Kelâmbaz
Amerika Vehhabiliği Nasıl Kullandı

Amerika Vehhabiliği Nasıl Kullandı?

 “Hangisi dünya tarihi için daha önemli? Taliban mı yoksa Sovyetlerin çöküşü mü? İsyan ettirilen bazı Müslümanlar mı yoksa Orta Avrupa’nın kurtuluşu ve Soğuk Savaş’ın sona ermesi mi daha önemli?” Zbigniew Brzezinski

Suudi Arabistan veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın “Soğuk Savaş sırasında Washington’ın talebiyle Sovyet Rusya’ya karşı Vehhabiliği yaymaya başladık” şeklinde sözleri medyada epey konuşulmuştu. Bu sözlerin tafsilatı nasıldı?

M. bin Selman ABD ziyaretinde, Starbucks'ta Michael Bloomberg ile kahve içerken...
M. bin Selman ABD ziyaretinde, Starbucks’ta Michael Bloomberg ile kahve içerken…

Amerikalılar niçin ve nasıl Vehhabileri kullanmıştı?

Daha başka pek çok dikkat çekici beyanatlar veren Selman, Suudi Arabistan’ı modernleştirme, seküler hayata adapte etme düşüncesinde. Sözlerini anlayabilmek Vehhabiliğin tarihini kısaca bilmekten geçiyor.

“Global terörizm” ile irtibatladırılan Vehhabilik nasıl ortaya çıkmıştır?

Suudi’lerin rolü ne olmuştur?”

18.yüzyılın sonlarında Suud ailesinin desteğini alana kadar Vehhabilik yayılma imkanı bulamamıştı. Ancak Muhammed bin Abdülvehhab, güçlü bir aşiretin reisi Abdullah ibni Suud ile ittifak edince, fikirlerini Necid bölgesindeki bedevi Araplar arasında yaydı. Sık sık Osmanlı hac kervanlarına saldıran bu bedevi gruplar, Vehhabilikle bu isyan ve saldırı haline dini-fikri bir kılıf bulmuş oldular. Çünkü Abdülvehhab ehl-i sünnet Müslümanları, şirkle itham ediyor, “canı ve malı helaldir” diyordu. Dolayısıyla bir kervana saldırmak, müşriklerle cihad etmek sayılıyor, elde edilenler de cihad ganimeti oluyordu.

Abdullah ibni Suud, İhvan adını verdiği aşiret mensupları ve bedevi kabilelerden müteşekkil bir ordu kurdu. Hicaz’a saldırarak Osmanlı kuvvetlerini bozdu. Mekke ve Medine’ye girdi. Burada büyük bir yağma ve talan yapıldı. Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın gönderdiği birliklere karşı büyük kayıplar verince Necid bölgesine döndüler. Abdullah ibni Suud başta olmak üzere isyanın elebaşı olan Vehhabiler yakalanarak İstanbul’a gönderildi. Topkapı Sarayı önünde idam edildiler.

1820’lerde, Sultan 2.Mahmud Han zamanında cereyan eden bu hadiseden sonra Vehhabiler daima Osmanlı idaresine karşı bir düşmanlık ve isyan içinde oldular. Der’iyye başta olmak üzere Necid bölgesinde yayılmacı bir politika seyrettiler. Muhammed bin Abdülvehhab’ın fikirlerini barındıran kitaplarını da sonra gelen Vehhabi müderrisleri şerhederek okutmaya başladı.

Abdülaziz bin Suud’u İngiliz kadın ajan Gertrude Bell şöyle anlatıyor: “Karşılaştığım en çarpıcı karakterlerden biriydi. Ona trenleri, motorları, uçakları, uçaksavarları, cephanelikleri her şeyi gösterdik. Bizler bu insanları yalnız bırakamayız.”

Bu kitaplar İbni Teymiye’nin eserlerine dayanıyor, onun bidate kayan fikirlerini daha uç, marjinal hale sokuyordu. Mesela İbni Teymiye’nin mekruh dediği bir şeyi haram, haram dediğini küfür ve şirk olarak anlatıyorlardı. İlmen içinde pek çok tenakuzlar-çelişkiler barındırıyorlardı. İlmi bir gelenekten kopuk olmaları, kültürel bir miraslarının bulunmayışı, alimleri şirkle itham etmeleri, hitap ettikleri kitlenin yani bedevilerin mecaza, derinliğe, etraflı düşünmeye ehemmiyet vermeyişi gibi durumlar bunun sebepleri arasında sayılabilir.

