Kelâmbaz

Hamaset Girdabı

Peygamber efendimiz aleyhisselam “İşlerin hayırlısı ortalama olandır” buyuruyor. Bizlere işlerimizde ifrat ve tefritten kaçınmamızı emrediyor. (İfrat, aşırı gitme, ölçüyü aşma; tefrit ise gereğinden daha aşağıda olma manasına gelir.) Günlük hayatımızda gerekli olan itimad-ı nefs (özgüven) noktasında da milletçe ortalama olmak yerine ifrat veya tefrite kaçtığımız bir hakikattir. Burada itimad-ı nefs’in tefrit (az) hali aşağılık psikolojisi iken, ifrat (aşırı) hali ise içi boş hamasettir. Daha önceki bir yazımda aşağılık psikolojisine ve sebeplerine bir nebze değinmiştim. Bu yazımda ise hamaset mevzusunu ele almak istiyorum.

İslam alemi ve Türk dünyasının son 2 asırda yüzü maalesef pek gülmedi. Girilen harplerin çoğu kaybedildi. Türk dünyasının bir kısmı Batı hegemonyasına girdi, bir kısmı Komünizm baskısı altında ezildi, bir kısmı ise Çin’in etnik soykırımına maruz kaldı. Batı karşısında hem askerî, hem de teknik olarak geriye düşüldü. Bir kısım insanlar “bizden bir şey olmaz” diyerek yeise kapıldılar. Bir kesim ise hem tarihimizdeki ikbal devirlerini hem de son 2 asırdaki bazı lokal galibiyetleri dillerine dolayarak bir hamaset girdabına saplandılar. Pek çok ulus devlette olduğu gibi bizde de çeşitli marşlar bestelendi ve sloganlar üretildi. Bu sloganvâri sözler muhtelif ortamlarda sürekli tekrarlanarak genç dimağlara telkin edildi. İnsanların aklına değil hislerine tabi olduğu realitesi de göz önüne alınarak, gençliğin verdiği heyecanla bunlar kısa sürede benimsendi. Mezkur slogan misallerinden birisi de “Bir Türk dünyaya bedeldir” sözüdür. Bu ve benzeri klişe cümleler son 1 asırda pek çok insanın ağzından düşmez oldu. Bu sloganlar şerh edilerek hikayeler yazıldı, şarkılar bestelendi, klipler çekildi. Bu ve benzeri sözleri söyleyerek gaza gelen ve kendilerini dev aynasında gören insanlara çok basit bir mantıkla birkaç sual yöneltmek gerek. Madem bir Türk dünyaya bedel, niçin futbol kulüplerimiz milyon dolarlar vererek yabancı futbolcu satın alıyor? veya gelişmiş bir Batı Avrupa ülkesine mesela İngiltere’ye gitmek istediğimizde -İngiliz vatandaşları senin ülkene elini kolunu sallayarak gelmesine rağmen- niçin İngiltere vizesi alamıyoruz?

Esas mevzuya gelecek olursak; buna benzer hamasi psikolojiler yakın tarihimizde bize çok pahalıya mal olmuştur. Balkan Harbinde benzer hamasî psikoloji ile koskoca Devlet-i Aliyye olarak 4 küçük balkan devletine karşı koyamadık. Yine bu psikoloji ile şartlar düşünülmeden büyük hayallerle açılan Kafkas Cephesi felaketle neticelendi. Sarıkamış’ta binlerce gencimizi daha düşman karşısına çıkamadan soğuğa kurban verdik. Maalesef tarihimizden hiç ders almıyoruz. “Ayağı yere basmak” deyimi şüphesiz beyhude söylenmiş bir söz değil.

Bazı meşhur televizyon dizilerinde “sonunu düşünen kahraman olamaz” edebiyatı yapılsa da tarih kitapları sonunu düşünmeden hareket eden hayalperestlerin hezimet ve pişmanlıkları ile doludur. Hâlbuki “Ummadık taş baş yarar”. Asıl kahramanlar bir çürük ipliğe hülya dizenler değil, sonunu düşünerek, her türlü ihtimali göz önünde bulundurarak, ayağı yere basar şekilde iş yapanlardır. Satranç oynarken dahi rakibin 3 hamle, 5 hamle sonra neler yapabileceğini hesaplayan oyuncu oyunu kazanmaz mı? Tarihte Nizâmülmülk gibi pek çok devlet adamı Siyasetnâmeler kaleme almış, Sun Tzu gibi pek çok asker ise savaş sanatına dair kitaplar yazmıştır. Bu yazarlar kitaplarında sonu düşünülmeden yapılan fiillerin getireceği kötü neticelere karşı okuyucuyu uyarmışlardır.

