Kelâmbaz

Bizans’ta Eğitim

Bizans İmparatorluğu, eğitim kurumlarını büyük ölçüde Roma ve eski Yunan geleneğinden devralmıştır. Her ne kadar kadim zamanlardan kalma gibi gözükse de “Bizans” tabiri bir hayli yenidir. Bu isim esasen Konstantinopolis’in üzerinde kurulduğu antik site devletine işaret eder. Roma imparatorluğu 395 senesinde ikiye ayrıldıktan sonra Batı Roma, hızlı bir istila hareketi neticesinde yıkılır. Doğu kanadı, artık yeni Roma İmparatorluğu ismiyle -kimilerine göre 1204’e kadar- 1453’e kadar varlığını korur. İmparatorluğun halkı, ülkesine Roma ve kendilerine Romalı (Rum) demişse de 16’ncı asırdan sonra Doğu Roma yerine Bizans tabiri yerleşmiştir. Haklı yanları olan bu isimlendirmenin karşısında durmak mümkün olmadığı için biz de Bizans tabirini kullanacağız.

Bizans İmparatorluğunun sınırları

Orta Çağ’da Bir Bürokrasi

Bizans İmparatorluğu, devirden devire değişmekle birlikte Anadolu merkez olacak şekilde Akdeniz havzasında hüküm sürmüştür. İmparatorluk halkı, Orta Çağ’ın icapları gereği büyük ölçüde tarım cemiyetinden oluşmaktadır. Antik zaman Yunanlarının aksine Helenize olmuş bu Romalı halk, ticareti neredeyse unutmuştur. İmparatorluğun dış düşmanlara karşı müdafaası için hem askerlik hizmeti yapmaktadır hem de donanma ve ordu masrafları için yüklü bir vergi ödemektedir. Halkın babası olan İmparatora düşen ise sahip olduğu devleti ayakta tutan halkı, içeride suiistimalci aristokratlardan dışarıda ise düşmanların taarruzundan korumaktır.

Oldukça statik ve kalıplaşmış bir işleyişe sahip bu düzende imparatorların hatırı sayılır bir bürokratlar ordusuna ihtiyacı olduğu aşikârdır. Buna yönelik ilk adımları atan, Hristiyanlara yaptığı zulümleriyle tanınan İmparator Diocletianus’tur. Ne var ki onun kurduğu sistem yarım asır geçmeden hızla Hristiyanlığa teslim olacak ve Bizans İmparatorluğu, Cennetin Krallığı’nın dünyadaki yansıması olarak anılagelecektir. Orta Çağ’ın süper gücü olan bu imparatorluğun memur ve entelektüellerini yetiştiren sisteme baktığımızda karşımıza oldukça renkli sahneler çıkar.

Balmumundan Tabletlerde İlk Öğretim

Öncelikle imparatorluk coğrafyasında cari eğitim sisteminin tıpkı bugün olduğu gibi ilk, orta ve yüksek olmak üzere 3 kısma ayrıldığını ve Yunanca olduğunu belirtelim. Yedi yaşındaki oğlanlar alfabe, yüksek sesle okuma, yazma ve saymayı öğreten bir ilkokula (propaideia) gönderiliyordu. Burada mahalle hocasına karşılık gelecek “grammatikes” isimli geleneksel rahip-öğretmenler görev alıyordu. Alfabe öğretiminde balmumu tabletler ya da taş tahtalar kullanılıyordu. Grammatikesin cemiyet içinde oldukça önemsiz bir yere sahip olduğu kaydediliyor. Kamusal eğitim; hocanın sopasının, sonu gelmez tekrarların ve ezberlerin silinmez bir izini bırakarak büyük oranda ilk düzeyde kalıyordu. Bu yönüyle Bizans eğitim sistemin ağır aksak değişmekte olan eğitim sistemimizle benzerlik taşıdığını söylemek çok da yersiz olmaz.

Resimde bir maistor yanında yardımcısı proximos ile dersi okutması tasvir ediliyor. Maistor dersini daha çok ileri düzeydeki öğrencilere anlatır, onlar da haftada iki kez maistor denetiminde daha gençlere anlatırlardı.

Bizans’ın Medreseleri

Bir sonraki aşama olan ortaöğretim (paideuterion) daha yüksek ücret alan, gramere o kadar da ağırlık vermeden bir dizi seçilmiş klasik yazarı, çoğunlukla şairleri ve hepsinden de çok Homeros’u öğreten bir “maistor” yönetimi altındaydı. Buradaki öğretmenlerin çalışma sahası, tıpkı bugün olduğu gibi kamu hizmetinde ve özel olmak üzere keskin bir şekilde ayrılmıştı ve teftiş ediliyordu. Çoğunlukla öğretmenin (maistor) yanında bir yardımcısı (proximos) olurdu. Maistor, dersini daha çok ileri düzeydeki öğrencilere anlatır; onlar da haftada iki kez maistor denetiminde gençlere anlatırdı. Maistor tarafından burada izlenen metot, antik dönemden beri tatbik edilegelen dört evreden oluşurdu. Bu evreler; düzeltme (diorthosis), yüksek sesle okuma (anagnosis), açıklama (exegesis) ve eleştiriden (krisis) oluşuyordu.

