Kelâmbaz

Osmanlı Medreselerinde Tedrisat

Medreseler, İslâm medeniyetinde aklî ve naklî ilimlerin tedrîs edildiği müesseselerdir. Hazret-i Peygamber zamanında, evvela Dâru’l-Erkâm, sonra ise Ashâb-ı Suffa ile ilk numûnelerini veren bu mektepler, İslâm sınırlarının genişlemesi ve mevâliden olan kimselerin de Müslümân olmasıyla yeni bir hüviyet kazanmıştır. Mesela Emevîler zamanında “Küttâb”, Abbâsîler zamanında “Beytü’l-Hikme”, muhtelif zamanlarda inşâ edilmiş olan “Nişâbur” medreseleri ve Selçuklular zamanında kurulan “Nizâmiye” medreseleri bunların en meşhurlarındandır. Selçukluların kurduğu Nizamiye Medreseleri’nin benzerleri Merv, Herat, İsfehan, Belh, Basra, Musul, Amül ve Taberistan’da da kurulmuş; X. asra gelindiğinde ise Buhara, Horasan, Bağdat, Suriye, Mısır, Tunus ve hatta Endülüs’e değin yayılmıştır. Anadolu’da ise husûsiyetle Selçukluların buraya hâkim olmasıyla medreseler inşâ edilmeye başlanmış, XIV. yüzyılın başlarında ise neredeyse bütün Anadolu’ya yayılmıştı. Meşhur Arap Seyyah İbni Battuta (ö. 770/1368), 1330 yılında Anadolu’ya yaptığı seyahatte, en küçük kasabalarda bile medreselerin varlığından bahsetmektedir. [1]

Şam atabeyi Nureddin Zengî de (ö. 569/1174) medreselerle yakından alâkadar olmuştur. Nitekim Şam, Halep, Hama ve Humus gibi şehirlerde medreseler inşâ ettirmiştir. Daha sonra ise Kudüs ve Mısır’da ilk medreseleri yaptıran Selahaddîn Eyyûbî (ö. 589/1193) idi. Nitekim o da Kahire, İskenderiyye ve Kudüs’te medreseler inşâ ettirmiştir ki Mısır’da yaptırdığı “Salâhiyye Medresesi” bunların başında gelir. [2]

 Kapı Ağası Medrese – Amasya (Wikimedia Commons)

Medreseler aynı zamanda mimari birer şaheserdiler.

Moğol istilasıyla şark medreselerinde yetişmiş olan birçok ilim/bilim adamı Anadolu’ya göç etmiş, bu da hâliyle Anadolu medreselerini mümtâz bir yere taşımıştır. II. Kılıç Arslan Devri’nde kurulan “İpekçi Medresesi”, Anadolu’da kurulan medreselerin en eskisidir. Anadolu Selçukluları ise Konya’da Karatay (1251), Sultâniye (1252-53), İnce Minareli Medrese (1251’den sonra); Kayseri’de Hunat Hatun (1237-38) ve Sâhibiyye Medresesi (1267-68); Sivas’ta Gök Medrese (1271), Burûciyye Medresesi (1271-72) ve Çifte Minareli Medrese (1275); Ankara’da I. İzzeddin Keykavus Medresesi (1211-20) ve Antalya’da Ertokuş Medresesi bunlardandır. [3]

Konya Karatay Medresesi (Wikimedia Commons)

Osmanlı Medreseleri

Asırlara meydan okuyan bu ilim yuvaları 3 Mart 1924 tarihine kadar devam etmiş, Tevhid-i Tedrisât Kanunu’yla tarihe karışmıştır.

Osmanlı devletinde ilk medrese, Orhan Gazi zamanında İznik’te açılmış olan İznik Orhaniye Medresesi’dir (1331). Bundan sonra yine onun zamanında Bursa’da açılmış olan Manastır Medresesi (1326) gelir. Bu medrese, manastırdan çevrildiği için bu ismi almıştır. Daha sonra Sultan Murad (Hüdâvendigâr), Yıldırım Sultan Bayezid, Çelebi Sultan Mehmed ve Sultan II. Murad zamanında Bursa’da 21 tane medrese açılmış, burası bir ilim merkezi hâline gelmiştir. Edirne’nin fethedilip buranın başkent yapılmasıyla, burası da bir ilim-irfân merkezi hâline gelmiş, İstanbul’un fethine kadar 84 medrese inşâ edilmiştir. [4]

Fatih Sultan Mehmed Han, İstanbul’u fethedince medreselerin hiyerarşisi yeniden tanzim edilmiş ve Sahn-ı Semân Medreseleri kurulmuştur.