Son yıllarda ülkemizde çekilen ve gerek yurtiçinde gerekse yurtdışında yüz milyonlarca takipçisi olan tarih dizilerinde de benzer sahneleri devamlı görmek mümkün. Dizinin kahramanı, kendisine toyda (istişare meclisinde) itidal tavsiye eden beyleri korkaklıkla itham ediyor ve tabir yerinde ise kafasının dikine hareket ediyor. Teşebbüs ettiği zorlu işlerde de hep ölümden son dakikada ve şans eseri kurtuluyor. Böylelikle kendisine toyda akıl veren beyleri haksız çıkarmış oluyor. Zaten ilerleyen sahnelerde kendisine akl-ı selim olmasını tavsiye eden bu beyler düşmanla işbirliği yaparak devlete ihanet ediyorlar ve cezalarını çekiyorlar. Bu yaşananlar gerçek olmadığı, yapımcılar tarafından kurgulandığı için dizinin kahramanının işleri hep rast gidiyor. Lakin gerçek hayatta işler böyle yürümüyor, bu şekilde hareket edenler muvaffak olamıyor. Hem kendilerini hem de etrafındaki binlerce insanı ateşe atıyorlar. Bu tip dizileri takip edenler ve sosyal medyada sürekli lirik fon müzikler verilmiş hamâsî nutuklu videolar seyredenler bir müddet sonra o havaya giriyor, kendisini dev aynasında görüyor ve ayakları yerden kesiliyor.

Müşahede ettiğimiz kadarıyla hamaset, aşağılık psikolojisinden daha tehlikelidir. Bir nehrin üzerinde ince, dar bir asma köprüden karşı tarafa geçmesi gerektiği halde geçmeyen bir insanın hali aşağılık psikolojisine; bu dar asma köprüden koşarak, vurdumduymaz olarak hatta akrobatik hareketler yaparak geçmesi de hamasete benzetilebilir. Hamaset ehli insan, boyundan çok büyük işlere kalkışır ve bu işler fiyasko ile neticelenince bu sefer aşağılık psikolojisi başlar. Bu sebeple hamaset için “aşağılık psikolojisini doğurur” diyebiliriz. Bu söz hem şahıslar için hem devletler için caridir. Bir başka deyişle kibir ve gurur, tezellülü getirir. Kendini dev aynasında gören, burnundan kıl aldırmayan nice insanın bazı hadiselerden sonra bir köşeye çekilip, insan içine çıkmaya dahi utandığı vakidir. “Bir musibet, bin nasihatten iyidir” sözünün söylenme sebebi de budur. Nasihatten anlamayan ve hislerine, zevklerine tabi olarak yaşayan insanlar ancak bir musibetle karşılaştıklarında akıllarını başlarına alabiliyorlar.

Hayatımızın her sahasında olduğu gibi burada da yüce dinimiz İslamiyet bize bazı ölçüler ve tavsiyeler vermektedir. Dinimiz tevekkülü emretmektedir. Tevekkül; deveyi sağlam kazığa bağlayıp sonrasını Allaha havale etmektir. İşini sağlama almak, yani o işin muvaffakiyetle halledilmesi için gereken tüm tedbirleri düşünüp hesaplayıp harekete geçtikten sonra olacakları Allahü tealanın takdiri olarak gönül rızası ile karşılamaktır.

İslamiyette devrim değil, tekamül ve tedricîlik esastır. İçki birden haram kılınmamış, tedricen (derece derece) haram kılınmıştır. Asrı saadetin 13 yıllık Mekke devrinde Müslümanlar işkence görmelerine, çok sıkıntı çekmelerine ve Peygamber Efendimizden cihad için izin istemelerine rağmen izin verilmemiştir. Mekke’de bir iç savaş çıkarmak tasvib edilmemiş, önce Habeşistan’a, ardından ise topluca Medine’ye hicret emredilmiştir. Cihad ayetleri, Medine’de bir İslam Devleti teşekkül ettikten sonra nazil olmuştur. Yine aynı şekilde Medine’den hac için yola çıkıldığında Mekkelilerin isteği üzerine o sene hac yapılmamış ve -şartları Müslümanların aleyhine gibi gözüken- Hudeybiye anlaşması imzalanmıştı. İslâm âlimleri, müctehidler buradan çeşitli hükümler çıkarmışlardır. Bugünkü bazı hamaset ehli, o zaman yaşasa belki de -bizim için üsve-i hasene (en güzel örnek) olan- Peygamber Efendimizi korkaklıkla suçlayacaktı (Haşa!).

Fetâvâ-yı Hindiyye isimli meşhur fıkıh kitabında “Müslümânların adedi, kâfirlerin yarısından az değil ise ve silâhları var ise, kaçmaları helâl olmaz. Silâhları yok ise, silâhlı olan düşmandan kaçmaları câiz olur.” yazıyor.