Eğitim gören Bizanslı çocuklar
Eğitim alan Bizanslı çocuklar

Düzeltme (diorthosis) ile kastedilen, hocanın ve öğrencilerin elindeki metinlerin, bütünüyle aynı olduğundan emin olmak için karşılaştırılmasıydı. Bu metot, İslami medreselerde de tatbik edilegelmiştir. Ardından metin, vurgulama ile okunuyordu. Bunun yapılması gerekiyordu zira antik dönemde kelimeler hiçbir şekilde ayrılmadan, müthiş girift bir dilde ve noktalama işaretleri konmadan yazılırdı. Söz gelimi Tukydides’in ya da Homeros’un eseri yüksek sesle okunuyor, önce dil bilimsel, takiben tarihî olarak açıklanıyordu. Son olarak krisis geliyordu ki bu, edebî bir eleştiri olmaktan çok, antik metinlerden çıkarılabilecek ahlaki dersleri işaret ediyordu.

Bizans edebiyatının şiddetle vurguladığı retorik ve biçimcilik 11’inci yüzyılda skhedographianın ortaya çıkmasıyla doruğa ulaşır. Bu edebiyat türü, dil bilgisi ve sözlükteki güçlükleri ya da nadir durumları en az kelimeyle metne yerleştirmeye dayanıyordu. Böylelikle anlaşılmaz, ağdalı bir dil ortaya çıkarılıyordu. Okullar, kimi zaman sahtekârlıkların eksik olmadığı skhedografphia yarışmaları düzenlemekteydi. Bunlar daha çok, öğretmenlerin kendi ünlerini yaymasına ve bu yolla okullarının saygınlığını ve öğrenci sayılarını arttırmasına yarıyordu. Psellos gibi gerçek aydınlar bile bir yandan bu tür tatbikatları küçümsemekle birlikte, kendileri de uygulamaktan geri duramıyordu.

Mihail Psellos (solda) ve öğrencisi Bizans İmparatoru VII. Mihail

Retoriğin Ehemmiyeti: Ne Söylediğin değil, Nasıl Söylediğin Mühim

Eğitim hayatının son basamaklarını da çıkıp, mezun olan bir Bizanslının edinmesi hedeflenen temel beceri, karmaşık bir ifade yapısı demek olan retorikti. Bu, günümüz insanı için ne kadar akıl dışı ve kabul edilemez ise entelektüel bir Bizanslı için o kadar vazgeçilmezdi. Şöyle ki kabul edilebilir bir eğitimin neticesinde yazılan bir mektuba hâkim olan dil, genellikle ağdalı ve basit ifade tarzlarından kaçınılmış, tumturaklı bir küçük eser olmak zorundaydı. Kimi zaman, yazışanlar, iletişimlerinin amacının ne olduğunu anlamakta zorluk çekiyordu. Çoğu kez mesajı götürene, gerçek mesajı sözlü olarak aktarması konusunda talimat veriliyordu.

Ne yazık ki orta eğitim taşradaki büyük kentlerin hiçbirinde, hatta imparatorluğun ikinci en büyük kenti olan Selanik’te bile verilemiyordu. Bu nedenle azimli ve ihtiraslı taşra aristokratları, çocuklarını Konstantinopolis’e göndermek zorundaydı. İkbal hırsına kurban edilen 10-12 yaşlarındaki bu genç Grekler, şehirdeki memur veya yüksek din görevlisi akrabalarının yanında kalıyordu. Dolayısıyla aristokrasinin en belirgin özelliklerinden biri olan aile bağlarının güçlü olması ve kuşaktan kuşağa aktarılmasında önemli bir rol oynuyordu. Sıradan ailelerin çocukları için Konstantinopolis’e gelme zorunluluğu ve mali giderler, hâliyle okumalarının önünde aşılması güç bir engel oluşturuyordu.

Konstantinopolis’teki Konstantin Forumu (Çemberlitaş, İstanbul)

Kronik Dertleriyle Yüksek Öğrenim

Yüksek öğretim ise, rhetor ya da sofistler tarafından verilmekteydi. Bu eğitim, köklü geleneğe sahip Antakya, İskenderiye, İzmir, İznik, Konstantinopolis ve Trabzon gibi büyük şehirlerde mümkündü. Kurumsallaşmış bir konumu varsa rhetor ya da sofist yerel konsey tarafından tayin ediliyor ve ücretin yanında belirli muafiyetlerden de yararlanıyordu. Uygulamada bu hocanın öğrencilerden bahşiş veya hediye kabul etmesi de serbest bırakılmıştı. Öte yandan tamamen serbest çalışan bir sofist ise bütünüyle öğrencilerin ödediği ücretlere bağımlıydı. Bu noktada zaman zaman büyük kavgaların patlak verdiği, öğrencilerin kaçırıldığı müthiş bir rekabet ortamı vardı. 10’uncu yüzyılda yaşamış bir sofistin mektubunda derslerine gelmeyen talebeler ve paralarını ödemeyen ebeveynler hakkında ayrıntılı yakınmalar yer almaktadır.

