Kelâmbaz

Şuuraltımızdaki Aşağılık Psikolojisi

Geçenlerde yerli otomobille alakalı heyecan verici gelişmeler yaşandı. Meselenin teknik boyutundan çok anlamasam da insanımızda psikolojik olarak ciddi bir motivasyon kaynağı olduğunu müşahede ettim. Çünkü insanımızda uzun yıllardır Batıya karşı ciddi bir aşağılık psikolojisi hakim. Pekçok insanın dilinden “Bizden bir şey olmaz” “3. dünya ülkesiyiz” “Burası muz cumhuriyeti” vb. sözler eksik olmuyor. Bunun çeşitli sebepleri var. Temelinde ise Batı ülkelerinin madden ilerde olmaları, dünya siyasetine hakim olmaları ve bizim onların madden çok gerisinde olmamız yatıyor. Eskiden ise vaziyet tam tersiydi.

Eskiden Nasıldı?

Osmanlı devrinde malum “El-muzaffer daima” “devlet-i ebed müddet” “payitaht” “derseadet” tabirleri gibi vakarı temsil eden ifadeler sıkça kullanılmıştır. Bu sanılanın aksine kibirden değil, vakardandır. Kanuni Sultan Süleyman, Fransuva’ya yazdığı mektubuna günümüz Türkçesiyle şöyle başlamaktadır; “Ben ki, sultanlar sultanı, hakanlar hakanı hükümdarlara taç veren Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, Akdeniz’in ve Karadeniz’in ve Rumeli’nin ve Anadolu’nun ………. daha nice memleketlerin ki, yüce atalarımızın ezici kuvvetleriyle fethettikleri ve benim dâhi ateş saçan zafer kılıcımla fetheylediğim nice diyarın sultanı ve padişahı …… Sultan Süleyman Hân’ım. Sen ki, Françe vilayetinin kralı Françesko (François, Fransuva)’sun” Mektubun orijinali için tıklayınız.

Sırf bu mektup bile devletin ihtişamını gözler önüne sermektedir. Devlet işlerinin görüldüğü, elçilerin kabul edildiği sarayların ihtişamlı olması asaleti, heybeti; padişah ve saray halkının yaşadığı harem bölümünün sade olması ise tevazuyu göstermektedir. Devrin en ihtişamlı binası olan Ayasofya’ya karşı daha ihtişamlı Süleymaniye’nin dikilmesi bir mesaj vermektedir. Temsilden tasarruf olmaz sözü meşhurdur. O devirde yapılan kapılar, sebiller, camiler bugün bile ihtişamını korumaktadır. Bir boğaz turu yaptığınızda gözünüze güzel görünen, estetik ne varsa, neredeyse tamamı Osmanlı’dan kalmadır. Ömer Seyfettin’in “Pembe İncili Kaftan” isimli hikâyesinde geçen, Osmanlı elçisinin İran Sarayı’nda dünyanın en değerli kaftanlarından birisini yere serip üzerine oturması ve kalkıp giderken kaftanı orada bırakması ise vakara tipik bir misaldir.

Kesin Zaferle Biten Varna Muharebesi

Batının öne geçmesi

Osmanlı Devleti devrin süper gücü iken çeşitli sebeplerden ötürü zamanla bu üstünlüğünü sürdürememiş ve yerini başka devletler almıştır. İngiltere Osmanlı’dan sonra bir nevi devrin süper gücüdür artık. Sanayisini kurmuş, dünyanın dört bir tarafında sömürgeler ele geçirmiş ve “Güneş batmayan imparatorluk” olmuştur zira. Bu ise insanına bir özgüven vermiştir. Devletin resmi ismi bile England (İngiltere) değil United Kingdom’dır. Birleşik Krallık manasına gelir. Yine İngiltere’de trafiğin diğer dünya ülkelerinin aksine soldan akması, direksiyonun sağda olması, inç, mile gibi kendilerine mahsus ölçü birimlerini hala kullanmaları, kendilerinde bizdeki gibi bir aşağılık psikolojisinin yerine bir özgüven hakim olduğunun delilleridir. Yine dünyadan farklı olarak ilk pul burada kullanılmaya başlandığı için İngiliz posta pullarında devlet adı yazılı değildir. Kraliyet ailesinin katıldığı merasimler günümüzde dahi yoğun alaka ile takip edilmektedir. Bu ve bunun gibi pek çok misal hemen hemen tüm dünya ülkelerinde bir İngiliz hayranlığına sebebiyet vermiştir.

