü tüfeng ve edevât-ı harb ü ceng ile müheyyâ durun! Küffâr yürüdükde merdâne debrenün! Ümmîddir ki bu tedbîrleri dahi rast gelmeye!” deyü  nush u tahrîz eyledi [nashiatte bulunup şevklendirdi].

Ândan cümle gâzîler birbiriyle ve tevâbi’ ve levâhıklarıyla tevdî’ ve istihlâl [vedalaşıp helalleştiler] ve hukûk-ı nân u nemek ve sâir hizmet ü emek ve hakk-ı âhiret ve resm-i übüvvet ve uhuvvet; ol ki kâide-i fütüvvetdir, halâl etdikden sonra mâ-beynlerinde [aralarında] ahd u peymân bu minvâl üzre mün’akıd oldu [sözleştiler] ki tîğ-i berrân [keskin kılıç] ile arsa-i heycâda [harb meydanında] cemî’an kelleler galtân ola [yuvarlana]. Bu hısn-ı vîrânı [viran kaleyi], adû-yi bed-gümâna [kötü niyetli düşmana] vermeyüb ölünceye ceng edeler! Bu kavl u karârdan sonra gâzîler kaviyy-i kalb olub, yerlü yerine varub kükremiş arslan gibi makâmlarında sâbit-kadem oldular.

Bu tarafdan, küffâr dahi gece ile cebe ve cevşenin giyüb [silah ve zırhlarını kuşanıp] fevc fevc bayraklar ile metrislere [siperlere] doldular. Ve ol gemilere fedâî serdengeçdiler dolub, sabâh yeri ağarmağa başladıkda işâret topuna ateş etdiler. Şiddet-i darbından [vurma şiddetinden] zemîn harekete geldi. Zigetvar kapusu yanında kırk ayak duvardan geçüb Mahmûd Çorbacı odasında karâr eyledi. Der-akab [hemen peşinden] leşker-i küffâr dört tarafdan hücûm edüb gemileri yürütdüler. Tamâm kal’a hendeğine karîb oldukda  içerüden mukaddem hâzır etdikleri toplara ateş verdiklerinde bi-avnillâhi te’âlâ her biri gemilerin kimini ortadan kimini suya berâber urub, içinde olan melâ’în ile suya gark eyledi. Küffâr bu hâli göricek [görünce] belleri bükülüb nefesleri tutuldu. Gerü gayret-i câhiliyyeyi elden komayub bezl-i makdûr etdiler [çokça gayret gösterdiler].

Guzât-ı İslâm [İslâm Gâzîleri], bu kesret ve izdihâm ile hücûmu görüb, biraz havf u hirâs [korku ve endişe] gönüllerine târî oldukda [birden gelince], derhâl vezîr-i dilîr Hasan Paşa, asker-i İslâm’a karşu durub, “Harridi’l-Mü’minîne ale’l-Kıtâl” (Müminleri savaşa teşvik et!, Enbiyâ-65) fehvâsınca iğrâ-yı guzât edüb [gazileri şevklendirip], “Arslanlarım! Gayret ve hamiyyet günüdür! Yüz çevirmen! Bir saat sâbit-kadem olun, şimdi küffâr, hâib ü hâsir makhûr olur!” deyü nice hakîmâne nevâziş ü tahrîz etmekle gürûh-i mücâhidîn dahi gayret kemerin der-meyân ve cân u başların dîn yoluna Allâhü te’âlâ’ya fedâ ve kurbân eylemeği bî-diriğ tutub [esirgemeyip], her biri bir gazbân gibi hâzır-baş durub kal’aya yürüyen küffâr ile azîm savaş eylediler. Reis-i râcilân ve serdâr-ı yeniçeriyân Sefer Ağa dahi zîr ü bâlâ-yı hisârı perkâr-vâr devr edüb [hisarın altını-üstünü pergel gibi dört dolaşarak], def’-i mazarrat-ı a’dâ [düşmanın zararını def] içün sa’y-ı bî-pâyân eyledi [sayısız gayret gösterdi]. Mezbûr Sefer Ağa, ol vakit sekbânbaşı idi. Sonra paşa olub iştihâr bulmuşdur. Kal’adan atılan top-ı dehşet-nişân, küffâra şerâre-feşân olub gürûh gürûh melâ’îni cânib-i nîrâna gönderirdi.

