Kelâmbaz

Bir Yalnızlığın Romanı: Ahlat Ağacı

Sinema eleştiri siteleri olsun gazetelerdeki sinema köşeleri olsun pek müdavimi olduğum söylenemez. Beğendikleri ve tavsiye ettikleri, özellikle de popüler olmuş filmlerin, beni hayal kırıklığına uğratacağı gibi bir ön yargıya sahibim. Ahlat Ağacı ile geç tanışmam belki de bu ön yargılarımın kurbanı olmamın neticesi. 2018 yılında gösterime girdiğinden beri her mecrada övülen, reklamı yapılan, çeşitli festivallerde ödüller kazanan bu filmi geç de olsa izleme şansı buldum. Ve bugüne kadar neden izlemedim diyerek kendi kendime hayıflandım. Çünkü Ahlat Ağacı uzun zamandır yaşamadığım derinlikte bir düşünme ameliyesinin içine sürüklemişti beni. Öyle ki, film hakkındaki düşüncelerimi hemen yazıya dökmek iştiyakıyla doldum. İkinci sefer izlemeyi dahi bekleyemeden bu yazıya başladım.

Baştan ikazımı yapayım; Ahlat Ağacı TV’de akşam haberlerinden sonra vaktinizi öldürebileceğiniz macera, gerilim veya dram filmlerinden değil, çok farklı. Ne çok çekici ne de çok merak uyandırıcı. Fakat gizemli hissettiren melankolik havasıyla da sizi filmden koparmadan sürüklemeyi bir şekilde başarıyor. Diyaloglar ve derinlikli karakter tahlilleri ile de daha çok bir Rus romanı havası taşıyor. Ve benim gibi modern çağın “sonuç odaklı” dayatmacılığının mağlubu olmuş birini dahi “filmin sonunda ne olacak acaba” sorusunu sordurtmadan, filmi ileriye sardırtmadan izletebiliyor. Yeri gelmişken, sinema forumlarında “3 saat 15 dakikalık film mi olur, vakit kaybı” diye yorum yazanlara da buradan cevap vermiş olayım; hiç bu kadar kısa süren bir romanla karşılaşmamıştım.

Spoiler var mı?

Filmi izlemiş olan birisiyle konuşuyormuşçasına yazıyorum bu yazıyı. Meramımın anlaşılması için bazı sahnelerden bahsedeceğim elbette. Fakat filmi henüz izlememiş olup da yazıyı okuyanların da kaybedeceği pek bir şey yok.

Film hakkında yazılacak bir yazı çok farklı cihetlerden ele alınabilirdi. Ben fazla uzatmamak adına filmi ilk aklıma gelen üç ana başlıkta ele aldım. Sinan’ın toplum ilişkilerine, Sinan’ın babasıyla olan ilişkisine ve son tahlilde de romantizm üzerine diyaloglara kısaca bir değinmek istedim.

Başlarken

Film sınıf öğretmenliğinden yeni mezun Sinan’ın otobüsle memleketine döndüğü otogar sahnesi ile başlıyor. Otogar bir hikâyeyi başlatmak için belki de en iyi tercih.

Tolstoy’un dediği gibi; Bütün muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar: Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir.

İtirazınızı duyar gibiyim;

-Ama o bir yabancı değil, sadece memleketine geri döndü.

Zaten asıl mesele de orada başlıyor. Evet Sinan’ın kütüğü Çanakkale Çan’a kayıtlı ama o içinden çıktığı toplumun yabancısı. Nitekim bu yabancılaşma vurgusu filmin neredeyse her karesinde yeniden karşımıza çıkıyor.

Tutunamayanlar (Sinan ve Toplum)

Kendinize göre ulvi bir idealiniz olsa ve sizin bu gayenizi hiç anlamayan hatta küçümseyen insanlarla bir arada yaşamak mecburiyetinde kalsanız ne hissedersiniz? Size yaşanabilir bir gelecek sunmayan, kendinizi gerçekleştirmenizin önünde mâni olan ve gayet umarsız bir tavırla kaçış yollarınızı da kapatmakta bir beis görmeyen o topluma yabancılaşır hatta nefret edersiniz. Muhtemelen sizin de çok yabancı olmadığınız bu vaziyet, yazar olmak isteyen baş kahramanımız Sinan’ın ve yine şair bir öğretmen olan babası İdris öğretmenin de hikâyesi.

Sinan kendisini topluma ait görmemektedir. bir diyalog esnasında kasaba halkı için kullandığı “bezelye taneleri gibi birbirine benzeyen insanlar” tabiri kasabalıya yabancılaşmakla kalmayıp onlardan aynı zamanda nefret ettiğini ve küçük gördüğünü de haykırıyor. Entelektüel merakının para etmediği kasabada Sinan ya düzene uyup onlar gibi biri olacak veyahut onlardan tamamen uzaklaşacaktır. Nitekim Sinan da tıpkı babasının yaptığı gibi, kendisi olmaktan vazgeçmektense toplumdan kaçmayı tercih ediyor. Sinan şair olan babasının kasabada ancak bir kumarbaz hâline dönüşmesine de şahit olmuştur. Kasabanın kendisine de farklı bir gelecek sunmayacağı kaygısı taşıdığını belli etmektedir. Bu kötü kaderin korkusu Sinan’ı kasabaya karşı daha tavizsiz ve nefret dolu yapmakta, kendisinden kaçışını da hızlandırmaktadır.