Bütün bunlardan haberdar olan İngiltere çeşitli şekillerde Suud ailesi başta olmak üzere Vehhabilerle irtibat halindeydiler. İngilizler sağladıkları istihbarat ağı sayesinde, Vehhabileri bölgedeki Osmanlı idaresinin gücünü kırmada aktif şekilde kullanmıştır. Osmanlı idaresinden başka Sünni Arapların da gücünü Vehhabiler eliyle kırmışlardır. Zira Osmanlıların her ne kadar gücü kalmamışsa da Arap halkının ekseriyeti ehl-i sünnettir. Bunların da kontrol altında tutulması gerekir.

İşte 1. Dünya Savaşı sonrasında Vehhabilerle anlaşan İngilizler, Suudi Arabistan’ın kurulmasını sağladılar. Böylece artık Suudi ailesinin kontrolündeki Vehhabilik, resmî bir devlet idaresi olarak Arap yarım adasına hâkim olmuştu.

1950’lere kadar İngiltere ile münasebetleri devam eden Vehhabiler, İngilizlerin desteğiyle yeni bir İslam anlayışını Hicaz’da tesis etmeye başlayacaklardı. Osmanlı devrinden kalan pek çok tarihi eser yıkıldığı gibi ashab-ı kiramın kabir ve türbeleri de tamamen yıktırıldı. Cennetül Baki kabristanı dümdüz edildi. Mescid-i Nebevi ve Hazret-i Peygamberin türbesini de yıkmak istedilerse de İslam aleminin reaksiyonundan çekindiler. Sadece onu bıraktılar. Ancak mesela Peygamber Efendimizin doğduğu ev, misafir kaldığı ev, ashabın büyüklerinin haneleri gibi Osmanlı devrinde muhafaza edilen tarihi yapıların tamamı yıktırıldı. Bunların kimisinin yerine umumi tuvalet kimisinin yerine otel yaptırıldı. Hürmetsizlik olmasın diye Kabe’den yüksek bina yapılmaması anlayışı tamamen terkedildi.

1887’de Sultan Abdülhamid tarafından çektirilen fotoğraf
Şimdiki hali

Her ne kadar Hicaz hakimi olsalar da İslam dünyası Vehhabiliğe karşı soğuk bir tavır almıştır.

1930’larda ABD başkanı Franklin Roosvelt ile Kral Abdülaziz bin Suud arasından petrole dayalı ilk ticari anlaşmalar kuruldu. 2. Dünya savaşı sonrasında da İngiltere bağları gevşemiş, ABD ile münasebetler daha kuvvetlenmiştir. Daha doğrusu İngilizler de Suudlar da istediklerini elde etmiş ve kendi düzenlerini tesis etmişlerdi. 2. Dünya Savaşı sonrası sahneye ABD çıkacaktır.

Vehhabiliği yayılmacı politikası nasıl başladı?

Kendi devletini kuran Vehhabiler, Osmanlı devrindeki terörist formunu artık yumuşatmıştır. Çünkü artık isyan edilecek bir idare kalmamıştı. Bu noktadan sonra Suudi devleti içinde iki tip Vehhabi profili oluşmaya başlayacaktır. Bir tarafta Suudların askeri gücü olan, İhvan adlı ordusuna mensup mutaassıp, radikal Vehhabilik. İşte klasik Vehhabiler bunlardır.

Diğer tarafta Suud ailesi kontrolündeki yumuşayan Vehhabilik. Günümüzde evrilen ve ılımlı çizgi takip ederek faaliyet yürütenler bunlardır. Birleşik Arap Emirlikleri gibi petrol zengini devletlerde bu ılımlı tipte, Batı emperyalizmine angaje olmuş Selefi-Vehhabi formunu görmek mümkün.

