Kelâmbaz

Avrupa Niçin İlerledi?

“Avrupa niçin ilerledi de biz geri kaldık” suali çok sorulur. Bunun elbette tek ve kısa bir cevabı yoktur. “İnsanlar niçin köyden şehre göç ediyor?” sualinin tek bir cevabının olmaması, bir çok sebebinin olması gibi. Burada da çok fazla parametre var. Bu sebeple bütün Avrupa ülkelerini aynı kategoride ele almamız doğru olmaz. Ayrı ayrı ele almamız icab eder. Nitekim hepsinin gelişmişlik seviyesi ve kalkınma sebebi birbirinden farklıdır.

Misal olarak Balkan ülkelerinin ve komunizmden yeni çıkmış Doğu Avrupa ülkelerinin tamamı bizden daha geri vaziyettedir. Bundan birkaç sene önce Kapıkule Sınır Kapısı’ndan Bulgaristan’a geçmiştim. Bulgar şehirlerini, köylerini, yollarını görünce 2000li yılların başındaki Türkiye aklıma gelmişti. Arnavutluk’un başşehri Tiran’a giden yollar Türkiye standartlarının çok çok altındaydı. Yine Bosna Hersek’in başşehri Saraybosna’ya gittiğimde şehir içinde gezen tramvayı gördüğümde üzerinde Konya Büyükşehir Belediyesi yazıyordu. Sonradan öğrendim ki, Konya Büyükşehir Belediyesi yeni tramvaylar satın alınca, eskilerini kardeş şehir Saraybosna’ya hediye etmiş. Balkan ülkelerinin hemen hepsinde gelişmişlik cihetiyle vaziyet aynıydı. 

Saraybosna’da üzerinde Konya yazan tramvay

Hakikaten gelişmiş olan Kuzey Avrupa ülkelerine gelince ise hepsinin gelişme ve zenginleşme sebebi başka başkadır. Çok fazla tafsilata girmeden kısaca misaller vereyim. İngiltere; yüzölçümü Türkiye’nin yarısı kadar olmasına, iklimi tarım için müsait olmamasına, nerdeyse hiç yeraltı kaynağı bulunmamasına rağmen niçin Türkiye’den çok daha gelişmiştir. Bunun esas sebebi sömürgeciliktir. Hindistan, Güney Afrika vs onlarca ülke senelerce İngiliz sömürgesi olmuştur. Bu müstemleke (sömürge) ülkelerinden çıkarılan yeraltı kaynakları ve muhtelif zenginlikler gemilerle hep İngiltere’ye taşınmıştır. Onun dışında ülkede taçlı demokrasi veya meşruti monarşi diyebileceğimiz bir idare sistemi vardır. Bu ise kaosu önlemekte, ülkeye istikrar ve prestiji getirmektedir. Ülkede iktidar değişse bile mevcut işleyen sistem düzenli bir şekilde işlemekte ve sistem yürümektedir.

Fransa‘ya baktığımızda ise coğrafi şartlar olarak İngiltere’ye göre daha avantajlı olmasıyla birlikte Fransa’nın da gelişme sebebi daha çok sömürgeciliktir. Yani bu zenginliğin kaynağında en çok mazlumların kanı ve gözyaşı vardır. Fas, Cezayir, Tunus, Senegal, Angola gibi pekçok Afrika ülkesi Fransız sömürgesidir. Bu ülkelerin yeraltı ve yerüstü zenginliklerini halen dahî Fransız şirketleri işletmektedir. Onun dışında ülkenin arazisi düz ve tarıma elverişlidir. Ulaşım kolaydır.

Burada asıl mühim olarak incelememiz gereken ülke Almanya‘dır. I. Cihan Harbi’nde bizimle beraber kaybeden bu ülke, aradan çok fazla zaman geçmeden tekrar güçlenerek Avrupa’nın nerdeyse tamamını bir dönem işgal etmişti. Daha sonra Amerika’nın da harbe dahil olmasıyla harbi kaybeden ve ikiye bölünen bu ülke kısa süre sonra tekrardan ayağa kalkmıştır. Almanya’nın çok feci bir şekilde mağlup olduğu, pekçok Alman şehrinin bombalandığı bu harbe biz girmemiş, kenarda durmuştuk. Buna rağmen bu kadar kısa sürede Almanya bizim önümüze nasıl geçmiştir?

