Kelâmbaz

Fatih Sultan Mehmed’in Hazinesi ve Ayasofya Camii

29 Mayıs uzun yıllardan beri İstanbul’un fetih yıl dönümü olarak kutlanıyor. Müzeye dönüştürüldüğü günden beri Ayasofya halk vicdanında kapanmamış bir yara olarak kaldı. Her sağ parti burayı tekrar cami yapmak istedi ancak teşebbüsler bir şekilde engellendi.

Bu yıl ki kutlamalarda bir imam tarafından Kuran-ı kerim okunması ve cami olması yönündeki açıklamalar gündeme oturdu. “Ayasofya tekrar cami olacak mı? Olacaksa ne zaman?” Herkes bu sualleri tartıştı. Bunlar olurken Yunanistan’dan gelen bir takım açıklamalar tartışmaları daha da alevlendirdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan “Ayasofya Yunanistan’ı ilgilendirmiyor” dedi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Ayasofya’nın milletler arası bir mesele olmadığını söyledi. Nitekim hukuken de durum böyleydi. Bir bakanlar kurulu kararı ile müze yapılan Ayasofya başka bir bakanlar kurulu kararı ile cami yapılabilirdi.

[Nitekim bir dizi hukuki teşebbüs ve bürokratik gayret neticesinde artık Ayasofya Camii olarak hizmete açılacak]

Tartışmaların odağındaki bu mabedin durumu hakkında Fatih Sultan Mehmed’in düşüncesi neydi? Bugün olsa ne olmasını isterdi?

Önce Ayasofyayı ziyaret

İstanbul muhasarası beklendiğinden fazla uzamıştı. Paşalar padişaha yağma izni verilmesini teklif etti. Bu karar verilmeden önce imparatora son sulh teklifi yapıldı. Ancak teklif reddedildi. Böylece Bizanslı idareciler savaş hukukunun gereğini kabul ediyorlardı.

Nihayet 29 Mayıs günü şehir düştü. İmkanı olanlar kaçtı. İmparator bu hengamede şehri savunurken öldü. Halk korku ve panikle Ayasofya’ya doğru koşuyordu. Binlerce insan yığınlar halinde bu büyük mabede sığındılar. Artık mukavemetin tamamen kırıldığı anlaşıldığında orduya silahla karşı koymayanların öldürülmemesi emri verildi.

Sultan Mehmed Han Topkapı’dan şehre girdiğinde artık Ebu’l-Feth (Fethin babası) ve “Fâtih” sıfatını kuşanmıştı. Bütün rivayetlerde şehre girer girmez ilk Ayasofya’yı ziyarete geldiği yazar. Burada binlerce insan endişeli bir şekilde onu seyrediyor, kimileri ağlayıp yalvararak önünde secdeye kapanıyordu. Sultan kalabalığı sessizliğe davet ederek güzel bir konuşma yaptı. Hayatlarının ve hürriyetlerinin güvencede olduğunu söyledi.

Her zaman galipler mağluplara hükmeder. Sultan Mehmed Han yaşadığı çağı aşacak bir yol seyretti. İstese hepsini köle statüsünde tutabilirdi. Ancak bütün halka hür Osmanlı vatandaşlığı statüsü verildi. Patrikhaneye resmiyet kazandırarak özel imtiyazlar sunuldu. Artık o iki imparatorluğun hükümdarıydı.

Ayasofya’yı uzun uzun gezdi. Mabedin tepesine de çıkmıştı. Bütün tarihçiler büyüklüğü karşısında hayranlıkla duyduğunu kaydeder. Burada veya bir başka rivayete göre imparatorun sarayını gezdiğinde şu şiiri okumuştu:

Bûm nevbet mîzened ber târem-i Efrâsiyâb

Perdedâr-ı mîküned der kasr-ı Kayser ankebût

“ Efrasiyab’ın kulelerinde baykuş nevbet(bando) vuruyor.