Medrese hiyerarşisi hakkında malumât vermek gerekirse ilk sırada Tecrîd Medreseleri gelir. Burada Hâşiye-i Tecrîd isimli kitap okutulurdu. İkinci kademede Miftah okutulan Miftâh Medreseleri, sonra ise Otuzlu ve Kırklı Medreseler gelirdi. Kırklı Medreselerden sonra ise Hariç Ellili Medreseler bulunurdu. Bunlar daha ziyade Osmanlı’dan evvel Müslüman idâreciler tarafından inşâ edilmişti. Bunun üstünde Dahil Ellili Medreseler vardı. Bu medreseler ise Osmanlı hanedânı tarafından yaptırılan medreselerdi. Fatih Külliyesi’nde en yüksek mertebede olan medrese ise Sahn-ı Seman Medreseleri idi.

Kânuni Sultan Süleyman Han; kendi devrinde medreseleri genişletmiş, ordunun tabib, cerrâh ve mühendis ihtiyacını karşılamak üzere bir tıp/dâruşşifâ medresesi, riyâziyat öğretimi için 4 medrese ve hadis sahasında en yüksek ihtisâs medresesi olan Dâru’l-hadîs medresesini kurmuştur. Ahmed Cevdet Paşa XIX. asrın sonlarına kadar devam edecek olan bu sıralamayı şöyle vermiştir:

  • 1. İbtidâi Hâriç
  • 2. Hareket-i Hâriç
  • 3. İbtidâ-i Dâhil
  • 4. Hareket-i Dâhil
  • 5. Mûsıla-i Sahn
  • 6. Sahn-ı Semân
  • 7. İbtidâ-i Altmışlı
  • 8. Hareket-i Altmışlı
  • 9. Mûsıla-ı Süleymâniye
  • 10. Süleymaniye
  • 11. Hâmis-i Süleymaniye
  • 12. Dârülhadis [5]

Ecdâdımız Osmanlı’nın ilme verdiği değeri göstermek bakımından Anadolu, Rumeli, Suriye, Hicaz ve Yemen’de yaptırdığı medreseleri siz okuyucularımıza burada tablolar hâlinde takdîm etmeyi münasip gördük. [6]

Medreselerde Gündelik Hayat

Ali Kuşçu eserini Sultan Fatih’e sunarken

Medreselerde talebeye ders okutan hocalara Müderris denilirdi. Müderrislere yardımcı olmak üzere Muîd’ler; talebeye yardımcı olmak üzere ise Müfîd’ler vazife alırdı. Talebeye verilen dersler, aşağı rütbeli ise muhtasar, yüksek rütbeli ise mufassal diye isimlendirilirdi. Talebelere gelince bunlar bidâyette ise mübtedî; orta seviyede ise mutevassıt ve ileri mertebede ise müstedil diye tesmiye olunurdu.

Medreselerin umûmiyetle vakfiyeleri olur; bununla müderris, talebe ve diğer vazifelilerin maaşları ödenir hatta yerine göre imâret, kütüphane, hamam vb. müesseseler inşâ edilirdi. Medreseye devam eden her talebeye burs verilmesi, onların geçim kaygısını ortadan kaldırmış, bu da kabiliyetli olduğu hâlde fakir olan talebenin temâyüz etmesine imkân sağlamıştır.

Külliyedeki odalarda kıdemli ve çömez talebeler beraber kalır; bu sayede kıdemli olan, çömeze ders çalıştırır; çömez de kıdemli talebenin çamaşırını yıkar, yemeğini getirir ve başka işlerinde ona yardımcı olurdu. [7]

Medreselerde dersler, sabah ve ikindi namazlarından sonra başlamak üzere iki devredir. Bunlardan ilki icâzete esâs olup öğleye kadar devam ederdi. Salı ve cuma günleri ders olmaz, bu günlerde talebe hem ders tekrârı yapar hem de haftalık işlerini giderirdi.

