Kelâmbaz

Bir Dizinin Anatomisi – Borgialar: Cem Sultan Üzerinden Osmanlı Husumeti

“Borgialar… Tarihin en kötü şöhretli suç ailesinin hikâyesi. Gaddar ve zalim oğulları Cesare ve Juan ve de baştan çıkarıcı kızı Lucrezia ile komplolar kuran karizmatik Rodrigo Borgia, amansız zenginlik ve güç arayışının önünde hiçbir kimsenin durmasına izin vermeyecektir. Kıyasıya acımasız ve meydan okurcasına ahlaksız bir şekilde yıldırma ve cinayet, onun Rönesans dönemi İtalya’sında papalığa skandal bir şekilde yükselişi sırasında tercih ettiği silahlar olmuştur.”

The Borgias dizisinin resmî internet sitesindeki dizi ile alakalı açıklama yukarıdaki gibidir (https://www.sho.com/the-borgias). Dizi, tarihteki en muhteris papalardan biri olan Rodrigo Borgia’nın, resmî adı ile Papa VI. Alexander, papalığa seçilme sürecini ve rüşvet vererek papa seçildikten sonraki dönemde elde ettiği gücü, kanun tanımaksızın kendi menfaatleri doğrultusunda kullanmasını konu edinmektedir.

Papa VI. Alexander

Rodrigo Borgia tartışmaya açık ve karmaşık bir şahsiyete sahiptir. Yine bir Borgia olan amcası Papa III. Callixtus sayesinde dinî makamları elde etmeye başlamış ve zamanındaki en varlıklı kardinallerden biri olmuştur. Papa III. Callixtus kardinalken Vannozza dei Cattanei isimli metresinden 4 çocuğu olmuş, papa olduktan sonra da Giulia Farnese ile gayrimeşru bir ilişki yaşamıştır. Roma Katolik Kilisesini yozlaşmışlık sebebiyle tenkit eden Floransalı Dominiken rahip Girolamo Savonarola’yı politik sebeplerle aforoz edip astırdıktan sonra cesedini yaktırıp küllerini Arno nehrine attırmıştır.

Oğlu Cesare Borgia da Fransız ordusunun Napoli kuşatması sırasında General Aubigny’nin kumandası altında Capua şehrini muhasara etmişti. Halkının şiddetli direniş göstermesi sonrasında şehri ele geçiren Cesare, misilleme olarak halkı bir meydanda toplayarak katletmiştir. Akabinde kadınlar ve kızlar, galipler arasında paylaştırılmıştır. Cesare’nin gaddarlığı karşısında şok olan Fransa kralı XII. Lui Cesare’ye, içinde insan olmayan bir şehre hükmetmenin zor olacağını söylemiştir.

Bunlarla alakalı daha fazla bilgi tarih kitaplarını doldurmaktadır. Bu yazının sebebi ise dizinin 3. bölümündeki bazı sahnelerde hem tarih hem de İslam Hukuku bilgilerimize zıt olan gösterimlerin olmasıdır.

Öncelikle şunu ifade edelim ki bir dizi veya filmin senaryosu, tarihî hadiseleri bire bir yansıtmasa da tarihî gerçeklere aykırı olmamalıdır. Aynı şekilde, özellikle dinî motiflerin bulunduğu sahnelerde çarpıtılmış bilgilerin verilmesi – özellikle bu din İslamiyet olunca – bunda belirli bir kastın olup olmadığı sorusunu akla getirmektedir. Dizi ile alakalı tenkite geçmeden önce diziye mevzu teşkil eden tarihî hadiselere göz atmamız faydalı olacaktır.

Cem Sultan Tarih Sahnesine Çıkıyor

XV. yüzyılın sonu, Avrupa tarih sahnesi açısından hareketlilik arz ediyordu. İber yarımadasında Katolik birliği sağlanıp Endülüs hâkimiyetine son verilmişti. Roma’da tarihin en kötü papası olan VI. Alexander Katoliklerin ruhani lideri seçilmişti. Doğuda ise Osmanlı Sultanı II. Mehmet vefat edip yerine oğlu II. Bayezid geçmişti. Osmanlı’daki en önemli mesele ise II. Bayezid’in kardeşi olan Cem Sultan’ın Osmanlı tahtında hak iddia etmesiydi.

