Kelâmbaz

Lozan Mübadelesi: Vatandan Gurbete Bir Elim Hikaye

Osmanlı Devleti’nin sürüklendiği Harb-i Umûmi (1914-18) ve müteakip Yunan Harbini (1919-22) bitiren Lozan Muahedesi, Anadolu ve Balkan coğrafyasında yaşayan halklar tarafından, çektikleri tarifsiz acılara son vereceği için büyük bir coşku ve sevinçle karşılanmıştı. Ne var ki anlaşma muğlak ve suiistimale açık hükümleri, genç cumhuriyetin tecrübesizliği ve iktidar yolunda destek aldığı gruplara verilen sözler sebebiyle milyonlarca insana bir darbe daha indirecekti.

Memleketlerinden ayrılmaya zorlanan bir grup Rum asıllı Osmanlı vatandaşı

Celal Bayar’ın Rum’ları Tedhiş Faaliyetleri

İttihat ve Terakki yönetiminin harp esnasında aldığı Ermeni tehciri ve Ege kıyılarında yaşayan Rumların kaçırtılması için tedhiş ve temizlik(!) operasyonları, komitacı ruhun gerektirdiği titizlikle – bu faaliyetleri daha sonra Reis-i Cumhur olacak Celal Bayar üstlenmişti – yürütülmüştü. Harbin kaybedilmesine müteakip Yunan işgaliyle bu faaliyetler en azından Ege ve Marmara’da durmuştu. Sakarya nehrini geçip Ankara‘yı zorlayan Yunan Ordusu; bir yandan artan savaş karşıtlığı, bir yandan emir-komuta uyumsuzluğu sebebiyle taarruz gücünü yitirdi. Buna rağmen Sakarya zaferini müteakip, Yunanları siperlerden sökmek tam 1 yıl sürdü. Anadolu’nun pek çok kasaba ve şehrini yakarak çekilen Yunan Ordusu, Eylül ayının ilk günlerinde Ayvalık ve Çeşme üzerinden Anadolu’yu terk ettiğinde, kanına girdiği milyonlarca Rum’u da geride bıraktı. Bunların 300 bini İzmir rıhtımında endişe ve utanç verici bir şekilde 1 hafta bekletildikten sonra Amerikan YMCA derneğinin teşebbüsleri ile Yunanistan’a taşındı ve büyük bir felaket önlenmiş oldu.

Böylece önemli bir adım atılarak İzmir Türk kılınıyor, üstelik bu esnada esrarengiz bir şekilde şehrin Rum, Ermeni ve Frenk mahalleleri yanarak adeta şehir günahlarından arınıyordu. Böylece 19.ncu yüzyılda Marsilya ve Cenova gibi şehirlerle yarışan İzmir şehrinin, büyük bir köye dönüşmesi yolunda önemli bir adım atılmış oluyordu.

13 Eylül 1922 İzmir Yangını’na dair görüntüler

Masa Başında Mübadele

Ne var ki İzmir dışında kalan; Batı Anadolu’da, Doğu Karadeniz’de ve Konya civarında olmak üzere yurdun tüm vilayetlerine dağılmış 1.5 milyona ulaşan bir Ortodoks nüfus yaşıyordu. Üstelik bunlardan Karamanlı denilen 200 binlik nüfus ibadetlerinden günlük yaşantısına kadar Türkçe konuşuyordu. Helen asıllı Rumlardan bir kısmı Yunan işgalcileri hoşnutlukla karşılasa da, Karamanlılar açıktan Ankara’ya destek vermişti. Bununla birlikte Ankara hükûmeti, 13 milyonluk Türkiye Cumhuriyeti’nde %10’luk bir azınlığı barındırmamaya kararlıydı ve 1912’de girişilen temizliğin ve hukuksuzluğun son perdesi İsviçre’nin hukuk tahsiliyle şöhret yapmış üniversitesinin bulunduğu Lozan şehrinde oynandı.

