Kelâmbaz

Zayi Olan Nesillerimiz

Bir milletin istikbali, dinamizmi, enerjisi gençliğindedir. “Genç” Farsçada “hazine” demektir. Gençlerini yani hazinesini iyi işleyen ve onlara millî şuur verebilen bir devlet uzun vadede hem insanının refah seviyesini yükseltir hem de güçlü bir ülke olur. Zira en kıymetli yatırım insana yapılan yatırımdır.

Biz maalesef bu yatırımı yapamadık. 20. asırda gençliğimizi çeşitli sebeplerle heba ettik, halen de heba etmeye devam ediyoruz. Bir otomobil firması üretimde gözden kaçan bir hatayı, araçlarını geri çağırarak telafi edebiliyor. İçtimai hatalarda ise zararın tespiti seneler sonra yapılabiliyor ve telafisi de maalesef mümkün olmuyor.

Harplerin Yok Ettiği Nesiller

20. asrın başlarına şöyle bir bakacak olursak; 1912-1913 senelerinde Balkan Harbi ardından Trablusgarb, onun ardından Çanakkale, Sarıkamış, Yemen, Kanal, Suriye-Filistin, Irak, Galiçya vb. cephelerin de dahil olduğu I. Cihan Harbi, sonrasında ise Millî Mücadele. Yani anlayacağınız 10 yılımız hep harplerde geçmiş. Çanakkale’de 250.000, Sarıkamış’da 60.000 Millî Mücadele’de ise takriben 15.000 zayiat verdik.

Burada Çanakkale harbine ayrı bir parantez açmak gerekir. Çünkü Çanakkale bir yedek subay harbidir. Bu harpte II. Abdülhamid Han devrinde yetişmiş; tahsilli, basiret sahibi, imanlı binlerce genç şehit olmuştur. Bunlar şüphesiz ilerde kritik mevkilere gelebilecek, ülkeyi liyakatle idare edebilecek ve ülkenin çehresini müspet manada değiştirebilecek kimselerdi. Mekteb-i Sultani’nin o sene mezun vermemiş olması dahi meselenin vahametini gözler önüne sermeye yeter. Bu harplerde hayatta kalan binlerce genç ise kimisi kolunu, kimisi bacağını kaybetmiş şekilde köyüne, evine dönmüştür. Tabir yerindeyse ülke gençliği 10 yılda neredeyse yok olmuş ve ülke nüfusunun ekseriyetini kadınlar, yaşlılar ve çocuklar teşkil etmiştir.

Âlem boşluk kabul etmez. Meydan ise cephe gerisinde kalan, yurt dışına çıkan ve türlü şekillerde kendini korumaya alanlara kalmıştır. Böylece bu boşluktan ahlaki bozulma, ekonomik yolsuzluk ve sömürü kendine yer bulmuştur. Buna mukavemet edebilecek, karşı durabilecek bir nesil kalmamıştır. Nesiller arasında bir kopukluk meydana gelmiş, dede ile torun arasında köprü kurulamamıştır. MillÎ Mücadele sonrasında da ortalık durulmamış, Şeyh Said hadisesi ve bu hadise bahane edilerek kurulan İstiklal Mahkemeleri, Menemen hadisesi, Dersim Katliamı gibi pek çok hadiseler yaşanmıştır. Yine aynı dönemde yaşanan büyük kıtlıklar ve dini tedrisatın yasaklanması da ahaliye gün yüzü göstermemiştir. 1950 yılında demokrasiye geçilmesiyle, halk bir nebze de olsa rahatlamıştır. Münevver Ayaşlı’nın cemiyetteki dejenerasyonunu anlattığı “Pertev Bey’in Üç Kızı”, “Pertev Bey’in İki Kızı” ve “Pertev Bey’in Torunları” isimli kitapları okunmaya değerdir. Bu durumu en iyi resmedenlerden Nihal Atsız da “Topal Asker” şiirinde vaziyeti şöyle hülasa eder:

Onun için topal kaldı böyle bacağım,
Onun için tütmez oldu artık ocağım.
Nazlı nazlı yatıyorken sen yataklarda
Sallanarak ölü kaldık biz bataklarda.
Kalbur oldu süngülerle çelik bağrımız,
Bu amansız boğuşmada öldü yarımız,
Ya siz nasıl yaşadınız? Bizim kanımız
Size şarap oldu sanki… Şehit canımız
Güya sizin mezenizdi! Yiyip içtiniz;
Zıpladınız, kudurdunuz arsız, edepsiz!