Tedrisât ve Okutulan Kitaplar

Osmanlı medreselerinde ilimler ulûm-i âliye (elif ile) ve ulûm-i ‘âliye (ayn ile) şeklinde ikiye ayrılır. Bunlardan ilki, ilmin temelini teşkil edecek olan âlet ilimleri; diğeri ise ihtisâs ve uzmanlık gerektirecek yüksek ilimlerdir. Âlet ilimlerinin esâsını sarf, nahiv, belâgat, lügat ve adap gibi lisân dersleri teşkil eder; bunlardan sonra ise kelâm, tefsîr, hadîs, fıkıh vb. dînî ilimlere geçilirdi.

Bu medreselerde okutulan derslerle alakalı birçok araştırma yapılmış olup bu dersler hakkında kitap, tez ve makaleler yayımlanmıştır. Sistematiğinin güzel olması bakımından Mefail Hızlı’nın “Osmanlı Medreselerinde Okutulan Dersler ve Eserler” isimli makalesini esâs alarak bu medreselerde hangi derslerin okutulduğunu aşağıda derc ediyoruz.

1. Arapça ve Yardımcı İlimler

a) Sarf (Morfoloji): Sarf ilmi kısaca kelime bilgisi demektir. Burada fiil ve isimlerin çekimleri (tasrîf) işlenir. Bunun için meşhur 5 kitap vardır. Bunlar: Emsile, Binâ, Maksûd, İzzî ve Merâh’tır.

Emsile’nin müellifinin kim olduğu bilinmemekle beraber Emsile teberrüken Hazret-i Ali’ye nispet edilir.

Binâ kitabı da böyle olup Binâ’nın el-Kefevî (v. 1168/1755) ve Karaağaçlı Ahmed Rüşdi Efendi (v. 1251/1835) şerhleri meşhurdur.

Maksûd kitabının müellifi de meçhûldür. Bu ise İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe Hazretleri’ne (v. 150/767) nispet edilir.

İzzî, Zincânî (v. 654/1257) tarafından yazılmıştır.

Merâh’a gelince bu eser Ahmed bin Ali (v. ?) merhûmun eseri olup Kemalpaşazâde’nin (v. 940/1534) buna yaptığı şerh olan Felâh kitabı meşhurdur.

b) Nahiv (Sentaks): Arapçanın cümle yapısını ve kuruluşunu öğreten ilme nahiv denir. Burada Avâmil ve İzhâr (Birgivî, v. 981/1573), Kâfiye (İbnü’l-Hâcib, v. 646/1249), Molla Câmi (Kâfiye şerhi, Abdurrahmân Câmi, v. 898/1492), Muğni’l-Lebîb ve Kava’idü’l-İ’râb (İbn-i Hişâm, v. 761/1360) ve ed-Dürretü’l-Elfiyye (İbn-i Mutî, v. 628/1231) kitapları okutulurdu. Medreselerde okutulan nahiv kitapları bunlardan ibâret olmamakla beraber en yaygın olanları bunlardır.

c) Belâgat: Arapçanın edebî sanatlarını ve talâkatının inceliklerini anlatan ilme denir. Bu da kendi içinde meânî, beyân ve bedî olmak üzere 3’e ayrılır. Bu ilmin ta’lîm edilebilmesi için en çok okutulan kitapların başında hiç şüphesiz Sekkâkî’nin (v. 626/1229) Miftâhu’l-Ulûm’u gelir. Ancak bu kitabın metninin gayet ağır olması sebebiyle bunun şerhleri okutulmuştur. Bunlardan en meşhuru Seyyid Şerif Cürcânî (v. 816/1413) ve Sadeddîn Teftazânî Hazretleri’nin (v. 792/1390) aynı ismi taşıyan Şerh-i Miftâh kitaplarıdır. Sultan Fatih zamanında 30-35 akçe yevmiyeli medreselere, bu kitaba nispetle Miftâh Medreseleri denilmiştir. Ayrıca Hatîb el-Kazvînî (v. 133/739), Miftâhu’l-Ulûm kitabının üçüncü kısmını ihtisâr ederek (özetleyerek) buna Telhîsü’l-Miftâh adını vermiştir.  Bunu da me’ânî, beyan ve bedî başlığı altında şerh etmiştir. Sadeddîn Teftazânî Hazretleri ise Telhîs kitabını tekrâr şerh ederek buna Mutavvel adını vermiştir ki bu eser, Kur’ân-ı Kerîm’in eşsiz ifâdelerini anlatan mühim bir eserdir. Bunlardan başka yine Teftazânî Hazretleri’nin Muhtasar ve Telhîsu fi’l-Belâga kitapları Osmanlı medreselerinde okutulan kitaplar arasında yer alır.

