Kelâmbaz

“Yunanca Düşünce Arapça Kültür” Kitabı Hakkında Değerlendirme

Gelin sizinle Dimitri Gutas tarafından kaleme alınan Yunanca Düşünce Arapça Kültür isimli eserin değerlendirmesini yaparak 1000 yıl öncesine gidelim. Kitap Gutas tarafından yazılan, 8. ve 10. yüzyıllar arasında “dini olmayan Yunanca eserlerin” Arapça’ya çevrilme devrini ele alıyor.

Önsözünde Gutas’ ın da ifade ettiği üzere bu inceleme “kim”, “ne” ve “ne zaman” soruları bir kenara bırakılarak, çeviri hareketinin tarihi ve sosyal bir fenomen olduğu gerçeğinden hareketle “nasıl” ve “niçin” soruları etrafında gerçekleşmektedir. Bu tarihi ve sosyal fenomenin, “nasıl” ve “niçin” soruları etrafında tahlili kitabın esas problemini oluşturmaktadır.

Yunanca Düşünce Arapça Kültür

Kitabın Muhtevası Hakkında

Gutas, giriş bölümünden başlayarak kitabının muhtelif yerlerinde, çeviri hareketi kapsamında astroloji, simya, aritmetik, geometri, astronomi, metafizik, fizik, mantık, tıp, zooloji, askerlik sanatı gibi ve daha başka alanlarda o kadar fazla Yunanca eserin Arapça diline tercüme edildiğinden bahseder ki “klasik çağ sonrası dinsel olmayan Yunanca eserler konusundaki araştırmaların Arapça’nın tanıklığı olmadan ilerlemesinin çok zor olacağı haklı olarak iddia edilebilir. Arapça bu bağlamda Latince’nin bile önüne geçmekte, ikinci klasik dil olmaktadır” yorumunu yapmaktan kendini alamaz kitabın giriş bölümünde. 

Gutas’ a göre belki de çeviri hareketinin en önemli niteliği, bu hareketin meydana geldiği zaman zarfı ve coğrafya göz önüne alındığında (yani 8. ve 10. yüzyıllar arasında ve özellikle Bağdat’ta) bu hareketin organik bir hareket olduğu gerçeğidir: Başta halifeler olmak üzere devlet memurları ve diğer elitlerin desteği altında tercüme faaliyetleri geçekleşmekteydi; bu çeviri faaliyeti geniş bir kesime yayılmıştı, yani özel bir zümrenin faaliyeti değildi; hem kamusal hem de özel fonlar olmak üzere geniş bir fon desteği söz konusuydu; son olarak da kuşaklar boyunca devam eden disiplinli, sistematik ve ciddi bir faaliyet olarak kendini göstermişti. Gutas’ ın buradan vardığı neticeye göre bu tercüme faaliyeti, İlgili dönemdeki Abbasi toplumunun genel bir tavrını ve kültür anlayışını yansıtıyordu.

Emevi hanedanı yerine gelen Abbasi hanedanının başşehri Şam’dan Bağdat’a taşıması, çeviri hareketi açısından son derece önemli demografik değişmelere yol açtı. Bunun en önemli itici gücü olarak, Şam’daki Hristiyan Bizansların aksine, Bağdat’ta ikamet eden Helenleşmiş bir kültüre sahip İranlılar, Hristiyan Araplar ve Aramilerin Yunan bilimine düşman olmayışı gösterilebilir. Bundan başka, Abbasi öncesi dönemlerde de Yunanca’ dan Süryanice, Arapça ve Farsça gibi dillere çevirilerin olduğundan bahseden Gutas, bu tercümelerin hem sayıca fazla olmaması hem de belirli ihtiyaçlara binaen (mesela Emeviler döneminde yeni fethedilen yerlerdeki halk ve yönetici kadronun anlaşabilmesi için ihtiyaç duyulan çeviriler) bu tercümelerin yapılmasını gerekçe göstererek esas anlamdaki çeviri faaliyetinin Abbasilerle birlikte başladığını söyler. Burada Farsça tercümelere ayrı bir önem verilebilir. Çünkü bu tercümeler sosyal hayatta bazı destekler bulmaktaydı. Bunun da sebebi Zerdüştçü Sasani ideolojinin taşıyıcısı olarak görülmesiydi.

