Kelâmbaz

“Arabi Harfleri Terakkimize Mâni Değildir”

Lisan, bir cemiyetteki insanların his ve fikirlerini birbirlerine aktarmalarına imkân veren, o cemiyet mensuplarını bir arada tutan, yine aynı şekilde müşterek his ve fikirlerin geliştirilmesine vesile olan yaşayan bir unsurdur. Lisan sayesinde insanlar tarih, kültür, edebiyat, sanat ve fen ilimlerini bir yandan tekâmül ettirirken diğer yandan da bu ilim ve bilgilerin, cemiyetin sonraki nesillerine aktarımını gerçekleştirirler. Böylece, cemiyeti ayakta tutan maddi ve manevi bağların oluşumu temin edilir.

Lisan ile ifade edilen his ve fikirlerin müşahhas bir surette anlatılması, bir alfabe vasıtasıyla bunların yazıya aktarılması ile mümkün olur. Yukarıda bahsi geçen beşerî ve fenni ilimlerin nesilden nesle aktarılması yazı ile mümkündür; bu yazı da belirli bir alfabe kullanılarak tertip edildi. Yani bir cemiyetin, mevcudiyetini sağlıklı bir şekilde sürdürebilmesi için lisan ne kadar önemliyse bu lisanın kalıba dökülmesini sağlayan alfabe de o kadar önemlidir.

Bu girizgahı yaptıktan sonra yazımızın asıl mevzusunu oluşturan esere gelelim: “Arabî Harfleri Terakkimize Mâni Değildir”. İsmi kadar muhtevası da oldukça iddialı olan bu eser, Avram Galanti isminde Osmanlı vatandaşı Musevî bir lisan mütehassısı tarafından kaleme alınmıştır. Kendisinin İbranice, Türkçe, Fransızca, İspanyolca, Arapça, Farsça ve Almanca bilmesi, Bahriye Vekaletinde ve Hilal-i Ahmer Cemiyeti’nde uzun seneler mütercim olarak vazife alması ve lisan konusunda mütehassıs olması; müdafi olduğu iddianın mesneti hakkında ipucu vermektedir.

Avram Galanti Kimdir?

Galanti, 1873 yılında Bodrum’da doğdu. 1492 yılında İspanya’dan kovulan Yahudilerle birlikte buradan göç eden Sefarad Yahudisi bir aileye mensuptur. Aile, uzun yıllar haham yetiştirmesi ile meşhurdur. Galanti’nin babası Moşe Galanti ise tüm hayatı müddetince Osmanlı yönetimi hizmetinde çalışmış bir memurdur.

Galanti’nin “Arabî Harfleri Terakkimize Mâni Değildir” isimli eseri

Galanti, gençlik yıllarında Rodos’ta iken İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye olmuştu. Daha sonra Kahire’de bulunduğu sıralarda oradaki Jön Türkler ile yakın ilişkiler kurmuş, hususen Fransız eğitiminden geçmiş ve pozitivist olarak tanınan Ahmet Rıza ile yakın dost olmuştu. Ahmet Rıza’ya Paris’te toplanacak 2’nci Jön Türk Kongresi için Yahudi komitesinin desteğini teklif etmiş, Ahmet Rıza da kabul etmişti. Galanti Şuray-ı Ümmet, Le Progrés gibi gazetelerde İttihad ve Terakki ideolojisi cihetinde yazılar yazdı. Galanti’nin şahsiyetini ve fikirlerini yansıtan bu bilgiler, kendisinin dünya görüşünü yansıtması bakımından dikkate değerdir.

