Kelâmbaz

Güvenlik Politikalarının Gelişimi

İnsanoğlunun ekseriyeti; her çağda, her ülkede, alışık olduğu fikirlere, geleneklere ve hatta huylara şiddetle bağlı olmuştur. Sesler, yargılar, boş ve gerçek olmayan korku algılamaları, hayaletler, kuruntular, insan hayatında hep olagelmiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlayan askeri ve teknolojik dönüşümler; Sovyet tehdidine karşı geleneksel kanıtlanmış, yöntemlerin kullanılmasına dair inanç, müttefiklerin askeri güç kapasitelerini koruyup geliştirmelerini ve nükleer savaşa yol açabilecek tehdit algılamalarını beslemiştir. Yeni tehditlerin oluşması güvenlik algılarını da farklılaşmıştır.

Soğuk savaşın bitimiyle yaşanan Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla ortaya çıkan bağımsızlık hareketleriyle birlikte oluşan ve dünya sistemini tehdit eden, insanlara ağır kayıplar verdiren 1990’lı yıllara kadar süren bölgesel savaşlar gözlenmiştir. Soğuk savaşla gelişen ve sonrasında artan cephe savaşlarının yerini alan istihbarat savaşları, radar sistemleri, hassas güdümlü füzeler güvenlik anlayışlarının popüler kavramları olmuştur. Kimilerine göre post modern savaş olarak adlandırılacak yeni savaş dili istihbarat ve iletişim üzerinden olması devletler arası ilişkileri farklı boyutlara taşımıştır (Paker,2019,s.35).

Savaşlar ve Güvenlik

İkinci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası politika açısında Avrupa ikinci plana düşmüş, dünya güç dengesi ABD ve Sovyetler Birliğinin güç odaklarının mücadelesi etrafında şekillenmiştir. Bu savaş sonrasında güç dengelerinin değişmesi ile güvenlik anlayışı yeryüzünün her coğrafyasına yayılmış, dünya iki kutuplu düzene geçmiştir.

Bu dönemdeki siyasal aktörler; ABD’nin başını çektiği NATO, SSCB ve bağlantısızlar hareketidir. Avrupa devletleri bu değişen durumları Avrupa içerisinde siyasi akımların çatışma sahası haline getirmiştir. 1950’li yıllardan sonra ittifakların başı çektiği güvenlik toplumları oluşturulmuş, bu toplumları oluştururken iki tarz düşünülmüştür; bunlardan birincisi sosyo-ekonomik benzerlikler taşıyan ayrı toplumların aynı çatı etrafında karışım oluşturdukları topluluklardır, buna örnek olarak AB verilebilir. İkincisi ise; farklı özelliklere sahip bir üst otorite altında güvenlik bağlamında bir araya gelen ülkelerden oluşmaktadır, en bariz örneği NATO’dur (Dedeoğlu,2017,s.65).

Soğuk savaş döneminde realist politikalar aktif şekilde uygulanmış 1970’lerin başlarında uluslararası iki kutuplu sistem gevşemeye başlamış bu da güvenlik anlayışında farklılıklara neden olmuştur. Yeni çerçevede neorealist yaklaşımın önermelerini uluslararası sistemde boy göstermesine neden olmuştur. Bu haliyle güvenlik davranışçı kuramın etkisiyle bölgesel iş birliklerine çatışmaların çözümü için pratik, uygulanabilir, barışçıl yaklaşımların ortaya çıkmasına ve yeni bir dönemin başlamasına ve yumuşama döneminin de başlangıcına neden olmuştur.

Aktör türü ve değişkenliklerin artması ve karşılıklı ilişki yöntemlerinin farklılaşması dünyadaki tüm dengeleri etkilemiş artık tek tip bir güvenlik anlayışından söz etmek mümkün olmamıştır. Artık devletler başat faktör olsa da yanına aktör olarak uluslararası sistem, uluslararası kuruluşlar, ortak ticaret örgütlerini yanına almak zorunda kalmıştır.

Gelişmiş liberal sistem uluslararası ticareti devletlerin dengelem unsuru olarak görüp ilerde oluşacak bir kavram olan karşılıklı bağımlılık kavramının gelişmesine yol açacaktır. Karşılıklı bağımlılık ilişkisi ise uluslararası sistemin bir sigortası olarak algılanmaktadır. Güvenlik anlayışında bireyin ön plana çıkışıyla beraber bireylerin oluşturduğu sivil toplum kuruluşları buna bağlı olarak oluşan örgütler, temel insan hakları normları güvenlik anlayışında yeni aktörler olarak kabul edilebilir. Dünyada demokrasinin yaygınlaşmasıyla beraber sivil toplum kuruluşların ve toplumun diğer alt gruplarının güvenlik anlayışlarının gelişmesinde etkili olduğu savunulabilir.

