Kelâmbaz

Kıymeti Bilinmeyen İlim Ehli: 3 Misal

Tarih boyunca ilim sahiplerini çekemeyenler, haset edenler hep olagelmiş ve ilim sahipleri çok defalar iftiralara maruz kalmıştır. “Meyvesi olan ağaç taşlanır” sözü meşhurdur. Tarihimizde bu atasözünün pekçok acı misali vardır. İslam tarihinin üç farklı devrinde üç büyük simanın aynı gadre uğramış olması insanı derin düşüncelere sevkediyor. İşte yüzlerce misali olan bu kahredici haset çarkının mazlumu üç büyük zat…

İmam-ı Azam hazretleri

İmam-ı azam Ebu Hanife ömrünün 52 yılını Emeviler, 18 yılını da Abbasiler devrinde geçirmiştir. Bu sebeple Emevi devletinin son bulup, Abbasi devletinin kuruluşuna ve bu arada vuku bulan çeşitli hadiselere şahitlik etmiştir. Bütün hadiselerin ortasında dahi, bir taraftan dini tedrisat yapmayı ihmal etmemiştir. Ehl-i sünnet itikadında olan insanları, imandan ayırmaya çalışan dehrilerle, Şiiilerle, Haricilerle, Mürcie ile, Mutezile ile, Cebriyye ile mücadele etmiştir. Bu fırkaların her biri ile yaptığı münâzaralarda onları kesin delîllerle susturmuştur. Hatta ders verdiği sırada bile, ellerinde kılıçlarıyla yanına girip münazara edenler, aldıkları ikna edici cevaplar karşısında, ya doğru yola girmişler yahut da cevap veremez halde yanından uzaklaşmışlardır.

Ebû Muti diyor ki Kûfe camiinde İmam-ı Âzam’ın yanında idim. (İmam hakkındaki dedikoduları işitmiş bulunan) Süfyan-ı Sevri ve imam-ı Mükatil ve Hammad bin Seleme ve imam-ı Cafer Sâdık ve başka âlimler geldiler. Din işlerinde çok kıyas yaptığını işittik. Bu, senin için pek zararlı olur. Çünkü, ilk kıyas yapan İblis idi dediler. İmam-ı Ebû Hanîfe, sabahtan Cuma namazına kadar bunlara cevap verdi. Mezhebini açıkladı. Misaller gösterdi. Hepsi kalkıp, İmamın elini öptü. Sen âlimlerin efendisisin. Bizi affet! Bilmeden seni üzdük dediler. Allahü Teâlâ, beni de, sizi de afv buyursun dedi. (Mizan-ül-Kübra)

Emevilerin son zamanlarında Emevi valisi, İmam-ı Azam’a devlet idaresinde bir vazîfe vermek isteyerek bu hususta zorlamıştır. Fakat İmam-ı Azam bir takım sebeplerden dolayı bu vazifeyi asla kabul edemiyeceğini bildirmiştir. Bunun üzerine hapsedilerek işkence yapıldı. Daha sonra serbest bırakılınca, 747 yılında Mekke’ye gidip orada 6 yıl kadar kaldı. Mekke’de de ilmi mesaisine devam etti. Abbasilerin bir devlet hâline gelip kuvvetlenmesinden sonra Kûfe’ye döndü. Buradaki derslerine ömrünün son yıllarına kadar devam etti.

Ömrünün son yıllarında Abbasi devleti içinde karışıklıklar ve ayaklanmalar baş gösterdi. İmâm-ı Azam bu karışıklıklara rağmen ders veriyor, talebelerini yetiştiriyordu. 762 yıllarında vuku bulan hadiselerden sonra Halife Mansur, onu Kûfe’den Bağdat’a getirterek, kendisinin haklı olarak halife olduğunu herkese bildirmesini, buna karşılık temyiz reisliğini verdiğini bildirdi. İmam-ı Azam bütün zorlamalara rağmen hükümet ve siyaset işlerine asla karışmayıp ilim yolunda kalmak istediğinden bu teklifi kabul etmedi. Bunun üzerine Halife Mansûr, İmam-ı Azamı hapsettirip işkence yaptırdı. Bir müddet sonra çıkardı ise de, tekrar hapse attırdı ve işkenceye devam ettirdi. Her gün vurulacak sopa adedini arttırdı. Fakat halkın galeyana gelip hücum etmesinden korktu. Nihayet İmam-ı Azam zehirlenmek suretiyle, 767 senesinde, 70 yaşında iken şehid edildi. Vefât haberi duyulduğu her yerde büyük üzüntü ve gözyaşıyla karşılandı. Cenâzesinin kaldırılacağı sırada Bağdat halkı oraya toplanıp o kadar büyük kalabalık olmuştu ki, cenaze namazını kılanlar 50.000 kişiden fazla idi. Gelenler çok kalabalık olduğundan cenaze namazı ikindiye kadar kılındı. Altı defa cenâze namazı kılındı. Sonuncusunu oğlu Hammad kıldırdı. İnsanlar günlerce kabrinin başında toplanıp ona dua ettiler. Otuz yıllık müddet içinde verdiği derslerinde yetişen talebelerinin her biri o zaman çok genişlemiş olan İslâm dünyasının her tarafına yayıldılar. Müftülik, müderrislik, kadılık gibi çeşitli vazifelerle büyük hizmetler yaptılar.

