Kelâmbaz

Tanzimat’ın Yetiştirdiği İnci – Bürokrat ve Otokrat

Kökleri 14.ncü asra uzanan Osmanlı devleti, iletişim imkanlarının çok ciddi ilerleme kaydettiği ve modern devlet zihniyetinin teşekkül ettiği 19.ncu asırda önemli bir değişim yaşadı. Tanzimat-ı Hayriyye ismi verilen ferman ile devlet yönetiminde bir dizi müh,im değişikliğe gidildi. Her ne kadar ferman yürürlükteki hukuki hükümleri teyid ederek uzatsa da, en önemlisi padişahın vezirleri siyaseten katil ve memurları muhakemesiz vazifeden azil yetkilerini almaktaydı. Bu iki madde ile tecrübeli vezirler, ki artık onlara nazır denilmektedir, sultana karşı çok önemli bir zafer kazanmaktaydı. 1839’da başlayıp 1871’e kadar sürdüğü kabul edilen Tanzimat devrine 3 önemli isim damga vurmuştur. Bunlar Mustafa Reşid Paşa onun yetiştirdiği -yazımızın konusunu teşkil edecek – Mehmed Emin Âli ve Keçecizade Fuat Paşalardır. 

Öncelikle Âli Paşa politik vaziyeti ve Yeni Osmanlıların ona muhalefeti dışında tarihimizde pek anılmayan, ismi bilinse de Mustafa Reşid Paşa’nın gölgesinde kalmış bir şahsiyettir. Okumakta olduğum, Sultan Abdülhamid devrini idrak etmiş kıymetli bir devlet adamı ve tarihçi İbnülemin Mahmud Kemal’in “Son Sadrazamlar” isimli eserinden Âli Paşa’ya dair alaka çekici ve ehemmiyeti haiz gördüğüm anektod ve hatıraları bu yazıda aktaracağım.  

KESİLİNCE İLİM YOLU, AÇILIR BAB-I ÂLİ

Âli Paşa Bizans’tan kalma bir sur kapısı olan Bahçekapı’yı açıp kapatmakla vazifeli ve Mısır çarşısında ufak bir attar dükkanı olan sıradan bir babanın oğludur. Bahçekapısı geçirdiği yangın sonrasında harap vaziyette olduğu için 1865’te yıktırılmıştır. Ömrü boyunca kendisine yapılan hicivlerde bir istihza (alay) vesilesi olan baba yadigarı kapıyı paşanın koru(ya)madığı anlaşılıyor.

 Çocuk yaşta babasını kaybedince, ilim hayatı erkenden sona ermiştir. Ne var ki bir vesile ile parlak zekası ve istidadı (kabiliyeti) keşfedilip Divan-ı Humayun Kalemi’ne girer. Devrin bürokrat ve diplomatlarının yetiştiği kalemde kısa sürede sivrilir. Paris, Viyana ve Londra’da sefaret müsteşarı olarak geçirdiği sürede Fransızca’yı mükemmel düzeyde tahsil eder.

Osmanlı bürokratlarının yetiştiği Divan-ı Hümayun Kalemi -temsili resim

ÖNCE HÂMİ SONRA RAKİP MUSTAFA REŞİD PAŞA İLE

Âli Paşa’nın, bugün üniversiteden mezuniyet yaşları olan 20’li yaşların ortasında, Osmanlı Devleti gibi devrin G-7 ülkelerinden birinde bakanlık ve müsteşarlık yapması, Osmanlı’daki maarifin fevkaladeliği hakkında fikir vermektedir. Âli Paşa, meslekteki ustalığını Tanzimat’ın babası mesabesindeki Mustafa Reşid Paşa’ya borçludur. Ne var ki Mustafa Reşid Paşa’nın azli ile Sadrazam olarak tayin edilince aralarındaki ilişki onarılmaz bir darbe alacaktır. Âli Paşa önce velinimeti hayatta iken vazifeyi kabul etmeye yanaşmaz, hünkar buyruğuna uyduktan sonra ise Reşid Paşa’yı ziyaret edip elini öper, fakat fitneciler ikisinin arasını açmayı başarırlar.

İlk sadrazamlığı öylesine kısa sürer ki, ikinci kez sadrazam yapıldığını öğrendiğinde dostu Fuat Paşa’ya yazdığı mektupta, muhtemelen bu sadaretinin de çok kısa süreceğini ve kendisinin bu zorlu vazifenin altından nasıl kalkacağını bilemediğini yazar. Âli Paşa’nın bu yazdıkları tevazu eseri görülebilirse de, itimâd-ı nefs (kendine güven) konusunda zayıf olduğu kaydedilmektedir. Genç yaşta yetim kalması, boyunun kısalığı, babasının mesleği sebebiyle uğradığı hakaretler sebebiyle mi karakter icabı mı böyle olduğu meçhuldür. 