Suudların ABD ile petrol başta olmak üzere pek çok meselede ittifakları artmaya başladı. Suudi idaresi, Vehhabi dokrinine dayalı İslam yorumunu farklı bir forma soktu. Selefilik olarak kendilerini tanıtmışlardır. 1950’lere kadar mücadele (isyan-cihad) yoluyla yayılma metodu azalarak “ikna” yoluyla yayılmanın adımları kuvvetlendirilmek istendi.

Bunun için 1962’de Rabitatü’l-Alemi’l- İslami kuruldu. Bu teşkilatın en meşhur başkanları Kudüs müftüsü Emîn el-Hüseynî ve Suudlu âlim Abdülazîz b. Bâz’dır.

İlgili resim
Görme engelli olan, Vehhabiliğin sembol isimlerinden Abdülaziz bin Baz, aynı zamanda Rü’yet-i Hilal (hilal gözetleme) Komitesi başkanıydı.

Râbıta; kitap, dergi, gazete, medrese, üniversite ve daha başka pek çok propaganda vasıtalarıyla Vehhabiliği yaymaya başladı. Bu dönem Soğuk Savaşın da başlangıcına tesadüf eder. ABD’nin de desteğiyle Rabıta’nın yayınları ve faaliyetleri dünyanın her tarafına yayıldı. Rabıta vesilesiyle kontrol edilen bu çalışmalara çok büyük finans desteği sağlandığı bilinmektedir. Her yıl milyonlarca dolar para sarf edilmiştir. Bu destekler çeşitli şekillerde ifşa oldu. Muhammed bin Selman’ın ifadesine göre; “Vaktiyle doğrudan Suudi hükümeti destekliyordu. Şimdi vakıflar vasıtasıyla destekleniyor!”

Zamanında İngiliz altınlarıyla güçlenip devletleşen hareket; şimdi Amerika desteği, hac ve petrol gelirleriyle yayılmaktaydı. Bu politika Amerika için Soğuk Savaşın bir vasıtası, Komünizmle mücadele adına çekilen bir set, Suudlar içinse İslam dünyasına şekil vererek lider olma hedefine hizmet etmekteydi.

İhvan ve Hüsran

Başta Mısır olmak üzere Arap memleketlerinde büyük bir propaganda yürütülmüştür. Mısırda, Afgani-Abduh çizgisindeki modernizmin temsilcisi Reşid Rıza’dır. Reşid Rıza, el-Vehhâbiyyûn ve’l-Ḥicâz adlı bir kitapla Abdülazîz b. Suûd’un Hicaz’da Suûdî Krallığı’nı kurup Vehhâbîliği yerleştirmesini anlatmıştı. Bu mezhebin doğuşu, yayılışı anlatılmakta ve İslâm’a uygunluğu savunulmaktaydı.

Hasan el-Benna, Kralın elini öperken

Reşid Rıza, İhvanü’l-Müslimin hareketinin de ideologlarındandır. Hasan el-Benna hatıralarında ondan övgüyle bahsetmiş ve onun Menar mecmuasıyla yetiştiğini, vefatından sonra da basılması için destekler verdiğini söylemektedir. Yine Benna, İhvan hareketini Afgani ve Abduh’un fikirlerini daha iyi ve pratik metotlarda yaymak için kurduğunu hatıralarına yazacaktır. İhvanü’l-Müslimin kurulunca Mısır’da epey bir taraftar edindi. Suudi Arabistan İhvan’ı ile Mısır’daki bu İhvan hareketi birbirinden tamamen farklı ve ayrıdır.

Hasan el-Benna, Suudlarla iyi münasebetler kurmuş,  Suud Kralı Abdülaziz’i ziyaret etmişti. Fakat Suudi idaresinin tam kontrolüne girmek istemedi. Bunun iki sebebi vardı. Suudların İngilizlerle iyi münasebetler içinde olmaları, Mısır gibi İngiliz işgali görmüş bir ülkedeki teşkilatça kabul edilemezdi. Diğer mühim sebepse Mısır İhvan’ının sosyalizmin tesirinde oluşlarıydı.