Sultan II. Mehmet vefat ettikten sonra Amasya sancağındaki büyük oğlu Bayezid daha hızlı davranarak Osmanlı tahtına geçmişti. Kardeşi Cem ise tahtta kendinin de hakkı olduğunu iddia ederek Bayezid’e karşı mücadeleye girişti. Bu süreçte önce Anadolu’da faaliyetlere başladı. Başarısız olup Mısır’da bir süre kaldıktan sonra tekrar Anadolu’ya geldi. Yine istediği muvaffakiyeti sağlayamayınca Karamanoğlu Kasım Bey’in de telkiniyle Rumeli’ye geçmeye karar verdi. Bunun için Rodos Şövalyelerine müracaat etti. Her ne kadar maiyetindeki Frenk Süleyman Bey şövalyelere iltica etmemesi gerektiğini söylese de Cem Sultan bu sözü dinlemedi. Nihayetinde bir Rodos gemisine binerek Rodos adasının yolunu tuttu (Temmuz 1482). Vefatına kadar sürecek olan esaret hayatı böylece başlamış oldu.

Cem Sultan Avrupa’da

Rodos adasında Cem Sultan’ı şövalyelerin reisi Pierre d’Aubusson karşıladı. Bir süre adada kalan Cem Sultan, şövalyelerin Cem’in adada kalmasını mahzurlu görmesi sebebiyle Fransa’ya nakledildi. Tabii bu sırada Sultan II. Bayezid, Cem’in muhafazası için şövalyelerle anlaşma yapmış ve Cem’in masrafları için şövalyelere senelik 45 bin Venedik dukası vermeyi taahhüt etmişti. Fransa’da bir şatodan diğerine götürülen Cem Sultan yaklaşık altı buçuk senelik esaret hayatından sonra siyasi sebeplerle Roma’ya nakledildi.

Cem Sultan’ı Roma’da papa ve kardinaller hariç bütün ekâbir muhteşem bir merasimle karşıladı. Ertesi gün Papa VIII. Innocent tarafından kabul edildi. Kabul merasimi sırasında teşrifat memurunun bütün ısrarlarına rağmen kavuğunu çıkarmayı ve diz üstü çökmeyi reddetti. Onca esaret hayatına rağmen vakur duruşunu muhafaza etti.

Sonraki zamanlarda papa ile Cem Sultan, müteaddit defalar görüştü. Bu görüşmelerden birinde papa, Cem Sultan’a Hristiyan olmasını teklif etti. Cem Sultan buna karşılık cihan padişahlığı verilse dinini terk etmeyeceğini bildirdi. Papa bu teklifi yaparken Macar kralının onu Rumeli sınırında görmek istediğini ifade ederek Macaristan’a gitme tavsiyesinde bulundu. Cem Sultan böyle bir hareketin İslam dünyasında lanetle anılacağını söyleyerek ret cevabı verdi. Cem’in ret cevabı papayı kızdırmış ve bunun üzerine VIII. Innocent ağır bir cümle kullanmıştır. Frenk dilini bilen Cem Sultan verdiği cevapla papayı mahcup etmiştir.

İskenderiyeli Azize Catherine’in Münazarası’ndan bir kesit, tablodaki Cem Sultan detayı dikkat çekiyor, Pinturicchio, 1492-1494

Cem Sultan Roma’da bulunduğu süre zarfında asaletinden hiçbir şey kaybetmiyor ve fukaraya sık sık sadaka dağıtıyordu. Bu hareket Cem’in Hristiyan olacağı şayiasına sebep olmuş olacak ki papa kendisine Hristiyan olma teklifini yapmıştır.

Papa VIII. Innocent’in ölümünden sonra yerine geçen VI. Alexander zamanında Cem Sultan nispeten daha serbest bir hayat yaşadı. Papanın oğulları Juan ve Cesare ile gezintiler yapıyordu. Vatikan’da verilen bazı ziyafetlere Cem Sultan’ın da davet edildiği oluyordu. Bütün bunlara rağmen papa, önceki papa gibi Cem’i koz olarak kullanarak bir haçlı seferi tertip etmeyi planlamaktaydı. Bunun yanında yine selefi gibi Bayezid’den Cem’in muhafazası için para alıyordu.