2. Tefsîr ve Usûl-i Tefsîr

Bu sahada en çok okutulan tefsir kitapları; Kâdı Beydâvî (Nâsıruddîn Ebû Saîd el-Beydâvî, vefatı 685/1286), Keşşâf (Zemahşerî, vefatı 538/1144) ve Celâleyn tefsîrleridir. Celâleyn Tefsîri, Celâleddîn Mahallî (vefatı 864/1459) tarafından başlanıp ömrü vefâ etmediği için Celâleddîn Süyûtî (vefatı 911/1505) tarafından tamamlanmıştır. Bu yüzden bu kitaba “İki Celâleddîn’in Kitabı” manası gelen Celâleyn tefsîri denilmiştir.

Usûl-i Tefsîr’de ise el-Burhân (Zerkeşî, vefatı 794/1392) ve İtkân (Süyûtî, vefatı 911/1505) eserleri şöhret bulmuştur.

3. Kıraât ve Tecvîd

En büyük kıraât âlimlerinden biri olan Cezerî’nin, Kitabu’n-Neşr fî Kıraâti’l-Aşr ve Şâtıbî’nin; Kaside-i Lâmiye, Hırzü’l-Emânî ve Vechü’t-Tehânî manzum eserleri bunların başında gelir.

Ayrıca Şeyh Abdurrahim Karabâşî’nin, Karabâş Tecvîdi ve İmâm Birgivî’nin Dürr-i Yetîm kitabı talebelerin el kitabı mesâbesindedir.

4. Hadîs ve Usûl-i Hadîs

“Kütüb-i Sitte” ismiyle bilinen meşhur 6 kitap başta olmak üzere bunların şerhleri ve hâşiyeleri de dâhil edilerek beraber okutulmuşlardır. Bunlardan Buhârî ve Müslim “Sahihayn” diğer 4 kitap ise “Sünen” diye bilinir. Sünen kitapları; Tirmizî, Ebû Dâvûd, İbn-i Mâce ve Nesâî’dir. Bunlara İmâm Mâlik’in (vefatı 179/795) Muvatta, Dârimî’nin (vefatı 255/869) Sünen ve İmâm Ahmed bin Hanbel’in (vefatı 241/855) Müsned isimli eseri de eklenince sayı 9 etmektedir ki hepsine birden “Kütüb-i Tis’a” denilir.

Bunlardan başka İmâm Begavî’nin (vefatı 286/899) Mişkât’ı; Sagânî’nin (vefatı 650/1252) Meşârık’ı ve Kâdı İyâz’ın (vefatı 544/1149) Şifâ-i Şerîf ismiyle nâm salmış olan Kitabu’ş-Şifâ’sı medreselerde okutulan diğer hadîs kitapları arasında yer alır.

Hadîs usûlüne gelince Şehrizôrî’nin (vefatı 643/1245) İbn Salâh Elfiyesi; İbn-i Hacer-i Askâlânî Hazretleri’nin (vefatı 852/1449) Nuhbetü’l-Fiker’i ve İbnü’l-Esîr’in (vefatı 606/1210) Câmi’u’-Usûl isimli eseri bunlardandır. Ayrıca İmâm Nevevî’nin (vefatı 676/1277) Erbaîn; Halebî’nin (vefatı 1043/1634) Sîretü’n-Nebeviyye ve Tirmizî’nin (vefatı 279/892) Şemâil-i Şerîf kitapları medreselerde asırlarca okutulagelmiştir.