Sosyoloji ilminin kurucusu olarak bilinen İbni Haldun “galiplerle mağluplar arasında her zaman düşmanlık olmaz” der. Hakikaten bir müddet sonra mağlup, galipte bir üstün sıfat arayacağından, hayranlık ve sempati duyacağından aradaki adavet zamanla kaybolur. Bugün Cezayir ve Tunus’taki Fransız hayranlığı misal verilebilir.

Günümüzde Batıya karşı eziklik

2013 yılında Türkiye’ye konsere gelen Justin Bieber, kendisiyle fotoğraf çektirmek, imza almak için toplanan ve genç kızlardan oluşan bir kalabalığı es geçerek hayranlarını çok üzmüş ve hayranlarının bu üzüntüsü, kendilerini harab etmeleri, dünyalarının yıkılmaları videolara çekilerek sosyal medyada epey gündem olmuştu. Bu videoları seyredenler Türk gençliği ile dalga geçmektedir. Genç erkekler ise gerek Messi, Ronaldo gibi sporcuları, gerek Brad Pitt gibi artistleri rol model olarak görmekteler. İşin daha da acı veren tarafı ise hayran olanların, hayran oldukları kimselerin umurlarında bile olmamalarıdır. TV ve internet bunu tetikleyen platformların başında geliyor. Yabancı dilde çekilmiş filmlerin Türkçe dublajı yapılırken Türkçeyi en iyi konuşan ses sanatçılarının konuşturulması da psikolojik olarak hayranlığımızı tetikliyor. Halbuki Türk filmlerinde bozuk Türkçeyle konuşan ve şiveyle konuşan karakterler yaygın vaziyette.

Yine ülkemizde özellikle otomotivde ve makinada Alman malı hayranlığı hakim. Türk malları Çin malının bir tık üstü olarak görülüyor ve itibar edilmiyor. İthal ürüne parası yetmeyenler ancak yerli ürünü kullanıyor.

Gençlerimizde yurtdışında özellikle İskandinav ülkelerinde yaşama hevesi korkunç derecede artmış vaziyette. Orta kuşakta dünyanın en güzel birkaç coğrafyasından birinde çalışıp onuruyla yaşamak dururken kutupların gölgesinde 10 ay kış yaşanan bir ülkede bayağı işler yaparak yaşamayı tercih ediyorlar. İskandinav ülkeleri, Kanada, İngiltere gibi ülkelerde yaşama isteği bu ülkelerdeki fikir hürriyeti vs. sebeplerden ziyade, aşağılık kompleksi ve eziklik hissinden kaynaklanmakta.

Sadece maddi tarafıyla kalsa iyi. Maddi olarak geri kalınca Batının kültürünü da almayı, onu taklit etmeyi maalesef bir marifet biliyoruz. Yılbaşlarında her tarafta Noel Baba’lar dolaşıyor. Birçok dükkan ismi İngilizce veya Fransızca artık. Dilimizden Arapça ve Farsça kelimeleri Türkçe olmadıkları bahanesiyle atıp yerini İngilizce, Fransızca kelimelerle doldurmak da benzer psikolojiler. Yine aynı şekilde İsrail kendi milli alfabesi olan İbrani alfabesini, Rusya Kiril alfabesini, Japonya, Güney Kore, Çin gibi ülkeler kendi alfabelerini kullanmaya devam ederken bizim radikal bir biçimde 1.000 yıllık alfabemizi çöpe atmamız da Batı kültürünü kendimizden üstün görmemizden ileri geliyor.