Sayt u sadâ-yı ceng-âverân ve hây-hûy-i erbâb-ı tuğyân ve âvâze-i tabl u nefîr ve şa’şe-i şimşîr ü tîr, sâ’ika-i top ve tüfeng-i ra’d-âheng ve na’ra-i ehl-i ceng, bir mertebeye vardı ki, zemîn ü âsümân lerzân olub, 

[Cengâverlerin gürültüleri ve sesleri, taşkınlık eden kafir erbâbının hay ve huyu ve davul ve nefir âvâzesi kılıçların parıltısı, gök gürültüsünü andıran top ve tüfenk yıldırımı ve cenk ehlinin nârâları bir dereceye vardı ki, yer ve gök titredi.]

Mısra: “Sanasın kopdu ol yerde kıyâmet!”

Ve’l-hâsıl bu ceng ve savaş iştidâdından [şiddetinden] heft-âsümânda melâike-i Rahmân nazar-ı ibretle nâzır u nigerân olub, ahzâb-ı müşrikînin inkisârını [düşman bölüklerinin yenilgisini] Hazret-i Rabb-i Müste’ân tarafından ricâ ederlerdi. Kabakuşluk vaktine [öğleye bir saat kalaya] dek ceng ü cidâl üzre olub bilâhare inâyet-i Bârî [Bârî olan Allah’ın yardımı] yârî kıldı [yardıma yetişti]. Küffârın yüzü dönüb, cem’iyyetleri perîşân oldu. Burc ve bârûya tırmanub çıkmışlar iken bozulub taburlarına firâr etdiler. İnce Kara Ahmed Ağa nâm topçubaşı ol gün cumhûr melâ’îne pertâb eylediği [attığı] top, bi-avnillâhi te’âlâ hatâ eylemeyüb cem’iyyetlerini sokak sokak perîşân ederdi. Papa karındaşı [Devrin Papası VIII.Clement’in yeğeni komutan Aldo Brandini] tüfeng ile urulub sonra mürd oldu. Otuz bin asker sâhibi bir mel’ûn idi. Ma’reke âhir olduktan sonra [savaş meydanı sonlandıktan sonra] gâzîler cümle Hasan Paşa huzûruna gelüb el öpdüler ve mübârek-bâd-ı gazâ etdiler [gazâsını tebrik ettiler]. Ol dahi cümlesine nevâziş iltifât gösterüb hezâr tahsîn u âferînler ve hayr du’âlar eyledi. Ve bu yürüyüş ma’rekesinden sonra gâzîlerin gözü açılub, gönülleri küşâde oldu [açıldı] ve mehâbet-i küffâr [kafirden korku] kalblerinden zâil oldu. Her biri sedd-i İskender gibi kaviyyü’l-kalb oldular ve küffâra tekrâr yürüyüş edeler deyü ricâ etmeğe başladılar ve havf u haşyet, küffârın kalbine müstevlî olub, bi-avnillâhi te’âlâ min-ba’d [bundan sonra] yürüyüşe ikdâm edemediler.

Nasîhat: Bu makûle [Bunun tarzında] umûr-i mu’azzama-i cihâdda [büyük işler başarılan cihad işlerinde], pîşvâ-yı asker [kumandan] olan âkıl [akıllı] ve böyle kârdân ve müdebir [işbilir ve tedbirli] ve değme yaygaraya vücûd vermez sâbitü’l-kalb bahâdır gerekdir ki yanında bulunan asker dahi fi’line i’timâd ve kavline i’tikâd edüb tesbit-i himmeti ile şeca’atleri müstahkem ola. Ve ittihâd-i kulûb ve ittifâk-ı kelime [kalplerin birliği ve sözlerin uyumu] ile bir maslahat görüle ve böyle evkât-ı zayyıkada [sıkışık vakitlerde] sabr u sebât ehemm-i mühimmâtdandır. “Rubbe hîle, enfa’ min kabîle” [“Nice hileler vardır ki hısım-akrabadan daha çok işe yarar”] mazmûnu üzre, tarîkiyle hiyel-i acîbe [yolunca yapılan acayip hileler] ve sanâyi’-i garîbe isti’mâl etmekde çok fâide vardır.

