Türk milletini tarih sayfalarına taşıyan şan ve şeref dolu zaferler ve siyasal muvaffakiyetlerin temel belirleyicilerinden biri de atlarla son derece uyum içerisinde geliştirdikleri hayat tarzıdır. Orta Asya bozkırlarında tarih sahnesine çıkan Türkler, sadece at üzerinde savaşmakla kalmaz, temel besini pastırmayı da bizzat atının sırtında aylar içinde pişirir. Diğer milletler gibi Türkler de savaş meydanına hazırlık maksadıyla Tomak, Kılıç-Kalkan ve Cirit gibi oyunlar geliştirmişlerdir. Bunlardan mızrak –çevgan– fırlatılmasını temsil eden Cirit oldukça popüler olmuştur.
Esasen Hurma dalından elde edilen sopaya denilen cerid zamanla oyunun kendisine de ismini vermiştir.
Cirit’te 100 metre aralıkla dizilen iki takım oyuncuları birbirlerine hücum ederek ciritlerini fırlatırlar. Ciridin oyuncuya isabet etmesi atan takıma sayı kazandırırken, karşı tarafın ciridi havada yakalaması veya ciridin ata isabet etmesi durumunda karşı takım sayı kazanır. Rakibini aşikar bir şekilde vurma imkanı bulup da bağışlayan oyuncu centilmenliği sebebiyle takımına sayı kazandırır. Bunanla birlikte Cirit o kadar da masum bir oyun değildir. Öyle ki pek çok Cirit oyuncusu sahada can vermiştir. Müsabakada cirit isabetiyle ölenler tıpkı er meydanında can vermiş gibi şehit sayılır. Ölen tarafın hısımları hadiseyi mahkemeye götürmek yerine bu durumu şeref addeder.
Bizans devrinde atlı araba yarışları yapılan hipodrom, Osmanlılar devrinde de sipahi ve yeniçerilerce cirit müsabakaları tertiplenmesiyle At Meydanı hüviyetini kazanmıştır.
Sadece aşağı kul taifesi -sipahi ve yeniçeriler- değil, saray akademisi Enderun’daki yüksek mertebe kullar ve ağalar da cirite meftundur. Topkapı Sarayı’nın 4’ncü avlusundaki genişçe sahada cirit müsabakaları tertiplendiği biliniyor. Burada cereyan eden müsabakalar Lahanalar ve Bamyalar olarak temayüz eden iki takım arasında gerçekleşmekteydi. Kara Hadım Ağalar, kara lahanadan ilhamla Lahanalar takımını oluştururken, Ak Hadım Ağalar ise Bamyalar takımını oluşturmaktaydı. Sultan 1. Ahmed ve bilinen en sportmen Osmanlı Padişahı olan oğlu Sultan 4. Murad’ın cirit müsabakalarına bizzat katıldığını biliyoruz.
Keza Sultan 3. Selim’in lahanacıların sıkı bir taraftarı olduğunu yazmış olduğu “Lahana’cım” şiirinden öğreniyoruz. Sultan burada lahanayı kış mevsiminde mert bir cüsseyle ortaya çıkması ve Efsanevi İran Şahı Keykavus’un gürzüne benzemesi sebebiyle övmekte, rakip takım bamya’yı ise yüz bin tanesi bir rişteye -ipe- dizilmesi üzerinden istihzaya almaktadır. Bununla birlikte yeğeni ve halefi Sultan 2. Mahmud lahanacıları değil, bamyacıları destekleyecektir. Her iki padişahın kendi takımları için diktirdiği hatıraları bugün Topkapı Sarayı’nın Gülhane bahçesine inen kısmında görmek mümkündür.
Sultan 3. Selim’in Lahana’cım Şiiri
Mevsim-i dey’de çıkar meydana çün er lahana,
Havf etmez berdden, çün merd-i server lahana
Gürz-i keykaavus’a benzer gerçi şekl ü heybeti
Can verir insana çün herk-i gül-i ter lahana.