Güvenlik Çeşitleri

Prof. Dr. Beril Dedeoğlu’na göre 6 güvenlik çeşidinden bahsedebiliriz:

  1. Uluslararası sistemin güvenliği
  2. Coğrafya ya da alt sistemlerin güvenliği
  3. Devletin güvenliği
  4. Toplumun güvenliği
  5. Toplumsal alt grupların güvenliği
  6. Bireylerin güvenliği (Dedeoğlu,2018,s.36)

Söz konusu olan sistemlerin güvenliği olunca devletlerin iç içe girmiş çıkarları olacağından karmaşık bir hal alması kolay olacaktır. Yukarıdaki sıralamayı yaparken bir hiyerarşiden bahsetmek söz konusu değildir; bunlar bir bütünün parçalarıdır. Eş zamanlı olarak bireyden genele gitmek devletlerin yönetim biçimiyle doğrudan ilgilidir.

Liberal demokrat toplumlarda birey güvenliği ön plana çıkarken totaliter devlet ve toplumlarda ise devlet güvenliği daha önemli hale gelmiştir. Uluslararası sistem tehditlere belirli ölçüde aynı düzlemde cevap verirken (salgın hastalıklar, mülteci sorunu vb.) aynı uluslararası sistem söz konusu güç dengesi olduğu zaman çaresiz kalmaktadır. Güç dengesi, devletlerin hegemonyalarını artırmalarını ve bu hegemonik sürecin artırılmasını hedeflemektedir.

Uluslararası sistemi ilk çağlardan itibaren başlatırsak eski Sümer site devletlerinden daha sonra Atina şehir devletlerinde ve daha da sonra da Roma uygarlığından bahsedecek olursak; güvenlik anlayışı hanedanın ve onun çevresinde gelişen devletin güvenliğinden oluşmaktadır.

Devletler arası ilişkiler ilk çağda savaş, ticaret, karşılıklı az da olsa diplomasi çerçevesinde sürdürülmektedir. Herhangi bir yabancı düşman antik çağda devletin güvenliğini tehlikeye soktuğunda güvenlik aracı olarak tek kullanılan silah ve sert kaba kuvvet olmuştur.

Tarihsel süreçte güvenlik anlayışlarını geliştiren ana dinamik teknolojik vasıtaların gelişmesidir. Orta Çağ Avrupa’sına geldiğimizde ise feodal toplumların güç çatışması içerisinde güvenliği açıklamak daha doğru olacaktır. Feodalitenin yaygın olduğu Avrupa’da toprak sahibi olmak ve toprağını genişletmek amacıyla yapılan savaşlar neticesinde, çok sayıda insan kaybı olmuş ilerki dönemdeki aydınlanma çağında yaşanan bu acılar, insanı ön plana alan hümanist harekettin gelişmesinde etkili olmuştur.

Orta Çağ Avrupası’nda haçlı seferleri neticesinde İslam dünyasının savunmaya geçmesiyle birlikte çok sayıda senyör ve toprak sahibi öldüğünden merkezi krallıklar güçlenmiş, güvenlik anlayışında hanedanlar ön plana çıkmıştır.

Yeni Çağ Avrupa’sında ise güvenlik araçları savaş araçlarının çeşitlenmesi ile genişlemeye başlamış; Sanayi İnkılabı ile kitlesel ölümlere neden olacak büyüklükte silahlar yapılmıştır.

Bu dönemde sınıf çatışmaları, yükselen ticari kaygılar, milliyetçilik akımıyla birlikte ulus devlet vurgusunun artması ile çatışmalara zemin hazırlamıştır. 19. Yüzyılın büyük güçleri sömürgecilik faaliyetlerine hız verip uluslararası değeri yüksek olan petrol, kömür gibi ham maddeleri ele geçirmek için ciddi çıkar çatışmalarını başlatmışlardır. Ayrıca farklı coğrafyadan insanlar getirerek ilerde oluşacak toplumsal çalkantılara, kimlik mücadelelerine ve sınıf mücadelelerinin önü açılmıştır.

20.Yüzyılın başlarında sistemin güçlü aktörleri tüm dünyaya egemen olma anlayışını geliştirmiş ve sömürgecilik faaliyetlerini uluslararası sistemin temel dinamiği haline getirmiştir (Dedeoğlu,2018,s.56). 1’inci ve 2’nci Dünya savaşlarında güvenlik kavramında küreselleşmeyle birlikte söz etmek daha doğru olacaktır. Bunun temel nedeni 1. Dünya Savaşı sırasında oluşan bloklaşmalardır.