Abbasilerin gerçek kurucusu olan Mansur, yeni bir merkez olarak seçtiği Bağdat’ta meşruiyetini sağlama almak için özellikle İranlı unsurlar nezdinde bazı politikalar güttü. Bunun için Zerdüştçü Sasani kültürünü Abbasi politikalarına dahil etti. Farklı nitelikteki İranlı unsurların hem sayıca yüksek olması hem de devlet kademelerinde bu unsurlara çokça yer verilmesi, Mansur’ un yeni kuracağı ideolojinin de yavaş yavaş şekillenmesine sebep oldu. Bu yeni ideolojinin iki temel unsuru Zerdüştçü imparatorluk ideolojisi ve siyasi astrolojiydi. 

Zerdüştçü ideolojiye göre, bütün bilimler zerdüştlerin mukaddes kitabı Avesta’dan türemiştir. İskender İran’ı yağmaladığında bu bilimler Yunanca’ ya çevrilmişti. Sonra gelen Sasani imparatorları, tüm bu yayılan bilimlerin yazılı olduğu eserleri tekrar kendi dilleri olan Pehleviceye tercüme ettirmek için çaba sarf etmişlerdi. Böylece eski Pers bilimi tekrar canlanacaktı. Bu nedenle çeviri kültürü, Zerdüştçü Sasani imparatorluğu ideolojisinde önemli bir yere sahip olmaktadır. Halife Mansur’ un Sasani imparatorluk ideolojisini benimsemesi beraberinde bu çeviri kültürünü benimsemesi gerçeğini de getirmiştir. 

Abbasi halifeleri, siyasi astrolojiyi de kendi ideolojileri için kullandılar. Bununla hem astrolojik tarih anlayışıyla siyasi iktidar döngüsünün kendilerinde olduğunu hem de coğrafi olarak kadim imparatorlukların mirasçısı oldukları gerçeğini ispatlamaya çalıştılar. Özellikle Abbasilerin ilk dönemindeki çevirilerin çoğunun astroloji üzerine olması bunun bir göstergesidir.

Abbasilerin kurmaya çalıştıkları cihanşümul / üniversal devlet ideolojilerinin sonuçlarından birisi, artık Emeviler dönemindeki gibi Arap olmanın, özellikle devlet yönetiminde bir üstünlük vesilesi olamayacağı iken bir diğer sonucu ise yine bu çerçevede diğer dinlerdeki insanlara din değiştirme ile Müslümanlığı tercih ettirme politikası olmuştur. Bu politika da haliyle hem İslam içi unsurlar (farklı mezhepler) hem de farklı dinlerdeki unsurlar tarafından bir tepki ile karşılanmıştır. Halife Mehdi tarafından özellikle Aristoteles’in Topika isimli eserinin tercüme ettirilmek istenmesi bu doğrultuda anlaşılabilir. Bu eser, tartışma sanatı olan cedeli, sistematik bir temelde öğretmek için yazılmış bir diyalektik eserdir. Bu eser sayesinde farklı mezhep ve dinlerdeki unsurların yapacağı hücum ve eleştirilere sistematik ve ikna edici cevaplar verilebilecektir.

Yine bunun yanında teoloji tartışmaları için de bazı çeviriler kullanılmış, özellikle kozmoloji ile alakalı argümanlarda atomculuk fikri gelişmeye başlamıştır. Bu fikre karşı olanlar tarafından da bazı argümanlar geliştirilmiş ve sarılabilecekleri en kuvvetli dal tabi ki Aristoteles’in Fizik kitabı olmuştur. Buradan hareketle, yapılan bu teoloji tartışmalarında çeviri hareketinin yansımaları da açık biçimde görülmektedir. 