Meşveret-i Küffâr-ı Hâksâr
[Sefil Kafir’in Meşvereti]

Bundan sonra Matyaş ve Ferdinandos, beğleri da’vet edüb serencâm-ı umûrda [işlerin vardığı netice hakkında] meşveret eylediler. “Bu kal’anın suyu çok lâkin açlık ile halkı zebûn olur. Türk askeri gelürse döğüşürüz. Bozarsak kal’a halkına havf düşer. Kal’ayı verirler. Olmazsa kışlarız. Lâkin havalar bozulmadan topları gönderelim.” demişken, Malta Hâkimi Don Cevan eyitdi: “Şimdi biz topları kaldırsak, içerüde Türk bizi adam yerine komaz ve Türk askeri Zigetvar’dan üzerimize gelmeğe niyetleri yok ise de, işitdikleri gibi gelürler. Topsuz karşu duramazız. Zîrâ kılıca geldikde bizim hâlimiz bellüdür. Hemân evlâ budur ki, evvelkiden ziyâde topları havâle edelim. Aslâ göz açdırmayalım.” deyü ittifâk edüb darb-ı topu müştedd [top atışlarını şiddetlendirme] ve kal’a etrâfını münsedd [kale çevresini çevirme] eylediler ve günde ikişer bin dâne atar oldular. Kal’anın duvarlarından eser kalmayub, tabya gibi sâde toprak yığınları şekline girdi. Hâneler ise hâke berâber oldu. Lâkin guzât-ı İslâm, ikdâm-ı tâm edüb gündüz yıkılan gedikleri gece yaparlar ve hisârın deliklerin ve deşiklerin kaparlar idi. Ammâ küffâr, gündüz atdığından, gece dahi eksik etmeyüb, ale’t-tevâli [devamlı surette] top atmağla çok kimse şehîd olurdu.

Tedbîr-i Barut
[Barut Tedbiri]

Bu esnâda kal’anın barutu tükenmeğe karîb olub Hasan Paşa, topçuları ve dizdârı da’vet edüb bu bâbda meşveret etdi. Dizdâr eyitdi: “Cebehânede küffârdan kalma bî-nihâye kibrit [kükürt] ve güherçile [potasyum nitrat] vardır. Barut olmak mümkindir.” dedikde tefahhus olunub [iyice araştırılıp] muhâfazada olan yeniçerilerden beşinci bölükde Uzun Ahmed, acemi oğlanı iken barut kâr-hânesinde işlemiş. İlerü gelüb, “Bu bâbda mahâretim vardır. Kibrit ve güherçile olıcak, âsândır [kolaydır]. Kömürün iyisi fındık ağacından olur. Söğüt dahi el verir.” dedi. Kal’a etrâfı sâfî söğütlük idi. Kesüb kömür yakdılar ve kütüklerden bir havan peydâ edüb, birkaç kimse ol hizmete ta’yîn olundu. Ve her gün murâd üzre barut yetişdirirler idi.

Firâr-ı Huddâm-ı Hasan Paşa be-Küffâr ve Tedbîr-i Âkılâne-i ân Merd-i Kâr-güzâr
[Haşan Paşanın Hademelerinin Küffâra Kaçması ve İş Bilir Kimsenin Akıllıca Tedbiri]

Yürüyüşden sonra bir gece Hasan Paşa’nın iç oğlanlarından aslı Macar iki kilerci oğlan kaçub Uğrun Kapu’dan çıkub aslına rücû’ eyledi [eski dinlerine döndüler]. Bunların firârından, halâyık [paşanın adamları] ıztırâba düşüb, “Kal’a ahvâlini düşmana i’lâm ederler.” denildikde, Hasan Paşa: “Epsem olun [böyle konuşmayın], onların tedâriki görülür.” deyü gâzîlere tesellî verdi ve dil [esir] almağa takayyüd ısmarladı [ehemmiyet verilmesini buyurdu]. Geçid başına varub birkaç kâfir getürdüler. Hasan Paşa nöbet ile getürüb eyitdi: “İki inan [güvenilir] adam gönderdim. Varup kralınıza buluşdu mu?”. Esir: “Belî [evet], kral bunlara asker adedini sordukda, ‘Bilmeziz, nihâyet adam çokdur. Ammâ zahîreleri azdır. Hemân fırsat zamânıdır, topları urun!’ demişler.” Tekrâr Hasan Paşa: “Biz içerüden gülbang [mehter] getürdüğümüzde ne mikdâr adam tahmîn ederler?” deyü su’âl eyledi. Esir: “Kimi yirmi bin, kimi otuz bin tahmîn ederler.” dediler. Paşa, eliyle başların kesmeğe işâret etdikden sonra Kara Ömer Ağa’ya evvelki esîrler gibi mu’âmele etmeği ta’lîm etmiş imiş. Ömer Ağa dahi, “Bunları ben katl ederim.” deyü cellâd elinden alub tenhâya getürüb, “Ben sizdenim. Evvelki esîrleri dahi ben kurtardım. Ol iki oğlanı paşa kasd ile gönderdi ki, kal’anın zebûnluğun [düşkün-zayıf hâlini] söyleyeler. Ola ki kışlayalar. Zîrâ Zigetvar’da olan askerden adam geldi ve Macar askeri ile dahi ittifâk olundu. Onlar taşradan, bunlar içerüden çıkub, Serdâr dahi gelüb sizi şebhûn etseler [gece baskınına uğratsalar] gerek. Ve içerüde olan Macar askerinden nöbet ile üç gecede bir biner adam gelür gider. İmdi krala benden selâm eyle. Gâfil olmasun! Kal’ada bir yıllık zahîre ve barut vardır. Ona göre hareket etsün.” deyüb ellerine bir mikdâr beyaz ekmek verüb salıverdi. Esîrler dahi varub cümle ahvâli krala dediklerinde bî-huzûr oldular.