Cem Sultan’ın Vefatı

Napoli Krallığını ortadan kaldırmayı hedefleyen Fransa kralı VIII. Charles, Napoli seferi sırasında Roma’dan geçerken papa ile anlaşarak Cem Sultan’ı da yanına aldı. Yolda hastalanıp yüzü, gözü ve boynu şişen Cem, kısa süre sonra fenalaşarak Capua şatosuna nakledildi. Ağabeyine cenazesini küffar elinde bırakmamasını vasiyet etti. Kendisini iyice kaybetmeden evvel şu sözlerle Allah’a yalvarmaktaydı: “Ya Rab! Din düşmanları ehl-i İslâma muzır tasavvurlarına beni alet etmek istiyorlarsa daha ziyade yaşatma, canımı bir an önce al!” İlaç dahi alamaz hâle gelen Cem Sultan 25 Şubat 1495’te hayata gözlerini yumdu.

The Borgias Dizisindeki Çarpıtmalar

Tarihî hadiselerin izahından sonra dizimize tekrar dönelim. Dizinin 3. bölümünde Cem Sultan da dizide yerini alır. İlk bakışta bir Osmanlı şehzadesini andırsa da konuşmalarıyla içinde farklı bir hüviyet barındırdığını gösterecektir.

Borgialar Televizyon Dizisi Afişi
The Borgias Dizisi Afişi

Dizide tenkiti icap ettiren noktalardan ilki, papanın kızı Lucrezia ile Cem arasında geçen bir diyaloğun olduğu sahnedir. Papalık sarayının bahçesi olduğu anlaşılan bir yerde geçen konuşmada mevzu evliliktir ve papanın kızının Cem’in evlilik hayatını merak ettiği anlaşılmaktadır. Lucrezia’nın “Karın ile cariyen arasındaki fark nedir?” diye sorması üzerine Cem “Pek bir fark yok” diye cevap verir ve ekler: “Karını dövebilirsin fakat öldüremezsin”. Lucrezia da tabii olarak sorar: “Cariyeni öldürebilir misin?”. Cem’in cevabı bir Roma diktatörününkini andırmaktadır: “Eğer seni memnun etmezse!”. Cem devam eder konuşmaya: “Karını da öldürebilirsin fakat memnuniyetsizliği çok büyük olmalı.” Bu cevap karşısında papanın kızı oldukça şaşırır.

Öncelikle bu mevzu hakkında yorum yapabilmek için ilgili mevzunun tâbi olduğu hukuk kaideleri hakkında bilgi sahibi olmak icap etmektedir. Yukarıdaki sahnede geçen diyaloğu yorumlamak için hem İslâmiyet’teki kölelik müessesesini hem de evlilikle alakalı hükümleri göz önünde bulundurmak gerekmektedir.

İslam Dininde Kölelik

İslam dininde köle, harpte esir alınarak öldürülmeyip bir hizmete mahsus olarak kullanılan kişiyi ifade eder. Yani harpte esir alınanların öldürülmeyip, hür insanlardan farklı bir statüde muhafaza edilmesi anlamına gelir ki bu da ölümün bir alternatifi olmaktadır.

Dünya tarihi boyunca farklı dönem ve coğrafyalarda sayısız harp olduğu göz önüne alınırsa kölelik müessesesinin İslam dinine özgü olmadığı rahatlıkla anlaşılır. Peki İslamiyet neden köleliği tamamıyla ortadan kaldırmamıştır?

