Kelâmbaz

İslam’da Kadının Nafakası Üzerine Bir Bakış

Nafaka, insanın hayatta kalabilmesi için ona lâzım olan şeylere denir ki İslâm Hukuku’na göre ta’am (yiyecek-içecek), kisve (giyecek) ve süknâdan (ev) ibarettir. Ayrıca nafakanın evlilik, hısımlık ve mülkiyet gibi kısımları da bulunur. Hatta insanların sahip olduğu hayvanlar ve cansız varlıklar için bile nafaka söz konusudur. Mesela hayvana fazla yük vurmamak, onu devamlı yürütmemek ve hayvanın memesinde yavrusuna yetecek kadar süt bırakmak hayvan nafakasına; insanların menfaati için olan bağ-bahçe, mesken, han ve hamam gibi mekânların tamir ve ıslahı ise cansız varlıkların nafakasına girer [1].

Kadın, İslâm’da Mümtaz Bir Yere Sahiptir

Kadınlar, İslâm’da belki de en fazla hakka sahip olan zümredir. Bir kere kadının nafakasını evleninceye kadar babası veya yakın akrabaları vermekle mükelleftir, bunlar yoksa devlet verir. Evlendiği takdirde kadına kocası, kocası ölmüş veya boşanmışsa yine babası bakmakla mükellef olur. Babası yoksa zengin akrabasının bakması farzdır. Bunlar da yoksa devlet bu kadına maaş bağlar.

Binâenaleyh kadının kendi çalışmasına lüzum olmadığı gibi çalıştığı takdirde mülkü kendinin olur. Hatta kadın miras ve mehir de alır ki bu da onlar lehine bir nevi iltimas ve imtiyaz sayılabilir. Öte yandan kadınlar, âkıle [2] ve kasâme [3] gibi maddi külfet gerektiren diyetlerden de muaftırlar. Kadın zengin olsa bile kadının nafakasını vermek erkeğe farzdır. Eğer ikisi de zengin iseler zengin nafakası, sadece birisi zengin ise o zaman da orta hâl nafakası verilir. Zengin nafakasına hizmetçi tutmak da dâhildir. Eğer erkek kadına nafaka vermezse hâkim emriyle, erkeğin malı satılarak kadının nafakası temin edilir [4].

Kur’ân-ı Kerim’de ve Sünnette Kadın

Burada zikredilen hukukî mükellefiyetlerden başka, Kur’ân-ı Kerîm başta olmak üzere İslâm ahlâkına mehaz teşkil eden hadis-i şerif, siyer-i nebi ve ahlak kitaplarında da kadınlar için husûsi bahis ve bâblar açılmış, onların haklarının eksiksiz olarak îfâ edilmeleri gerektiği bildirilmiştir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de bulunan en-Nisâ (kadınlar) Sûresi’nin varlığı bile İslâm’ın onlara verdiği değeri anlatmaya yeter. Bununla beraber “Allâh katında en değerliniz, ondan en çok sakınanınızdır [5].” âyet-i kerîmesi, Allâhü Teâlâ’nın kulları arasında bir tefrîk (ayrım) yapmadığının göstergesidir. Hazret-i Peygamber’in hanımlarından Ümmü Gülsüm Vâlidemiz’in “Ya Rasulallah, Kur’ân-ı Kerîm’de Allâhü Teâlâ erkeklerden bahsettiği gibi kadınlardan bahsetmiyor.” demesi üzerine, “Şüphesiz Müslüman erkeklerle Müslüman kadınlar, mü’min erkeklerle mü’min kadınlar, itaatkâr erkeklerle itaatkâr kadınlar, doğru erkeklerle doğru kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, Allah’a derinden saygı duyan erkekler, Allah’a derinden saygı duyan kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, namuslarını koruyan erkeklerle namuslarını koruyan kadınlar, Allah’ı çokça anan erkeklerle çokça anan kadınlar var ya, işte onlar için Allah bağışlanma ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır [6].” âyet-i kerimesi nâzil olmuştur.

Burada zikredilen âyet-i kerimelere göre kadınların Allahü Teâlâ’ya kul olmaları bakımından erkeklerle aralarında bir fark yoktur. Hazret-i Peygamber ise, “Sizin en hayırlınız, kadınlarınıza karşı hayırlı olanlarınızdır [7].” ve “Ey insanlar! Kadınların haklarına riayet ediniz! Onlara şefkat ve sevgi ile muamele ediniz! Onlar hakkında Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah’ın emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helâl edindiniz! [8]buyurarak bu ve bunun gibi birçok hadis-i şerifte onların haklarını îfâ etmenin ehemmiyetine dikkat çekmiştir.