 Büyük fıkıh âlimi İbni Âbidîn ise kitabında “Devletin harb etmesi, bunun için de, zamânın en mükemmel silâhlarını yapması, milletin de, devlete yardım, itâat etmesi vâcibdir. Devletin, askerce ve silâhca dahâ üstün olan düşmana harb ilân etmesi, câiz değildir. Düşman hücûm edince, herkesin cihâd etmeleri farz olur ise de, arzû edip de, devlet ve ordu, harb etmediği için veyâ men olunduğu için cihâd edememek günâh olmaz. Harb edince, boş yere ölecekleri, etmezlerse esîr olacakları biliniyorsa, harb etmeleri lâzım olmaz. Müslümânların herhangi sûret ile helâk olmalarından korkulursa, kâfirlere mal vererek sulh olunur” diyor.

Tarihte Ruslar ile 7 defa harb ettiğimizi ve 5’inde feci mağlub olduğumuzu bilen, dehası ve başarılı diplomasisi ile meşhur II. Abdülhamid Han devrinde gazetelerde “Rus Ayısı” ifadesine sansür getiriliyor. İngilizlere karşı Rusları, yeri geldiğinde Almanları kullanarak devletin çöküşüne mani oluyor. Yeri geldiği zaman ise gerekeni yapıyor. Misal 1897 senesinde Osmanlı ordusu geçilemez denilen Termofil geçidini kısa sürede aşarak Atina’ya giriyor ve Akropol önlerinde kamp kuruyor.

Ne yapmalı?

Enfâl suresi, 60. âyetinde meâlen, “Kâfirlerin hücûm ve işkencelerine uğramamak, onları da, saâdet-i ebediyyeye kavuşturmak için, insan gücünün yettiği kadar durmadan çalışınız. En mükemmel harb vâsıtalarını yapınız!” buyurulmuştur. Bir büyüğe “tasavvuf nedir” diye sorulduğunda “ehemmi (daha mühim olanı) mühime tercih etmek” buyurmuş. Bir başka büyüğümüz ise “Bir işi en iyi, en mükemmel şekilde yapmak” buyurmuş. Biz de yaptığımız işlerde kaliteden taviz vermeyeceğiz, elimizden gelenin en iyisini yapacağız. Bugünün işini yarına bırakmayacağız. Ma’kul, mutedil ve muktedir olacağız. Dünyayı kurtarmadan önce kendimizi kurtaracağız. Bilmediğimiz mevzularda ahkam kesmeyip o işin ehline, mütehassısına sorup istişare edeceğiz. Gençlere tarih okuturken zaferlerle birlikte hezimetleri de okutmalı, ikisinin de sebeplerini analiz etmeli, realist olmalı ve bugün için ders çıkarmalıdır. Bu şekilde yaparak kısa sürede arzu ettiğimiz noktalara gelebiliriz Allah’ın izniyle.

Hülasa: Bir Türk dünyaya bedeldir sözü doğru değildir. Doğrusu, “Kendisini iyi yetiştirmiş, milli ve manevi değerlerine bağlı, çalışkan, gayretli bir grup Türk dünyaya meydan okuyabilir” şeklindedir. Hamaset ve aşağılık psikolojisinden uzak, itidal üzere bir yol izlemek temennisiyle…

EK: Kısaca söylemek gerekirse her milletin genetik ve coğrafi olarak avantajları olduğu gibi dezavantajları da vardır. Misal olarak Türk milleti savaşçı millettir. Teşkilatlanmada başarılıdır, tarihte çok sayıda devlet kurmuştur. Zeka husûsunda, belki de dünyanın en pratik zekalı milletidir. Zaaflarına gelince Türk milleti, Almanlar gibi çalışkan değildir. Ermeniler kadar iyi sanat erbabı değildir. Türkçe, Farsçaya nazaran fakir bir dildir. Bu sebeple Arapça ve Farsça gibi lisanlardan beslenmez, istifâde etmezse yalın Türkçe ile üstün bir edebiyat yapılamaz. Türk milleti günü kurtarma derdindedir. Yarını düşünmez. Uzun vadeli plan yapıp bunu tatbik edemez. Bu meselede bir İngiliz gibi muvaffak değildir. Çok kolay gaza gelir, fitneye çok kolay bulaşır. Ama buna benzer zaaflarını da dizginlemek insanın yapamayacağı bir şey değildir. Bunun için de çalışmak, gayret etmek, disiplinli olmak ve kararlılık şarttır.

Tavsiye Yazılar:

Şuuraltımızdaki Aşağılık Psikolojisi

Ahmet Faruk Şenkaya

Ahmet Faruk Şenkaya

İlahiyat fakültesi mezunu,
Yazı yazmasının sebebi; yazarken hem kendisi birşeyler öğrenmek hem de öğrendiklerini başkalarıyla paylaşmak,
Herhangi bir iddiası yok.

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!