İmparatorun sarayında örümcek perdedarlık(kapıcılık) yapıyor”

Padişah gördüğü manzarayı tarif etmişti. Başta Latin istilası olmak üzere savaşlar ve yolsuzluklar sebebiyle şehir perişan haldeydi. Anlatılan o efsanevi, rüya gibi şehir kalmamıştı.

Fatih Sultan Mehmed Vakfı

İslam medeniyet anlayışı “ta’mir-i bilad terfih-i ‘ibâd” (beldelerin tamiri ve insanların refaha kavuşturulması) tabiriyle formülüze edilmiştir. İstanbul’un tekrar güzelleşmesi ve şanına yaraşır şekilde baş şehir olması insanlarının refaha kavuşturulmasıyla mümkündü.

Padişah bir an önce şehrin imarıyla alakalı emirler verdi. Tabi ilk iş Ayasofya’nın cami yapılması şeklindeydi. Burası padişahın kılıç hakkıydı. Ayasofya’da ilk Cuma namazı kılındığında hutbeyi kendisi okumuş, namazı hocası Akşemseddin’e kıldırtmıştı.

Anadolu ve Rumeli’nden mimarları, ustaları davet etti. Su kemerlerinin yapılmasından yolların tamirine bütün şehir adeta yeniden inşa ediliyordu. Bir eli daima şehrin üstündeydi.

“Nakkaşhane-i Rum” adıyla kurduğu sanat enstitüsünü şehri süslemekle vazifelendirildi. Yalnız şark dünyasından değil garptan da sanatkarları davet edildi. İtalya başta olmak üzere bulabildiği bütün sanatçıları davet etti.

Artık yatırımların merkezinde İstanbul olacaktı. Bu harcamalar içinse bir vakıf kurdu. İstanbul’da Ayasofya Camii başta olmak üzere 13 eser bu vakfa dahil edildi. Servetinin büyük bir kısmını buraya gelir olarak vakfetti. Ayasofya Camii’nin onca depremler ve geçen yıllardan sonra ayakta kalmasının sebebi bu vakfın hizmetleri ve sonra gelen Osmanlı padişahlarının destekleri sayesindedir.

Binanın bugün de resmi tapu kaydına bakıldığında da “Fatih Sultan Mehmed Han Vakfı” yazar. Bu vakıf Osmanlı tarihinin en köklü vakıflarından biridir.

Sultanın bedduası

Vakfın “vakıf-name/vakfiye” adı verilen senetleri Fatih Sultan Mehmed’in vasiyetnamesi niteliğindedir. Vakıf metninde Sultanın savaş ganimetlerinden kendisine düşen bütün mal varlığı tek tek sayılmış ve bunların gelirleri Ayasofya başta olmak üzere İstanbul’a yaptırdığı pek çok esere vakfedilmişti.

Zaman içinde ilaveler yapılması, çoğaltılıp tanzim edilmesiyle 9 farklı nüshası günümüze kadar gelmiştir. Bunlar Arapça kaleme alınmakla birlikte Türkçe tercümeleri de mevcut. Metinler Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Türk İslam Eserleri Müzesi, Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi ve Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’nde bulunuyor.

İslam tarihindeki bütün vakıf senetlerindeki şartlara riayet esastır. Bu durum kıyamete kadar değiştirilemez. Senetlerde vakfın suiistimal edilme ihtimaline binaen kurucu tarafından son söz hükmünde bir açıklama yer alır. Bu bölümde kişi kötü maksatlarla vakfı değiştirenlere beddua eder.