İslam tarihinde muhtelif sebeplerle çok sayıda harp olmuş ve bu harplerde birçok gayrimüslim esir olarak alınmıştır (Müslüman esirler köle yapılmaz). Esir alınan bu kişiler ya öldürülür, ya hiçbir gerekçe olmadan serbest bırakılır, ya fidye veya esir mübadelesi yolu ile serbest bırakılır, ya da köle olarak kullanılırlar. Mağlup tarafın fidye verecek durumu yoksa ya da mübadele edecek esirin olmaması durumunda, özellikle de karşı taraf askerini güçlendirmemek maksadıyla esirlerin serbest bırakılması yolu çok fazla tercih edilmemiştir. Geriye onları öldürmek ya da belli şartlarla muhafaza etmek yolu kalır ki bu da ölümün alternatifi olan köleliğin tabii bir netice olması anlamına gelir.

Köleliğin ortadan kaldırılmamasının bir diğer sebebi ise harpte gereksiz kan dökülmesini engellemektir. Askerlerin, elde edilecek esirlerin köle olarak kullanılacağını bilmesi hem harp sırasında gereksiz insan ölümünün hem de harpten sonraki zamanda esir katliamının önüne geçmektedir. Askerler aksi durumda ganimetlerinin azalacağını bilirler.

Köleliğin kaldırılmamasının başka bir sebebi ise tarih boyunca olduğu gibi İslamiyet’in ilk zamanlarında da gayrimüslim devletler ele geçirdikleri Müslüman esirleri köleleştirdikleri için İslam devletinin elindeki esirleri serbest bırakması onun zayıflamasına sebep olacaktı. Tüm bu sebeplerden dolayı İslamiyet köleliği ortadan kaldırmamış ama köleliğin tedricen ortadan kalkması için gerekli şartları ortaya koymuştur. Şimdi bunları inceleyelim.

İslam dininde köle azat edilmesi çok fazla teşvik edilmiş ve buna mukabil çokça sevap verileceği söylenmiştir. Bazı günahların kefareti olarak da köle azat edilmesi şart koşulmuştur. Hatta İslam devleti gelirlerinin bir kısmını kölelerin azat edilmesine tahsis etmiştir ki bu sadece İslam hukukunda görülen bir tatbikattır.

İslam hukukunda kölenin tahkir edilmesi (aşağılanması) kati surette yasak edilmiştir. Hatta hadis-i şeriflerde kölelere “kölem” demeyip “oğlum” ya da “kızım” denmesi tavsiye edilmiştir. Kölelerin, efendileri tarafından aile efradından biri gibi kabul edilmesi de tavsiye edilmiştir. Kölenin nafakası efendisine aittir. Efendinin kölesine yapacağı kötü muamele, neticesinde kölenin efendinin elinden alınmasına kadar gidebilmektedir. Hatta İslam cemiyetinde genel ahlakın ve kamu intizamının teftişine memur olan muhtesiplerin vazifelerinden bir tanesi de kölelerin nafaka ve diğer haklarının efendileri tarafından temin edilip edilmediğini kontrol etmektir.

Kadın Köleler: Cariyeler

İslam hukukunda kadın kölelere cariye ismi verilmektedir. Halk arasında, bir efendiye ait tüm cariyelerin sanki efendisinin seksüel ihtiyaçlarını karşılayan bir meta olarak görülmesi, bunun Roma veya Avrupa tarihine ait dizilerin çokça fazla izlenmiş olmasından kaynaklandığını düşündürmektedir. Nitekim bu dizilerde sadece köleleri ile değil, meşru bir evliliğe sahip olan diğer erkek/kadınlarla bile gayrimeşru ilişki normal karşılanacak kadar ileri seviyelere gitmiştir.

İslam hukukunda cariye kadın hizmetçi demektir. Temel vazifesi efendisine hizmet etmektir. Bundan sadece cinsi münasebet neticesini çıkarmamak lazımdır. Belirli şartların sağlanması durumunda efendisinin cariyesi üzerinde istifraş hakkı da bulunmaktadır. İstifraş, efendisinin cariyesi ile, bir nikah akdi olmadan cinsi münasebette bulunması demektir. Köleliğin olduğu bütün cemiyetlerde bu tarz ilişkiler olagelmiştir ve bu durum sadece İslam cemiyetine mahsus değildir. İslam hukuku bu ilişki türünü belirli bir hukuka bağlamıştır.