Halife Memun tahta geçtikten sonra karşılaştığı iktidar sorununu çözmek maksadıyla, Mansur’un uyguladığı Sasani Zerdüştlük ideolojisi yerine farklı bir politika takip etti. Bu politikaya göre Memun, İslam dünyasının imparatoru ve Allah’ın halifesi olacaktı. Bu politikayı uygularken kullanacağı araç ise, “yaratılmış (mahluk) Kur’an” öğretisi olacaktı. Hatta bu öğretiyi kabul etmeyen ulema ve hukukçulara hapis ve ölüm gibi farklı cezalar da tatbik edilecekti.

Memun’ un “mihne” olarak adlandırılan bu politikasına göre, İslam inancı ve hukuku konusunda son karar mercii halife olacaktı. Çünkü ona göre, dinsel otorite konusunda birçok ulema da söz sahibiydi ve bu durum merkezi otoriteye karşı bir tehdit oluşturuyordu. Sasani hanedanının kurucusu olan Ardeşir bin Babek’in de bu konudaki öğretilerini göz önünde bulunduran Memun, bu otoriteyi tesis için bir propaganda başlattı. Buna göre a) İslamın savunucusu kendisiydi, b) İslamın doğru yorumunda son karar ona aitti.

İslam’ın savunucusunun kendisi olması, karşısına hedef olarak Bizans’ı çıkarıyordu. Çünkü Bizans sadece kafir değil, aynı zamanda kendi ataları olan Yunanlara da ve onların bilim ve felsefesine de sırt dönmüş gericilerdi. Müslümanlar İslam dini sayesinde Yunanlıların bilim ve felsefesini de benimseyebilmişti; ama Bizanslılar ise Hristiyanlık nedeniyle bu felsefe ve bilimi yasaklamıştı. Burada, çeviri hareketiyle tercüme edilen eserlerin faydasının baştan kabul edildiği de bir gerçektir, aksi halde Bizans’ın itham edilmesi temelsiz olacaktır.

İslam’ın doğru yorumunda son kararın halifeye ait olması, bu kararların alınması sırasında akılcı ve diyalektik bir metodun takip edilmesiyle mümkün olacaktır. Burada özellikle Müslümanların farklı guruplarına gönderme vardır. Eğer Müslümanlar da akılcı bir metotla dini yorumlamaz, Yunan bilim ve felsefesine sırt çevirirlerse sonları Hristiyan Bizans gibi olabilirdi. Burada, çeviri hareketi ve bu hareketle gelen eserlerin gerekliliği de vurgulanmış oluyordu tekrar.

Özellikle Abbasi Devleti’nin ilk dönemlerinde çeviri hareketi, devletin kurmaya çalıştığı ideolojinin bir yardımcısı olarak hizmet görmüştür. Aşağıda da anlatacağımız üzere bu hareketin farklı alanlarda da yansıması olmuş olup yine bu yansımalar da çeviri hareketini farklı yönlerden etkilemiş ve yönlendirmiştir.

Eserin Eleştirel Değerlendirmesi

Gutas’ın, bu kitabında genel olarak ele aldığı konu, Abbasi döneminde 8. ve 10. yüzyıllar arasında dinsel olmayan Yunanca eserlerin, farklı din, dil ve ırktaki tercümanlar tarafından; başta Halifeler olmak üzere devlet adamları, askerler, entelektüeller ve bilim adamları gibi farklı sınıflara mensup hamilerin desteğiyle Yunanca’ dan Arapça’ ya tercüme edilme sürecidir. Yine bu süreçte, uzun bir zamana yayılan böyle bir çeviri faaliyetinin Abbasi toplumunun genelinde kendisine bir taban bulabilmiş olması gerçeği de vurgulanmaktadır.

Hatta içtimai, askeri, bilimsel ve siyaset gibi alanlara ait ihtiyaçların karşılanması ve problemlerin çözülmesi için gerçekleştirilen bu tercüme faaliyeti öyle bir noktaya ulaşmıştır ki, yeni yapılan talepler artık yeni bir tercümeyi gerektirmekten ziyade bu alanda söz sahibi olmuş ilim ehli birinin kendi neşredeceği bir esere doğru yönelmiştir. Yani tercümeler yoluyla elde edilen bilimsel ve felsefi birikim sayesinde Abbasi toplumu kendi bilim ve felsefe uzmanlarını oluşturmuştur.