Kadın Fıtratına Uygun İş Yaparsa Rahat Eder

Burada şunu söylemekte de fayda var: İslâm’a göre kadın-erkek arasında kurulması gereken bağ, ilk olarak iş taksimi esasına dayanır. Buna göre kadın ve erkeğin hususi ve müşterek vazifeleri vardır. Bu vazifelere uyulduğu takdirde zevceyn (eşler) için ideal bir hayatın varlığı söz konusudur. Erkek, fıtratına uygun olarak dışarı işlerini yapar, kadın da tabiatı gereği ev işleri için çalışır. Bugünün dünyasında her ne kadar ev hanımı olan kadınlara baskı yapılıp dışarı hayatı özendirilmeye çalışılsa da aklı başında olan erkek ve kadın bunun kendisi için bir zarar ve pişmanlık getireceğini anlar. Çünkü kadının bünyesi dışarıda çalışmaya ve başka insanların ağız kokusunu çekmeye müsait değildir.

Zira kadınlar, erkeklere göre daha nahiftir. Kadınların psikolojisi ve bünyesi de bu gibi zorlukları kaldırmaya müsait değildir. Hele hele daha güneş doğmadan çocuğundan ayrılıp, o çocuğun haykırışlarını ciddiye almadan, tıka basa vasıtalara binerek işe gitme-gelme hengâmesini de hesaba katarsak işin vahameti rahatlıkla anlaşılır. Hâlbuki kadın evinde kalarak hem kendi sağlığı hem de kocası ve çocuğu için çalışsa daha rahat edeceğinde -aklı başında olan kimseler için- hiç şüphe yoktur. Ancak çağın ve zamanın iğva etmesi ve çevrenin de tetiklemesiyle baskılara yenik düşen kadınlar, kendi huzurlarını baltalıyor, bir türlü bulamadıkları huzuru sokakta bulmaya çalışıyorlar. Bununla beraber feminist zümrenin “İşte gördünüz mü? Kadınları erkeğin kölesi olarak gören gericiler hâlâ mevcut!” gibi zırvalarını bir tarafa bırakıyorum.

Kadın Fıkha Göre Kocasından Ne Zamana Kadar Nafaka Alır?

Öte yandan insan haklarını daha fazla düşündüğünü iddia eden günümüz beşerî hukuk sistemleri de kadın-erkek arasındaki ölçüyü bir türlü tutturamamış, gidişatın daha da absürt bir hâl almasına sebebiyet vermiştir.

İslâm’a göre kadının nafakası iddetin bitmesiyle sona erer ki kadın hamileyse doğurana kadar, değilse üçüncü hayzın sonuna (yaklaşık 3 ay) kadardır. Bu kadar zaman geçtikten, yani kadınla erkeğin arasındaki bütün bağlar koptuktan sonra artık erkek nafaka vermeye tâbi tutulamaz. Çünkü arada herhangi bir bağ kalmamıştır. Çocuk varsa bunun nafakası babaya aittir ancak kadın bundan müstesna tutulur. Ancak özellikle kadınları korumaya yönelik çıkarılan/kabul edilen bazı kanunlar, erkeği ömür boyu nafaka mükellefiyetine tâbi tutmaktadır. Bunu fırsat bilen bazı kadınlar da eski kocalarını kendilerine maaş vermeye mecbur addettiklerinden -velev ki 10 gün evli kalsınlar- meşru(!) haklarını kullanmakta bir beis görmemekteler. Bu, başlangıçta kadını korumaya yönelik bir hak olarak dursa da ciddi problemleri de beraberinde getirmektedir.

Ömür Boyu Nafakanın Mahzurları

Evvela böyle bir kanun “Eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürme!” kabilinden bir vakalar silsilesini tetikleyecektir. Zira en ufak tartışmada kendi haklarını(!) bilen kadın, boşanma yolunu tercih edecek; belki de suhuletle çözülebilmesi çok muhtemel olan meseleler yerini ayrılığa terk edecektir.