Galanti, Cumhuriyet’in kurulmasından önce ve sonra Arap harflerinin muhafaza edilmesi ile alakalı yazılar yazdı. Kendisinin ateşli bir Kemalist geçmişe sahip olmasına rağmen, Mustafa Kemal’in lisan ve yazı inkılaplarına karşı çıkan bir kişi olarak etiketlendi. Harf inkılabının yapıldığı 1 Kasım 1928 tarihinden sonra Galanti bu harflere çok çabuk uyum sağladı; ancak bu tarihten çok sonraları bile bu değişikliğin bilimsel olarak yanlış olduğu fikrini değiştirmedi. Bunu da 1950’li yıllarda yazdığı “L’adoption des caractères Latins dans la langue Hébraïque signifie sa dislocation” (İbrani Lisanının Latin harflerine geçmesi onun dağılmasına yol açar) makalesini yayınlayarak gösterdi.

Bakü Türkoloji Kongresi’nin Gayr-i İlmî Bir Kararı

Bu yazıda Galanti’nin “Arabî Harfleri Terakkimize Mâni Değildir” eseri tetkik edilmiştir. Umumi muhtevayı bu eser ve müellifin fikirleri oluşturmakla beraber bazı noktalarda destekleyici tarihi bilgilere de yer verilmiştir.

Galanti mezkûr eserine, Bakü’de toplanan Türkoloji Kongresi’nde alınan kararlardan biri olan Latin harflerinin kabulü mevzusu ile başlamış ve burada, dönemin Akşam gazetesinde (24 Mart 1926) neşrettiği “Bakü Türkoloji Kongresi’nin Gayr-i İlmî Bir Kararı” isimli makalesine yer vermiştir. Galanti’nin gayr-i ilmî olarak tavsif ettiği karar şu şekildedir:

Kongre, ilim ıstılâhları hakkında bir karar almıştır. Bu karara göre, ba’de-mâ ilmî ıstılâhlar için Farisî veya Arabî lügatlerin değil, münhasıran Avrupaî ta’birlerin isti’mâlini teklif etmektedir. Bu maksadla, Türk Cumhuriyeti’nde ilmî ıstılâhların tanzîmi için, birer Istılâh Encümeni te’sisini teklîf ediyor.

Galanti’nin burada ısrarla üzerinde durduğu noktalardan biri Avrupaî tabirlerdir. İlim ıstılahlarının Avrupa dillerinden gelişi güzel alındığında Türkçe’nin yamalı bir lisan olacağını, Latince ve Yunanca’nın ise eski kuvvetinde olmadığını belirttikten sonra, “Hâlihâzırda ıstılâhlar bir lisandan diğer lisana tercüme suretiyle nakl ve kabul olunuyor.” demektedir. Bunu, farklı dillerdeki tercümelerin nasıl olduğunu izah ettikten sonra ekliyor:

Her milletin kendi lisanını zenginleştirmeğe çalıştığı bir sırada biz dahi kendi lisanımızı zenginleştirmeğe çalışmalıyız. Bakü Kongresi’nin ıstılâhât hakkında verdiği karar, lisanımızı fakirleştirmekten başka bir işe yaramaz. … Istılâhât meselesine iştikak (kelime türetme) meselesi, iştikak meselesine imlâ meselesi ve imlâ meselesine harfler meselesi merbuttur (bağlıdır). Bütün bunlar tekmil bir ‘küll’ teşkil eder.

“Türkçenin Kuvveti” Tartışması

Galanti’nin yukarıda bahsettiği lisanın zenginleşmesi mevzusu, hususen ilmi tabirlerin tercümesinin ehemmiyeti ile alakalıdır ve bu da lisandaki iştikak gücüne bağlıdır. Ona göre, Türkçe henüz ıstılahât oluşturacak kuvvette değildir. Bahriye Nezareti Tercüme Kaleminde vazifeli iken Almanca, İngilizce, Fransızca ve İtalyanca Bahriye lugat kitaplarındaki tabirlerin ve ıstılahların tercümesi için Türkçe’nin kâfi olmamasından bahseder. Tercümenin %80’inin Arapça ve Acemce kelimelere ihtiyaç duyduğunu ifade eder.