İstifraş hakkı cariyeye hür olma yolunda bir imkân da vermektedir. Efendisinden çocuk doğuran cariye (ümmüveled) hürriyetini garanti etmiş olur ve cariye kaldığı sürece diğer kölelerden hukuken ve fiilen farklı bir statüde bulunur. Bu cariye artık satılamaz ve hibe edilemez. Efendisinin ölümüyle hiçbir muameleye gerek kalmadan hürriyetine kavuşur. Doğan çocuk da aynı şekilde hür olur. İstifraş hakkının en önemli neticelerinden birisi gayrimeşru ilişkilerin önlenmesiyken bir diğeri de köleliğin azaltılmasıdır.

İslam Dininde Evlilik

Evlilik, karşılıklı eşit hak ve mükellefiyetlerle iki insanın bir araya gelmesi demektir. Bu birliktelik bir nikah akdi ile gerçekleşir. İslam evliliğinde erkek ve kadının farklı mükellefiyetleri olmakla beraber İslamiyet erkeğe daha fazla mesuliyet yüklemiştir. Kadının mesuliyetleri; namaz ve oruç gibi ibadetlerini yapmak, namusunu korumak ve kocasına itaat etmektir. Erkek ise çalışıp nafaka kazanmak mecburiyetindedir. Karısı zengin olsa bile bir erkek karısının tüm ihtiyaçlarını temin etmek zorundadır. Eğer kocası bu vazifeyi yapamıyorsa kadın mahkemeye müracaat ederek bu hakkını mahkemeye vasıtası ile temin edebilir. Bir erkeğin karısını boşama hakkı olmakla birlikte İslamiyet bunu son çare olarak görmüştür. Hatta Allahü teala, bütün mübahlar (izin verilen işler) içinde yalnız boşamayı sevmediğini bildirmiştir. Evliliğin devamı için erkeğe oldukça fazla mükellefiyetler yüklenmiştir. Karısı ile iyi geçinmesi ve gönlünü hoş tutması şiddetle tavsiye edilmiştir.

Koca, karısını dövemez. Nitekim Hazret-i Peygamber, veda hutbesinde, “Kadınlarınıza eziyet etmeyiniz! Onlar Allahü tealanın sizlere emanetidir. Onlara karşı yumuşak olunuz, iyilik ediniz.“ buyurmuştur. Yine başka bir hadis-i şerifte “Bir erkek zevcesini döverse, kıyamette ben onun davacısı olurum.” buyrulmuştur. Dünya işlerindeki kusuru için dövmek şöyle dursun, acı ve sert bir şey bile söylememelidir. Kur’an-ı Kerim’de Nisa suresinin otuz üçüncü ayet-i kerimesinde kadınların dövülmesi mevzusunun geçtiğini ileri sürenler, ayet-i kerimeyi dikkatli incelediklerinde şunu anlarlar ki; ayet-i kerimede, hıyanet etmesinden korktuğunuz kadınlara önce zevc haklarının öğretilmesi, uslanmazlarsa yatakların ayrılması, yine de uslanmazlarsa hafif dövülmesi buyruluyor. Ayet-i kerimenin devamında ise eğer uslanırlarsa onları üzecek bir şey yapmayın buyrulmaktadır. Mala ve namusa hıyanet etmeyen kadınları dövmek değil, onları hiçbir surette üzmek caiz değildir. Hıyanet edenleri de açık el ayası ile hafif vurarak ıslah etmeye izin verilmiştir. Namusa ve mala hıyanet edenlere her kanun, her hukuk sistemi gerekli cezaları vermektedir. Bu durumu sadece, hem de önünü ve arkasını söylemeden, İslam hukukuna hamletmenin izahı mümkün değildir.

İslam dini erkeklere dört kadınla evlilik hakkı vermekle beraber bu bir emir değildir, tavsiye bile değildir. Sadece bir izindir. Hatta böyle bir izin olmasına rağmen İslamiyet tek kadınla evlenmenin daha iyi olduğunu bildirmiştir. Birden fazla evlenmek isteyen erkeğin belirli şartları sağlaması da lazımdır ve bu şartlar sağlanmadığı durumlarda birden fazla evlenmeye izin verilmemiştir. Zaten İslam tarihine bakıldığında birden fazla evlilik yapanların nispeti oldukça düşüktür. Birden fazla evlenildiği durumlarda ise erkek, hanımları arasında her türlü adaleti sağlamalıdır.