Bundan sonra Hasan Paşa kâtib çağırub Serdâr’a [Sadrazam’a] hitâben bir mektûb yazdırdı. Âdet üzre ta’zîmden sonra, “Bundan akdem size mektûb gönderüb elhamdülillâhi te’âlâ askerimiz vâfir, barutumuz bir mikdâr az idi. Kâfirden kalan kibrît ve güherçileden hergün iki kantar [~110 kg] barut yapılur ve zahîremiz vâfir, üç ay râyegân [bol] yeter. Nihâyet Macar askeriyle ittifâkımız vardır. Onlar ile haberleşüb siz dahi ol vaktde gelmek içün göçdükden, oğul yerine beslediğimiz Kenan ve Handan nâm iki oğlanı taşra gönderdim. Macar kavmiyle mahfîce söyleşüb krala kal’anın kahtlığını ve barutu olmadığını ve diledikleri yalanı söyleyüb yine fırsat buldukda kaçub gelin deyü ısmarladım. Oğlanlar dahi firâr sûretinde çıkub, ‘Mürted olduk’ deyü kâfirleri inandırsalar gerekdir. İmdi siz hâzır olub ol vaktde erişmeğe sa’y eyleyesiz. Ve Handan ve Kenan ne haber getürürlerse âna göre yine i’lâm ederiz. Vesselâm.” Bu muktûbu mührleyüb bir atlas keseye koyub üzerine muşamma’ [mum döküp], ba’dehû meşîn diküb bir aba kalçın [deri torba] içine kodu ve Kara Pençe’yi da’vet etdi. “Bu mektûbu küffârın ordugâhına bırakasın! Ola ki bulunup serdârlarına ileteler. Sen bir an durmayub Serdâr’a varasın! Askeri kaldırub getirmeğe sa’y edesiz.” deyü yolladı. Mezbûr dahi münâsib libâs ile Uğrun Kapu’dan çıkub mektûbu bir münâsib yerde çamura bulaşdırub bırakdı ve kendi Zigetvar’a gitdi.

Bi-iznillâhi te’âlâ paşanın tedbîri takdîre mufâfık gelüb, ol abadan kalçını buldular. Söküb mektûbu gördüklerinde doğru krala getürüb, “Gördün mü, içerüden Serdâr’a göndermişler. Giderken kim bilür ne hâl oldu ki düşürmüşler.” deyü açub okudular. Mefhûmu ma’lûm oldukda, “Gördün mü, ol oğlanlar câsûs imişler. Hele tecrübe edelim.” deyüb oğlanları getürdüler. “Siz paşanın ne hizmetinde idiniz? Adınız nedir?” dediler. Onlar dahi, “Birimiz Handan ve birimiz Kenan. Bizi küçükden besledi, sünnet etdi. Lâkin biz Müslüman olmadık. Yine babamızın dînine girdik.” dediler. “Bizim câsûsumuz geldi. İçerüde barut yokmuş. Bir herif barut dökermiş. Gerçek midir?” deyü sordular. Oğlanlar, “Evet, gerçekdir.” dediler. “Yâ siz bize barut yokdur demişdiniz. Niye geldiğiniz ma’lûm oldu.” deyü cellâda verdiler. İkisinin dahi başını kesüb kal’aya karşu dikerek, “Bak a Hasan Paşa! Al Handan ile Kenan oğullarının başlarını! Serdâr’a dahi gönderdiğin mektûbun tutuldu ve ahvâl bilindi.” dediler. Bu def’a kal’a halkı, oğlanların başlarını gördükde bî-ihtiyâr gülüşdüler ve Hasan Paşa’nın hakîmâne hîlesini tahsîn etdiler.