Görüşmelerde Türk delegeleri, “Anadolu’da istemedikleri 1.5 milyonluk Ortodoks nüfusu Yunanistan’ın almasını, karşılığında Yunanistan’da yaşayan 500 bine yakın Müslümanın Türkiye tarafından kabul edileceğini” teklif ve beyan etti. Bu teklif nitelikli ve üretken nüfus bakımından fakir Yunanistan için son derece cazip görüldü ve kabul edildi. Bununla birlikte Batı Trakya’yı vatan edinmiş 120 binlik Müslüman nüfus azınlık statüsü ile Yunanistan’da kalıyor, İstanbul’da yaşayan 110 bin Ortodoks ise aynı statü ile Türkiye’de kalıyordu.

Antlaşmanın bu maddesi Türkiye açısından baştan aşağıya bir fiyasko olsa da o günün zihniyetinde Türk idarecilerde bu büyük bir rahatlamayla neticelendi. Halbuki “Bir yer Darülislam (islam hakimiyetinde) iken sonradan Darülharp (gayrimüslim hakimiyetinde) olsa Darülislama hicret etmek vaciptir” hükmü gereği bu 500 binlik Türk nüfus zaten Türkiye’ye göç edecekti. Böylece Türkiye en ihtiyaç duyduğu devirde sanat ve zanaat erbabı 1.5 milyon üretken nüfusu kaybederken, Yunanistan bu sayede büyük bir kalkınma yaşadı.

Avrupa Basını’nda, hudut tartışması yaşayan Türk ve Yunan tasviri

Mübadele nedeniyle milyonlarca insanı binlerce yıldır bağlı bulundukları ata topraklarından nasıl söküp attığını işleyen onlarca film, belgesel ve roman bu haksız acıları türlü yönleriyle işliyor…. Ne yazık ki mübadiller elinde avucundakileri soyguncu memur ve çetelere kaptırdıkları gibi, anlaşmayı imzalayan hükûmetlerin taahhüt ettiği haklardan da mahrum kalmışlardır.

Bir Rumeli Türk’ünün Hatıralarında Mübadele

Burada sözü kendisi de bir Rumeli muhaciri olup, hatıralarını “Baba-Oğul Anıları, Bir Cumhuriyet Ailesinin Yüz Yıllık Öyküsü” ismiyle yayınlayan İhsan Pırnar’a bırakalım. İhsan Pırnar, mübadele sırasında (1924) yüksek bir bürokrasi derecesi olan Divan-ı Muhasebat Şefliğinde vazifelidir:

“Mübadele yoluyla Rumeli’den getirilen göçmenler esaslı hiçbir plana tabi tutulamaksızın, koyun sürüleri gibi, Rumlardan boşalan yerlere sevk ediliyor; Rumeli’de bıraktıkları varlıkları ve hakları hiçbir tetkike tabi tutulmaksızın rastgele oraya buraya yerleştiriliyor; gelen muhacirlere üretken hale getirilmeleri için muhtaç ve kanunen de hakları olan toprak ve işletme araçları verilmiyordu.

Ermeni mallarının, Manisa ve Aydın yöresinde evleri Yunanlılar tarafından yakılan ve İzmir’e sığınanlara verilmesi icap ediyordu. Uygulamada ise uydurma bir “yangın mağduru belgesi” edinen ve memurları tatmin eden açıkgözlerin muhteşem binalara yerleşmeleri şeklinde gerçekleşiyordu.

Mübadele ile gelen göçmenlere ayrılan Rum mallarının dağıtılması ve devredilmesi işleri ise daha yürekler acısı bir facia şeklinde yürüyordu. Mübadillerden asıl hak sahipleri haklarının verileceğinden emin bir tevekkülle, bu keşmekeşin durulmasını kaderlerine razı bir şekilde beklerken, düşük tabaka, sahte beyanname ve tutanaklara dayanarak, ilgili memurlara temas ve yakınlık sağlayarak, ziyafetler çekerek, rüşvet vererek, rüyalarında görmedikleri arazi ve taşınmaz mallara sahip oluyorlardı.