Dizi ile Alakalı İlk Tenkit

Diziye tekrar dönecek olursak Cem ile Lucrezia arasında geçen mezkûr diyaloğun gerçeği yansıtmaması, kölelik ve evlilik ile alakalı yukarıda ifade edilen hükümler ile kendiliğinden meydana çıkmıştır diye düşünüyoruz. Bununla birlikte ifade edelim ki bir Müslümanın, özellikle de Cem Sultan gibi çok iyi yetişmiş bir şehzadenin ağzından, dizide sarf edilen kelimelerin çıkması mümkün değildir. Konuşmanın muhteviyatı her ne kadar dizinin geneli ile tutarlılık içinde ise de bu konuşmada Cem Sultan yerine Avrupalı bir prensin bulunması, dizinin karakterine çok daha fazla uygun düşecektir kanaatindeyiz.

Dizideki Çarpıtmalar Devam Ediyor

Dizideki başka bir sahnede ise Cem Sultan papanın çocuklarına sarayın bahçesinde Osmanlı mutfağından lezzetler sunmaktadır. Cem, papanın çocuklarına kendisine karşı gösterdikleri nezaketten dolayı teşekkür eder. Sonra da devam eder konuşmasına: “Sultan saraylarındaki davranışlarımız hayal gücünüzün ötesinde bir zalimliktedir. Ağabeyimden önceki sultan tüm erkek akrabalarının gözlerini oydurtup gümüş tabaklara koydurtmuş. Bütün yirmi ikisinin de. Kendisinin yerini almasınlar diye. Hristiyan ruhları arasında olmak, sizinki gibi bir ailenin yanında olmak benim için büyük bir şans.” Bu konuşmanın iki boyutu vardır. İlki Osmanlı sarayının zalimliği, ikincisi ise Hristiyanların nezaketi. İlkinden başlayalım.

Kardeş Katli Meselesi

Cem’in, ağabeyimden önceki sultan dediği kişi babası Sultan II. Mehmet’tir, yani Fatih Sultan Mehmet. Fatih Sultan Mehmet’in büyük icraatlarından bir tanesi kardeş katli meselesini bir kanun haline getirmesi olmuştur. Bu kanunun metni şu şekildedir: “Ve her kimesneye evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizam-ı alem için katletmek münasiptir. Ekseri ulema dahi tecviz etmiştir. Anınla amil olalar.” Bu kanunda geçen bazı ifadeleri dikkatli bir şekilde tetkik etmek icap etmektedir. Öncelikle katletme ifadesi bir mecburiyet değil yapılabilecek bir iş olarak kanunda yer almaktadır. Bununla birlikte hiçbir suçu olmayan kişilerin bile bu kanun neticesinde öldürülebilmesi mümkündür ki böyle de olmuştur. Bunun çok acı bir reçete olduğu muhakkaktır.

Daha önceki Türk devletlerinde adet hâline gelen, bir devlet reisi öldüğünde toprakların çocukları arasında paylaşılması prensibi daha sonraki zamanlarda o devletin bölünmesine sebebiyet vermiş ve hâkimiyet süresi asırları bulan bir Türk devleti neredeyse hiç olmamıştır. Osmanlı sultanları bunu çok iyi bildiğinden ve devletin bekasına büyük önem atfettiklerinden bu acı reçeteyi kendi aileleri üzerinde tatbik etmişlerdir. Devletin bekasının yegâne hedefi, kanunda da ifade edilen nizam-ı alemdir. Nizam-ı alem ise dünyanın düzeni demek olup cemiyetin çoğunluğunun menfaati anlamına gelmektedir. Bu menfaat ise iki türlüdür. Birincisi zahiri menfaat olup, Osmanlı Devleti mensubu olan farklı din ve ırktaki insanların rahat ve huzur içinde, inançları doğrultusunda yaşamasını ifade eder. İkincisi manevi menfaat olup ila-i kelimetullah vasıtasıyla İslam dinini duyurmak ve bunu engelleyen devlet reisleri ile mücadele ederek onların zulüm ve işkenceleri altında ezilen tebaalarına İslam dininin adaletini gösterip onların da Müslüman olmasını temin etmektir.