Fatih Sultan Mehmed de böyle yapmıştır. Detaylıca vakfın mülkleri, gelirleri, şartları sayıldıktan sonra vakıf metninde şöyle yazar:

“… Bütün bu şerh ve ta’yin eylediğim şeyler, tesbit edilen şekilde ve vakfiyede yazılı haliyle vakıf olunmuştur. Şartları değiştirilemez, kanunları tağyir edilemez. Asılları maksatları dışında bir başka hale çevrilemez. Tesbit edilen kuralları ve kaideleri eksiltilemez. Vakfa herhangi bir şekilde müdahale Allah’ın diğer haramları gibi haramdır; Levhi, Kalemi, Arşı, Kürsi’yi, gökleri ve yeri koruyan Allah’ın hıfzı ve inayetiyle mahfuzdur; üzerinden süre geçtikte bu vakfı tekid edecektir; zaman yenilendikçe vakfı daha da yerleştirecektir.

Allah’ın yarattıklarından Allah’a ve O’nun rü’yetine iman eden, ahirete ve onun heybetine inanan hiçbir kimse için, sultan olsun, melik olsun, vezir olsun bey olsun, şevket ve kudret sahibi biri olsun, hakim veya mütegallib (zalim ve diktatör) olsun, özellikle zalim ve diktatör idareciler tarafından tayin olunan, fasid bir tahakküm ve batıl bir nezaret ile vakıflara nazır ve mütevelli olanlar olsun; kısaca insanlardan hiçbir kimse için, bu vakıfları eksiltmek, bozmak, değiştirmek, tağyir ve tebdil eylemek, vakfı ihmal edip kendi haline bırakmak ve fonksiyonlarını ortadan kaldırmak,’ asla helal değildir.

Kim ki, bozuk teviller, hurafe ve dedikodudan öteye geçmeyen batıl gerekçelerle, bu vakfın şartlarından birini değiştirirse veya kanun ve kurallarından birini tağyir ederse; vakfın tebdili ve iptali için gayret gösterirse; vakfın ortadan kalkmasına veya maksadından ve gayesinden başka bir gayeye çevrilmesine kast ederse, vakfın temel hayır müesseselerinden birinin yerine başka bir kurum ikame eylemek (temel müesseselerden birinden taviz vermek) ve vakfı bölümlerinden birine itiraz etmek dilerse veya bu manada yapılacak değişiklik veya itirazlara yardımcı olur yahut yol gösterirse veya şer’i şerife aykırı olarak vakıfta tasarruf etmeye azm eylerse, mesela şeri’ata ve vakfiyeye aykırı ferman, berat, tomar veya talik yazarsa veyahut tevliyet hakkı resmi yahut takrir hakkı resmi ve benzeri bir şey taleb ederse, kısaca batıl tasarruflardan birini işler yahut bu tür tasarrufları tamamen geçersiz olan yazılı kayıtlara ve defterlere kaydeder ve bu tür haksız işlemlerini yalanlar yumağı olan hesaplarına ilhak ederse, açıkça büyük bir haram işlemiş olur, günah gerektiren bir fiili irtikab eylemiş olur.

Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların la’neti bunların üzerlerine olsun. Ebeddiyyen Cehennemde kalsınlar, onların azapları asla hafifletilmesin. Onlara ebeddiyyen merhamet olunmasın. Kim bunları duyup gördükten soma değiştirirse vebali ye günahı bunu değiştirenlerin üzerine olsun. Hiç şüphe yok ki, Allah her şeyi işitir ve her şeyi bilir.”

Kim, Allah’ın Kitabı’na ve Resulüllah’ın Sünneti’ne muhalefet ederse, Allah ve Resulü’nün haram kıldığını helalleştirmeye çalışırsa, Müslüman kardeşinin vakıflarını bozmaya, hayırlarını tahrib etmeye ye hasenatını iptal eylemeye gayret gösterirse ye mü’minin hayır müesseselerini fonksiyonsuz hale getirmeye taarruz ederse, artık Allah’ın gadabı ile dönmüş olur. Son durağı ve oturağı Cehennem’dir; Cehennem ne kötü bir varılacak yerdir. Allah onun hesaba çekicisi, azabın en azgın olanlarıyla azaplandırıcısı ve ikabın kanunlarıyla cezasını vericisidir. “O gün zalimlere ileri sürecekleri mazeretleri fayda yermeyecektir; onlar için sadece la’net vardır; onların varacakları cehennem ne kötü bir menzildir.” “O gün her nefis kazandığı günahlar sebebiyle rezil ü rüsvay olacaktır; o gün zulüm yoktur; Şüphesiz Allah hesabı çok hızlı yapandır.”