Nesilden Nesile Dejenerasyon

Harplerden sonraki senelerde ise eğitim sistemimizin millî ve manevi değerlerden uzak, körü körüne Batı taklitçisi müfredatı ve zararlı neşriyatlar neticesinde değerlerine yabancı, şuursuz bir gençlik yetişmeye başlamıştır. Bu gençler mektebinden, fakültesinden mezun olunca öğretmen, hakim, savcı, akademisyen, gazeteci vs. olarak millî değerlerine yabancı hatta düşman bir tavırla hareket etmişler ve kendilerinden sonraki nesillere de menfi tesir etmişlerdir. Bu dejenerasyon nesilden nesile giderek artmıştır. Merhum Necip Fazıl Bey’in de şiirinde söylediği gibi;

Üç katlı ahşap evin her katı ayrı alem!
Üst kat: Elinde tespih, ağlıyor babaannem,
Orta kat: (Mavs) oynayan annem ve aşıkları,
Alt kat: Kızkardeşimin (Tamtam) da çığlıkları;

70’ler ve 80’lerde meydana gelen sağ-sol olayları ile de kardeş kardeşe düşman edilmiş ve bu milletin gençliği, geçici gündemlerle, sun’i polemiklerle harcanmıştır. Yapılan darbeler, faili mechul cinayetler, üniversite hadiseleri, terör meselesi vs. de hep gençliğin enerjisine, vaktine hatta canına mal olmuş, telafisi mümkün olmayan yaralar açmıştır.

Onun dışında TV, radyo, gazete de farklı kulvarlardan saldırarak gencimizi esir almaktadır. Son 10-20 senede ise internet ve sosyal medya gencimizi kıskaca almış, hareket sahası bırakmamıştır. Bilgisayar ve telefon oyunları ise neredeyse çocukların yemek yemelerine dahi müsaade etmemektedir. Tüm bunlar gençleri üşengeçliğe, tembelliğe sevk etmekte ve hiçbir işi beğenmemelerine, gerçek hayatla yüzleşmelerinin tehir edilmesine sebep olmaktadır.

Öte yandan ülkemizde uyuşturucu, alkol gibi kötü alışkanlıklar süratle yayılmakta, intihar nispetleri artmakta ve gençliği bir felakete götürmektedir. Futbol ise gençlerimizin vaktini yiyen bir kurt misali vazifesini ifa etmekte. Türlü şiddet olaylarına hatta cinayetlere varıncaya kadar pek çok ruhi bunalıma sebebiyet vermektedir.

Gece-gündüz müzik dinleyen, dinlemeden duramayan, müptelası olmuş gençlerimizin sayısı da az değildir. Bir nevi uyuşturucu vazifesi gören müzik, beyni uyuşturmakta ve insan beynini düşünemez hale getirmektedir. Günümüzde bu hastalık mütedeyyin olsun veya olmasın hemen hemen bütün ailelerin çocuklarına sirayet etmiştir.

FETÖ yapılanması ise kafası çalışan, üniversite imtihanında dereceye girmiş binlerce gencimizi avucuna almış ve beyinlerini yıkayarak âdeta mankurtlaştırmıştır. Müslümanların senelerce didinerek elde ettiği kazanımlar bir çırpıda heba edilmiş, gençlik yine zayi edilmiştir. PKK terör örgütü ve türevleri ise Doğu’da gençlerin aklını çelip dağa kaldırarak pek çok masum mehmetçiğimize pusu kurmaktadır. Aynı şekilde DAEŞ gibi pek çok Vehhabi, Selefi terör örgütleri, aynı fikirdeki dernek ve vakıflar da gençlerimiz üzerinde senelerdir sinsi planlar yapmaktalar.

Bir diğer problem ise rol model alınacak münevver diyebileceğimiz insanların yok denecek kadar az olmasıdır. Bundan daha kötüsü de yanlış insanların rol model alınmasıdır. Yanlış rol modeller mütedeyyin kesim içinde de maalesef oldukça yaygındır.

