Kelâmbaz

Bir Türk Ülkesi Nasıl İşgal Edilebilir?

Tarih boyu çeşitli devletler veya kavimler muhtelif coğrafyaları işgal etmişler. Bu işgallerin bazısı kısa süreli, bazısı uzun süreli olmuş. Bazı işlek topraklar tarih boyu farklı zamanlarda farklı kavimler tarafından işgal edilmiş. Tarihte işgal ihtimali en az olan İngiltere, Japonya gibi ada devletleri bile az ve kısa süreli de olsa işgale uğramışlar.

Peki bu işgaller sadece eski dünyada olup, bu devir kapanmış artık modern dünyada böyle tehlikeler kalmamış mıdır? Aksine harb vasıtalarının inkişaf ettiği devrimizde bir ülkeyi işgal etmek daha da kolay olmuştur. Tarihin en kanlı harbi olan II. Cihan Harbi olalı 100 sene geçmemiştir. Daha geçtiğimiz sene Ukrayna’da pek çok şehir Rusya tarafından işgal edilmiştir. Yani anlaşılan bu tehlike her zaman caridir.

Niccolo Machiavelli, Hükümdar isimli kitabında şöyle diyor;

İskender’in İşgal Ettiği Dareios Krallığı, İskender’in Ölümünden Sonra Ardıllarına Hangi Nedenle Baş Kaldırmadı?

1) Yeni işgal edilmiş bir devletin elde tutulmasının ne kadar güç olduğunu bilenler, Büyük İskender’in¹ kısa zamanda Asya’ya egemen olması ve orayı işgal ettikten kısa bir süre sonra ölmesine karşın, ardıllarının hiçbir ayaklanmayla karşılaşmamış olmalarına şaşırabilirler. Gerçekte doğru olan İskender’in ölümünden sonra bir ayaklanmanın gelmesiydi. Ne ki, İskender’in ardılları işgal ettikleri toprakları elde tutmak için başka bir zorlukla karşı karşıya kalmadılar. Tek zorluk kendi aralarındaki ihtirastan doğan zorluktu. Bunu, belleğimizden çıkaramadığımız hükümdarlıkların iki ayrı yöntemle yönetildiğini söyleyerek açıklayacağım: Bir hükümdarın ve onun gösterdiği inayet ve verdiği izinle bakanı olarak görevlendirdiği emir kullarıyla yönettiği hükümdarlıklardır ya da gene bir hükümdar ve bu kez hükümdarın kayrası değil, kalıtsal yoldan o unvana ulaşmış derebeyleriyle birlikte yönettiği hükümdarlıklardır. Baronların kendilerine özgü mülkiyetleri ve kulları vardır. Kullar derebeylerini kendi hükümdarları olarak bilir, tanırlar ve doğal bir sevgiyle onlara bağlıdırlar. Hükümdar ve kullarıyla yönetilen hükümdarlıklarda hükümdar çok daha fazla yetkeye sahiptir, çünkü tüm ülkede en büyük odur, ondan daha büyüğü yoktur. Ve eğer birilerine saygı duyuyorlarsa, duydukları saygı bir devlet büyüğüne duydukları saygıya denktir ve sevgiden yoksun kuru bir saygıdır.

2) Bu iki ayrı yönetim biçimine vereceğimiz örneklerden biri Türklerin, diğer Fransızların yönetim biçimidir. Türklerin yönetim biçimi monarşidir ve başında bir sultan bulunmaktadır. Yönetimdeki diğer görevliler onun kullarıdır. İmparatorluğu sancaklara bölmüş ve oralara yöneticiler göndermiştir. İstediği kişiyi sancaklarda görevlendirmiş ve istediği zaman onları geri çağırıp, yerlerine başkalarını görevlendirebilmiştir. Ama Fransa kalıtsal yolla unvan kazanmış bir yığın derebeyinin ortasında kendisini bulmuştur. Derebeyleri kendi kullarınca sevilen, sayılan kişilerdir ve saygıda öncelikleri vardır. Bu nedenle kral onlarla oyun oynayamaz, oynarsa kendini tehlikeye atar. Bu iki yönetim biçimine bakacak olursak, Türk topraklarını işgal etmenin zor, ama ele geçirildiğini varsaydığımızda yönetiminin kolay olduğunu; tersine Fransız topraklarını ele geçirmenin daha kolay, ele geçirildikten sonra yönetiminin daha zor olduğunu söyleyebiliriz.