Erkek çocukları için düzenlenmiş olan yüksek eğitime başlama yaşı 15 idi. Birçok Romalının bu yaşa ulaştığında çoktan evlendiğini varsayacak olursak eğitim uğruna ne fedakârlıklarda bulunulduğu daha net anlaşılır. Eksiksiz bir eğitimin yaklaşık 5 yıl sürdüğü biliniyor. Fakat birçoğu iki ya da üç yılın sonunda öğrenimlerini bırakıyordu. Burada da öğrencilerin çoğunluğu varlıklı şehir meclis azalarının, memur ve hukukçu ailelerinin çocuklarıdır. Ne kadar öğrencinin eğitimli olduğunu tespit etmek oldukça zor fakat nüfusun ortalama 20 bin olduğu büyük şehirlerde, binlerce değilse de yüzlerce öğrenci bulunduğunu söylemek yerinde olur.

Konstantinopolis’in meslek erbabı sınıflarının 12’nci yüzyılda ulaştığı refahın canlı bir resmini görmek için Theodoros Ptokhoprodromos isimli bir şairin aşağıdaki sözlerine bakmamız yeterli olacaktır. Theodoros, kendini yoksul düşmüş bir rahip olarak tanıtır ve babasının ona eğitimin yüceliği ile ilgili verdiği tavsiyeleri ve ikazlarını aktarır. Babası ona, “Oğlum, derslerini elinden geldiği kadar öğren. Şu adama bak evladım: Eskiden yayaydı, şimdiyse çok değerli koşumlara sahip şişman bir katırı var. Oradakine gelince talebeyken ayakları çıplaktı, şimdi sivri burunlu çizmelerine bak bir de! Ya şu diğeri, talebelikte saçını hiç taramazdı, şimdiyse saçı çok güzel taranmış ve bukleleriyle mağrur. Beriki, okul günlerinde hamamın yanına bile uğramadığı için onun badem büyüklüğünde bitleri vardı. Şimdiyse haftada üç gün yıkanıyor. Kesesi de imparator Manuel’in sureti bulunan altınlarla dolu.” demiştir.

4. yüzyılın ikinci yarısında, Antakya’nın önde gelen sofisti olan Libanios (yüksek) okulunda, kural olarak dört yardımcı öğretmenle ders verdiği yaklaşık elli öğrenciyi kabul ediyordu. Antakya’da öğretim faaliyeti 40 yıl boyunca sürdüğüne göre (ortalama eğitimi 3 yıl kabul edersek) elinden yedi yüz kadar öğrencinin geçtiğini varsayabiliriz.

Konstantinopolis

Yüksek öğrenimin standart içeriğini retorik, matematik, felsefe, teoloji, hukuk ve müzik oluşturuyordu. Bununla birlikte felsefe ve fen bilimlerinde derinleşmek isteyenler Atina ve İskenderiye’ye, hukuk için Beyrut’a, tıp için Bergama ve İskenderiye’ye ulaşmak zorundaydı. Şunu da söylemeliyiz ki antik dünyada ve Bizans’ta belirli bir diploma derecesine giden bir müfredat sunan disiplinlere mensup bir konsorsiyumdan bahsetmek güç. Bugünkü manada üniversiteye en yakın kurum olan Büyük Saray’ın bünyesindeki Konstantinopolis okulundan da bir sonraki makalemizde ele alalım.

Libanios’un sayısız öğrencisinin yaklaşık yüzde 40’ının hükûmet hizmetine girdiği, yüzde 30 kadarının arzuhâlcilik ve kâtiplik gibi serbest sahalarda çalıştığı, yüzde 20’sinin kendilerine kalıtım yoluyla geçen görevlerine döndüğü ve yüzde 10’unun da öğretmen olduğu tahmin edilmektedir. Sadece bu son ve en küçük grubun, eğitimlerini pratik bir amaca yönelttiklerini söyleyebiliriz. Geri kalan kesim açısından bu zihnin bir eğitimi, şartlar gerektiğinde şık bir mektubu kaleme alma yeteneği ve her şeyden çok da kültürü oluşturan klişelerin yaygın bir parçasıydı.

Yazarın Bazı Yazıları

Genç Plinius: Bir Roma Entelektüeli

Cihan Devleti’nin Şifresi: Liyakat ve Adalet

Bizans Cephesinden Malazgirt Muharebesi

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!