Benna’nın ölümüyle İhvan hareketi farklı dönüşümler yaşadı. İhvan ideologlarından Seyyit Kutub hem Vehhabilikle ortak görüşlerde bulunuyor, isyan fikrini işliyor hem de yeşil sosyalist bir İslam formuna kapı aralıyordu. Mısır’da Kralı devirmek için Sosyalist subaylarla işbirliği yapmakla tarihi bir yanlışa imza attılar. Darbeyi desteklemeleri neticesinde Hür Subaylar idareye hâkim oldu. Bu tarih İhvanü’l Müslimin’in dönüm noktasıdır. Sonrasında daima aşırılıklara savrulacak, gruplaşma ve bölünmeler olacak, baskı, eziyet ve işkencelerle, fitnelerle gündem haline geleceklerdir. Hür Subaylara verdikleri destekle Mısır, SSCB’nin bir uydusu haline geldi. Diğer bazı Arap memleketlerinde de benzer durumlar yaşandı. İsyan hareketleri Müslümanlara zarar verdi ve çoğu SSCB’nin peyki haline gelmeye başladı.

Kullanılmalarının misalleri

Vehhabilik propagandası ABD cihetiyle kaybedilmiş oldu. Ancak Vehhabiler propaganda tesirini her zaman devam ettirdi. Zira Seyyit Kutub Vehhabiliği-Selefiliği dönüştürecek ve Muhammed bin Abdülvehhab’ın görüşlerine paralel, daha dinamik bir doktrin oluşturacaktır. Kutup’un kitapları,  Rabıta cemiyetinin desteklediği çeşitli yayın kuruluşları eliyle tercüme edilerek Selefiliği ihya için çeşitli ülkelerde neşredilecektir. Rabıta’nın çeşitli ülkelerdeki temsilcileri bu işi yapmıştır. Türkiye’de Salih Özcan ve onun Hilal Mecmuası bu vazifeyi üstlenmişti. Yani Anti-Amerikancı olan Seyyit Kutub’un kitapları, Suudilerin ve Amerikalıların menfaatleri için, Vehhabiliğe kapı açmak adına kullanılıyordu.

Rabıta’nın Türkiye ayağı Salih Özcan’ın çıkardığı Hilal Mecmuası

ABD desteklerini Afganistan Savaşı ve Pakistan-Bangladeş-Hindistan bölünmelerinde daha da artacaktır. Arap ülkelerinden başka Hind alt kıtasında kuvvetli bir Vehhabi-Selefi propagandası yürütüldü. Hindistan ve daha sonra Pakistan’daki Cemaat-i İslami hareketi de İhvanü’l-Müslimin’in paraleliydi. Rabıtatü’l Alemi’l İslami’nin de üyesi olan Ebü’l-A‘la Mevdudi aynı zamanda Cemaat-i İslami’nin de kurucularındandır. Türkiye’de Seyyit Kutub ve Mevdudi‘nin “Cihad” kitabı birlikte basılmıştır.

Hind alt kıtası- Orta Asya ve el-Kaide

Pakistan ve Afganistan’da yoğun bir Vehhabi propagandasına, SSCB’ye karşı anti-komünist bir blok oluşturulması için ABD açık destek veriyordu. Zira ehl-i sünnet olan Müslümanlar yurt dışı destekli isyan ve kalkışmalara taraftar değildi. Emr-i maruf, ilmi neşriyat, maarif gibi meşru faaliyetlerle komünizmle mücadeleyi savunuyorlardı. Ancak Vehhabiliğin isyan ve tekfirciliğe dayalı savaş anlayışı; cihad propagandası üzerinden yayılıyordu. Böylece ABD kullanılmaya müsait savaşçılar elde ediyordu. Zaman içinde CIA’nın açık desteğiyle Afganistan ve Pakistan’da askeri eğitimler verilmiş, böylece bölgede pek çok militan yetiştirilmiştir. Afganistan üzerinden da Asya’ya nüfuz etme planı uygulanmıştı.

Suudların eğitim, neşriyat yoluyla propagandaları an’anevi ehl-i sünnet Müslümanları yıpratarak zemin oluşturuluyor, ABD’nın doğrudan ve dolaylı desteğiyle de soğuk savaşın maşası olarak dünyanın pek çok yerinde Vehhabilik tesirinde hareketler oluşturulmaya çalışılıyordu. Afganistan, Pakistan, Endonezya, Malezya, Bangladeş… Bütün buralarda fitneye, bölünmeye, karmaşa ve kaosa sebep olmuş, Müslümanlar zarar görmüştür.