Almanya’nın bugün İngiltere ve Fransa da dahil olmak üzere bütün Avrupa ülkelerinden daha büyük bir ekonomiye sahip olmasının asıl sebebi, Almanların çalışkan ve planlı bir millet olmalarıdır. Almanların, İngilizler ve Fransızlar gibi sömürgeleri yoktur. Yeraltı kaynakları olarak da zengin değildirler. Ülkenin iklimi tarıma çok müsait değildir. Kışlar uzun geçmektedir. Evlerin ve iş yerlerinin ısınmak için doğalgaz ihtiyacı Türkiye’ye göre çok daha fazladır. Ama bütün bu dezavantajlara rağmen planlı bir şekilde çalışarak, üreterek, büyük markalar ve üretim tesisleri kurarak dünyaya meydan okumuşlardır. Bugün dahi dünyada makina mühendisliğinin en ileri olduğu ülke Almanya’dır. Son asırda dünya çapında yetişmiş, meşhur matematikçilerin çoğu Almandır. Sanayileşme ve markalaşma işi uzun zaman gerektirir. Dünya çapında meşhur, on binlerce işçi istihdam eden, Almanya’yı üretim üssü haline getiren firmaların çoğunun temeli 1920li, 1930lu yıllarda atılmıştır. 1948-52 arasında Amerika’dan alınan bugünkü karşılığı 130 milyar dolar tutan Marshall yardımının da tesiri olmuştur. Bir diğer mühim aktör ise devletin II. Cihan Harbi sonrası ordu beslememesidir. Bu vesileyle normal bir ülkenin askeriyeye yapacağı masrafı eğitim ve sanayiye yapmışlar ve kalkınmışlardır. Aynı şey Japonya için de caridir. Onların da II. Cihan Harbi sonrası ordu kurmaları yasaklandığı için başka sahalara yatırım yapmışlar ve Almanya ile birlikte dünyanın en büyük 4 ekonomisinden 2’si olmuşlardır. Bizim yüzbinlerce asker beslediğimiz, terörle mücadele ettiğimiz senelerde bu ülkeler askeriyeye pek masraf yapmamışlardır.

Belçika, Hollanda ve Danimarka gibi ülkeleri de Almanya ile aynı kategoride değerlendirmek doğru olacaktır. Aynı Almanya’da olduğu gibi modern ve başarılı eğitim sistemi, demiryolu için uygun düz arazi, gemilerle yük taşımacılığında kullanılan geniş su kanalları, ülkede güvenlik probleminin olmaması ve bu sebeple az asker beslenmesi, ülkede fikir ayrılıklarının silahla veya kuvvetle değil uzlaşı ile çözülmesi, projelerin günü kurtarma kabilinden kısa vadeli değil uzun vadeli planlanıp tatbik edilmesi gibi faktörler bu ülkeleri kalkındırmış ve kişi başı milli gelirin yükselmesinde rol oynamıştır.

Rusya‘ya gelirsek Rusya’nın bir Avrupa ülkesi mi Asya ülkesi mi olduğu ihtilâflıdır. Gelişmişlik seviyesi olarak da bizden ilerde sayılmazlar. Her ne kadar ülkede ciddi petrol ve doğalgaz kaynakları olsa da sanayi olarak gerimizdedirler. Bazı şirketlerde eski Sovyetler’den kalma devletçi sistemler sebebiyle liberal dünyanın şirketleri ile rekabette geri kalmaktadırlar. Ülkenin çok geniş arazisi ve iklim şartları ciddi bir dezavantajdır.

İtalya ve İspanya‘ya gelirsek. Bu ülkeler aynı Türkiye gibi Akdeniz ülkesidir. Ve gelişmişlik olarak bir Almanya, bir Fransa ve bir İngiltere gibi değildirler. Türkiye’ye göre yine gelişmişlerdir lakin aradaki mesafe çok da fazla değildir. Aslında onların bize göre bir avantajları yoktur, bizim onlara göre dezavantajlarımız vardır.

Bizim dezavantajlarımız nelerdir?

Yukarda saydığımız ülkelere göre gelişme açısından çok fazla dezavantajımız vardır. Başlıcaları şunlardır: İtiraf etmek gerekirse millet olarak tembel bir milletiz. Sabah güneş doğmadan kalkıp işinin başına oturan bir millet ile o saatlerde uyuyan bir millet tabi olarak aynı gelişmişlikte olamaz.