Kaybedilen Mahalle

Şüphesiz bu tahribatın oluşmasına tesir eden birçok faktör var. Bunlardan birinin mahalle mektebinin kaybedilmesi olduğunu kolaylıkla söyleyebiliriz. Kendi elimizle Müslüman mahalle mimarisini katledip her tarafa apartmanlar ve gökdelenler inşa ederek komşuluk ilişkilerini bitirdiğimiz gibi mahalle kültürünü de yıktık. Oysa mahalle; herkesin birbirini tanıdığı, yolda gördüğünde selam verdiği, başı sıkışınca yardım gördüğü, düğünlerde, bayramlarda cenazelerde bir araya geldiği, büyüklerin küçüklere nasihat ettiği, emri marufun olduğu bir gayr-ı resmî mektep hüviyetinde idi. Şu an geldiğimiz noktada ise Yahya Kemal’in “Ezansız Semtler”ini bile mumla aramaktayız.

Eğitim Mevzusu

Bütün bu dertlere deva olması gereken eğitim sistemimiz genç dimağları ustaca kalıba sokmaktan başka bir işe yaramamakta, sadra şifa olmak şöyle dursun problemi daha da derinleştirmektedir. Hammaddenin fabrikada çeşitli işlemlerden geçerek tek tip halinde çıkması gibi, gençlerimiz de başladıkları bu 12 senelik tedrisatta muhakeme kabiliyetlerini kaybetmiş, okuduklarını olduğu gibi kabul eden, sorgulamayan bir fert olarak mezun oluyorlar. Sistemin çarklarından bir şekilde sıyrılan pek çok zeki genç de Amerika, Kanada, İngiltere vs. Batı ülkeleri tarafından kapılmaktadır. O gençler umumiyetle hayatlarını gittikleri ülkede sürdürerek bağlarını tamamen koparmaktadır. Misal olarak ülkemizin en meşhur liselerinden İstanbul Erkek Lisesi’nin 2019 mezunlarının %52.6’sı Avrupa’ya gitmiştir.

tek tip eğitim
Kalıplaştırıcı eğitim

Bize belli bir saate randevu veren ve 1 saat geç gelen birisine 1 saatlik vaktimizi heba ettiği için belki de demediğimizi bırakmıyoruz lakin ömrümüzün en verimli senelerinin verimsiz bir şekilde çok bir şey öğrenmeden geçirilmesine pek ses etmiyoruz. Daha kötüsü ses etmediğimiz gibi meselenin farkında da değiliz.

Meselenin Geçmişi

Gençliğimiz üzerinde yapılan planlar yeni değildir. Asırlarca bu coğrafya üzerinde yapılan tedkikler ve faaliyetler 19. asrın sonları ile 20. asrın başlarında netice vermeye başlamış, günümüzde ise zirveye ulaşmıştır.

Osmanlı coğrafyasında İngiltere adına casusluk faaliyeti yürüten Hempher, yazmış olduğu hatıratında yaptıklarını itiraf ediyor ve madde madde olarak bazı tavsiyeler geçiyor;

“Cemâ’atlerin, aralarına adâvet(düşmanlık) sokup, sû’i zannı aşılıyarak, ihtilâfı teşvîk eden kitâblar neşr etmek sûretiyle, ihtilâfları yerleşdirmek.”

“Âlimlere kötü isnâdlarda bulunup, aleyhlerine âdî ithâmlar uydurarak, Müslümânların onlardan soğumalarını te’mîn etmek lâzımdır. Câsûslarımızın bir kısmını, onların kıyâfetine sokacağız. Sonra, bunlara kabîh, çirkin işler yaptıracağız. Böylece bunlar, âlimler ile karışmış olacak ve her âlimden şüphe edilecek. Bu câsûsları, El-Ezher’e, İstanbul’a, Necef ve Kerbelâ’ya sokmak zarûrîdir. Müslümânları âlimlerden soğutmak için mektebler, kolejler açacağız. Bu mekteblerde, Rûm ve Ermeni çocuklarını, Müslümânlara düşman olarak yetiştireceğiz. Müslümân çocuklarına da kendi ecdadlarının câhil olduklarını aşılayacağız. Bu çocukları, Halîfe ve âlimler ve devlet adamlarından soğutmak için, onların hatâlarını, kendi zevkleri ile meşgûl olduklarını, Halîfenin câriyelerle vakit geçirip, halkın malını kötü yollarda kullandığını, hiçbir işte Peygambere uymadıklarını aşılayacağız.”

“Çok mühimdir! Çocukları babalarından uzaklaştırıp, büyüklerinin dînî terbiyelerinden mahrûm kalmalarını sağlayacaksınız. Onları, biz yetiştireceğiz. Binâenaleyh, çocuklar babalarının terbiyelerinden koptukları an, akîdeden, dinden ve âlimlerden kopmaya mahkûm olacaklardır.”

