Kelâmbaz

Kabul Görmüş İktisadi Kurallar ve Kalkınmanın Hikâyesi

Son yıllarda ülkemizde çok ciddi bir tercüme ve telif eser hareketliliği var. Bu kadar kitabı okumaya ömür yetmeyeceğine göre okumaya değer olanları bulmak gerekiyor. Nokta atışı seçim yapabilmek için kitap kurdu arkadaşlarımdan tavsiye aldığım kadar sağa sola bakmayı da ihmal etmem. 2013 senesiydi, köşe yazarlığı yapan bir ağabeyimizi ziyarete gitmiştik. Tabii gözüm yine masanın üzerinde arasına ayraç, kalem konulmuş kitaplardaydı. Çıkışta unutmamak için hemen not aldım. Kitabın ismi: Sanayileşmenin Gizli Tarihi.

Bu kitaba bir tanıtım yazısı hazırlamak uzun zamandır aklımdaydı ama tembelliğin adını ‘vakit yok’ olarak değiştirdiğim için yazmayı sürekli erteliyordum. Ta ki geçtiğimiz günlerde TÜSİAD’ın “acilen kabul görmüş iktisat kurallarına dönülmesi” çağrısını görene kadar. Mezkûr haberi görür görmez İngiliz işgaline karşı halkı örgütleyen cesur yürek William Wallace halet-i ruhiyesine büründüm. Hem Ha-Joon Chang’ın takipçisi sayılırdım, zira kabul görmüş iktisat kurallarının aslında egemen ülkelerin sunduğu kasten yanlış tedaviler olduğuna dair şüphelerim vardı. Hayatın çoğu meselesinde mutlak hakikatlere inanmayan biri olarak bir de karşı cepheden bakmakta fayda görüyordum. Ha-Joon Chang bu çapraz okuma için birtakım sorular soruyor: Neoliberal öğretiler gerçekten de iktisat biliminin tek gerçeği mi? Ya bu kurallar gelişmiş ülkeler tarafından diğer ülkelerin kendi sınıflarına katılamaması için dayatılıyorsa? 

Sanayileşmenin Gizli Tarihi

Kore Neyi Başardı?

Chang iktisadi kalkınma nazariyeleri ve iktisat tarihine dair sorgulamasını yaparken Güney Kore’nin hikâyesini merkeze alıyor. Kore, 1960 yılında Mozambik ve Gine’den daha fakir, geleceğe dair hiç ümidi olmayan bir ülkeydi. 1961 yılında General Park darbe ile başa geçtiğinde Kore’nin kişi başı geliri 150 dolardı (mukayese için not düşeyim, aynı dönemde Türkiye kişi başı gelir 500 dolardı). 1980 yılına geldiğimizde ise Türkiye’de kişi başına gelir 1580 dolar iken Kore’de 1700 dolara yükselmişti. Bugün gelinen nokta ise hepimizin malumu. Telefondan otomotive en kritik sektörlerde Koreli firmalar sahalarının en önemli oyuncularından. Yakın tarihin bir parçası olan bu çarpıcı ilerleme hikâyesi, hâliyle ilerleme tartışmalarına yeni bir bakış açısı getirmek isteyen yazar için bir numune teşkil ediyor. Çünkü bu misali anlamak için tarihte pek gerilere gitmenize gerek yok. Adım adım gidişatı yakın tarih tarafından net bir şekilde kaydedilmiş bir örnek var önümüzde.

Kore Nasıl Başardı?

En baştan söyleyeyim; kitapta tafsilatıyla anlatılan Kore’nin kalkınma hikâyesi “kabul görmüş” neoliberal teorilerle taban tabana zıt bir tablo çiziyor: Planlamacı bir kalkınma stratejisi, rekabetçi döviz kuru, ithalatın engellenmesi, gümrük duvarları çekilmesi, kontrollü piyasa, stratejik endüstrilere devlet yardımı ve sübvansiyonlar, ağır lüks tüketim vergileri, uzun çalışma saatleri ve eğitimin yaygınlaştırılması bu politikaların omurgasını oluşturuyordu. Bu ekonomi politikası Devlet Başkanı General Park’ın iddialı ihracat hedefleriyle birlikte hayata geçti.

Bütün bunların neticesinde ihracat arttı, ülkenin sanayi altyapısı olgunlaştı ve Koreli şirketler dünya ile rekabet eder hale geldiler. Ve Kore bugün dünyanın sayılı ekonomilerinden birisi. Bütün bunlar demokrasinin değil askeri diktanın olduğu, liberal politikaların söylediğinin tam tersinin yapıldığı bir ortamda oldu.

Neden Liberalizm Tavsiye Ediliyor?