Bir ülkenin kalkınmasının en mühim amillerinden birisi de para ve insan kaynaklarının doğru kullanılmasıdır. Ülkemizde 2 kaynağın da çok verimli kullanıldığı söylenemez. Kaynak planlamasında yapılan bu hataya verilecek en tipik misal, nüfuslarımızın birbirine yakın olmasına rağmen Almanya’da takriben 3 milyon, Türkiye’de ise takriben 8 milyon üniversite öğrencisi vardır. Ülkemizde bu milyonlarca üniversite öğrencisinin çoğu kabiliyetine göre bir işe girip çalışmaktansa gerek toplumun gerek de devletin teşviki ile -belki de sırf üniversite okuyor olmak için- alakasız bölümlerde üniversite okumaktadır. Diplomayı alınca ise bölümüne uygun iş bulamadığı için farklı bir sektörde işe sıfırdan başlamakta ve böylelikle hayatının en verimli 4-5 senesi boşa geçmiş olmaktadır. Her sene milyarlarca dolarlık kaynak bu şekilde yanlış kullanılmaktadır. Gelişmiş Kuzey Avrupa ülkesinde sistem böyle değildir. Gerçekten okuması gereken gençler, okuması gereken sahalarda okurlar ve daha sonra iş hayatlarına eğitim aldıkları sahalarda devam ederler.

Bir diğer sebep, milletimiz ideolojik ve siyasi olarak ciddi bir bölünme içindedir. Elbette düşünce özgürlüğü, fikir ayrılıkları bir zenginliktir. Ama farklı fikirlere saygı duymak yerine, gruplar arasında ‘herkes benim gibi düşünsün’ şeklinde komitacı zihniyeti hüküm sürüyorsa orada kargaşa hakim olur. Tefrika olan yerde bereket olmaz. Misal olarak Ortadoğu’da pekçok ülkede istikrarsızlıklar, iç savaşlar varken, Ürdün bölgede güvenli bir liman olma hüviyetini uzun yıllardır sürdürmektedir. Ülkenin tabii kaynakları olmamasına, denize sahili bulunmamasına ve arazisinin tarıma elverişli olmamasına rağmen ülkede refah vardır. Bunun sebebi halk, krala bağlıdır, kral da halkının iyiliğini düşünmektedir.

Ülkemizde ise ayrışmış gruplar ortak paydada buluşamamaktadırlar. İktidar sürekli bazı gruplar arasında el değiştirmekte ve ülkenin gelişmesi, ilerlemesi için uzun vadeli bir plan pekçok zaman ortaya konamamaktadır. Ya iktidar değişmiş, başka parti iktidara gelmiş veya asker darbe yapmış, daha önce başlanan kalkınma hamleleri hep akim kalmıştır. İktidarda olan parti devrilip, yeni bir parti iktidara geldiğinde eski iktidarın projeleri durmakta, yeni bir yol haritası çizilmektedir. Bazı zamanlar ise devlet; enerjisini yatırım yapmak, demiryolu inşa etmek, fabrika açmak, dünya çapında fen bilimleri eğitimi vermek gibi işler yerine dinle, dindarlarla ve azınlıklarla mücadeleye, herkesi kendi istediği belli bir kalıba sokmaya harcamıştır. Bu da zamanında devlet ile millet arasındaki güveni zedeleyen bir politika olmuştur.

Aynı zamanda dış destekli Pkk terör örgütü 40 senedir ülkede ciddi bir güvenlik problemi ortaya çıkarmış ve ülkenin doğu kısmının gelişmesinin, buraya yatırım yapılmasının önünde en büyük engeli teşkil etmiştir. Terörün Türkiye’ye maliyeti resmi kaynaklara göre 3,5 trilyonu geçmiştir. Bu meblağ ile yapılamayacak yatırım yoktur.

Halbuki ayrıştırıcı ve tahrip edici politikalar yerine, toplumsal sözleşmeyi esas alan etnik ve dini azınlıkların da bütün haklarını koruyan, insan haklarına kıymet veren bir politika takip edilmelidir. Böyle bir ülkede insan hakları ve demokrasi olur. Ayrışmalar şiddete ve teröre bulaşmadan fikir hürriyeti çerçevesinde ele alınır ve ülkede kaos değil huzur olur.

Cüneyt Apal

Cüneyt Apal

Eğitimci.

cuneytapal@gmail.com

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!