Avram Galanti

İştikak mevzusu her lisanda önemli bir yer işgal eder. Bir lisandaki cezr’lerin (kelime kökü) bilinmesi ile bundan türeyen kelimelerin manaları kendiliğinden meydana çıkmaktadır; her bir kelimenin manasını hatırda tutmaya gerek yoktur. Bunun zıddı ise tam bir kaostur. 1930’lu yıllarda inkılap heyecanıyla lisanda tasfiye hareketi başlatılmıştı ve bu işte vazife alanlar, Osmanlı Türkçesi kelimelerinin yerine güya öz Türkçe kelimeler uydurmaya çalışıyordu. İş o hâle gelmişti ki gelişigüzel uydurulan kelimeler sahibinden başkasının anlamasına imkân vermiyordu. Bu da dilde karmaşaya sebebiyet vermişti.

Galanti’ye göre Latin alfabesinin kabulüne taraftar olanlar tasavvutlu (mahreçleri yakın ama şekilleri birbirinden farklı harflerden yalnızca birinin seçilmesi) bir alfabe istiyorlardı ki bu da alfabeden dokuz harfin ( ki bunlar ﺙ , خ , ذ‎, ‎ ص , ض , ط‎‎ , ظ‎‎‎ , ع , ء ) ihraç edileceği manasına geliyordu. Bir lisan mütehassısı olarak Galanti’nin en çok tenkit ettiği hususlardan birisi bu harflerden mahrum olan bir alfabe ile iştikak yapmanın mümkün olmayacağı idi.

Latin Harflerinin Kabulü Mutlak Terakki Sebebi mi?

Arabî harflerin tenkite maruz kalan bir noktası, bu harfler ile tedrisata başlayan bir talebenin okumayı daha geç öğrenmesiydi. Galanti, bunun alfabe değişikliğini icap ettirecek bir sebep teşkil etmediğini söyledikten sonra Japoncadan misaller veriyor. Japonca, hiyeroglif ve çivi yazısındaki gibi resim karakterlerinden oluşur ve her bir karakter bir kelimeye tekabül eder. Bir talebe tedrisat müddetince iki bin civarı karakteri ezberlemek zorundadır. Bundan başka, Japonca’da hece yazısından oluşan iki ayrı yazı sistemi daha vardır ki bunların da öğrenilmesi ayrı bir gayret gerektirmektedir.

Galanti’nin çıkardığı “La Vara” isimli gazete

Galanti, Japonya’da da Latin harfleri lehine küçük bir cereyanın mevcut bulunduğunu duymuş ve bu mevzu hakkında malumat almak için Japonya Sefarethanesi başkatibi Ashida’nın yanına gitmiştir. Galanti’nin suallerine verdiği cevapları Ashida’dan dinleyelim:

30-40 seneden beri Japonya’da Latin harflerinin kabulü lehine bir hareket vardır… Bu harekete tarafdar olanlar, memleketin sunûf-ı muhtelifesine (çeşitli sınıflarına) mensub olmakla beraber, adetleri pek azdır… Japon mekâtib-i ibtidâiye (ilkokul) talebesi 1000 muhtelif musavver fikir (resim yazısı) ile 48 hece işareti ezberlemek mecburiyetindedir. Japon liselerinde, pek müşkil olan Çin klasik edebiyatı okutulur… Matbuata gelince, bu, 1500-2000 muhtelif musavver fikir ile 48 hece işareti isti’mal eder (kullanır). Japonlar bu müşkilatı pek güzel takdir ederler. Fakat bilirler ki, Latin harflerini kabul ettikleri vakit, kendilerini milletlerine bağlayan bağ çözülecektir. Çince ve Japonca’da iki bin sene evvel yazılmış âsar (eserler) vardır. Ecdadın bu mirası nasıl ihmal olunur?