Bilhassa Türk Devletlerinde bütün dindar, ehl-i sünnet Müslümanların Vehhabi-Selefi olduğu şeklinde bir anlayışa yol açarak yanlış anlaşılmıştır. Günümüzde Doğu Türkistan’daki Çin baskısının artma sebeplerinden biri de budur. Vehhabiliğin önüne geçme bahanesiyle normal, ehl-i sünnet, dindar Müslümanlar da eziyet çekmektedir. Zira ABD’nin Vehhabileri kullandığını çok iyi bilen Rusya ve Çin bu hususta çok katı tedbirler alıyor. Tavizsiz bir duruş sergiliyor. Haliyle Rusya ve Çin tesirindeki ülkeler  ve ideolojiler de ona göre şekillenmiştir.

Vehhabi hareketler, yayılmaya çalıştıkları kendi coğrafyalarına mahsus, yumuşak veya sert formlar almıştır. “Selefilik”, “hakiki ehl-i sünnet”, “tevhid“, “cihad”  gibi isimler, argümanlarla kendi dini propagandalarını yapıyorlar. Hepsinde ortak olan şeylerden bazısı; tekfircilik, isyan, türbe düşmanlığı, mezheplere karşı lakaytlık, İslam kültürü ve Osmanlı aleyhtarlığı’dır.

Esasında Afgan mücahidler arasında, itikadı düzgün olanları meşru vatan müdafaası yapıyorlardı. Çünkü sosyalist idare onlara hiçbir hayat hakkı tanımıyordu. Nitekim temel insan hakları, din hürriyeti, can emniyeti, ticaret ve mülk edinme hakkı, öz vatanlarını idare etmek gibi en tabii hakları için mücadele yürütüyorlardı. Bundan dolayı savaşlarında muvaffak da oldular. Fakat sonradan ABD’nin emelleri ve müdahaleleri, bu haklı davalarını manipüle ederek fitneye, bölünmeye sebep olacaktır.

Hangisi daha mühim?

80’li yılları takip eden dönemde, Afganistan’da 12.500 civarında militana, CIA tarafından profesyonel eğitimler verildiği ortaya çıkmıştır. ABD’nin el-Kaide ile 11 Eylül saldırılarıyla çatışmaları aslında kendi silahıyla vurulmasıydı.  el-Kaide ve Taliban başta olmak üzere pek çok örgüt bu eğitimler  ve destekler neticesinde kurulmuştu. Bin Ladin onlara çalışan bir Suudi idi, Afgan değildi. Mesela yakın tarihte yaşanan Kabe’deki vinç felaketinde, düşen vincin sahipleri, El-Kaide lideri Usame bin Ladin’in kardeşlerinin şirketine aittir. Ladin ailesi Suudi Arabistan’da nüfuz sahibi ailelerdendir. Bütün bu bağlantılar bilindiği için 11 Eylül saldırısı, “el-Kaide Amerika’nın elinde patlayan bombasıdır” şeklinde yorumlanmıştır.

Tarihteki sert, asi Vehhabilik yorumu bugün Suudi Arabistan’da azınlık haldedir. 1979’da Kabe baskını yapan, kendilerini İhvan olarak adlandıran Vehhabiler artık istenmemektedir. Bu Vehhabilik-Selefilik ekolü terör örgütlerini besleyen dini bir anlayışın oluşmasına daima kapı açmıştır. Dünyanın çeşitli yerlerine de farklı şekillerde kendini göstermiştir.

Suudi ailesi desteğindeki yumuşayan yorumsa modernizme kayan bir dini anlayışı beslemektedir. Avrupa’da ve Amerika’da da işte bu modernist Selefi yorum güçlendirilmek istenmektedir. Muhammed bin Selman figürü de modern Selefiliğin liderliği için oluşturulmaktadır.