NAZİK MECLİSLERİN LAZIM-I GAYRI MÜFARIKI

Sadrazamlıktan azledildikten sonra boş vakit bulan Paşa, arkadaşı Ahmet Cevdet Paşa’dan medrese derslerini tahsil etmek üzere rahleye oturur. Cevdet Paşa pek zeki ve müsteid (kabiliyetli) şakirdinden çok memnundur ki eski Sadrazam, fevkalade hal sebebiyle İzmir Valiliği vazifesiyle ilim hayatına tekrar veda edecektir. Cevdet Paşa’ya mektupta, hocasının himmeti eseri bir aralık cehalet perdesinin önünden kalkacağını çok umdu ise de buna da feleğin müsaade etmediğini yazar.

Kırım Harbi‘ni müteakiben Paris’te toplanan Sulh Konferansı’na Osmanlı Devleti’ni temsilen katılır. Konferansa katılanlardan İtalyan delegesi Kont Cavour, müzakereler boyunca Âli Paşa’nın salondaki mevkidaşlarına olan üstünlüğünü ifade etmekten çekinmemiştir. Devrin Fransa İmparatoru 3. Napolyon “Âli Paşa gibi bir Hariciye Nazırım olacaktı ki..” dedi rivayet olunur. 

Paris Muahedesi’nde delegeler, sağda altta Âli Paşa

Sultan Abdülhamid devrinde dahi -Âli Paşa’nın ölümünden 20-30 sene sonra- mühim bir meseleye dair nota yazılmaya lüzum görüldükte Âli Paşa’nın Hazine-i Evrak’ta saklanan nota müsveddelerinin hariciye memurları tarafından incelendiği ve bunlar örnek alınarak nota yazıldığı rivayet olunur. Paşa müzakere ve diplomatik metinlere hakimiyetinden başka dürüstlüğü ile de şöhret yapmıştır. Öyle ki Avrupalılar arasında “Türkiye rical-i siyasiyyesi arasında bahşiş kabul etmeyen zat.” olarak anılır. Defaatle imparatorluğun 1 numaralı adamı olan Âli Paşa’nın Mercan’da bir konak ve Bebek’te 1 yalıdan başka hasılatlı bir borç bırakmış olması onun ne kadar dürüst olduğunun en açık nişanesidir.  

Girit isyanını gösteren bir gravür

Âli Paşa Osmanlı Devleti’nin mali buhranlar geçirdiği devirde, memleketi Rusya ve Fransa’nın tahrik ettiği Balkan uluslarına karşı imparatorluğu realist ve rasyonel bir politika anlayışı ile idare eder. Girit meselesinde sarf ettiği diplomasi ile adada Osmanlı hakimiyeti yarım asır daha devam eder. Öte yandan Belgrad gibi fiilen Osmanlı idaresinden çıkmış bazı kaleleri haysiyet kırıcı dahi olsa boşaltır. Böylelikle Rusya ile mali ve insani açıdan memleket için yıkıcı bir harbe girmekten ülkeyi kurtarır. Ölümünden 6 sene sonra Mithat Paşa çok daha önemsiz bir toprak parçasını vermemek adına ülkeyi harbe sokup, 93 harbi perişanlığı yaşanınca Âli Paşa’nın ne kadar isabetli bir politika takip ettiği daha iyi anlaşılacaktır.

KENDİSİNE YÖNELTİLEN ELEŞTİRİLER – GENÇ OSMANLILARIN DOĞUŞU

Âli Paşa 1858’de önce velinimeti sonra 1 numaralı rakibi olan Mustafa Reşid Paşa’nın ölümü üzerine siyaset sahnesine olanca ağırlığı ile damgasını vurur. Ne var ki usta bürokratın hoşlanmadığı bir şey vardır: Rekabet. Tek refiki kendisine tehdit teşkil etmeyen Fuat Paşa’dır. Âli Paşa’nın meziyyetlerini sayanlar onu mutlaka ve mutlaka bir mevzuda mahkum sandalyesine oturtmayı ihmal etmezler. O da yerine ehliyetli, dirayetli, iş bilir genç devlet adamları yetiştirmemesidir. Ahmed Cevdet Paşa bu hususta Maruzat’ta biraz da mübalağa ile olacak “… Âli Paşa âdem yetiştirmek şöyle dursun, yetişecek ademlerin yolunu keser diye cemiyetlerde insanlar korku ve dehşet içinde idi.” der. 

Âli Paşa’nın ülkeyi idare etmek uğruna giriştiği amansız mücadele, genç nesillerin kendisine düşman olarak, Avrupa’ya kaçmalarına sebep olmuştur. Namık Kemal, Ziya Paşa, Şinasi gibi “Genç Osmanlılar” ismi verilen münevver gençler, Avrupa’daki Jön Türk fitnesinin nüvesini teşkil etmişlerdir. Ne var ki bunlar bile Âli Paşa’nın vefatını müteakip onun devlet gemisini yüzdürmekte ne kadar mahir bir kaptan olduğunu itiraf etmişlerdir.