Âmeden-i Serdâr Yemişçi Hasan Paş be-Zigetvâr
[Serdâr Yemişçi-Hasan Paşanın [Belgrad’dan] Zigetvar’a gelişi]

Çün yürüyüşden [kaleye hücumlarından] sonra küffâr, fasl-ı şitâda [kış mevsiminde] tahte’l-kal’a [kale altında] kışlamak arzûsuyla nice zîr-i zemîn [yer altında] rübah-veş [tilki gibi] in hafr edüb [inler kazıp] evler ve ahırlar tedârikinde olub bir yere gelmişler idi. Bu tarafda Kapa Pençe, zikr olunan mektûbu beyne’l-küffâr [kafirler arasına] bırakub Zigetvar’dan odabaşıları alub Serdâr’a gitmişdi. Onlar dahi Mohaç’a gelüb dördüncü gün orduda Serdâr’a girdiler. Kal’a ahvâlini i’lâm edüb, “İmdâda mecâl var mıdır? Kal’a elden giderse hâl müşkil olur.” deyü vâfir söylediler. Serdâr emr eyledi. Ulûfe verilüb, “Bugün akşama dek tevzî’ olunsun. Yarın Kanije üzerine giderim.” dedikde ba’zı erkân: “Rûz-i kâsım geçdi. Bundan sonra asker ile bir yerde durulmaz. Hayme ve hargâh dahi kurulmaz. Gitmek zamânı değildir.” deyince Serdâr kasem eyledi ki, “Askerden bir ferd gelmezse de yalnız kendü tevâbi’imle giderim!”. Gelenleri bu haber ile yollayub, onlar dahi üçüncü gün Zigetvar’a gelüb, odabaşılar yine ânda kalub, Kara Pençe içerü girüb vâki’ hâli söyledi.

Zuhûr-i Şiddet-i Şitâ bi-Emrillâhi Te’âlâ
[Allahü Te’âlâ’nın Emri ile Şiddetli Kışın Gelmesi]

Bu tarafda gerçi küffâr bir yere gelüb etrâfına hendek çeküb Macar ile mâ-beyn oldular. “Biz İtalya ve Frengistân’dan ölmeğe geldik! Bu kal’ayı almayınca gitmeziz, kışlarız!” derken muhâsaranın yetmiş beşinci günü [Kasım ayı ortası] ki, rûz-i çihârşenbe idi, öğle zamânı nâgehân [ansızın] cihânı kara bulut kaplayub muhâlif şimâl rüzgârı esüb, âheste âheste yağmur yağmağa başladı. Üç ay kadar zaman olmuşdu ki, yere katre nâzil olmamış idi [bir damla yağmur yağmamış idi]. Yağmur gitdikçe ziyâde olub, bâd-ı serd [soğuk rüzgar] ile sular donmağa yüz tutdu. Akşamdan sonra yağmur ile karışık kar yağub nısfu’l-leylde sâfî kar nâzil oldu. Üç gün üç gece muttasıl kar yağub, adam kuşağına çıkdı. Küffâr-ı hâksâr hâli mükedder [kederli] iken, gerü gayret-i câhiliyyeyi elden komayub topları atarlar ve inkisâr ızhâr etmezler idi. Bu esnâda Serdâr’ın [Belgrad’dan] Zigetvar’a geldiği haberi şâyi’ olub, mektûb-i ma’hûd mefhûmu karînesiyle küffâra küllî dehşet ve istîlâ-yı havf u haşyetden gayri, el ve ayak tutmadan kalub mâl ve esvâb ve eskâl değil, kendi başlarını halâsa [kurtarmaya] dermânları kalmayub gürûh gürûh firâra yüz tutdular.