Mübadillere ellerindeki “sahip olma belgesine” dayanarak hak ettikleri oranda kendilerinin talip olacakları mülklerin verilmesi prensibi yürürlükteydi. Buna göre, talip olacağınız mülkün kimin tarafından terk edilmiş olduğunu, yerini ve hududunu öğrenip bildirmeniz gerekiyordu. Yerli zenginler mübadilleri kıskandığı, kalan mallara kendilerinin konmalarını arzu ettikleri için, mübadillere bu bilgileri vermiyorlar, ilgili memurlar ise bilgilerini, rüşvet ve menfaat karşılığında satıyorlardı…

Kemalist Devrimlerin ateşli bir savunucusu, ırkçı fikirleriyle milyonlarca Türkiye cumhuriyeti vatandaşında korku ve endişe uyandıran Adalet Bakanı Mahmud Esat Bozkurt, bir grup milletvekili ile

…Selçuk’ta Meşhur Adalet Bakanı Mahmud Esat (Bozkurt) Bey, çiftliğini civardaki Rum arazisini ekleyerek genişletmiş, yerli halkı da aynı yoldan haksız mal edinmeye , mübadiller aleyhinde mücadeleye sevk etmiş ve memurların bu yöndeki bütün kötü ve yolsuz uygulamalarını teşvik ve himaye etmiş bulunuyordu. İzmir’den Vilayet ve İskan Müdürlüğü kanalı ile birçok müdahaleler yaptırdığım halde, sırtlarını Mahmud Esat Bey’e dayayan, yolsuzluklarını gizlemeye dahi lüzum görmeyecek kadar küstahlaşan memurların kötü niyetlerini yenmeye muvaffak olamadım. Güçlükle araştırıp tespit ettiğim emlakın verilmesi için sunduğum dilekçelerim, aynı yerlerin daha evvel başkaları tarafından istendiği cevabı ile reddediliyor ve bu yerler daha eski tarihlerde hazırlatılan dilekçelerle memurların korudukları kişilere veriliyordu…”

Genç Cumhuriyetin Yolsuz Bakanları ve Mecliste İlk Faili Meçhul(!) Cinayeti

İşbilir bir yüksek devlet bürokratının bile kıramadığı rüşvet ve iltimas çarklarını, namus ve haysiyet sahibi Rumeli halkının kim bilir kaçı kırabilmiştir. İhsan Pırnar’ın doğru bir şekilde tespit ettiği rüşvet ve kayırmaya bağlı düzen sırtını Adalet Bakanı Mahmud Esad Bozkurt’a dayıyordu. Aynı hadiseler sadece İzmir’de ve Selçuk’ta değil mübadillerin yerleşmekte olduğu tüm vilayet ve kazalarda yaşanıyordu. Esasen Rum ve Ermenilere ait mülkler savaş yıllarından beri çoklarının iştahını kabartıyordu.

Hükûmet kadroları bu malları, içten içe seçtiği ve kendisine siyasal desteği sağlayan eşraf ve tüccara vermeyi kararlaştırmıştı. Nitekim Meclis görüşmelerinde malul gazilerin maaşlarına zam isteği bütçe yok diye reddedilince Deli Halid Paşa “Ben Kars’ta Ermenilerden yetmiş araba mücevher alıp Ankara’ya gönderdim. Ne oldu bunlar deyince?” Güpegündüz meclis’te silahlar patlamış. İddiaya göre yaşanan arbedede Deli Halid Paşa, daha sonra İstiklal Mahkemesi reisi olacak Kel Ali tarafından başına tabanca dipçiği ile vurularak öldürülmüş, meselenin üstü örtülmüştür. Hadisenin detayı için bknz:
https://www.kelambaz.com/meclisteki-komitacilar-mebus-deli-halid-pasa-cinayeti/
http://www.ekrembugraekinci.com/article/?ID=360

Lozan: Vatandan gurbete Zoraki Mübadele
Anadolu’nun güneybatısında Taşköy olarak bilinen mübadele ile boşalan metruk bir Rum köyü

