Kelâmbaz

Nokia’dan Osmanlı’ya Değişimi Yönetmek

“Yanlış hiçbir şey yapmadık ama her nasılsa kaybettik.

Bu sözler bir zamanların dünya telefon pazarının tartışmasız hakimi Nokia’nın CEO’suna ait. Çok da uzak olmayan bir zaman önce dünyada satılan her iki telefondan birisi Nokia markasını taşıyordu. Kimse onun liderlikten düşmesine bile ihtimal vermezken Nokia önce ciddi pazar payı kaybedip piyasadan silindi ardından da Microsoft’a satıldı. Nokia’nın dünya lideri olduğu dönemde belki henüz kurulmamış olan veyahut pazarda henüz küçük oyuncular olan Amerikalı, Koreli ve Çinli imalatçılar ise bugün çok büyük cirolar elde ediyorlar. Peki gerçekten de Nokia CEO’sunun dediği gibi yanlış bir şey yapmadan kaybetmek mümkün mü? Gelin bu sorunun cevabını arayalım.

-Zeyl-

Bugün yönetim bilimi Nokia’nın içine düştüğü vaziyet yıkıcı inovasyonun(disruptive innovation) meşhur misallerinden biri olarak gösteriyor. Tuşlu telefondan dokunmatiğe eh işte geçen Nokia’nın, iPhone devriminin ardından apple store ve androidin sınırsız aplikasyon dünyasına uyum sağlayamaması, Symbian ve ardından Windows mobile işletim sistemi tercihleri şirketin kaybetme sebepleri olarak gösteriliyor.

——-

Nokia’nın bu gerileyişi bir günde olmadı elbette. Peki Nokia’da kimse bu geleceği öngöremedi mi? Veya daha ilginci web forumlarında teknoloji köşesi yazarlığı yapan 20li yaşlarında gençlerin o dönem Nokia için öngördükleri karanlık günleri anlı şanlı etiketlere sahip Nokia yönetim kurulu üyeleri göremediler mi? Aslında yazıda anlatmak istediğim de bu. Liderlik psikolojisi ve lider organizasyonlarda değişimi yönetmenin zorluğu.

Elinizde kazanan bir model var. Veriler güzel geliyor, lidersiniz. Diğer tarafta yeni teknolojiler, yeni stratejiler vs. görüyorsunuz ama bunlar henüz yeniler ve ne kadar başarılı olacakları belli değil. Her şey güzel giderken, sektörde lider iken bu yeni sulara dümen kırmak çok zor. Halbuki kaybedecek çok da bir şeyi olmayan firmalar için bu kararları almak çok daha kolay.

10 sene önce Toyota hibrit modelleri ile sürekli ödüller alırken, satışları da gayet iyi giderken tam elektrik teknolojisinin yavaş da olsa gelişimini görüyordu. Ama hibrit ile ön hazırlığını yaptığı tam elektrikli teknolojisine de yatırım yapmak yerine sadece hibridi nasıl iyileştirebilir ve daha fazla satabilirim sorusuna odaklandı. Bugün geldiğimiz noktada Toyota elektrikli otomobil teknolojisinde en geride kalan firmalardan birisi. Liderlik her zaman avantaj değil hatta hızlı dönüşümlerin yaşandığı dönemlerde aksine ciddi bir dezavantaj.

-Zeyl-

Şirketler için aslında nispeten kolay bir çözüm var. Küçük atışlarla denemeler yapmak. Yani bütün kaynaklarını o hedefe yönlendirmese bile en azından o teknolojiden geri kalmamak adına bir atış da oraya yapmak. Bunun yanında bu sahayla alakalı startup ölçeğinde girişimleri satın almak ve onların çevik yapısı ile ilerlemek de son dönemin popüler tercihlerinden. İyiden mükemmele kitabının yazarı Collins bu stratejiyi şöyle örneklendiriyor; birçok düşman mevzisine ufak atışlar yap, cevap gelen yere top atışı yap!

———-

Peki bütün bunların Osmanlıyla ilgisi ne? Osmanlılar da lider olmanın sıkıntılarını yaşadılar. Biraz daha açarsak Osmanlı devlet adamları dengeye ulaşmış bir yapıyı dönüştürme zorluğuyla mücadele ettiler.

Yeni kurulan ve gelişen organizasyonlarda sürekli bir dengesizlik unsuru vardır, bu dengesizlik unsuru organizasyonu büyüme veya küçülme yönüne doğru sürükler. Büyümüş ve oturmuş organizasyonlar ise dengeye ulaşmışlardır. Dengeyi ve mevcut vaziyeti muhafaza etmeye çalışırlar. Neticede orası kazanılmış bir zirvedir ve zirveyi muhafaza etmek liderliği ve başarıyı muhafaza etmekle eşdeğer görülür. Ama işte Nokia örneğinde olduğu gibi dış şartların değişimi bu denge organizasyonunu bir anda tepetaklak edebilir.