İnhizâm ve Firâr-ı Küffâr
[Küffârın Bozulup Kaçması]

Ferdinandos bu hâli görüb firârîleri döndürmeğe adam ta’yîn etmişdi. Mecâl olmadı. Hasan Paşa ol gece dil aldırub söyletdikde, “Küffârın hâli mükedder oldu. Topları çeken bârgîrler [beygirler] ve öküzler Macar tarafından olmağla cümlesin kaçırmışlar. Toplar metrisde kaldı. ‘Yarın içerüden ve taşradan asker hücûm eder’ deyü perîşân oldular.” dedi. Ol gece kar sâkin olub hava açılmış idi ve bir azîm bârid [soğuk] rüzgâr esüb suları dondurdu. Hasan Paşa, Kara Ömer Ağa’yı da’vet edüb, “Üç yüz yarar yiğit hâzır olsunlar. İnşaallâh zafer müyesser olur.” dedi ve kendü bayrağın verüb bunları taşra gönderdi. Burg suyu donmuşdu. Buz üzerinden yürüyüb geçdiler. Karşularına bir kâfir beği gelüb, “Beni içerü götürün, Müslüman olmak isterim.” deyü takyesin çıkardı. Ömer Ağa, bunu Paşa’ya gönderdi. Paşa gördü ki, başında mücevher tâc var. Altına kürsî koyub su’âl etdi. Cevâben dedi ki: “Ceneviz kapudânı olub bin neferim var idi. Çadırımda kırk bin altun nakd ve eşyâ kaldı. Bırakub İslâm’a geldim. Ve kal’a rehni ile aldığım toplar kaldı.” deyü ağladı. Paşa, mezbûra bir mutallâ [yaldızlı] dülbend sarub telkîn-i îmân eyledi ve gâzîleri cem’ edüb, “İşte küffârın hâli bu kıyâfetde, göreyim sizi! Erlik günüdür.” dedi ve Ömer Ağa’ya Peçuy Sancağı’nı va’d eyledi. Ve ne kadar top ve tüfeng var ise hâzırladılar. İçerüde olan gâzîler, cümle küffâr tarafına nâzır durdular. Taşra giden asker ile Ömer Ağa, küffâr metrisine yakın vardıkda kal’adan yekpâre “Allah Allah!” ile toplara ateş verilüb, top ve tüfeng ve gülbang sadâsı âsümâna erdikde, küffârın başına cihân teng ü dâr olub, birbirine girdiler. Ve min ba’d [artık bundan sonra], karârı firâra tebdîl edüb, Ferdinandos Kral ile çadırlardan taşra kaçdılar ve Zigetvar tarafına çıkub biraz durdular. Bu tarafda Ömer Ağa evvelki metrisi basub dokuz yüz kâfiri fi’l-hâl kılıçdan geçürdü ve yüz elli kadar kâfiri esîr edüb içerü gönderdi. Ve ol metrisde on iki pâre top ve cebehâne zabt olundu. Hasan Paşa, beş yüz yiğit dahi imdâda gönderüb, cemî’an cebehân ve barutu içerü çekdiler. Paşa, sabâh namâzın kılub Zigetvar kapusunun üst yanında oturdu. Bir kese altun ve bir kese kuruş [groşen/gümüş para] yanına koyub, baş ve dil [esir] getürenlere akçe dökdü ve önünde başlar kubbe gibi yığılub tahmînen on sekiz bin baş kesilmiş idi. Bu ahvâli yazub Serdâr’a ol mahalden bir adam gönderdi.