Müslümanlardaki kompleks

Ülkemizde 28 Şubat’ın tesirleri psikolojik de olsa devam ediyor maalesef. Oruç tutmaya gericilik, diyete modernlik, namaz kılmaya gericilik, yoga yapmaya modernlik, zikir çekmeye gericilik, müzik dinlemeye modernlik, açılıp saçılmaya modernlik tesettüre gericilik olarak bakan bir zümre halen daha ülkemizde var ve sesleri de çok çıkıyor. Namaz kılan bir genç, diğer arkadaşlarıyla otururken namaz vakti geldiğinde “ben namaz kılmaya gidiyorum” diye rahatça söyleyemiyor, onun yerine umumiyetle başka bir şey söyleyerek gidip namazını kılıyor. Japonya’da kadınlara ayrı metro varken burada Müslümanlar bunu talep etmeye çekiniyorlar. Alkol kullanan birisine “haramdır içme” demek yerine “sağlığına zararlı içmesen daha iyi” demeyi tercih ediyoruz.

İslamiyet’i, Avrupalılara şirin göstermeye çalışan ılımlılar da var içimizde. Kimisi bunu bu zamanda yabancı milletlere nasıl izah ederiz deyip, ayet-i kerimeleri kafasına göre tevil ediyor, kimisi hadisleri inkar ediyor, kimisi de dinler arası diyalog gibi safsatalara sarılıyor.

İçi boş hamaset

Yukarıda bahsettiğimiz gibi aşağılık psikolojisinde insanlar olduğu gibi, ayakları yere basmayan, sürekli hamaset yapan fertler de var. “Bir Türk dünyaya bedeldir” gibi sloganlarla oturup kalkan, Youtube’da “Ölürüm Türkiyem” vb. klipler seyreden, ülkemizde 2000 yıllık tarihi bulunan gizli bir teşkilatın bulunduğunu ve bu teşkilatın gizli bir şekilde iç ve dış düşmanlarla mücadele ederek ülkeyi koruduğunu düşünen bu zümre realizmden oldukça uzaktır.

Bu gibi kimseler ufak hadiseleri dahi oldukça büyüterek övünmektedirler. Bir futbol maçı düşünün; deplasmanda içlerinde Almanya, Avusturya, Sırbistan vs pekçok ülkenin bulunduğu bir Avrupa karmasına karşı oynuyorsunuz ve maçı farklı bir skorla kazanıyorsunuz. Böyle bir durumda sevinmeniz gayet tabiidir. Lakin kendi sahamızda çok güçlü olmayan bir takımla mesela Yunanistan milli takımı ile bir futbol maçı yaptığımızda ve zorlanarak kazandığımızda bu skor, çok fazla övünülecek bir skor olmaz. Zira bir pehlivan bir çocukla güreşip yendiğinde bununda övünmez.

Kurtlar vadisi, Diriliş, Kuruluş gibi diziler cesaret, özgüven verse de, sadece insanların gazı alınıyor. Kuru hamasetten öteye gidemiyor. Zamanımız için bir yol gösterme bulunmuyor. Realizmden uzak kalınıyor, ayaklar yere basmıyor. Ayinesi işidir kişinin lafa bakılmaz sözü meşhurdur. Günümüz insanı ise dizide filmde seyrettiğini gerçek hayatta göremeyince kafalarında hayali senaryolar kurup realizmden uzak bir psikolojide hayatlarını sürdürebiliyor.

Çözüm ne?

Öncelikle kaybettiğimiz özgüveni tekrar kazanmamız gerekiyor. Ülkeyi kurtarmayı, dünyayı kurtarmayı bırakıp önce kendimizi kurtarmamızdan geçiyor yol. Bu noktada 3 misal vermek istiyorum;

Öncelikle İmam Gazali hazretlerinden bahsedecek olursak; 2 senede Rumcayı öğreniyor ve Yunan filozoflarının eserlerini aslından okuyarak o sahada derinleşiyor. Ardından Makasıdü’l-Felasife (Filozofların Maksatları) isimli bir kitap yazıyor ve bu mevzuda söz sahibi olduğunu meseleye yabancı olmadığını açıkça gösteriyor. Daha sonra Tehafütü’l-Felasife (Filozofların Tutarsızlığı) isimli bir kitap yazıyor. Yani önce muhalefet ettiği mevzuyu bütün tafsilatıyla öğreniyor ve sonra o mevzuyu çürüten bir eser kaleme alıyor. Aynı şekilde El-Munkızu mineddalal (Dalaletten Kurtuluş) isimli kitabında da bunu görebiliriz.