Gutas’ ın ele aldığı bir diğer önemli konu hem bu tercüme faaliyetlerinin hem de bu faaliyet sonucu oluşan birikimin Abbasilerin ilk iki yüzyılı boyunca organik bir şekilde oluştuğudur. Gutas’ın da kitapta hatalı bir tespit olduğunu düşündüğü şekliyle, “Yunanca kültürün manastırlarda ve Hristiyanlık merkezlerinde İslam’dan önce ve İslam’ın ilk yüzyılında serpildiğini ve Yunanca – Arapça çeviri hareketinin sadece Hristiyanların önceden var olan Yunanca bilgisi üzerinde yükseldiğini söylemek yanlıştır.” (sf 135). 

Gutas’ın önemli katkılarından bir tanesi, Müslümanların, İslam dininin de vermiş olduğu itici güçle, entelektüel bir merak sahibi olduklarından hareketle böyle bir birikime imza attıklarını tespit etmesidir. İslam coğrafyasındaki bu faaliyetin bir taklit ya da medeniyet tarihindeki bir ara geçiş formu olmasından ziyade, haddizatında şuurlu ve derinliği olan bir nitelikte olduğunu belirten Gutas, bu çeviri hareketinin bir nevi Yunan düşünce mirasının devralınması olduğunu belirtir. Bütün bunlardan hareketle Gutas’ın eserinin alanında önemli bir boşluğu doldurduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Okuyucusuna oldukça fazla bilgi katacağını ve yeni ufuklar açacağını da düşünmekteyiz. Kitabın genel olarak okunmasının faydalı olduğunu düşünüyoruz. Yalnız bazı noktalarda yazara katılmamaktayız.

Kitabın geneline baktığımızda alanında oldukça fazla boşluğu doldurduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Okuyucusuna oldukça fazla bilgi katacağını ve yeni ufuklar açacağını da düşünmekteyiz. Kitabın genel olarak okunmasının faydalı olduğunu düşünüyoruz. Yalnız bazı noktalarda yazara katılmamaktayız.

Bu noktalardan bir tanesi, belki de İslam felsefesi araştırmalarının ve İslam Felsefesinin kendisinin en önemli kısmını oluşturan, İslam felsefesinin tanımının ve mahiyetinin ne olduğu sorusu hakkındadır. Öncelikle şunu söylemek gerekmektedir ki felsefe genel olarak hakikatin bilgisine ulaşmaksa, bunun başına İslam kelimesi geldiğinde anlam nasıl değişecektir? Bundan iki anlam çıkmaktadır. Birincisi, İslam coğrafyasında bulunan farklı dil, din ve ırktaki insanların genel olarak hakikat bilgisine ulaşma serüvenini ifade eder. İkincisi ise yine yukarıdaki anlamı da kısmi ya da tam olarak ihtiva edecek şekilde İslam (ve vahiy) bilgileriyle alakalı noktalarda da hakikatin ne olduğu sorusunun cevabının felsefenin temel karakteri olan akli muhakeme yöntemiyle cevaplanması sürecini ifade eder. 

İslam filozofu tabirini kullanmamıza sebep olan Kindi, Farabi, İbni Sina ve İbni Rüşd gibi bilim adamı ve felsefecilerin varlığı, bize yukarıdaki her iki tanımın da bu çeviri faaliyetleriyle ilişkili olduğunu söylemektedir. Buradan hareketle dini olmayan Yunanca eserleri iki kategoriye ayırmak gerekmektedir. Bunlardan ilki, özellikle pratik bilimlerle alakalı olan tıp, astronomi, hendese, astroloji, botanik, coğrafya, zooloji gibi günlük hayatta ihtiyaç duyulan mevzularda bir çözüm getiren bilimlerdir. İkincisi ise daha ziyade teorik karakterde olup, matematik, cebir, fizik, metafizik gibi bilimler olup bunların da çoğu günlük hayatta uygulamalı olarak kullanılabilmektedir. Burada ele alınması gereken bilim ise, çevrilen bu eserlerin tekdüzeliğini bozması bakımından metafizik olacaktır.