Bamya emsali dizilmez, yüz bini bir rişteye,
Sanki arslandır ki gerduneyle gezer lahana
Ansız olmazmış bilindi hiç mi hiç zevk u sürur
Sohbeti helva olur mu, olmasa ger lahana
Yazsa İlhami sezadır, her ne denli, medhini
Lahana’cim, lahana’cim, lahana’cim, lahana
Ne var ki Sultan 2. Mahmud’un dizayn ettiği yeni Türkiye’de Cirit de yer almayı başaramamıştır. Bir rivayete göre Sultan, bir oyuncunun cirit darbesiyle hayatını kaybetmesi sonucu, daha muhtemel bir rivayete göre ise Yeniçerilerle ilişkilendirilen bir spor olması sebebiyle bir süre yasaklanmıştır.
Cirit elbette ki saray ve İstanbul dışında bütün bir Anadolu ve Rumeli’de oynana gelmiştir. 2’nci Cihan Harbini müteakip makineleşme ile atların sosyal hayattan çekilmesi ve harplerde at kullanımının ortadan kalkmasıyla cirit de unutulmaya yüz tutmuş 70’li yıllardan itibaren Erzurum, Bayburt, Kars ve Uşak vilayetlerinde tekrar popülerleşmiş ve yaygınlaşmıştır.
Uluslararası bir çatı federasyonun olmaması sebebiyle bugün Cirit Takımları, Türkiye Geleneksel Spor Dalları Federasyonu altında faaliyet göstermekte, müsabakalar tertiplenmektedir. Halkın oyunlara artan ilgisine ve Türk milletinin genlerine işlemiş at sevgisine karşın, Cirit ve diğer sporlardaki atlar, neredeyse tamamen denetimsiz olarak kullanılmaktadır. Uluslararası normlara göre bir koşu müddetince, binici ata 3 kez kamçı vurduğunda, diskalifiye olup ceza alırken, Cirit’te binicinin ata sınırsız kamçı ve sertlik uygulayabilme serbestisi mevcuttur. Atın ani bir şekilde hareket etmesi için çizmeye iliştirilen iğnelerin kullanılması sebebiyle atların karnı kan içinde kalmakta, omurgası bozulmakta, hızlı kalkış ve seri duruşlar için hızla çekilen gemler atların çene ve dişlerinde kronikleşen yaralar açmaktadır.
Bakımı yapılan ve standart bir biniş yapılan atlar ortalama 30 yıl yaşamaktayken, bahsettiğimiz travmalar sebebiyle cirit atları en fazla 10 yıl yaşayabilmektedir. Türkiye Jokey Kulübü’nden çok cüzi fiyatlar karşılığında temin edilen yeni atlar sayesinde cirit atı sirkülasyonu kolayca sağlanmaktadır. Vücudunda gelişen deformasyon ve hastalıklar sebebiyle artık kullanılmayan cirit atlarının akıbeti ise bambaşka bir araştırma konusu olabilir. Küçükbaş hayvanların bile çiple takip edildiği ülkemizde, maalesef atlar tamamen denetimsiz ve takipsiz bir şekilde el değiştirmekte, koşamayan atların akıbeti sahiplerinin vicdanına bırakılmaktadır.
Şüphesiz ki binlerce yılı aşkın bir gelenekle günümüze ulaşan Cirit bizim millî sporumuzdur. Fakat mevcut haliyle hiç bir düzenleme ve sınırlamaya tabi tutulmayan Cirit, bizim için eğlence olurken, binlerce atın ızdırabına sahne olmaktadır. Halbuki bir millet için uzun sayılmayacak bir süre önce Osmanlı ülkesini gezen Alman Elçi Busbecq Türklerdeki at sevgisinin o denli yüksek olduğunu, öyle ki bir çok yerde Türk ailelerin tayları sofraya aldıklarını yazmaktadır. Keza dinimizde atın içtiği artık su, hem içmek hem de abdest almak için temiz addedilmektedir. Peki atları bu kadar sevip kıymet veren, bizzat evcilleştirip dünya medeniyetlerine sunan bir milletin torunları bugün nasıl oluyor kendisini dünya sahnesine taşıyan ve milli şuurumuzda en önemli yerlerden birini işgal eden atlara yapılan muameleyi görmezden gelebiliyor?
Yazarın Bazı Yazıları
Cihan Devleti’nin Şifresi: Liyakat ve Adalet
Osmanlı’da Üniversite Yok Muydu?
Yorum Yaz