Ba’dehû süvâr olub bi-nefsihî küffârın metrislerine geldi ve gâzîlere istimâlet [şevk] verdi. Kal’ada ancak altı yüz adam koyub, bu kerre cemî’an askeri taşta çıkardı. İnce Kara denmekle ma’ruf topçubaşı, Paşa’yı karşılayub, “Himmetiniz ile küffârın kırk beş pâre topunu zabt etdim.” dedi. Paşa buyurdu, her birinin bir tekerleğin çıkardılar. Ol gün tamâm metrisler zabt olundu. Öğle zamânına dek küffâr, Perzence tarafını tecessüs edüb gördüler gelür-gider yok, “Türk bize ne aceb âl [oyun] eyledi!” deyü tergîb edüb dörder kat piyâde ve süvâr alayların düzdü ve metrisler üzerine yürüdü. Bu tarafdan Hasan Paşa kal’anın cümle topların küffâr üzerine döndürüb, [düşmanın] kendü topların dahi alaylarına karşu müheyyâ kıldı [hazırladı] ve “Fırsat bizimdir, üşenmen!” deyü gâzîlere tesellî edüb toplara ateş etdiklerinde, melâ’înin alayları perîşân ve ekseri bî-nâm u nişân oldu. Der-akab guzât-ı İslâm hücûm etdiklerinde, atlısı kaçıp piyâdesini çadırlara varınca[ya kadar] kırdılar. Ol sahrâ küffâr lâşesi ile dolub bu defâ Hasan Paşa önüne otuz bin kadar baş yığıldı. Hasan Paşa, askeri durdurup, “Çadırlara girmenin saati var şahbazlarım, sabr eylen!” dedi. Sıngın kâfirler çadırlarına girüb, Ferdinandos mütehayyir, “Nice edelüm?” derken görürler ki küffâr çadırların bırakub gidiyorlar. Hasan Paşa, İnce Kara’yı Şâhin Top’a gönderüb ol dahi Ferdinandos Kral’ın çadırın nişâna alub atdıkda bi-iznillâhi te’âlâ hatâ etmeyüb Ferdinand’ın başı üzerinden geçüb otağını pâreledi ve nice kâfir helâk eyledi. Bu tarafdan gâzîler dahi harekete geldikde Ferdinandos’u etibbâ’ı atlandırub, “İş işden geçdi. Türk geçidi aldından sonra hâl müşkil olur.” deyü sürüb, Pavlit geçidine götürüb halkı savdılar ve güçle ubûr edüb [karşıya geçüb], yüz kadar adam ile râh-ı idbâra düşüb [arkasını dönüp kaçıp] firâr eyledi. Ordusu ve hazînesi ve raht u tahtu yerinde kaldı. Hasan Paşa dahi salât-i asrı [ikindiyi] edâ etdikden sonra metris ve kal’adan üç bin yarar adam ile Muslî Beğ’i ve Ömer Beğ’i küffâr ordusuna gönderdi. Ve mezbûrlara [adı geçen beylere], “Olmaya ki küffârı bi’l-külliyye sevindirmeden ganîmet toplamağa bakasız! Ve her yoldan ikişer bayrak âheste âheste varub ardınıza kâfir komayub kıra kıra gidin!” deyü tenbîh eyledi. Ve bu mahalde dahi vâki’ hâli yazub Serdâr’a bildirdi. Ba’dehû Hasan Paşa akşamı kılub kal’aya girdi. Bu tarafdan gâzîler vech-i meşrûh üzre yürüyüb çadırlara vardıkda kalan küffâr onları görüb firâr eylediler. İki yatsı zamânı tabura girüb zabt etdiler ve her kapuda bayrak diküb adam kodular. Hasan Paşa’ya bildirüb azîm ateşler yakdılar ve sabâha dek zevk u safâlar sürdüler. Firârî küffâr dağlara düşüb sahrâlara perâkende oldular.

Hasan Paşa sabâh namâzından sonra kahramanvârî süvâr olub [bir kahraman edasıyla atına binip], orduya geldikde gâzîler istikbâl edüb mübârek-bâd-ı gazâ içün el öpdüler. Ol dahi ânlara nevâzîş ü tahsîn gösterüb hayr du’â eyledi. Ve Ferdinandos Kral’ın otağına doğru varub içerü girdi. Gördü ki bir âlî taht, etrâfı trabzanlı biri altun biri gümüş parmaklıkları, başları elvân-ı cevâhir [renkli mücevherlerle] ile murassa’ [süslü] ve müzeyyen ve direkleri başına başına birer elmaz vaz’ olunmuş ki her biri Rumili harâcına değer idi. İki tarafında on ikişer kürsî konulmuş kırmızı kadife örtüler ile saçakları inci ve sırma ile örülmüş, herbiri zî-kıymet ve taht önünde tahmînen altı zırâ’ uzunluğu [~5.5 metre uzunluğunda] simât trapezesi [uzun masa], ol dahi sanâyi’-i gunâgûn ile müzeyyen idi [çok çeşitli ince sanatlar ile bezenmiş idi]. Hasan Pâşa ânda iki rek’at namâz kılub hamd u senâ ve feth şükrânesine du’â edüb ağladı ve, “Bu nusret-i mücerred, Hak Te’âlâ’nın inâyeti ve Hazret-i Resûl-i Ekrem’in mu’cizâtı eseridir.” deyüb kılıcını çıkarub tahtı ortadan kılıçladı ve geçüb üzerine emîrâne oturdu. Sâir beğler ve ağalar ol kürsîler [sandalyeler] üzerine alâ merâtibihim oturdular. Hasan Paşa cümlesine hıtâb edüb vâfir va’z u nasîhat eyledi ve sabr u sebâtın lüzûmunu ve ittifâk-ı kelime ve ittihâd-ı kulûb ile Serdâr’a itâ’at etmenin fevâidini [faydalarını] bildirdi ve, “Her kim bu gazâ-yı azîmde bulunduysa inşâallâhu te’âlâ mağfûrdur.” dedi. Ba’dehû “Otâğa evvel gelen kimlerdir?” deyü su’âl eyledi. Yedi nefer ilerü gelüb üç yeniçeri, dört serhadli kendülerin bildirdiler. “Bu otağda cebehâneden gayri her ne var ise sizindir.” dedi.