İttifak Devletlerini gösteren bir propaganda afişi

Savaş teknolojisinin gelişmesiyle devletlerin iç ve dış politikaları doğrudan diğer devletlerin güvenlik tehditlerinin algılanmasına davet çıkarmaktadır. Egemen devletlerin 1. Dünya Savaşı öncesinde bütün ekonomik gücünün çoğunu savaş hazırlığına harcaması yapılacak olan savaşın büyüklüğünü doğrudan etkilemiştir. Ayrıca 1. Dünya Savaşı öncesinde sömürgeciliğin yanında gelişen milliyetçilik fikri ulus çatışmalarını artırmış dünyanın güç dengesini bozmuştur. Devletlerin kendi tasavvur ettikleri güç dengeleri 1. Dünya Savaşı öncesinde uluslararası sistemde aktif rol almaya ve hegemonik bir dünya oluşturmaya başlamasına neden olmuştur. Bütün toplumsal direnişe çeşitli sorunlara rağmen zorunlu askerliğin savaşı kazanmak için tek ve geçerli örnek yapılanma olduğu ve baskı unsurlarının devreye konularak halkı zorunlu askerliğe kanalize etmenin doğru olduğu fikri bütün Avrupa’da yayıldı. Bu anlayış ulus devlet ve vatan millet anlayışını köklü bir şekilde değiştirdi (Paker,2017,S.24).

Birinci Dünya Savaşı Sonrası Güvenlik

Birinci Dünya Savaşının nedenlerini sıralayacak olursak,

  • Sanayi inkılabı sonrası oluşan ham madde ihtiyacı,
  • Sanayi üretimin serileşmesi sonucunda artan pazar ihtiyacı,
  • Afrika Amerika ve Avustralya kıtalarında oluşan doğrudan çıkar çatışmaları,
  • Panslavizm, Pantürkizm, Avusturya-Almanya milliyetçiliği,
  • Münferit sınır anlaşmazlıkları,
  • Kapitalizmin bütün ülkelerde yayılma eğilimi,
  • Orta Doğu petrollerinin değerinin anlaşılması ve bu enerji kaynaklarının paylaşılması sorunu olarak sıralayabiliriz.

1900’lü yılların başlarında devletler arası bloklaşmalar, siyasi mücadeleler, diplomatik krizler, ülke iç işlerinde siyasi ve sınıf çatışmalarını artırmıştır. İngiltere’nin ön plana çıktığı kapitalist sistemin ve liberal akımın aktörü olduğu bu dönemde dünya ticareti İngiliz hegemonyası altında gerçekleşmektedir. Diğer blokun başında bulunan Almanya ise kendi sanayi inkılabını gerçekleştirip üretimine hız vermiş kendi yayılmacı politikalarını dünya siyaseti içerisinde göstermeye başlamıştır.

1910’lu yıllardan itibaren ülkeler arası savaşlar artmaya başlamış bloklar kesin çizgilerle belirlenmiştir. Fransa’nın Almanya karşısında duyduğu derin güvensizlik geleneksel güvenlik anlayışı içerisinde Fransa’yı ittifaklara itmiştir (Sander,2018,s.16). İttifak sistemi, itilaf devletleri olarak Fransa İngiltere Rusya, ittifak devletleri olarak ise Almanya, Avusturya-Macaristan, İtalya ve sonradan dahil olan Osmanlı devleti olarak şekillenmiştir.

Savaşa yakın bir zamanda İtalya taraf değiştirip kendi güvenlik kaygıları ve yayılmacı anlayışına uygun olarak itilaf bloğuna geçmiştir. 1. Dünya Savaşının başlangıcı ile siyasal sistemler topyekûn savaş durumuna geçip bütün ekonomik, sosyal ve insan kaynaklarını savaşa yönlendirmiştir.   Savaş sonunda ise denizlere hâkim olan İngiltere ABD’nin yardımıyla galip gelmiştir. Savaş sürecinde büyük insan kıyımları gerçekleşip bu da milletler cemiyetinin doğuşuna ve liberal sistemin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. 1. Dünya Savaşını bitiren barış anlaşmalarındaki haksızlık ve adaletsizlikler 1919 yılı sonrası dünya politikasını büyük ölçüde biçimlendirip etkilemiştir (Sander,2018,S.14).