5. Fıkıh ve Usûl-i Fıkıh

Fıkıh sahasında okunan kitaplar sayılamayacak kadar çok olsa da bunları elden geldiği kadar kısaltmaya çalışacağız. Ahmed el-Kudûrî’nin (vefatı 428/1037) Muhtasaru’l-Kudûrî ve bunun şerhleri ilk devirde tedrîs edilen fıkıh kitaplarının başında gelir. Molla Hüsrev Hazretleri’nin (vefatı 885/1480) Gurer ve yine kendisinin şerh ettiği Dürerü’l-Hükkâm şerhi de en temel kitaplar arasında yer alır. Buna Allâme Timurtâşî (vefatı 1006/1598), Tenvîru’l-Ebsâr isimli şerh yazmış; Haskefî (vefatı 1088/1677) ise bunu şerh ederek ed-Dürrü’l-Muhtâr demiştir. İbn-i Âbidîn Hazretleri (vefatı 1252/1836) ise bu kitabı şerh ederek meşhur Reddü’l-Muhtâr kitabı telif edilmiştir. Reddü’l-Muhtâr, müellifin adına nispetle İbn-i Âbidîn diye de meşhurdur. Bu kitaplar -bugün de dâhil olmak üzere- en çok okunan ve okutulan kitaplar arasında yer alır.

Bunlardan başka Burhâneddîn el-Mergınânî Hazretleri’nin (vefatı 593/1197) Bidâyetü’l-Mübtedî ve buna yine kendisinin yaptığı şerh olan Hidâye kitabı gelir. Ekmeleddîn el-Bâbertî, (vefatı 786/1384) bu kitabı İnâye ismiyle şerh etmiştir ki bu kitap daha çok Ekmel ismiyle bilinir. Sadruşşerîa-i Evvel (Burhânuşşerîa Mahmud, vefatı 630/1233), kızdan torunu olan Sadruşşerîa-i Sânî (Ubeydullah, vefatı 747/1346) için Hidâye’nin bazı kısımlarını bir araya getirerek buna Vikâye demiş; torun Sadruşşerîa (Sânî) ise bunu şerh ederek Nukâye adını vermiştir. Bu kitaplar da asırlarca medreselerde başucu kitapları olmuştur.

Öte yandan İbrahîm el-Halebî’nin (vefatı 956/1549) Mülteka’l-Ebhur’u ve bunun Türkçe şerhi olan Mevkûfât, en çok okunan kitaplardandır. Vikâye ve Mültekâ ile İbnü’s-Sâ’atî’nin Mecma’u’l-Bahreyn ve Mavsılî’nin Muhtâr kitapları, Hanefî mezhebinde “Mütün-i Erbaa (Dört Metin)” diye şöhret kazanmıştır.

Usûl-i Fıkıh kitaplarına gelince Sadruşşerîa-i Sânî’nin Tenkîh ve bunun şerhi olan Tavzîh; Ebû’l-Berekât en-Nesefî’nin (vefatı 710/1310) Menâr; İbn-i Melek’in (vefatı 821/1418’den sonra) buna yaptığı şerh olan Şerhu Menâr; Molla Hüsrev’in memzûc (karma) metodla hazırladığı Mir’ât; Şerâfeddîn Ahmed’in (vefatı 770/1369) kitabı Tenkîh ve Allâme Teftazânî’nin buna yaptığı şerh olan Telvîh en meşhur eserler arasında zikredilebilir.

6. Akâid ve Kelâm

Bu sahada da pek çok eser medrese müfredâtına girmekle beraber Seyyid Şerif Cürcânî Hazretleri’nin Hâşiye-i Tecrîd eseri bunlar arasında başı çekmiştir. Bununla beraber Mevâkıf (el-Îcî, vefatı 756/1355) ve buna Seyyid Şerif Cürcânî tarafından yazılan Adûdiye şerhi (Şerh-i Mevâkıf); Akâid-i Nesefî (Ömer en-Nesefî, vefatı 537/1142) ve bunun Sadeddîn Teftâzânî şerhi; Şerh-i Hayâlî, Tevâli’u’l-Envâr ve Emâlî Kasîdesi ve şerhleri, medreselerde öne çıkan akâid ve kelâm kitaplarındandır.