Ashida bunları anlattıktan sonra, Latin harflerinin kabulü için meclise takrir veren Japon bir mebusa karşı, Maarif Nâzırı’nın cevabını söyledi: “Yazı meselesi, lisan meselesidir. Lisan ise ecdadımızın mirasıdır. Bu miras milletin canıdır.”

Galanti bu görüşmeden sonra şu yorumları yapıyor:

Bir Türk çocuğunun Arabî harfleriyle ibtidaî bir tahsil görmek için sarf ettiği zahmet, Japon çocuğun zahmetine nisbeten devede kulak kabilindendir… (Japonya’nın matbuat, sanayi, maarif ve ticaret alanlarında kaydettiği gelişmeleri anlattıktan sonra) Acaba Japonların bu çetrefil yazısı terakkilerine mâni olmuş mu? Hayır! Demek ki yazının şekli mâni-i terakkî değildir. Bunun ile beraber, Japon yazısının güçlüğünü hiçbir kimse inkâr etmez; fakat, lisanlarının ve ecdadının mirasının hatırı için, Japonlar bu vatanî hususda fedakârlığa katlanıyorlar. Zaten vatana hizmet etmek demek, fedakârlıklara katlanmak değil midir?  

Daha sonra, terakkinin mutlak olarak Latin alfabesi ile elde edilemeyeceğini söylüyor. Bunun doğru olması halinde İspanya’nın Japonya’dan daha ileri olması lazım geldiğini ifade ediyor.

Hazin Neticeyi Görebilme

Galanti’ye göre, Latin harflerinin kabul edilmesi durumunda aşağıdaki zararlar peyda olacaktır.

Tâli tahsilin yüksek kısmıyla âli tahsili söndürür.

Millî irfan müesseselerimizde mütefekkir yetiştirmeye mâni olur.

Eslâfımızın müellefâtını (önce gelen neslin yazdığı eserleri) unutturur.

Mazimiz ile olan her türlü revâtıbı (bağı, bağlantıyı) keser.

Kendi yetiştireceği Latin harfi neslini kitabsız bırakır.

Bütün bu menfi neticeleri sıraladıktan sonra meseleyi şu şekilde hülasa etmektedir:

… Latin harfleri başta Dârü’lfünûn olmak üzere, Harbiye ve Bahriye mektebleri dahil olduğu halde, bütün âli mekteblerimizi ve hatta liselerin yüksek sınıflarını kapatmağa hizmet edecektir. Ta’bir-i diğer ile memleketimizde, “müstakil” bir millete yakışan yüksek bir maârif yerine düşmanlarımızın arzu ettikleri bir müstemleke maârifi kaim olacaktır.

Hars ve medeniyet sahibi olan bir millet, mazisini unutmağı arzu etmez ise, bir müessese-i ictimâiyye olan lisanının yazısını değiştiremez. Türkler eski bir harsa ve medeniyete malik olduklarından, eslâfın müteaddid asırlarda (yüzyıllardır) yazdıkları âsârın (eserlerin) yazısını terk edemezler.

Bunları ifade eden kişi hem din hem lisan hem de ırk olarak Türklerden farklı birisidir. Türkler ile ortak noktası sadece aynı devletin mensubu olmasıdır. Galanti’nin ilmî endişeler ile yazdığı bu eser ve hülasa olarak temas ettiği harf inkılabının zararları, aradan henüz 100 yıl bile geçmemiş olmasına rağmen birebir tezahür etmiştir. Burada acaba Galanti mi çok ileri görüşlü; yoksa neticeler ileri görüşlü olmayı icap ettirmeyecek ölçüde bariz miydi? Bu sorunun cevabı, tarihin karanlık odalarında olmasa gerek!

Tavsiye yazılar:

Türkçe Elden Gidiyor! Şimdi de “Ultra-Uydurukça” Çıktı

TDK’ya Mahkemeyle Müdahale ve İdeoloji Kurbanı Bir Dil: Türkçe

Bir Münevverin Parçası: Lugat

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!