Kitabın iddiası açıkça şu; gelişmiş ülkeler gelişmekte olan ülkelere kendi kalkınmalarında izledikleri yolu tavsiye etmiyorlar. Bunun yerine gelişmiş ve gelişmemiş ekonomiler arasındaki eşitsizliği sürdürecek, onları bulundukları yerden yukarıya çıkarmayacak ekonomik tavsiyeler veriyorlar. Hatta IMF gibi kuruluşların kredi şartlarını düşününce bunun tavsiyeden dayatmaya evrildiğini de görüyoruz. Chang’ın metaforu ile ifade edecek olursak, gelişmiş ülkeler duvarı tırmandıktan sonra merdiveni itip arkalarından diğerlerinin gelmelerine mani oluyorlar.

Peki zengin ülkeler nasıl başardılar? Chang, İngiltere ve ABD tarihinden misaller veriyor. Henüz 19. yüzyıl başlarında sanayileşmede Hollanda’nın gerisinde kalan İngiltere’nin koyduğu gümrük duvarlarından bahsediyor. Benzer tarihlerde İngiltere Osmanlı’yla Baltalimanı anlaşmasını imzaladı. Bu anlaşmayla İngiliz mallarına tatbik edilen gümrükler sıfırlandı, Lale Devriyle tohumu atılan sanayi inkılabı başarısızlığa mahkum oldu.

Ülkenin menfaati için gümrük duvarları koyan ülkelerin en enteresanı ise bugün liberalizmin ve serbest piyasanın kalesi olarak bildiğimiz ABD. Kitaptan paylaşalım: Serbest piyasanın babası İskoç Adam Smith Avrupa’dan gelen ürünlere konulacak vergilerin Amerika’nın refaha kavuşması önünde engel olduğunu söylerken kurucu babalardan Alexander Hamilton tam tersi fikirdeydi: “1791’de ABD Kongresi’ne sunduğu Sınai İmalatçılar Konusundaki rapor, ABD gibi geri kalmış bir ülkede sanayiyi geliştirmek için “başlangıç dönemlerinde bulunan endüstrilerin” yabancı rekabetin yıkıcı etkisinden korumayı ve bu endüstrilerin kendi ayakları üzerinde durabilecekleri aşamaya kadar desteklenmelerini önermektedir”. Hamilton raporu korumacı gümrük tarifelerini, ithalat yasaklarını, iç piyasaya yönelik sübvansiyonları da içeriyordu. Ve ABD Smith’in tavsiyelerine değil Hamilton’ın ve destekçilerinin fikirlerine destek verdi.

Güney Koreli çocuklar, 1964 (Klaus Moser-Maync’in fotoğrafı. İzin alınarak kullanılmıştır)

Kore de ABD ve İngiltere gibi ülkelerin kalkınma sırasında izledikleri yolu izledi. Şirketleri kendi ayakları üzerinde durana kadar onları destekledi: “Kore’de Devlet ve özel kesimin işbirliği çerçevesinde seçilen belli endüstriler, tarife (yabancı ürünlere konan gümrük vergisi) koruması, sübvansiyonlar ve diğer devlet destekleri ile uluslararası rekabete dayanabilecek ölçüde “olgunlaşıncaya” kadar desteklenmiş ve geliştirilmiştir”.

Peki neden zenginleşmiş ülkeler arkadan gelenlere serbest piyasa politikalarını tavsiye ediliyor? Küreselleşme karşıtı, çoğunlukla Marksist ekonomistlere göre bunun maksadı sömürünün idamesi. Bu noktada az gelişmişliğin sürekliliği teorisine de atıfta bulunmak gerekir. Kapitalist sistem eşitsizlik ile ayakta duruyor ve az gelişmişliğin ve dolayısıyla eşitsizliğin sürekliliğini istiyor. Yerli sosyalistlerden Fikret Başkaya Az gelişmişliğin sürekliliği kitabında bunu şöyle ifade ediyor; “Kapitalizm , doğası gereği ve sürekli olarak eşitsizlik, hiyerarşi ve kutuplaşma üreterek var olabilir”.

Kore’nin kalkınmasıyla alakalı Türk ekonomistler ne söylemişler diye Google marifetiyle kısa bir araştırma yaptım. Birçok akademik makale var ama daha çok popüler bilgi düzeyinde yazılanları merak ediyordum. Fenomen ekonomistlerimizden Mahfi Eğilmez’in Türkiye ile Kore’yi kıyaslayan bir yazısına rastladım. Eğilmez’e göre bu çarpıcı farkın sebebi eğitim ve yargı. Fakat neden böyle olduğuna dair net, somut ifadeler yok. Neyse ki mesleki alışkanlıkla demokrasi ve insan haklarını da eklememiş sebepler arasına. Bu vesileyle daha önce yazdığım Ulusların Düşüşü kitap tanıtımını da paylaşmış olayım. Okuyanlar hatırlayacaktır, Daron Acemoğlu bu kitabında ülkelerin kalkınmasında demokrasinin önemli bir mefhum olduğunu söylüyor. Kalkınma mefhumunun holistik bir tarifini yapmadan, genel ifadelerle demokrasi-kalkınma irtibatı kurulmasının en azından fazlaca iyimser olduğu kanaatindeyim.