Metafizik deyince akla ilk olarak Aristoteles’in metafizik adlı eseri ve Plotinos’un Enneadları gelmektedir. Bunları söylememizin sebebi, kitabın son bölümünde Gutas’ın da belirttiği çeviri hareketlerine tepkilerin yanlış anlaşılmasına sebep verebilme potansiyelinin önüne geçebilmektir. 

Dinsel olmayan eserler içinde yukarıda bahsettiğimiz metafizikle alakalı eserlerin yerinin ayrı tutulması gerektiğini ve Gutas’ın düşündüğü gibi çeviri faaliyeti ile tercüme edilen bütün eserlerin toplu bir şekilde iltifata tabi tutulmuş olmadığını düşünmekteyim. Düşüncemin aksi yönünde bir ispatlama çabası içinde olan Gutas, yaptığı bir alıntıdan sonra şöyle demektedir: “Bu alıntılar 9.yüzyılda Bağdat’ın son derece zengin bir toplumsal dokusu olduğunu ve çeşit çeşit fikirlere rastlanıldığını ispatlamaktadır. Entelektüel ve ideolojik görüşler arasına kesin tanımlanmış sınırlar çekilmemişti, hiçbir hareket veya inanç gurubu belirgin bir üstünlük sağlamamıştı. Her konuda birbirinden farklı görüş bulmak mümkündü.” (sh 155).

Öncelikle şunu söylemek isteriz ki, bir konudaki farklı görüşlerin olmasının gösterdiği şey sadece görüşlerin sayısındaki niceliksel/kemiyete dair bir durumdur. Bu durumdan, bu görüşler içinde en az savunulan görüşün en doğru görüş olmayacağı neticesi çıkmaz. Bundan başka, Gutas’ın alıntı yaptığı pasajda geçen, bilgece bir sözü kim söylerse söylesin almak lazımdır, ifadesi de oldukça esnek bir sözdür. Bu söz de pasaj sahibi tarafından Hazreti Peygamber’in amcasına isnat edilmektedir. Bundan daha da öteye gidip, bizzat Hazreti Peygamber’e isnat edilen şu manadaki sözü ele alalım: “Hikmet (bilgelik) müminin yitik malıdır, nerede bulursa alsın.” Bu sözü de kullanarak, Yunan eserlerinin tümünü almamız ve hepsini benimseyerek bunlar üzerine yeni bilgiler inşa etmemizin de doğru bir bakış açısını sunmayacağını düşünüyorum. Çünkü aynı peygamber dinde bozukluk meydana çıkaranlar için de tehditvari sözler söylemiştir. Tabloya bir bütün olarak baktığımız zaman, hikmet, yani bilgeliğe konu olan tıp, astronomi, botanik, sanat, mimari, müzik, fizik, cebir, hendese, zooloji gibi bilimlerin hepsi, yukarıda Hazreti Peygamber’in hikmet vurgusunda da görüldüğü üzere İslam tarafından da teşvik edilmiştir. Ama metafizikle alakalı, hususen yaratıcının mahiyeti, nitelikleri, evrenin kadim-hadis oluşu, hareket ve zamanın kadim-hadis oluşu, Kur’an’ ın kadim-mahluk oluşu gibi konularda, felsefenin akıl yürütme prensiplerine her zaman bir tepki olmuştur. Mansur’un İmam Malikle, Memun’un Ahmed bin Hanbel ile olan ve sonraki zamanlarda da mütekellimunun filozoflarla olan münazaraları bu çerçevede değerlendirilmelidir.