7. Mantık

Porphyrios’un (vefatı MS 304) Eisagoge kitabından yola çıkarak el-Ebherî (vefatı 663/1265) tarafından kaleme alınan İsagoci mantık kitabı ve şerhleri çok yaygın olmuştur. Buna şerh yazan âlimlerden biri de Molla Fenârî Hazretleri’dir (vefatı 834/1431) ki Osmanlı medreselerinde uzun seneler onun şerhi okutulmuştur. Ayrıca Kâdı Siraceddîn el-Urmevî’nin (vefatı 682/1283) Şerhu Metâli’ kitabına Seyyid Şerîf şerhi ve Kara Dâvûd (vefatı 948/1541) hâşiyesi meşhurdur. Bunlar da medreselerdeki yerini muhafaza etmiştir.

Bütün bunlara ilâveten Osmanlılar, müspet ilimleri de unutmamış, cebir (matematik), hendese (geometri), hey’et (astronomi), hikmet (fizik), mantık, coğrafya ve tıp gibi sahalarda da çok kıymetli eserler vererek bunları medreselerde okutmuşlardır.

Asırlardır tevârüs eden bütün bu ilmî müktesebât, 3 Mart 1924 tarihine kadar devam etmiş, sonra ise Tevhid-i Tedrisât Kanunu’yla tarihe karışmıştır. Yerine ise daha asrî (!) okullar açılarak eğitim sürdürülmüş, memleketin uçuşu (!) ancak bundan sonra sağlanabilmiştir.

Not: Minyatür ve gravürler için Şakayık-ı Numaniyye zeyllerine ve ilgili tez çalışmalarına müracaat edebilirsiniz.


Dipnot ve Kaynaklar:

[1] Ahmet Ulusoy, “Kuruluşundan 17. Yüzyıla Kadar Osmanlı Medreselerinde Eğitim-Öğretim Faaliyetleri”, (YL Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007), s. 12.

[2] Mefail Hızlı, “Kuruluşundan Osmanlılara Kadar Medreseler”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi 2/2, 1987, s. 275-76.

[3] Hızlı, a.g.e, s. 277.

[4] Mehmet İpşirli, “Osmanlı Dönemi Medreseler”, DİA, c. 28, s. 327-28

[5] Hızlı, “Osmanlı Medreselerinde Okutulan Dersler ve Eserler”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi 17/1, 2008, s. 28.

[6] Sözü edilen tabloları Ekmeleddin İhsanoğlu; Mustafa Bilge ve Cahid Baltacı’ya istinâd ederek hazırlamış olup Ahmet Ulusoy tarafından sözü geçen YL tezinde kullanılmıştır.

[7] Ekrem Buğra Ekinci, “Osmanlı Medreseleri”, Türkiye Gazetesi, 18 Aralık 2017.

Ahmed Uğur Apaydın

Ahmed Uğur Apaydın

Eğitimci / Yazar

1 comment

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

  • Hocrei Tedrissat Medresesi-,,Osmanlı zamanında Muş ili Bulanık ilçesi Seçme köyü Saliha Mezrasına gelen,Abdülkadir Geylani hazretlerinin Torunlarından, Büyük Müderris Seyyid Molla Ali Kosewi Hazretleri Kurmuştur. Büyük Müderris Seyyid Molla Ali Kosewi, bu Medresede Çok Alim yetiştirmiştir. Bu Alimlerden Melle Musa Dımilli seksen (80) Alım yetiştirmiştir. Büyük Müderris Seyyid Molla Ali Kosewi bu Bölge de yaygın olan Hırsızlık, Gasp, Soygun gibi olayları önlemiştir. Bu bölgede yaşayan Sayıları on bini (10,000) geçen Ezidi dinine mensup gayrı Müslimlerin ve diğer dinlere mensup gayrı Müslimlerin Müslüman olmalarına vesile olmuştur. Büyük Müderris Seyyid Molla Ali Kosewi, Tahsilini Diyarbakır, Elazığ, Bingöl Medreselerde yapmıştır . Tahsilinin son iki veya üç yılını Bağdata gider Bağdat Nizamiye Medresesinde tahsilini tamamlar. Naksibendi ve Kadiri Tarikatinin Şeyhi olan Büyük Müderris Seyyid Molla Ali Kosewi, Nakşibendî Tarikatının Salihi Tekesinin Şeyhi olan Şeyh Sait Salihi Efendinin Babasidir. Büyük Müderris Seyyid Molla Ali Kosewi’nin Kabri Palo ilçesindedir.

Bizi Takip Et!