Genç Osmanlılar bir arada: Namık Kemal, Ziya Paşa, Ebuzziya Tevfik, Recaizade Mahmut Ekrem.

“Son Sadrazamlar”ın müellifi İbnülemin Mahmud Kemal Bey, Mabeyn Katiplerinden Nuri Bey’in kendisine mükerreren anlattığı anektodu şöyle aktarmaktadır:“Avrupa’dan avdetimden (dönüşümden) biraz sonra bir gün Bayezid Meydanında Ziya Paşa’ya tesadüf ettim. “Nuri ne dersin, bugün hiç gidemeyeceğim bir yere gitmeyeyim mi?” dedi. “Senin gidemeyeceğin yer Hicaz yahud camidir.” cevabını verdim. “Âli Paşa’nın kabrine gittim. Başucuna oturdum. Âli beni affet, aleyhinde bulunduğumdan dolayı âdeta … yediğimi şimdi anlıyorum” diyerek istida-ı af ettim (af diledim).” dedi. 

Âli Paşa’nın kabri, Süleymaniye Camii haziresi

İbnülemin Mahmud Kemal, Âli Paşa’ya atfedilen kusurlardan biri olarak da “kindar” olmasını ele alır:

“Mahremlerinden eski Dahiliye Nazırı Said Efendiden naklolunduğuna göre: 

“Reşid Paşa çabuk hiddetlenir ve öfkelendiği şahısla uğraşırdı. Fakat o şahıs eğer ki kendisine sığınırsa derhal affederdi. 

Fuad Paşa öfkelendiği adamı kalbinden çıkarır, ne iyilik ne kötülük ederdi. 

Ali Paşa ise öfkelenmez, öfkelendiği kimseye hislerini göstermez, fakat onu asla affetmezdi.” 

Af, zaferin zekatıdır. Zafere nail olup da zekatını vermeyenlerin, insaniyet ve mürüvvet indinde asla affa layık olamazlar.” 

Mercan’da Âli Paşa konağı, bu eser 1911’de yanmış, 1950’li yıllarda ise şehrin silüetine uygun bulunmadığı için yıktırılmıştır.

ÂLİ PAŞA HAKKINDA ANLATILANLAR

En yakın dostu Fuad Paşa, Ali Paşa’nın halini şöyle özetlemiştir: “Âli Paşa ve ben muhallebiciye benzeriz. O, nefis muhallebi yapar fakat satmasını bilmez, ben ise yapmasını bilmem ama satmasını pek iyi bilirim. O sokağa çıkıp, korkunç bir seda ile “muhallebi” diye bağırınca çocuklar umacı görümüş gibi kaçarlar. Ben tablayı başıma koyup çocuklara şirin bir ses ve eda ile “küçük beylerim, küçük hanımlarım” diye dolaşmaya başlayınca koşup etrafıma dizilir, ne varsa alırlar.”

Rivayet olunur ki bir gün Âli Paşa, Sultan Abdülaziz’in huzuruna girdikte padişahın gecelik elbise ile oturduğunu görünce temenna ederek döner ve “Efendimiz istirahat buyururlarken niçin rahatsız ettiniz” diyerek mabeyncileri azarlar. Firaset sahibi olan Sultan Abdülaziz, sadrazamın dönmesinin sebebini anlayarak kıyafetini değiştirdikten sonra paşayı kabul eder. 

Bebek’te, Yusuf Kamil Paşa Yalısı

Âli Paşa’nın hem birlikte kitap okuduğu ve edebiyat sohbetleri yaptığı dostu hem yalı komşusu olan zenginliği ile de maruf Yusuf Kamil Paşa‘nın, Bebek’teki yalısı tamamlandıktan sonra tebrik için gelen vükeladan biri “Böyle âli kâşaneler değil, en adi bir ev yapıldığı vakit, bed nazardan muhafaza için -gözlere çarpacak bir mahalline- eski papuç, nazar boncuğu vesaire takarlar. Emir buyurulsa da birkaç yere nazarlık asılsa” demeleri üzerine huzzâr arasında bulunan Âli Paşa “Bendehane (mütevazi hanem) nazar boncuğu vazifesini ifa eder” demiştir. 

Sadrazamlıktan azil sonrası İzmir’e vali tayin edildikte, paşa idare meclisini toplayıp, onlara kendisinin mühim memuriyetlerde bulunduğunu, idare-i devlete vukuf hasıl ettiğinden memleketin el birliği ile iyi idare edilmesi için kendisinin gittiği yolu takip etmelerini söylemiş. Bunun üzerine azalardan biri “Paşam biz deve gibiyiz, efendim nereye yederse oraya gideriz” cevabını vermiş. Paşanın bunu hikaye ederken: “Herif ilk ağızda beni deve kervanının önüne geçirdi” diye anlattığı anlatılır. 

Bu yazıda istifade ettiğimiz Son Sadrazamlar kitabı

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!