3) Türk devletlerini işgal etmenin zorlukları vardır: İlki, işgalci güçler hiçbir zaman o devletteki beyler tarafından davet edilmezler; diğeri de işgal edilmek istenen devletin hükümdarının çevresinde bulunanlar isyan çıkartarak bu girişimi kolaylaştırmazlar. Bunun nedenini daha önce söylemiştik. Çünkü hepsi hükümdarın emrinde oldukları için onları hükümdara karşı örgütlemenin kolay olmadığını, örgütlendiklerini varsaysak bile söz konusu beylerin, gene sözünü ettiğimiz nedenlerden dolayı, halkı arkalarından sürükleme olanağına sahip olamayacakları için yararından çokça söz edilemeyeceğini bilmek gerek. Türk devletlerine saldıranların, halkın hükümdarı ile yumruk gibi olduğunu ve işgal edeceği ülkede yaratacağı bir karışıklıktan çok kendi öz gücüne güvenmesi gerektiğini bilmesi zorunludur. Ama hükümdarın savaş alanında yenildiğini ve bir daha ordularını toparlayamadığını varsayarsak, işgalcinin hükümdarın soyundan geleni de tepeledikten sonra, bir başka kişinin halkın yanında saygınlığı olmadığı için kimseden korkmaması gerekir. Zafer kazanan komutanın zaferden önce halktan bir şey beklemesi söz konusu olmadığı için savaş sonrasında da halktan korkmasını gerektirecek bir şey yoktur.

4) Fransa gibi yönetilen devletlerde bunun tersi gerçekleşir. Çünkü içeriden kimilerini ayarlayarak rahatlıkla ülkeye girebilirsin. Var olan hükümdardan memnun olmayanlar her zaman olduğu gibi, değiştirmek isteyenler de vardır. Bu insanlar sözünü ettiğimiz nedenler dolayısıyla sana kapıları açarlar ve zafer kazanmanı sağlarlar. Ama gerek sana yardım edenler, gerekse baskı altına aldığın kişilerin mutsuzluğu nedeniyle o devleti elde tutmanın sayısız zorlukları vardır. Ayrıca hükümdarın soyunu yok etmen de yetmez, çünkü arkada ayaklanmaların başını çekecek derebeyleri kalır ve ortadan kaldıramayacağın için her fırsatta o devleti yitirmek gibi bir durumla karşı karşıya kalırsın.

5) Şimdi Dareios yönetiminin ne tür bir yönetim biçimi olduğu konusundaki sorunuza Türklerinki gibiydi demek gerek. İskender önce savaş alanında onu alt etmek ve daha sonra çekilmeye zorlamak gibi bir savaş taktiği uyguladı. Zaferden sonra Dareios öldüğü için yukarıda saydığımız nedenlerden dolayı güvenli bir devlet olarak İskender’e kaldı. Ve ardından gelenler eğer birlik gösterebilselerdi, parmaklarını oynatmadan yönetimi ellerinde tutabilirlerdi. Ve o devlette kendi aralarındaki tartışma ve sürtüşmeden başka herhangi bir karışıklık söz konusu olmazdı. Ama Fransa gibi yönetilen ülkeleri kolay kolay dize getirmek olanaklı değildir. Roma İmparatorluğu’nun işgal ettiği topraklarda daha önce gelmiş geçmiş uygarlıkların anısı sürdüğü için İspanya, Fransa, Yunanistan, Roma’ya karşı sürekli diklenmiş ve Romalılar söz konusu uygarlıklar unutuluncaya dek o topraklar üzerindeki egemenliklerini sağlama bağlayamadıkları için güvenli yaşayamamışlardır. Öte yandan Romalılar aralarındaki anlaşmazlık ve sürtüşme nedeniyle her biri kendi öz yetkesine göre işgal edilen topraklardan pay almaya başlamıştır. O eyaletler artık eski beylerinin soyu tükendiği için yeni gelen Romalılardan başkasını tanımaz ve bilmez olmuşlardır. Tüm bu söylediklerimiz göz önünde tutulduğunda İskender’in Asya’yı nasıl kolaylıkla elde tuttuğu; öte yandan Pyrrhus¹ ve benzeri birçoklarının elde ettiklerini korumaktaki zorluklara şaşılmaması gerekir. Bu olay zafer kazanan kişinin erdeminin az ya da çok olmasına değil, işgal edilen topraklardaki değişik siyasal yapıların farklılığına bağlıdır.

[1] Büyük İskender (MÖ 356-323) Makedonya Kralı II. Philippos’un oğlu. MÖ 336’da imparator oldu. İç karışıklık yaşanan Yunanistan’a egemen oldu. Korint’te Perslere karşı tüm Helenlerin başbuğu unvanını aldı. Güneyde Mısır’a, doğuda İndus Nehri’ne dek uzanan seferler gerçekleştirdi. Kurmaya çalıştığı imparatorluk ölümünden sonra generalleri tarafından paylaşıldı.

[Niccolo Machiavelli – Hükümdar s.15-18 İş Bankası Yayınları]
Cüneyt Apal

Cüneyt Apal

Eğitimci.

cuneytapal@gmail.com

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!