Bir Hatıra

Bir iş seyahati dolayısıyla Kore’de idim. Oradaki müşterimiz bize Seul ve Busan şehirlerini gezdirdi. Bu esnada bol bol sohbet de ettik. Otomobil merakımdan mütevellit, etrafta Hyundai, Kia ve Samsung dışında çok az araba markası olduğundan bir bahis açtım. Onlar da biraz şaşkınca; yerlisi varken niye ithal alalım dediler. Bizde de yerli otomobil çalışması var ama insanlar dalga geçiyor diye mukabelede bulundum. Bizim yerli arabalarımız bir zamanlar çok kötüydü ama biz aldıkça kullandıkça kendilerini geliştirdiler, sizin de kendi markanıza şans vermeniz lazım dediler. Kıssadan hisse; adamlar yerli malı milliyetçisi. Birbirlerine hava atmak için lüks arabalar alıp yurtdışına döviz saçmıyorlar.

Türkiye’de Güney Kore Modeli?

Türkiye’nin ihracat temelli kalkınma hedefi Kore modeliyle bazı benzerlikler göstermekte. Son yıllarda özellikle Çin’den gelen birçok ürüne anti damping vergisi uygulanması da benzer uygulamalardan birisi. Bu vergi içeride enflasyonu arttırsa da imalat sanayi yatırımlarını teşvik etmek ve istihdamı korumak hedeflendi. Yine Kore’nin bebek endüstrilere yaptığı gibi Türkiye de çeşitli stratejik sektörlere TÜBİTAK, KOSGEB gibi kurumlar aracılığıyla destek vermekte. Bu noktada Kore büyük belli birkaç firmayı desteklemişken Türkiye’nin destekleri daha geniş bir KOBİ kesimine yayılmakta. Yine dövizin kontrol altına alınma çabası, ülkeye giren mültecilerin ucuz işçilik olarak değerlendirilmesi de Kore kalkınma modeli ile olan benzerliklerden. Bu ifadeler rahatsız ediyorsa şöyle düşünün, Kore kadın ve çocukları üretim gücü olarak kullanmıştı (demokrasi ve insan hakları diyorduk galiba). Diğer yandan yerli otomobil ve nükleer tesis projelerini saymazsak stratejik kamu iktisadi teşebbüsü kurmaya Kore’den daha az ağırlık verildiği de görülmekte.

Güney Kore’nin kalkınma hamlesinde uyguladığı planlamacı ekonomi özellikle sağ iktidarlar tarafından sosyalizm artığı gibi yaftalansa da bugün Çin’in de büyümesinin ardındaki itici güçlerden biri. Liberalizmin kalesi ABD’nin sözde planlama teşkilatı yok ama aslında açtığı satın alma ihaleleriyle daha spesifik düzeyde planlama yapmaktan geri kalmıyor. ABD’nin stratejik planlaması savunma sanayi satın alma talepleri üzerinden gerçekleştiriliyor.


Batı’dan “kabul görmüş” metodları aynen ithal edip derdimize derman aramak kötü huylarımızdan biri ama ısrarla bunu görmezden geliyoruz. Hâlbuki buna dair ne çok acı misal var yakın tarihimizde. Ülkenin etnik çeşitliliğini, siyasi ve askeri yapısını düşünmeden salt Avrupa taklitçiliği ile derme çatma parlamenter sistemi tatbik eden İttihatçıların ülkeyi nasıl parçaladığının muhasebesini hâlâ yapmış değiliz. Nihayet serbest piyasa kurallarını ülkede tekrar tesis etmenin ülkeyi daha demokratik ve ileri bir noktaya taşıyacağı ön kabulü ve yanılgısından uyanalım.

Ekonomi, siyaset, eğitim fark etmiyor. Kopyala yapıştır metodlarla muvaffak olmak mümkün değil. Her ülke, millet kendi gerçeğine kendi şartlarına göre çözüm üretmeli. Dünya ne yapıyorsa tersini yapalım derdinde değiliz. Tek dediğimiz fikir tembelliğinden, icraat korkaklığından sıyrılalım, ülkemiz için hayır olacağına inandığımız kararı verip icraya koyalım. Kör taklitçilikten daha kötü olmayacağına emin olabilirsiniz.

Bünyamin Ekmen

Bünyamin Ekmen

Makina mühendisi, müteşebbis. Kelambaz mecrasının imtiyaz sahibi.

Okumayı ve paylaşmayı sever. Burada olmaktan dolayı çok mutlu.

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!