Bütün bunlardan sonra, vakıfın ecr ü mükafatı Hayy ve Kerim olan Allah’a, O’nun rahmetine, herkesi kucaklayan ihsanına, nimetine ve büyük fazlına aittir. Hiç şüphe yoktur ki, Allah güzel amel işleyenlerin ücretlerini zayi kılmaz.”

 “Ona harcanmayan hazine zayidir”

Divan edebiyatında sembolik bir dil kullanılır. Bu sembollere “mazmun” adı verilir. Pek çok şiirin görünüşteki manası ile asıl ifade ettiği sembolik mana bambaşkadır.

Bu ekolde usta bir şair olmanın vasıfları az sözle yerinde, derin ve çok çeşitli manaları birlikte ifade etmektir. Bazı şairlerin tek bir beyitte 4-5 farklı manayı ifade eden şiirleri vardır. Bütün bunlar sembolik ve mecazlı bir dil kullanılması sayesindedir.

Fatih Sultan Mehmed de 15.yüzyıl Türk edebiyatının usta şairlerinden biridir. “Avnî” mahlasıyla klasik Türk şiirinin başarılı numunelerini vermiştir. Edebiyat bilgisi fevkalade kuvvetlidir. Nitekim hitabetinin de çok iyi olduğu bütün kaynaklarda vurgulanır. Bir şiirinde der ki:

“Bugün mülk u hazain her ne cem’iyyet ki cem etdün

Mey u mahbuba sarf olmazsa Avnî cümle zayidür”

Kendisine hitap ederek şunu diyor; “Ey Avnî! Bütün bu sahip olduğun, toplayıp biriktirdiğin malları, mülkleri, hazineleri; içkiye ve sevgiliye harcamazsan hepsi zayi olmuş demektir.”

“Mey, şarap” kelimeleri ileri derecede ilahi muhabbet ve aşkı, “mahbub-sevgili” ise Allah’ı ve onun peygamberi Muhammed aleyhisselamı sembolize eder. Yani sultan şiirinde bize, elde edilen bütün maddi imkanların manevi ve ulvi şeylere sarf edilmezlerse boşa harcanmış olduğunu söyler.

Şiirin açıklamasına ve bu sembollere dair söylenecek çok yorumlar getirebilir, derinlerine dalabiliriz. Sadece ilk akla gelen manasına bakarak şunu söyleyebiliriz; sultan bütün kazançlarının sevdiği şeyler uğruna harcanmasını ister. Bunu yapmadığı takdirde de kazancın boşa gittiği hükmüne varır.

İstanbul’un fethiyle yeni bir çağı başlatan Fatih Sultan Mehmed, gerçek hayatta elde ettiği ganimetleri sarfettiği yer düşünülürse şiiri daha farklı bir mana kazanmış olur. İstanbul onun sevgilisidir ve Ayasofya Camii kılıç hakkıyla elde ettiği mülküdür. Bunlara harcanmayan hazine, mal, mülk zayi olmuştur.

Bu yazı Dailysabah’da yayınlanana şu yazının Türkçe tercümesidir: https://www.dailysabah.com/arts/hagia-sophia-the-treasure-of-sultan-mehmed-the-conqueror/news

Ali Tüfekçi

Marmara Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Sosyal ilimlere; tarih, sosyoloji, psikoloji ve İslami ilimlere meraklı.
DailySabah Culture&Arts yazarı. Kelambaz editörü.

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!