İkincisi; daha baştan bu yolla kendisine nafaka bağlamayı planlayan insanlar peyda oluverecek, bu da cemiyet içinde fırsatçılığa ve istismara sebep olacaktır.

Üçüncüsü; kocasından nafaka alan kadın, başka birisiyle evlenme yolunu tutmak yerine yeni taliplisiyle düzeyli (!) birlikteliği tercih edecek; bu da özellikle erkeğin daha da haksızlığa uğramasına ve cemiyet ahlâkının gitgide bozulmasına yol açacaktır.

Dördüncüsü; kendisinin enayi yerine konulduğunu düşünen erkek, meseleyi kendi hukukuyla çözme yoluna gidecek, bu da işin daha vahim noktalara gitmesine, belki de ölümle neticelenmesine neden olacaktır ki haberlerden ve gazetelerden işittiğimize göre bu gibi hâdiselerin günümüzde daha da arttığı acıyla müşahede edilmektedir.

Beşincisi ise erkeğin daha sonra yapacağı evlilikte, yeni karısının ve doğacak çocuklarının boğazına giren lokmanın gasp edilmesine sebebiyet verecektir ki hangi cihetten bakılırsa bakılsın böyle bir kanunun zararı ortadadır.

 Netice

İlâhî nizamı beğenmeyerek ideal/çağdaş adaleti tesis ettiklerine/edeceklerine inanan zümrenin geldikleri seviye(!) ortadadır. Bununla beraber eğer insan akl-ı selimle düşünürse -velev ki inanmasın- ilâhî emirlerde kendisi için nice hikmetler ve ibretler bulunmaktadır ama iş bunu alabilene, anlayabilene…

Cihân-ârâ cihân içredür ârâyı bilmezler

Ol mâhiler ki deryâ içredür deryâyı bilmezler.

[Yaratılanlar bu cihânın içindedir, cihânı bilmezler,

Bâlıklar da deryânın içindedir, deryâyı bilmezler.]


[1] Celal Erbay, “Nafaka”, DİA, c.32, s. 282-85.

[2] Âkıle: “Kâtilin, öldürme işindeki yardımcıları, bunlar yoksa öldürmede kendisine yardım eden kabilesi (köylüleri, şehirlileri) ve akrabası. Katilin cinayeti işlemesine mâni olmadıkları, bilakis bu hususta onu koruyup gözettikleri ve kâtil, onlardan kuvvet alarak bu suçu işlediği için âkıle, cinayete karışmış gibi olurlar. Kâtil ile diyeti (para cezasını) yüklenmeleri bu sebeptendir (Kıvâmuddîn Kâkî). Kâtilin ödeyeceği diyet, ödemeleri için âkıleye taksim edilir, paylaştırılır, âkıleden üç senede alınır. Kadın, deli ve çocuk âkıleye katılmaz (İbn-i Âbidîn).” Bkz. Dinî Terimler Sözlüğü.

[3] Kasâme: “Kasame bir köy ya da mahallede, yol veya cami gibi umumî bir yerde yahut özel bir mülk içinde üzerinde katil belirtileri mevcut olan katili meçhul bir ceset bulunması durumunda, maktul ya da maktulenin yakınlarının dava etmeleri üzerine söz konusu yerin halkından elli kişiye “Vallahi biz onu öldürmedik, katilini de bilmiyoruz!” şeklinde yemin ettirilmesi esasına dayanır. Yeminin edilmesiyle; öldürülen kişinin diyeti, cesedin bulunduğu yer bir özel mülk ise mülk sahibinin akilesine, umumî bir yer ise köy veya mahalle halkına ödettirilir.” Bkz. Aybars Pamir, “İslam ve Osmanlı Hukuku’nda Kasâme Müessesesi”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2005 Sayı: 4 c. 54, s. 343- 359.

[4] H. Hilmi Işık, Se’âdet-i Ebediyye, s. 588.

[5] el-Hucurât, 44/13.

[6] el-Ahzâb, 33/35.

[7] Müslim, Radâ 62.

[8] Müslim, Hac, 147

Yazarın Benzer Yazıları

Evrim Teorisi İslâmiyet’le Çelişir Mi?

Modernizm ve Tarihselciliğin Gidişatı

Kur’an Müslümanlığı veya Sünneti İnkar

Ahmed Uğur Apaydın

Ahmed Uğur Apaydın

Eğitimci / Yazar

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!