1. Dünya Savaşını bitiren antlaşmalar olan Locarno Antlaşmaları Avrupa’da savaş döneminin sonrasında oluşan altın yıllar olarak bahsedilmiştir (Sander,2018,S.15). Barış anlaşmalarının korunmasına yönelik dönemde ise Wilson prensipleri doğrultusunda oluşan milletler cemiyetinin aktif rolünü görsek de İngiltere’nin bu cemiyete hâkim olması sorunların artmasına neden olacaktır. Avrupa haritası baştan sona değişmiş siyasi dengeler İngiliz emperyalist politikalarına göre, zincirleme şeklinde oluşmuştur. 1930’lu yıllardan sonra İtalya’dan gelen faşizm, Almanya’da yükselen nasyonalizm, ABD’nin dünya siyasi düzeninden çekilmesi ve İngiltere ve Fransa arasındaki görüş ayrılıklarının ortaya çıkmasıyla Almanya’nın fevri hareketleri çokça gözlenmiştir. 1. Dünya Savaşı sırasında oluşan ve kullanılan kimyasal silahlar ve savaşta oluşan salgın hastalıklar, ağır toplar bunun sonucunda oluşan kitlesel insan ölümleri uluslararası sistemde idealizmi doğurmuştur. Lakin idealizmin ortaya çıkardığı bu barış rüzgarları devletler arasındaki gerçekte olan çıkar çatışmalarını engelleyememiştir. 1. Dünya Savaşı sırasında 9-10 milyon arası insan hayatını kaybetmiştir. Bu dünya tarihinin gördüğü en büyük insan katliamı, en ölümcül savaş olduğu açıktır.

2. Dünya Savaşında ise o dönemki dünya nüfusunun %2,5 i yaklaşık 60 Milyon kişi cephelerde hayatını kaybetmiştir (Paker,2017,s.27). Bu iki Dünya Savaşı arasında idealizm etkili olsa da görüldüğü gibi insan kayıplarının önüne geçilememiştir. Sivil ve asker donatımı 1. Dünya Savaşı sırasında ülke ekonomilerini çok zorlamış bununla birlikte süre gelen açlık, salgın hastalıklar bireyin güvenlik ihtiyacını daha da önemli hale getirmiştir.

2. Dünya Savaşı Sonrası Güvenlik

Toplum devlet ilişkilerinde, uluslararası alanda ilişkileri belirleyen en temel unsurlardan biri güvenlik kaygılarıdır. Küreselleşen dünyada çok boyutlu güvenlik problemleri oluşmuş 1. Dünya Savaşından sonra başlayan güvenlik kaygılarından başlayan teoriler ve güvenlik kavramını ilişkin düşünceler dünya siyasi hayatına girmiştir.

2. Dünya Savaşından sonra iletişim araçların gelişmesi bilgi transferini kolaylaştırmıştır. Bilginin hızla yayılması sonucunda demokrasi hareketleri daha da güçlenmiştir. Birey güvenliğinin yanına çevre güvenliği, gıda güvenliği gibi yeni güvenlik anlayışları eklenmiştir. 1980’li yıllardan sonra dünya yeni bir başlangıca doğru evirilmiş, uluslararası sistemde çok uluslu şirketlerin artması, uluslararası örgütlerin ve finansal kurumların yapılanması, diğer taraftan artan genç nüfus, gelişen teknoloji iletişim araçlarının çoğalması ve çeşitlenmesi ile kısacası küreselleşme ile oluşan bu birbirine bağımlı olarak gelişen dünya sisteminde, Soğuk Savaşın sona ermesi ile ABD’nin hâkimiyetinde tek kutuplu bir dünya sisteminin de varlığı söz konusu olmuştur.

Sovyetler Birliğine bağlı olan ülkeler

Sovyetler Birliği’nin dağılması ile hegemon tek güç olarak dünya sahnesinde yer alan ABD’nin yayılmacı politikaları, 1970’li yıllardan sonra görünüşte Thatcher ve Reagan devrimleri liderliğinde dünyada ekonomik, siyasal birçok gelişmeler ile neoliberal düzenin de tüm devletlerce benimsenmesinde etkili olmuştur. Bu neoliberal yeni düzende büyük medya kuruluşları, uluslararası sermaye grupları ve uluslararası finansal kurumlar hızlı bir gelişme sağlamıştır. Özellikle Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) gibi küresel finans ve ticareti düzenleyen uluslararası örgüt ve kuruluşlar dünyada çok etkin bir şekilde yapılanmıştır.