Kardeş Katlinin Cevazı

Osmanlı tarihindeki taht kavgalarına bakıldığında en basit görüneninde bile çok sayıda insan bu mücadeleler sırasında hayatını kaybetmiş, bir anarşi ve kargaşa ortamı hâkim olmuştur. Kardeş katli meselesinde cevaz veren ulemanın delillerinden bir tanesi de Kur’an-ı Kerim’deki “Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür” ayet-i kerimesidir. Bu gibi anarşi ortamlarında çok sayıda insanın ölmesine sebep olan fitnelerin önlenmesi için daha baştan kardeş katilleri tatbik edilmiştir. Tarih göstermiştir ki, özellikle Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve yükseliş devrinde, hayatta olan bir şehzadenin etrafında daima bürokrat bir hizip oluşmuş ve kendi menfaatlerini de ön planda tutarak bu şehzadenin tahta geçmesi için birtakım faaliyetlere girişmişlerdir. Dolayısı ile hayatta kalan bir taht adayı cemiyet için potansiyel bir tehlike arz etmiştir.

Yine Mecellenin 26, 27, 28 ve 29. maddeleri de bu kanunu destekler niteliktedir ve hepsi de iki zarar ya da kötülük ile karşılaşınca daha hafif olanın tercih edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.

Dizi ile Alakalı İkinci Tenkit

Sultan II. Mehmet bu kanun icabınca kardeşlerini öldürmüştür. Öldürme ise boğdurularak olmuştur. Dizide belirtildiği gibi gözlerinin oydurtulması hiçbir zaman gerçekleşmemiştir. Katolik Hristiyanların engizisyon katliamları o kadar çeşitlidir ki Avrupa’daki engizisyon müzelerinde sergilenen, bu cinayetlerde kullandıkları tüyler ürperten aletlere bakmak bile insanın psikolojisini zaafa uğratabilir. Bu kan dondurucu metotlardan birini Fatih Sultan Mehmet’e atfetmeleri hayal güçlerinin genişliğini göstermektedir.

Büyük Engizitör Torquemada’nın işkence merasimi

Hristiyanlığın Hoşgörüsü mü?

Dizideki diyalogun ikinci boyutu ise Hristiyanların nezaketidir. Sadece engizisyon tarihine bile bakıldığında eli kanlı bir Katolik-Hristiyan imajını görmek mümkündür. Fiziksel şiddetin yanında, özellikle 16.yüzyılda papalığın baskıcı siyaseti neticesinde İtalya’da Rönesans ruhu ölmüş, düşüncede ilerleme ve serbest düşünce durmuştur. Protestan tehlikesine karşı da engizisyon kullanılmış, reform yanlısı kişiler katledilmiş, din için tehlike oluşturan bilim ve felsefe kitapları yasaklanıp imha edilmiştir. Böylece engizisyon İtalya’da her türlü serbest düşünceyi baskısı altına almıştır. Buna benzer bir örnek için Saint Barthelemy katliamının tetkik edilmesi okuyuculardan istirham olunur.

İtalya’da böyle bir hava hâkimken bundan 100 sene önce ilme ve ilim adamlarına verdiği kıymeti ile bilinen Fatih Sultan Mehmet’in huzurunda farklı dinlere mensup ve muhtelif sahalara hâkim ilim adamları bulunuyordu. Fatih, İslam ilimlerine son derece vakıftı. Akşemseddin, Hocazade, Molla İyas, Molla Gürani gibi kıymetli alimler Fatih’in hocaları idi. Ali Kuşçu gibi meşhur alimleri de İstanbul’a getirtmiştir. Batıya merakı da çok fazlaydı. Öyle ki, huzurundaki Latin ve Rum alimleri vasıtası ile Batı kültürü ve tarihini öğrenmiş, Trabzonlu Amirutzes ile felsefi mübaheseler yapmıştır. Kritovulos onun için “en keskin zekalı filozoflardan biridir” demiştir.