Gerek İmam-ı Azam’ı hapse atan Emevi valisinin ismi gerek tekrar hapse attırıp ardından zehirleten Abbasi halifesinin ismi günümüzde insanlar tarafından bilinmiyor. İmam-ı Azam’ın ismi ise bugün dünyanın dört tarafında övgüyle anılıyor ve müslümanların dualarında ismi geçiyor. Asırlardır milyonlarca insan ibadetlerinde Hanefi mezhebinin kavillerini esas alıyor.

İmam Rabbani hazretleri

Hindistan’da yaşayan büyük alim ve velilerden İmam-ı Rabbani hazretlerinin dine yıllarca yaptığı büyük hizmetleri, sağlam, ikna edici delillerle sapık fikirleri çürütmesini, Ehl-i sünnet itikadını yaydığını, bidatlerin kalktığını gören bazı kimseler, ona cephe aldılar hased ve iftira etmeye başladılar.

Meselâ, Cüneyd-i Bağdadî, Bayezid-i Bistâmî gibi büyük meşâyıhı aşağı görüyor ve yüksek meşâyıhın bildirdiği vahdet-i vücûdu inkâr ediyor diyerek, insanları İmâm’dan soğutmaya başladılar. Onu sevenlere de; “Meşâyih-i izamı inkâr ediyor, Allahü Teâlânın ma’rifetine vasıtasız olarak kavuştum diyor” dediler. Bir müslümanın söyleyemeyeceği iftiraları söylediler.

O zaman Hindistan’da hüküm süren Babür (Gürganiye) Devleti’nin sultânı Selîm Cihangir Hân’ın devlet adamları, hattâ büyük veziri, baş müftîsi ve etrâfındakiler İmamın hasetçileri idi. Sultâna gidip İmâm-ı Rabbânî hazretleri hakkında çeşitli iftiralarda bulunarak şikâyet ettiler. Sultan, oğlu Şah Cihân’ı gönderip, İmâm-ı Rabbânî hazretlerini, evlâdlarını ve yetiştirdiği talebelerini çağırıp, hepsini öldürmeğe karar verdi. Bunun üzerine Şah Cihan, bir müftî ile yanına gitti. Sultâna secde caiz olduğunu gösteren bir fetvâyı da götürdü. İmâm-ı Rabbânî’nin (kuddise sirruh) üstünlüğünü biliyordu. “Babama secde edersen seni kurtarabilirim” deyince, İmâm-ı Rabbânî hazretleri bu fetvânın zarûret zamanında izin olduğunu, azîmet ve din bütünlüğünün secde etmemek olduğunu, ecel gelince, ölümden hiçbir şeyin kurtaramayacağını söyledi ve secde etmeği kabul etmedi. Çocuklarını ve talebelerini bırakıp sultâna yalnız gitti. Kendisine yapılan iftiralara karşı sultana o kadar güzel ve doyurucu cevap verdi ki, sultan yüksek hakîkatleri anlayabilecek birisi olmadığı hâlde, neşelendi ve serbest bırakıp özür diledi. Hattâ, sultâna kendisine yapılan iftiraların asılsız olduğunu açık delîllerle anlatırken, orada bulunan ateşe tapıcı Hinduların büyük bir kumandanı, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin dinde olan kuvvetini, sözlerini, lezzet ve kıymetini görerek müslüman oldu. Sultânın ikna olduğunu, kendi uğraşmalarının boş olduğunu gören iftiracı sapıklar; “Bunun adamları çoktur. Sözleri bütün memlekette yürürlüktedir. Bunu serbest bırakırsak bir karışıklık çıkabilir” diyerek, uzun konuşmalardan sonra sultânı aldattılar. Sultan, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin, memleketin en sağlam ve korkunç kalesi olan Güvalyar Kalesi’ne hapsedilmesini emretti ve hapsedildi.