Kelâm-ı İbret-Encâm
[İbretlik Birkaç Söz]

Gece ile tabura gelen asker gerek Ferdinanos’un otağından gerek gayri çadırlardan emvâl ve eşyâ gâretine [yağmasına] vaz’-ı yed etmeyüb [el uzatmayıp] taksîm-i serdâra intizâr ile [kumandanın taksimini bekleyerek] sabâha dek beklediler. Ol sâhib-i şecâ’atlerin istikâmetleri, serdârlarına bu mertebe itâ’atlerinden ma’lûm olur! Hasan Paşa dahi kral otağını cümle eşyâsıyla, ol yedi nefere verüb tama’a düşmediği, ne kadar ankâ-meşreb ve bülend-himmet olduğuna delâlet eder. Her kaçan ki [Her ne zaman ki] asker böyle mutî’ ve münkâd [itaatkar ve emirlere boyun eğen], ve serdâr olan kimse, kerîmü’t-tab’ ve pâk-nihâd [cömert tabiatli ve temiz huylu] ola, elbette mazhar-ı lutf-i Rabbü’l-ibâd ve âkıbetü’l-emr, fevz ü nusret ile dilşâd olagelmişdir.

SULTAN III.MEHMED HÂN’IN KANİJE MÜDÂFİİ TİRYÂKİ HASAN PAŞA’YA HATTI HÜMÂYÛNU SURETİ:

Elhamdülillâhi’l-lezî faddalenâ alâ kesîrün min ibâdihi’l-mü’minîn
ve fevveza ileynâ masâlihil-müslimîn
vesselâmu alâ seyyid’el-mürselin…

Emmâ ba‘d:


Sen ki Kanije beylerbeyisi ihtiyar kulum ve müdebbir vezirim Hasan Paşasın! Bu sâl-i ferhunde-falde rehnümünî-i ikbal ve tevfîk-i zülcalâl ümmet-i Muhammed’e yâver olup eylediğin hizmet, südde-i ulyâya arzolunup sa’y-i bî-dirîğün meşkûr, ve namın, nîk-nâman defteri silkinde mestur olmuştur. Berhudâr olasın!

Sana vezaret verdim! Ve seninle mahsûr olan kullarım ki muktezâ-yı tertîb-i saltanat ile ma‘nen oğullarımdır. Yüzleri ağ ola…

Melhuzdan ziyade çalışub, cân ve başların din uğruna ve bizim yolumuzda diriğ etmediler ve makdûr-i beşer olan sa‘y-i cemîli yerine getürüb râh-ı Hak’da azîm çalışmışlar. Ab ve âteş arasında kâh garik ve kâh harik olmaktan perhîz eylemeyüb bedende ta’yîn oldukları mahalden ayrılmamışlar ve kâh neberdgâha çıkanları küffârı kaçırıp ve cenkçilerin kırub yürüyüş eylediklerinde cüyûş-u âhen-puşların [zırhlı düşmanların] girîzan ve emval u ganâyimi rîzan eylemişler. Barekâllahu fîhüm!

Bundan böyle dahi senin sözüne râm olub her ne hizmet teklîf edersen edâsına dikkat ve ihtimâm üzere olalar! Sana itâ‘at ve inkıyâd üzere oldukları benim rızây-ı hümâyunuma sebebdir. Bu pendnâme-i tâmmemi, gâzî kullarım mahzarında okuyup “Etiullâhe ve etîurresûle ve uli’l-emri minkum” ma’nâ-yı şerîfini ânlara bildiresin. Seninle muhâsarada olan kullanma verdiğin vergi cümle makbûl-u hümâyunum olmuşdur. Cümlenizi Hak teâlâ hazretlerine ısmarlarım!

Ol gün, bu hatt-ı hümâyunu Haşan Paşa’nın divanında açıp okuduklarında ağlamadık kimse kalmadı. Pâdişâh-ı İslâm’a hayr du’âlar olunub sonra şenlikler oldu..

III.Mehmed Hân’ın Türbesi, Ayasofya. (v.1603)

Emir Ali Demirel

Emir Ali Demirel

Elektronik Müh. Tarih-Sanat Tarihi, Kültürel Seyahatler&Fotoğrafçılık

emiralid.blogspot.com

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!