ABD ise bu farklı uçlardaki, Vehhabilik ekollerinin Soğuk Savaş için gerekli şekillerde kullanmalarını sağlamışlardır. ABD’li stratejist Zbigniew Brzezinski’nin sözü de Amerikalıların bu politikasındaki psikolojiyi ifade ediyor:

Sual: Sovyetler Birliği ABD’nin gizli operasyonlarına karşı Afganistan’a müdahale ettiğini açıkladığında kimse buna inanmamıştı. Demek doğru imiş. Peki, hiç pişmanlık duyuyor musunuz?

Brzezinski: Pişmanlık duymak mı? Bu gizli operasyon mükemmel bir fikirdi. Ruslar Afganistan’a sıkışıp kaldı. Bunun için pişman olmamı mı bekliyorsunuz? Sovyet Ordusu sınırı geçtiği gün Başkan Carter’a not yazdım: ‘Artık Sovyetlere kendi Vietnam’ını hazırlama imkanına kavuştuk.’ Sonuçta. Sovyetler’in çöküşüne yol açan sorunu başlarına yıktık.

Sual: Radikal İslamcıları desteklediğiniz eğitip silah verdiğiniz için hiç mi pişmanlık duymuyorsunuz?

Brzezinski: Hangisi dünya tarihi için daha önemli? Taliban mı yoksa Sovyetlerin çöküşü mü? İsyan ettirilen bazı Müslümanlar mı yoksa Orta Avrupa’nın kurtuluşu ve Soğuk Savaş’ın sona ermesi mi daha önemli?  [Le Nouvel Observateur (Fransız dergisi), 1998]

Kaynaklar

Kitap:

  • Cihat “İslamcılığın Yükselmesi ve Gerilemesi”, Giles Kepel, Doğan Kitap, 2001
  • İslam Hukukunda Değişmenin Sınırı, Prof. Dr. Ekrem B. Ekinci, Arısanat Yayınları, 2.Baskı-201
  • Kıyamet ve Ahiret “Müslümana Nasihat”, Hakikat Kitabevi, 2018
  • Müslüman Kardeşlerden Yeni Osmanlılara İslamcılık, Selin Çağlayan, İmge Kitabevi, 2.Baskı-2011.
  • Tarih-i Vehhabiyan(Tam Metin), Eyip Sabri Paşa, Bedir Yayınevi
  • Mira’tü’l-Harameyn, Eyüp Sabri Paşa, Yazma Eserler Kurumu
  • Teolojik Selefizmden Sosyolojik Selefizme Dönüşüm (Muhammed b. Abdilvehhab ve Seyyid Kutub Örneği), Hatice Kınık, YL Tezi, 2005.

Makaleler:

Not: “Vehhabilik” tabiri Muhammed bin Abdülvehhab’a nisbetle kullanılmıştır. “Selefi” diyerek kendilerini “selef-i salihin” olarak adlandırılan İslam tarihindeki ilk devir müslümanlarından saymışlardı. Ancak selef-i salihine itikaden pek çok yönden uymamaktaydılar. Bunları anlatan Vehhabilik hakkında çok geniş bir ilmi reddiye literatürü oluşmuştur. Yani Vehhabiliğin nasıl ve hangi sebeplerle bozuk, batıl bir itikad olduğuna dair kitapların listesi ayrı bir yazı konusudur. Ulema Vehhabilik için “Fırka-i mel’une” yani lanetlenmiş fırka tabirini de kullanmıştır. Bunun sebebi Vehhabilerin kendileri dışındaki müslümanlara “kafir” demeleri yani tekfircilikleridir. Hakiki Selef-i salihin olan alimler kitaplarında sözbirliği ile “Kıble ehli tekfir edilmez” diyor. Vehhabilerse hem bugünki hem de geçmişteki milyonlarca müslümanı şirkle itham etmiştir/etmektedir. Hadis-i şeriflerde de “Müslümana kafir diyen mel’undur” şeklindeki açık ve meşhur ifadelerden dolayı Vehhabiliğe, fırka-i mel’une de denilmesi yanlış olmamaktadır.

Ali Tüfekçi

Marmara Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Sosyal ilimlere; tarih, sosyoloji, psikoloji ve İslami ilimlere meraklı.
DailySabah Culture&Arts yazarı. Kelambaz editörü.

1 comment

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

  • Çoook güzel bir yazı olmuş, emeğinize kaleminize sağlık, başka yazılarınızı da bekleriz.

Bizi Takip Et!