Bu hâdiseye çok üzülen talebeleri sultâna isyan etmek istediler. Bunu yapabilecek güçte idiler. Fakat İmâm-ı Rabbânî hazretleri onları rüyâlarında ve uyanık iken bu işten men etti. Sultâna hayır duâ etmelerini emredip; “Sultânı incitmek bütün insanlara zarar verir” buyurdu. Kendisi de sultâna hep hayır duâ ediyordu. Sultânın veziri, koyu bir muhalif olduğundan, zindanda, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin başına kardeşini tayin etmiş ve çok şiddetli davranmasını emretmişti. Bu görevli ise ondan çeşitli kerâmetler, üzülmek yerine heybet, sabır ve hattâ neşe görerek tövbe etti. Bozuk itikâdını terkedip Ehl-i sünneti seçti ve onun hâlis talebelerinden oldu. Kalede hapis bulunan binlerce kâfir, onun bereketi ve sohbetleri ile müslüman olmakla şereflendiler. Birçok günahkâr tövbe etti. Hattâ bazıları yüksek âlim oldu. İmâm-ı Rabbânî hazretleri hapiste üç sene kaldıktan sonra, sultan yaptığına pişman oldu. Hapisten çıkarıp ikram ve ihsân eyledi. Hattâ hâlis talebesinden ve sâdık dostlarından oldu. Bir müddet, asker arasında kalmasını istedi. Sonra serbest bırakıp, hürmetle vatanına gönderdi.

İmam-ı Rabbani hazretleri 1624’de Serhend’de 63 yaşında iken vefat etti. Hazret-i İmamı hapse atan Selim Cihangir’in ismi bugün pek bilinmezken, Hazret-i İmam için dünyanın pek çok yerinde “müceddid-i elf-i Sani” (2. bin yılın müceddidi) künyesi kullanılmaktadır. Selim Cihangir’in torunlarından sultan Evrengzib, Hazreti İmamın torunu Seyfeddin Faruki hazretlerinin müridi olmuş ve tasavvufta da hayli ilerlemiştir. Seyfeddin Faruki hazretleri hakkında daha fazla malumat için birkaç ay önce çok emek vererek hazırlanmış yüksek lisans tezini buradan okuyabilirsiniz.

Mevlana Halid-i Bağdadi hazretleri

II.Mahmud ''Gavur Padişah'' mıydı? | Tarihenotdus
Sultan 2. Mahmud Han

Sultan II. Mahmud Han’ın saray nâzırlarından Halet Efendi, büyük İslam alimi ve Nakşi şeyhi olan Mevlana Halid hazretlerinin şöhret ve itibârını çekemeyerek, kendisini Halîfe’ye çekiştirdi ve; “Onbinlerle adamı vardır. Devlet ve saltanat için tehlikelidir. Ortadan kaldırılması lâzımdır” dedi. Şiirlerinde “Adlî” mahlasını kullanan, kızına dahi Âdile ismini veren Sultan II. Mahmud Han bu mevzuda adaletle hükmetmiş, haksız yere hüküm vermemiştir. Halet Efendi’nin çekiştirmelerine “Din adamlarından devlete zarar gelmez” diyerek alet olmamıştır. Mevlana Halid hazretleri bunu işitince, Halifeye hayır ve selâmetle duâ eylemiş ve “Halet Efendi’nin işi, pîrine [Celâleddîn-i Rûmî hazretlerine] havale olundu. Onu, huzûruna çekip, cezasını verecektir” buyurmuştur. Az zaman sonra Sultan II. Mahmud Han, Mora isyanına sebep olduğu için, onu Konya’ya sürdü. Halet Efendi orada idam olundu. Hâlet Efendi’nin ölümünden sonra aşağıdaki mısralar halkın dilinde sık sık tekrarlanmıştır.

 Ne kendi eyledi rahat ne halka verdi huzûr,
Yıkıldı gitti cihândan, dayansın ehl-i kubur.