Sinan ve Babası

Sevseniz de sevmeseniz de babanızın mirasını almaktan kaçamıyorsunuz. Karakteriniz, düşünce tarzınız, alışkanlıklarınız çoğunlukla babanızdan tevarüs etmiş oluyor. Sinan babasını sevmese bile romantikliğini, edebiyatçılığını, hayalleri uğruna sahip olduğu dik kafalılığı babasından devralmış bir gençtir. Her fırsatta babasını eleştiren, onu işe yaramaz olarak niteleyen Sinan, başkasının babasına laf söylemesine ise tahammül edemez. Çünkü Sinan da babasıyla olan benzerliklerinin farkındadır ama kaderinin ona benzemesinden de ölesiye korkmaktadır. Sinan ve babası arasındaki bu çarpık ilişki Ahlat Ağacı’nın ana vurgularından biri oluyor.

İdris hocanın köyde kazdığı su kuyusuyla herkes dalga geçer, oradan su çıkmayacağını söyler. Ama o yılmadan kuyuyu kazmaya devam eder. Filmin sonunda ise İdris hoca artık vazgeçmiştir. Sinan babasına kuyuyu sorunca, “köylüler haklı çıktılar” der gülerek. Aslında İdris hocanın kuyudan su çıkarma ideali Sinan’ın kitap basma, yazar olma idealiyle çok benzerdir. Yine filmin sonunda Sinan’ın kitabını okuyan tek kişinin babası olduğu anlaşılır. İdris öğretmenin kitaptan en iyi arkadaşım diye bahsetmesi de yine baba oğul benzerliğine yapılan iyi bir göndermeydi.

Vıcık Vıcık Romantizm

Sinan’ın en büyük hayali yazar olmaktır. Bu hayalini gerçekleştirmek için de üniversite okurken yazdığı kitabı bastırmak istemektedir. Kitabın basımına sponsor olmaları için kasabanın belediye başkanına ve sonra yine başkanın yönlendirdiği kumcuya gider. Filmde diyalogların ön planda olduğunu söylemiştik. Bu sponsorluk görüşmeleri de arka planı ince hesaplanmış diyaloglar ihtiva ediyor. Hayallerinin peşinde koşan, maddiyatla, hesapla kitapla çok işi olmayan idealist bir genç ile “başarıya ulaşmak” adına her türlü bedeli ödemiş, şartlara ayak uydurmuş, kısacası yolunu bulmuş, “akıllı ve çalışkan” bir iş adamı ve belediye başkanı portresini konuşturuluyor. Bu diyaloglarda realist ve romantik iki farklı kutuptan insan profillerini de daha yakından tanıyoruz.

Sinan kasabadaki kitabevinde, yazdığı kitapları aslında pek de beğenmediği bir yazar olan Süleyman’a rastlar ve ona bir soru sormak istediğini söyler. Sinan bir soru diye başlar sohbete ama zoraki bir şekilde uzatır konuşmasını. Aslında karşısındaki yazarı belki de kendi yerine koymakta ve ona acımasız eleştiriler yöneltmektedir. Yazar önceleri sinirlense de onun toyluğuna verip dinlemeye devam eder. Yazar kitabevinden ayrılır ama Sinan onu bırakmaz. Yolda giderlerken Sinan, Süleyman Bey’in katıldığı bir sempozyumdan ve bu sempozyuma gönderilen bir mektuptan bahseder. Bu mektup sempozyuma katılanları küçümsemekte, sanatlarını satmakla itham etmektedir. Sinan bu mektubu dile getirerek Süleyman’ın tepkisini merak eder. O aslında kendisinin henüz olamadığı yazarlığı Süleyman’a da yakıştıramamaktadır. Daha fazla uzatmadan sahneyle baş başa bırakayım.

https://youtu.be/C_Kw_0MRUfM

Mesaj

Ahlat Ağacı’nın bana hissettirdiği sosyal sorumluluk mesajı ise şu oldu: Kendilerini, hayallerini gerçekleştirmek isteyen insanları yargılamayın, hatta onlara fırsat tanıyın. İnsanlara kendi doğrularınızı dayatmayın, nitekim herkesin doğrusu farklı.

Peki toplumun takdir etmediği şair İdris hoca toplumdan kaçıp kendisini kumara vermekte ne kadar haklıdır? Veyahut Sinan, hocayla olan konuşmalarında üstü kapalı ifadelerle dinin önüne vicdanını koyduğunu ifade ederken haksız değil midir? Yine Sinan muhtemelen pek de güçlü olmayan kalemiyle bir hayalin peşinde hesapsızca koşan, insan sevmeyen, kendi hayalleri için anne babasını dahi görmezden gelen sorumsuz bir karakter değil midir?

Bu filmde doğrular ve yanlışlar, iyiler ve kötüler yok. Tek bir doğru da yok, filmin böyle bir hakikat arayışı da. Sadece düşündüren psikososyal tahliller var. Film bazen karakterlerin bazen de sosyolojilerin doğuşunu ve dönüşümünü bütün gerçekliğiyle hissettiriyor. Zaten lezzetini de buradan alıyor.

Peki neden Ahlat ağacı? Meyvesi acı, kendisi şekilsiz, diğerlerine uyumsuz ve yalnız bir ağaç. Tam da Sinan ve babası İdris öğretmen gibi.

Bünyamin Ekmen

Bünyamin Ekmen

Makina mühendisi, müteşebbis. Kelambaz mecrasının imtiyaz sahibi.

Okumayı ve paylaşmayı sever. Burada olmaktan dolayı çok mutlu.

1 comment

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

  • Köydeki imamlarla olan olan diyaloglarında ciddi bir algı operasyonu var. Sinan’ın yorumları çok sığ olmakla beraber belli bir kesimin ezberlerini tekrar etmekten ibaret. Karşısındaki imamlar cevaptan aciz olsalar da Sinan’ın hemen her iddiasını güçlü argümanlarla çürütmek hiç de zor değil.

Bizi Takip Et!