2. misal Fatih Sultan Mehmed Han’ı verelim. Çocukluk döneminden başlayarak hem İslami ilimlerde hem de dönemin fen ilimlerinde çok iyi bir eğitim alıyor. Bununla da kalmıyor 6 yabancı dil öğreniyor. Bunlardan birisi de Rumca. O devirde Rumlar dahil kimsenin Rumcayı ondan iyi bilmediği rivayet ediliyor. Boşnakça biliyor ve yeni fethedilen Saraybosna’da Boşnakça bir konuşma yaparak halktan binlerce kişinin Müslüman olmasına vesile oluyor. İstanbul’un fethini vs. hiç anlatmıyorum.

Diğer misal Merhum Necip Fazıl Bey. Varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geliyor, İstanbul’da iyi mekteplerde okuyor ve ardından Fransa’ya Sorbonne Üniversitesi’ne Felsefe okumaya gidiyor. Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerini tanıyıp istikametini değiştirdikten sonra Sorbonne’da felsefe okuması hasebiyle düşmanını iyi tanıyor ve kavi bir mücadeleye girişiyor. “Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu” kitabında meselelere nasıl hakim olduğunu üslûbundan anlamak mümkün. Bunu imtihana çok iyi hazırlanan talebenin imtihandan rahat bir şekilde yüksek not almasına benzetebiliriz. Anlayacağınız bu aşağılık psikolojisinden eziklikten kurtulmak için çok okumamız ve çok çalışmamız gerekiyor. Enfâl sûresi, 60. âyetinde meâlen, “Kâfirlerin hücûm ve işkencelerine uğramamak, onları da, saâdet-i ebediyeye kavuşturmak için, insan gücünün yettiği kadar durmadan çalışınız. En mükemmel harb vâsıtalarını yapınız!” buyurulmuştur.

 Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!

Bizim de yabancı dili çok iyi öğrenmemiz gerekiyor. Dünyâda bir mesele olduğu zaman gerekirse İngilizce, Arapça, Rusça, İspanyolca canlı yayın yapabilen, bu dillerde kalem oynatabilen insanlar yetiştirmemiz icab ediyor. Bugün de yapmamız gereken doğru rol modelleri çoğaltmak görülür kılmak ve reklamını iyi yapmak. Her alanda iyi olmamız, sanatta, edebiyatta, sinemada, estetikte, mimaride milli bir tarz oluşturmamız; sahasında otorite bilim adamları ve sanatkarlar yetiştirmemiz gerekiyor.

Müslümanın günümüzde giyim kuşamına da azami ölçüde dikkat etmesi gerekiyor. İnsanlar karşıdakinin görünüşüne, giyim kuşamına önem veriyor artık. Peygamber efendimizin “aleyhisselam” yabancı elçileri kabul ederken kıymetli elbise giymesi bize örnek teşkil ediyor. Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri bir sohbetinde “Temiz ve yeni elbise giyiniz! Mevki ve hürmet sâhibi olan kimseler gibi giyininiz! Helâl olan elbiseleri ve yemekleri ve şerbetleri lüzûmu kadar kullanınız! Gittiğiniz yerlerde ahlâkınızla, sözlerinizle İslâmın vakarını, kıymetini gösterdiğiniz gibi, giyinmenizle de saygı ve ilgi toplayınız!” buyuruyor. Bu tavsiyeleri, Muhammed bin Süleymân-ı Bağdâdî’nin  (Hadîkatü’n-nediyye) kitâbında da uzun yazılıdır.

Her şeyden önce ülkemizde ve dünyada bozulan Müslüman imajını düzeltmeye gayret etmeliyiz. Müslüman denince akla yalan söylemeyen, dürüst, çalışkan, güler yüzlü, samimi, erdemli, güvenilebilir bir insan profili gelmeli. Bunun için de kemiyetten ziyade keyfiyete ehemmiyet vermeli ve insanlar tarafından rol model alınabilecek, temsil kabiliyeti olan bir öncü kuşak yetiştirmeliyiz.

Ahmet Faruk Şenkaya

Ahmet Faruk Şenkaya

İlahiyat fakültesi mezunu,
Yazı yazmasının sebebi; yazarken hem kendisi birşeyler öğrenmek hem de öğrendiklerini başkalarıyla paylaşmak,
Herhangi bir iddiası yok.

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!