Kelâmbaz
Futbol ve Fanatizm futbol, fanatizm ve Holiganizm

Türkiye’de Futbol ve Fanatizm Üzerine

Portekizli diktatör Salazar’a ülkeyi 41 yıl tek başına nasıl yönettiğini sormuşlar. Hafif bir gülümseme ile “Tres F” yani “3 F ile” diye cevap vermiş; Fado (müzik), Fiesta (eğlence) ve Football (futbol).

Fanatizm, insanın bir şeye coşku ve tutkuyla, aşırılıkla, körü körüne bağlanması manasına gelir. Holiganizm ise İngilizce kökenli ‘hooligan’ kelimesinden dilimize geçmiş ve ‘serseri, çete, kabadayı’ manalarına gelmektedir. Tahmin edilmesi zor olmayacağı üzere fanatizm, holiganizmin kardeşidir. Fanatizm ve holiganizm birbirlerini besler.

Peki, insanlar neden fanatizmi bir holiganizme dönüştürür? Bu yoğun aidiyet duygusu nereden geliyor? Hele ki söz konusu milyon dolarlar kazanıp da, taraftarına hiçbir faydası olmayan bir İngiliz oyunuysa…

1969 yılında başladığı profesyonel kariyerinde 49. yılına giren Şenol Güneş’in hoşuma giden -itiraf niteliğinde- güzel bir sözü var: “Futbolu eskiden açlar oynar, zenginler izlerdi; şimdi zenginler oynuyor, açlar izliyor.” Harikulade bir söz!
En son Beşiktaş takımını şampiyon yapan, Türkiye’deki sayılı futbol teknik adamlarından Şenol Güneş, milyon dolarlar kazandığı sektör hakkında günümüzde yaşananları kısmen özetleyen bir söz söylemiş.

Yırtık ayakkabısı, cebinde sayılı parası bir de eskimiş ceketi var ‘cefakâr’ın… Otobüs kaldırıyorlar deplasmana, takıma destek lazımmış; bu maç çok önemliymiş, kazanamadıkları takdirde küme düşebilirlermiş.
Atlayıp gidiyor cefakâr yoğun duygularla, aidiyet duygusunu tüm vücudunda hissederek. On iki saat süren yol boyunca, bir sandviç vermişler -peynir kokuyor, domates lastik gibi- bir de molada cömert bir arkadaşın ısmarladığı demli çay…

Maç başlamış, takımları yenilmiş; futbolcuları hiç iyi oynayamamış, maç boyunca küfür etmişler, bununla kalmayıp koltukları yerinden söküp bir de ateşe vermişler. Polis tazyikli suyla müdahale etmiş. Yağmur yağmasaymış bütün tribün yanacakmış. Cayır cayır…

Bizim cefakârın yırtık ayakkabısı su almış. Tazyikli sudan da nasibini almış. Dönüş yolunda ateşlenmiş, iştahı kapanmış; dağıtılan -lezzetli- sandviçlerden payına düşeni de yiyememiş! Yolda dört kere tuvalete gitmiş, cebinde birkaç metelik kalmış. Sonunda dönüvermiş ‘ait’ olduğu yere…

Mağlubiyetten sonra futbolcuların hesaplarına harçlık mahiyetinde bir miktar para yatırılmış, iki gün izin verilmiş. İzni iyi değerlendirmek isteyen futbolcular takım uçağına binmeyi reddederek tutmuşlar tatil beldelerinin yolunu. Bizim cefakâr da hastanenin yolunu…

Evet cefakârın hikayesi böyle..

Şampiyon olan takıma gelelim; reklam, forma, bilet, stadyum isim hakkı vs. diğer gelirler ve en sonuncusu şampiyonluk geliri… Şampiyon futbol takımına bunlar yetmedi bir de kendisini doksan dakika boyunca destekleyen ‘cefakâr’ taraftarına şampiyonluk kutlamalarını stadyumda yaşayabilmeleri için bilet satmaya çalışıyor. Peki, günün; haftanın, ayın, yılın, ömrün sonunda bu ‘cefakâr’ taraftar ne kazanıyor?

Hiçbir şey!

Sen cefasını çekiyorsun onlar sefasını sürüyor!

Bunun adı vahşi kapitalizmdir. Bunun adı sömürüdür. Bunun adı halkı aptal yerine koymaktır.

Ayrıca son hadiselerde görüldü ki tribünlerde yaşananlar ülkede de gerginliğe, fitne fesat çıkmasına da sebep olabiliyor. Yani tribünde başlayan kıvılcım halkın arasına ikilik girmesine huzurun bozulmasına yol açabiliyor. Senelerce Osmanlı topraklarında vazife yapmış İngiliz casusu Hempher kaleme aldığı itiraflarında Müslümanların kuvvetli noktalarını tahrip etmek için şu tavsiyede bulunuyor: “Siyasi fırkaların ve spor kulüplerinin çoğalmasını sağlayacağız. Partileri ve kulüpleri birbirine düşman yapacağız”

Roma döneminde imparatorlar iktidarlarını pekiştirmek, çalışmaktan bunalan, isyan derecesine gelen halkın isyan etmesini engellemek için sözde halkı eğlendirmek gayesiyle kolezyumlarda; gladyatör dövüşleri, gösteriler vs. etkinlikler düzenlettirirlermiş. Mamafih insanlar çektiği sıkıntıları unutur, bir nevi uyuşur ve yönetime başkaldırmazlarmış.

İmparatorluklar, devletler, insanlar, araçlar, mekânlar, sistemler vs.  aklınıza ne geliyorsa her şey değişti. Peki, o günden bugüne değişmeyen ne oldu?

Cevabını siz kıymetli okurlara bırakıyorum…

Yazarımızın beğenebileceğiniz bir başka yazısı:

Zayi Olan Nesillerimiz

Ahmet Faruk Şenkaya

Ahmet Faruk Şenkaya

İlahiyat fakültesi mezunu,
Yazı yazmasının sebebi; yazarken hem kendisi birşeyler öğrenmek hem de öğrendiklerini başkalarıyla paylaşmak,
Herhangi bir iddiası yok.

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!