Burada ismini zikretmemiz gereken en önemli İslam Filozofu Kindi’ dir. Çünkü, bu çeviri faaliyetleri sırasında metafizikle belki de en çok o ilgilenmiştir. Kendisi aklın üstünlüğüne o kadar inanıyordu ki akıl yürütmeler kullanarak matematiksel bir kesinliğe ulaşmayı hedefliyordu. Hatta bu çürütülemez ispat yöntemini tanrıbilim ve din tartışmalarında da kullanmak istedi ve bunun için Aristoteles’ in Metafizik eserini çevirdi. Gutas’ a göre, Tanrı ile alakalı problemler de entelektüel bir nitelik taşımaktaydı ve bu gibi problemlerin çözümünde Yunanca eserlere başvurulması, o dönemin şartlarında alışıldık bir olguydu.

Gutas burada yine yukarıda bahsettiğimiz yanılgıya düşmektedir kanaatimce. Her ne kadar Hazreti Peygamber zamanında sistematik olmasa da bir kelam anlayışı mevcuttu. Ve bu anlayış zaman geçtikçe, Ebu Hanife, Şafii, Malik ve Ahmed bin Hanbel gibi hem hukukçu hem mütekellimun hususiyetine sahip kişilerle; Eşari ve Maturidi gibi akaid alanında ön plana çıkmış ulemanın çabalarıyla belirli bir form kazanmıştır. Zaten hem bu dönemde hem de daha sonraki dönemlerde gelen mütekellimun ile filozoflar arasında meydana gelen münazara ve tehafüt geleneği, bu sistematikleşme yolundaki kelam anlayışı ile tanrıbiliminin felsefi yollarla izah edilme anlayışı arasındaki gerilimi yansıtmaktadır.

Buna ilave olarak, kitapta geçen bazı Müslüman bilim adamlarının Yunanca eserlerin tercümesi yoluyla yaptıkları bilim faaliyetlerinden bahsedilmekte ve bu bilimsel faaliyetlerin Abbasi toplumunun geneline yansımış olduğu şeklinde bir izahat yoluna gidilmektedir. Bu görüşün doğru olduğu şüphe götürmez bizce de. Ama bunun yanında, bahsi geçen Müslüman bilim adamları, mesela Biruni, Metafizik konularda felsefi faaliyette bulunan filozoflara tepki koymuştur zaman zaman. Bu konuda Biruni ile İbni Sina arasında geçen münazaradan bazı bölümler, Türk Tarih Kurumundan çıkan Beyruni’ye Armağan isimli eserde yer almaktadır. Hatta bahsi geçen mevzu, Aristoteles’in hem Fizik hem de Metafizik isimli eserinde geçen temel mevzulardan olan, hareketin ve zamanın ezeli-ebedi olma meselesidir (aslında bu fikirlerle temellendirilen alemin kadim olması meselesi).

Gutas’ın tüm kitap boyunca savunduğu görüş olan, Yunanca – Arapça çeviri faaliyetinin organik ve kendine hasar bir karakteri olduğu gerçeği, buna ilaveten bu gerçeğin gelişigüzel bir nitelikte olmayıp Abbasi toplumunun farklı dönemlerinde ve farklı kesimleri tarafından umumi olarak tasvip görmüş olması, Gutas’ın kitabı hazırlarken vurgulamak istediği noktaları oluşturmaktadır. Kitabın genel bağlamına baktığımızda da bu fikirlerin doğru bir temel üzerine inşa edildiğini söyleyebiliriz. Bununla birlikte, yukarıda ifade ettiğimiz fikirlerin de tercüme edilen eserlerin ve çeviri faaliyetinin bir bütün olarak anlaşılması noktasında göz önüne alınmasının faydalı olacağını düşünmekteyiz. 

Yine burayla sıkı sıkıya bağlantılı bir mevzu olan, İslam’da ortodoksluk var mı? Sorusunun cevabı da önem teşkil etmektedir. Çünkü Gutas, İslam’da böyle bir ortodoksluğun olmadığını düşünmektedir. Sebebini ise az önce yukarıda açıkladık. Çok fazla fikrin olması bu fikirlerden birinin Ortodoks fikir olmayacağı anlamına gelmez nitekim.

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!