Wilfrid Scawen Blunt, Aubrey Herbert, Gertrude Bell ve Thomas Edward Lawrence gibi pekçok ismin biyografileri okununca meselenin vahameti daha iyi anlaşılacaktır.

Neler Yapmalı?

İnsanın -kendisini bile muhafaza etmesinin zor olduğu bir zamanda- çocuğunu yetiştirmesi gerçekten çok çetrefilli bir mesele. Bu yüzden dünyayı kurtarmaya çalışmadan önce kendisini, ailesini ve yakın çevresini kurtarmaya çalışmalıdır. Mektubat-ı Rabbani’de şöyle bir mısra geçiyor;

“Merd isen kendine baba ol”

Dinini, dilini, tarihini, kültürünü, edebiyatını doğru bir şekilde öğrenmek ve yaşamak, böylece biz olmak ancak biz olanı anlatan âsâr-ı atîkayı okumakla mümkündür. Geçmişin mirasını bize taşıyan eserleri ömür boyu es geçerek aslımıza rücû etmemiz mümkün değildir. İlmihal şuuruyla beslenmeden, ilâhi ufukları gezip hakla bâtılı tefrik eden İmam Rabbanileri, İmam Gazalîleri okumadan, Taşköprüzadelerle, Bağdatlı İsmail Paşalarla, Ahmet Cevdet Paşalarla zamanları aşıp hemhâl olmadan, Anadolu’ya irfanı taşımış erenlerin, rehberlerin tercüme-i hallerini yani biyografilerini okumadan kimliğimizi bulmamız zor, çok zor.

Maalesef fikir uzmanlarının hayalinde gezindikten sonra içinde bulunduğumuz gerçekliğe dönmek zorundayız. Ve realist olmak gerekirse çocukların ve gençlerin elinden telefonu, tableti ve bilgisayarı almamız çok zor. Zamanımızda biz olarak var olmak, bu zamanın mecrasında var olmaktan geçmektedir. Bu mecranın araçlarını (sinema, sosyal medya vs.) kullanarak, insanlara ve en başta kendi gençliğimize efektif şekilde ulaşabilmeliyiz.

Merhum Şevket Eygi Bey’in de söylediği gibi Osmanlı Devleti’ndeki Enderun Mektebi, İngiltere’de Eton Koleji ayarında, hattâ ondan üstün mektepler açmalı ve burada ülkeyi ilerde idare edecek, kendini her alanda yetiştirmiş beyin kadroları, edebiyatçılar, sosyologlar, psikologlar çıkarmalıdır. Sonraki kuşakların önüne doğru rol modeller sunmalıdır. Bu gençleri zülcenaheyn (çift kanatlı) yetiştirmeli hem dinini, kültürünü doğru bir şekilde öğretmeli hem de zamanın fen bilgilerine vakıf bir şekilde yetiştirmelidir. Bu gençlere sadece kendilerini kurtarmalarının kafi olmadığı, cemiyete yön vermeleri gerektiği şuuru devamlı olarak verilmelidir.

Bir gencin tek başına kendisini hem muhafaza etmesi hem de muhtelif sahalarda inkişaf ettirmesi gerçekten çok zor. Bunu yapabilmesi için kendisine en büyük yardımcı kendisi gibi gençler, iyi arkadaşlardır. Bunlarla sık sık biraraya gelmeli, yani kurtulmak için kurtulanlarla beraber olmalıdır. Sürüden ayrılanı kurt kapar sözü meşhurdur. Kurtulmanın yolu beraberlikte, sohbette ve cemaattedir vesselâm.

Bir cemiyet ki, gaflet içinde.
Toplantı, slogan, miting her yerde.
Herkes illaki bir şey peşinde.
Nefs, Şeytan her dâim ensesinde.
İlim, ölçü, firaset nerede?
Hamaset yaptık, kaldık geride.
Yol belli ancak O’nun izinde.
En ulvî dertlerin de derdinde.
Ardında olanca nefesimle.
Laf kolay, amma yok işi yapan.
Bu devirde iş yapan; pehlivân!
İş yapılacak lâkin ne zaman?
Hüzün hep var lâkin dâim değil.
Ümitler zayıf lâkin yok değil.
Ahmet Faruk Şenkaya

Ahmet Faruk Şenkaya

İlahiyat fakültesi mezunu,
Yazı yazmasının sebebi; yazarken hem kendisi birşeyler öğrenmek hem de öğrendiklerini başkalarıyla paylaşmak,
Herhangi bir iddiası yok.

1 comment

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!