Osmanlıların dezavantajı da neredeyse mükemmel bir denge sistemine sahip olmasıydı. Osmanlı devleti kendi içerisinde aşırı dengeli, dönüşüm kaldıramayacak bir yapıydı. Bu denge hem ekonomik hem içtimai hem de askeri sahalarda kurulmuştu. Askeri sahada Osmanlıların büyük rakipleri vardı, mecburen büyük ordulara ihtiyaçları vardı. Önceleri bu büyük ordu sadece savaş zamanlarında toparlanan sair zamanda çiftçilikle uğraşan tımarlılardan oluşmaktaydı. Maaşlı profesyonel askerler olan kapıkulu askerleri azınlıktaydı. Ekonomik cihetten de ülke belli bir dengeye oturtulmuştu. Ülkenin Avrupa ve Hindistan arasındaki ticaret yolları üstünde kalan eşsiz konumu ticari geliri garantiliyordu. Ülke içi ekonomi de çok kurallı ve statik bir şekilde düzenlenmişti. Kimin nereye ne  ekeceği belli olduğu gibi hangi esnaf locasında kaç esnafın olabileceği, hangi ürünü kaça satacağı da neredeyse belirliydi. Kısacası askeri ve ekonomik olarak bir denge vaziyeti mevcuttu. Bu denge içeride huzuru ve sükunu sağlıyordu ta ki dış tesirlerle bozulana kadar.

Osmanlılara en büyük darbe ekonomik cihetten geldi. İstanbul’un Osmanlılarca fethi sonrası kendilerine yeni ticaret yolları arayan Avrupalılar Ümit burnunu keşfettiler. Bu keşif Osmanlıların gümrük ve ticaret gelirlerini azalttı.  Yeni fetihler de yapamayan Osmanlı devleti ganimet gelirinden de mahrum kaldı ve ekonomik çıkmaza girdi. Kapitülasyonlarla Avrupalıları kendi topraklarında ticarete teşvik etmeye çalıştı. Askeri cihetten de durum iç açıcı değildi: Genişleyen toprakları zaptetmek için zamanla profesyonel kapıkulu askerlerinin sayısı arttırıldı ve tımar sistemi zayıflamaya başladı. Böylesi devasa bir orduyu beslemek için çok para lazımdı ve bunun için daha önce toplanmayan oranda vergiler toplanıp merkeze akıtıldı. Neticede Osmanlıların başta kurduğu denge sistemi bozuldu. Bu sistem kendi içinde çok dengeli bir sistemdi ama dışarıdan gelecek tehditlere karşı da o derece çok kırılgandı. Çok sağlam olan sistemler aynı zamanda çok kırılgan olabilir. Malzeme mühendisliğinde malzemenin mukavemeti anlatılırken gevreklik diye de bir mefhum anlatılır. Malzemenin mukavemeti iyidir ama plastik esneme kabiliyeti çok zayıftır. Bu da tam dengedeki bir sistemi andırır.

Osmanlı devlet büyükleri de bu elbette gelişmelerin farkındaydılar. Fakat büyük başın derdi büyük olur kuralı burada da devreye girdi. Ülkenin kaynaklarını tüketip savaşlarda da bir yararlılık gösteremeyen kapıkulu askerinin(yeniçerilerin) sayıca azaltılması ve modernleştirilmesi gayretleri hep boşa gitti.

Dünya hızla dönüşüyor kapitalizm rüzgarları her yeri tesiri altına alıyordu. Mehmet Genç’in tabiriyle Osmanlılar kapitalizmden haberdardılar fakat halka kapitalizmin ağır bedelini ödetmek istemediler. Bu tercih de imparatorluğun makus talihini hızlandırdı. Doğu Hindistan kumpanyası gibi sömürücü güçlerden mahrum Osmanlıya, öl ya da öldür düsturuyla hareket edilen kapitalist dünyada av olmak payesi düştü.

————

Lider olmak zor, liderliği korumak daha zor. Liderlikten düşenin psikolojisini yönetmek ise en zoru. Biz millet olarak bunu başaramadık. Osmanlı son dönemindeki zayıflığımızı bütün bir devletin ve milletin sanki asırlardır süren zayıflığı sandık. Bu sebeple de ağır bir aşağılık kompleksi altında kendimizi Avrupalıya beğendirmeye batı dünyasına ispatlamaya çalışıyoruz. Nokia CEO’sunun dediği gibi yanlış yapmadan kaybetmek de mümkün. Nokia’nın hayati bir dönüşümde başarısız olması geçmişteki şaşalı günlerini, doğru işlerini yok kılmaz. Tıpkı Osmanlı’da da olduğu gibi.

Bünyamin Ekmen

Bünyamin Ekmen

Makina mühendisi, müteşebbis. Kelambaz mecrasının imtiyaz sahibi.

Okumayı ve paylaşmayı sever. Burada olmaktan dolayı çok mutlu.

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!