Geuzen madalyonu: “Liver Turcx dan Paus”

16. yüzyılda Katolik İspanya’nın Hollanda’ya uyguladığı siyasi baskılar, Hollanda’daki Calvinist hareket ile beraber daha da şiddetlenmişti. Bu sıralarda Osmanlı ile de temas kuran Hollanda, Katolik baskısının boyutunu gözler önüne seren düşüncelerini Geuzen madalyonunun üzerine nakşetmişti: Liver Turcx dan Paus. İfade şu anlama geliyordu: Papacı olacağına Türk ol! Başka bir şekilde “Papadan ziyade Türkler” olarak da tercüme edilebilir. Bundaki en temel sebep Osmanlı Devleti’nin farklı din mensuplarına olan müsamahasıdır. Yine buna benzer bir ifade İstanbul’un fethi öncesinde Bizans İmparatorluğu’nda Katolik yardımının görüşüldüğü bir sırada, “Konstantinopolde Latin külahı görmektense Türk sarığı görmek daha iyidir” diyen Bizanslı devlet adamı Loukas Notaras tarafından söylenmiştir. Katoliklerin Avrupa’daki zulümleri ile alakalı daha fazla bilgi için yine bu sitede yer alan “Avrupa’da Medeniyetin Doğduğu Yer: Endülüs” yazımıza müracaat edilebilir.

Son Tenkit: Hata mı Kasıt mı?

Dizi ile alakalı yaptığımız tenkitler, belirli bir dezenformasyon ihtiva etse de senaryo icabı tercih edilmiş sahneler üzerineydi. Esas büyük hata, buna hata demek de pek hafif kalacaktır, başka bir sahnededir. Bu sahnede Cem Sultan günah çıkarma talebinde bulunuyor ve Cesare Borgia’ya gelerek Hristiyan olmak istediğini söylüyor. Sebebinin ise Hristiyanların ona gösterdiği nezaket olduğunu söylüyor. Aziz Matthew’den ayetler okuduğunu ve bu ayetlerden birinde “Hristiyanların diğerlerini ne kadar sevdiklerini görün” dediğini söylüyor. Sonra devam ediyor konuşmasına: “Böylesine hayırsever bir inancı mutlulukla kabul ederim.”

Yukarıda tarihî hadiseleri anlattığımız bölümde papanın Cem Sultan’a Hristiyan olmasını teklif ettiğini ve Cem’in bu teklifi kati surette reddettiğini yazmıştık. Tenkite konu olan diğer sahnelerdeki diyalogların senaryo icabı olduğunu kabul etsek bile bu sahnede Cem’in Hristiyan olmak istemesi, üstelik teklifin kendisinden gelmesi, senaryo kurgusunun ötesinde bir anlam taşımaktadır. Hem de Hristiyan olmak istemesinin sebebinin, bu dinin sevgi ve hayırseverliği olduğunu söylemesi, tarihî hadiseler ve gerçekler ile tezat oluşturmaktadır.

Değerlendirme

Hülasa etmek icap ederse Cem Sultan, babası Fatih Sultan Mehmet tarafından ileride muhtemel bir padişah olacak şekilde yetiştirilmiştir. Diğer bütün Osmanlı padişahları gibi İslami ilimlerde kayda değer bir tedrisat görmüş, zamanın akli ilimlerini öğrenmiş, yine diğer birçok Osmanlı padişahı gibi şiir yazacak derecede edebiyata hâkim olmuş, papanın hakaretine papanın dilinde cevap verecek kadar yabancı lisana vâkıf olmuş bir Osmanlı şehzadesidir. Batı kültürüne merakı ile de babasını andırmaktadır. Zaten bu sıfatları şahsında topladığı için asaleti Batıda kaldığı müddet boyunca kendisini hissettirmiştir.

İstifade edilen kaynaklar:

Mufassal Osmanlı Tarihi II. Cilt, Mustafa Cezar

Mecelle, Ahmet Cevdet Paşa

“Köle” maddesi, TDV İslam Ansiklopedisi

Rönesans Avrupası, Halil İnalcık

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!