Kemal Tahir’in Kurt Kanunu Romanında Mübadele: Hamiyetli Eşraf’ın Rumeli Mübadilleriyle Mücadelesi

Mübadillerle ilgili tavrın diğer cepheden yansımasını usta müellif Kemal Tahir, “Kurt Kanunu” isimli eserinde işlemektedir. Romanın kahramanlarından fanatik bir Cumhuriyet Halk Fırkası taraftarı olan toptancı tüccar Şaban Efendi ile kendisini İnebolulu tanıtan Abdülkadir Bey arasında mübadillerle -muhacir- ilgili şu diyalog geçer:

Şaban Efendi: “Bu dünyada aç it gibi gezinmeli değil, bir hayırlı işin sapına yapışmalı… Bizim Hacı Yunus Efendimiz bugünlerde neye zorlatmakta? Gavur mallarını Müslüman etmekliğe zorlatmakta… Rum malları göçmenlere verilesiymiş? Ne demektir göçmen, omuz verme kulak ver İnebollu, ne demektir ha? Rumeli göçmeninin gavurdan ayrıntısını sordum?”

Abdülkadir: “Ayrıntısı… Müslüman…”

Şaban Efendi: “Kim demiş… Yok öyle şey…”

Abdülkadir: “Yok da, bunların camide işleri ne? Allahı ekberi duyunca namaza seğirtmeleri?”

Şaban Efendi: “İnandın? Tüh yüzüne! Gavur dölünden Müslüman mı olurmuş, hey akılsız İnebollu? Bunlar domuz eti yiyerekten yetişmediler mi? Hayır, göçmen kısmına Müslüman diyenin ben dininden şüphelenirim.”

Abdülkadir: “Aklım karıştı emmi, sen bu lafı neyin üstüne getirmektesin”

Şaban Efendi: “Şunun üstüne ki, gayret günüdür ve de son kertesine kadar çabalamak günüdür. Müslüman oğlu Müslüman olan ve de Türk oğlu Türk olan omuz omuza kenetlenip birbirine arka verip çabalayacak ki, bir gavurdan aldığımız, öteki gavura gitmesin… Bizim Hacı Yunus Efendimiz, giden Rumların malları Türk’e kalsın, diyerek duru durağı, uykuyu muykuyu yitirdi kaç zamandır. Bir Hacı Yunus Efendi’nin çabalamasıyla ele bir şey mi geçebilir? dersen… Bir başına çabalamakta değildir. Bu işin içinde adamı ipten alır mebus beylerimiz var ki, gördükte hamiyetinden gözlerin yaşarır. Bunlar da gece uykusunu yitirmişlerdir İnebollu..”

Küçük Asya’dan Yunanistan’a gitmekte olan küçük mübadiller

Mübadeleyle topraklarından koparılanları suyun diğer tarafında iyi şeyler beklemiyordu. Türkiye’den giden Rumlar, Helenler tarafından devamlı olarak Türk tohumu olmakla suçlanıp, cemiyet hayatından dışlandı. En talihsizi ise Yunanca ne okumayı ne konuşmayı bilen Karamanlı Rumlardı. 19’uncu yüzyılın en zengin ve müreffeh şehri İzmir’den giden Rumlar, Yunanistan’da 4 kuşaktan beri yaşadıkları travmayı atlatamadı. Bugün yaşadıkları yerin ismi Yeni İzmir manasına gelen NeaSmyrna, ne yazık ki Atina’nın sosyokültürel açıdan en geri kalmış semtlerinden biri. “Rembetiko” filmi Anadolu’dan giden Rumların Yunanistan’daki hayatını dramatik bir tarzda işlemektedir.

Kaynaklar ve İlave Okuma ve Görüntüleme

Kayıp cennet : Smyrna, 1922 : hoşgörü kentinin yıkılışı / Giles Milton

Kurt Kanunu / Kemal Tahir

Baba Oğul Anıları. 1.cilt / İhsan Pırnar – Tuğrul Pırnar

http://www.ekrembugraekinci.com/article/?ID=764

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!