Francis Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” makalesinde liberal-kapitalist-demokrasiyi ön planda tutarak ABD’nin dünyada tek güç olarak yayıldığını ve doğuda da bu yayılmasına devam edeceğinden bahsederek, liberalizmin insanlığın ilerlediği en son gelişme olduğunu varsayılmıştır (Oğuzlu, 2015,s.150). Fukuyama, tarihin bir amaca doğru ilerlediğini, bu amacın liberal demokrasi olduğunu savunur ve dünyada tüm devletler farklı dinsel, kültürel, geleneksel yapılarda da olsalar da liberal sisteme dâhil olacaklardır. Doğaya hâkim oluş sürecini daha evvel başlatan ve teknolojik, ekonomik gelişmişliklerini daha önce sağlayan uluslar, askeri yapılarını ve savunma güçlerini de geliştirmiş olurlar ve uluslararası sistemde güçlü olmalarının yanı sıra kendi içlerinde yüksek refah seviyesinde olurlar ve kültürel farklılıklar ortadan kalkar. Aynı süreçlerle gelişme gösteren diğer devletler de bu kuvvetlendirirken de yararlanmaktadırlar.

Küreselleşme kavramı kurumsallaşıp, dünyada söz sahibi olmaya başlamıştır. Küresel birliktelikler artıp, toplumlar benzerleşme süreçlerine başlamışlardır. Uluslararası ilişkilerde belli bir güç ve kabulün, ülke içinde ise bolluk ve refahın temin edilmesi sürecinde, kültürel farklılıklarından arınan devletler, aynı aşamalardan geçen diğerleriyle benzer bir yapılanmaya erişmektedirler (Ceylan, 2006,s.234).

Tam bu noktada; NATO ve AB gibi batılı kurum ve birliklerin genişlemeye devam etmeleri ve bu kurumlara üye ülkelerin kendi içlerindeki entegrasyonu hızlandırmaları liberal teori ile uyumlu pratiklerdir (Oğuzlu, 2015,s. 150). NATO gibi uluslararası güvenlik örgütleri Soğuk Savaş sona ermiş olmasına rağmen varlığını devam ettirmesi, bölgesel örgütlerin daha da yaygınlaşması ile neoliberal yaklaşım, yeni bir güvenlik yaklaşımı olarak literatürde yer almıştır (Şatana ve Özpek, 2010,s.79).

KAYNAKÇA

Dedeoğlu, B. (2008). Uluslararası Güvenlik ve Strateji, Yeni Yüzyıl Yayınları, İstanbul.
Paker,Evren,2019,Küresel Güvenlik kompleksi, İletişim yayınları, İstanbul
Sander,Oral,2019,SİYASİ TARİH S.7-13.38-40)
Çıtak,Emre,2019,Güvenlik ve istihbarat , Yeni yüzyıl yayınları, İstanbul
Kurubaş, E. (2015). “Dünya Politikalarının Dönüşümü ve Uluslararası İlişkiler Çağı”, Uluslararası İlişkilere Giriş, (editörler: Şaban Kardaş, Ali Balcı), Küre Yayınları, İstanbul.
Örmeci, O. (2015), “Ukrayna Krizi ve Rusya’nın Batı ile Satrancı”, http://politikaakademisi.org/ukrayna-krizi-ve-rusyanin-bati-ile-satranci/ (Erişim Tarihi: 11.10.2015).
Özcan, M. (2013). “Birey, Devlet ve Sistem Açısından Uluslararası Güvenlik”, TUİÇ Akademi, www.tuicakademi.org/index.php/kategoriler/diger/4334, (Erişim Tarihi: 22.02.2014).
Waltz, K. N. (1979). Teorhy of Internatıonal Politics, Addison- Wesley Pubhlishing Company,Unıted States of America, (Erişim Tarihi: 22.05.2016).
Şen, O. (2014). Klasik Realizmin Güvenliğe Bakışı ve Kökenleri, (Uluslararası İlişkilerde Güvenlik Teorik Değerlendirmeler (der. Emre Çıtak, Osman Şen),Tarcan Matbaası, İstanbul.
Oğuzlu, T. (2015). “Liberalizm”, Uluslararası İlişkilere Giriş- Tarih, Teori, Kavram ve Konular, Uluslararası İlişkilere Giriş, (editörler: Şaban Kardaş, Ali Balcı), Küre Yayınları, İstanbul
Balcı, A. (2015). Realizm, Uluslararası İlişkilere Giriş-Tarih, Teori, Kavram ve Konular, Küre Yayınları, İstanbul.

Bu yazıyı beğendiyseniz başka yazılarımızı da okuyabilirsiniz:

Amerika Vehhabiliği Nasıl Kullandı?

Ali Yarış

Sosyal Bilgiler Öğretmeni
Uluslararası İlişkiler ve Güvenlik Yüksek Lisans Öğrencisi

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!