Bu hadise esnasında İstanbul’da divan şairi Keçecizade İzzet Molla kendisi de Halet efendi gibi mevlevi tarikatına mensup olmasına rağmen, Nakşi şeyhi Mevlana Halid hazretleri için aşağıdaki övgü dolu şiiri söylemiştir. Şiirin bir kısmı şöyledir;

Bir  ṭaḳım  îmân-fürûşân bir alây dellâl-ı dîn
Ṣatmada sûḳ-ı riyâda kâle-i a‘mâl-i dîn
Anlarıñ destinde ḳalmış mużṭaribken ḥâl-i dîn
Bir mükemmel zât şimdi eyledi ikmâl-i dîn
Şeyḫ Ḫâlid’dür gül-i ruḫsâr-ı millet ḫâlidîn
sitânı ḫuld-i cennet fedḫulûhâ ḫâlidîn
Şâh-ı ‘Abdullâh-ı A‘ẓam ya‘nî ḳuṭb-ı Dehlevî
Rûḥ-ı cism-i bendegân cân-ı cihân-ı ma‘nevî
Bir çerâġı ile verdi ‘âleme bu pertevi
Bezm-gâh-ı ‘Adne döndi ser-be-ser dünyâ evi
Şeyḫ Ḫâlid’dür gül-i ruḫsâr-ı millet ḫâlidîn
sitânı ḫuld-i cennet fedḫulûhâ ḫâlidîn
Destgâhı kâle-i ‘irfâna oldı naḳşibend
Resm ider isterse nâr-ı âteşe toḫm-ı sipend
Eyle îmân kim kerâmât ile memlû kûy u kend
Dûzaḫ inkârına düşme olurısan derd-mend
Şeyḫ Ḫâlid’dür gül-i ruḫsâr-ı millet ḫâlidîn
sitânı ḫuld-i cennet fedḫulûhâ ḫâlidîn

Bu methiye Keçecizâde Divanının Tahmisat bölümünde 21. Sayfadan alınmıştır. [(1255/1840), Dîvân-ı İzzet)].

[Yukarda anlatılan hadiseyi ve şiiri Hayati İnanç hocanın eşsiz üslubuyla dinlemek için yazının tamamını okuduktan sonra buraya tıklayarak açılan programı 14. dakikasından itibaren dinleyebilirsiniz.]

Bu hadise zihnimize Seyyid Abdülhakîm Arvasî hazretleri’nin “Eshâb-ı kiramdan sonra, İslamiyete en büyük hizmeti Osmanlılar yapmıştır.” sözünü getirmektedir. Bu söz şüphesiz boşuna değildir. Osmanlı Devleti’nin ilme ve hakiki alimlere olan desteği inkarı mümkün olmayacak şekilde ortadadır.

Netice

Ahlak ve tasavvuf kitaplarında kalp hastalığı olarak zikredilen “hased”, tarihin her devrinde olduğu gibi günümüz insanında da vardır. Hadis-i şerifte peygamberlerin varisleri olarak vasıflandırılan alimlere düşmanlık, günümüzde de maalesef şiddetlenerek sürmektedir. Bir miktar Arapça öğrenmekle ve birkaç din kitabı okumakla “İmam-ı Azam da insan biz de insanız” veya “hüm ricâl, nahnü ricâl (Onlar insansa, biz de insanız)” gibi sözler söylemek, günümüzde adet olmuştur. Tasavvuf kitaplarında geçen farisi “Îşân, îşân est (Onlar, onlardır)” sözü onlara bir cevaptır.

İmtihana çalışmayan talebenin, hoca inşallah yorum sorar demesi gibi, bu cahiller de ilimleri olmadığı için ilmi meselerde yorum ve tenkid yoluna gidiyor.

Bu anlattığımız hadiseler sadece eski devirlerde yaşanmış hadiseler değildir. Son bir asra damgasını vurmuş Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri gibi mümtaz bir şahsiyetin bile suçsuz yere sürgüne gönderildiği ve sürgünde iken vefat ettiği malumdur. İskilipli Atıf Efendi’ye yapılanları hiç anlatmaya bile hacet yoktur.

Günümüzde yine ilim sahiplerine saldırmak için kitabının içinden cımbızla cümle alma veya eski bir konuşmasını yeniymiş gibi gündeme getirme vs operasyonlar devam etmektedir. Hucurat suresi 6. ayet-i kerimesinde mealen “Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.” buyuruluyor. İlim ehline hürmet eden, kıymetini bilenlerden olmamız temennisiyle…

Şerefü'l-insân bi'l-ilmi ve'l-edeb
Lâ bi'l-mâli ve'n-neseb

(İnsanın şerefi ilim ve edepledir.
Sanma ki mal ve nesepledir.)

Tavsiye yazı: Tümevarım Çıkmazından Çıkış

Cüneyt Apal

Cüneyt Apal

Eğitimci.

cuneytapal@gmail.com

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!