Kelâmbaz
Abdülkadir Türkölmez

Röportaj: Şair Abdülkadir Türkölmez ve Şiire Bakışı

İlk olarak sizi tanıyalım. Abdülkadir Türkölmez kimdir?

3 Ağustos 1987 tarihinde Konya’nın Seydişehir ilçesinde işçi bir babanın ve ev hanımı bir annenin en büyük çocukları olarak dünyaya gelmişim. Babamın işi sebebiyle bulunduğumuz Seydişehir’de ilk, orta ve lise eğitimimi tamamladım. Babamın emekliliğiyle memleketimiz olan Afyonkarahisar’a taşındık. Üniversite hayatım 1999 yılında Kocaeli Üniversitesi Sağlık Yüksekokulunda başladı. Mezuniyetten sonra Erzincan’da başlayan memuriyet hayatım şu an İstanbul’da devam ediyor. Bu arada tarihe (özellikle Türk-İslam tarihi) olan merakım sebebiyle Anadolu Üniversitesi Tarih Bölümü’nü bitirdim. Evli ve iki çocuk babasıyım.

Şiire ilginiz nasıl başladı?

Şiire ilgimin nasıl başladığını çok bilemiyorum aslında, ama kendimi bildim bileli şiirle ilgilendim hep. Başka şairlere ait şiirleri okurken, dinlerken şiirlerin konusuna göre mutlu olduğumu veya hüzünlendiğimi hissettim. Çok küçük yaşlarda amatörce şiir denemelerim oldu. Edebiyat derslerinin kompozisyon ve şiir bölümlerinde bir başka heyecanlanır, öyle yazmalıyım veya öyle okumalıyım ki, verilmek istenen fikri ve duyguyu tam olarak vermeliyim derdim.

Kitabı çıkarmaya nasıl, neden karar verdiniz? Günümüzde şiir kitapları pek ilgi görmüyor gibi…

Aslında kitap çıkarmak gibi bir fikrim yoktu. Belki şiirlerimi ileride bir matbaada bir araya getirtirim, birkaç nüsha çoğaltırım ve kütüphaneme koyarım diye düşündüm hep. Çocuklarıma, torunlarıma bir emanet olur diye düşünüyordum. Ta ki kendisini çok sevdiğim ve saygı duyduğum yazar, karikatürist Muammer Erkul ağabey sayesinde tanıştığım eğitimci, yazar Ayhan Özbek hocamla tanışana kadar. Bu arada ikisini de tanıdığıma gerçekten çok memnunum. Ayhan hocam, şiire olan merakımı öğrenince ve birkaç şiirimi okuyunca bunlar kitap olmalı dedi. Her ne kadar ilk zamanlar biraz çekimser kalsam da Ayhan hocam hep destekleyici ve teşvik edici oldu. Sonra kendimi bir hazırlık serüveni içinde buldum. O zamana kadar ki yazılmış bütün beyitleri, dörtlükleri ve şiirleri derleyip toplamam ve kitap aşamasına gelmesi yaklaşık on aylık bir çalışma neticesinde oldu. Bu arada kitabımın editörü İbrahim Cebeci hocam ve KTB Yayınları çalışanlarının da çok büyük destek ve katkıları oldu tabii ki.

Şimdi sorunuzun ikinci kısmına gelecek olursak; şiire olan ilgiye daha doğrusu ilgisizliğe…

Sizin de belirttiğiniz gibi günümüzde maalesef şiir veya şiir kitabı ilgi duyulan bir alan olmaktan çıkmış görünüyor. Belki çok klişeleşmiş bir ifade olacak ama her şeyin çok hızlı yaşandığı ve tüketildiği bir zamandan geçiyoruz. İnsanların duygulara, kalbe hitap eden şeylerden çok hareketli yayınlara, görsellere ilgisi daha fazla galiba. Bu da sosyal medya aracılığıyla adeta bombardıman yapılır gibi işleniyor insanlara. Şiirin böyle bir iklimde ayakta kalması biraz zor tabii ki. Şiir gerçekten ilgi duyan ve onun kıymetini bilen insanlar tarafından hakkıyla anlaşılıyor diye düşünüyorum. Ki bu kadar kültür asimilasyonunun yaşandığı günümüzde ben hâlâ edebiyata ve şiire olan ilginin bitme noktasına geldiğini düşünmüyorum. İnşallah bu ilgi artarak devam eder. Çok şey kaybettiğimiz kadim medeniyetimizden en azından şiiri, edebiyatı kaybetmeyiz diyorum.

Şiirleriniz hep hece vezniyle kaleme alınmış. Vezinsiz şiirler hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizin böyle şiiriniz var mı?

Evet. Şiirlerim hece vezniyle genel olarak. Birkaç tane vezinsiz şiirim de var. Ama onlarda da genel olarak bir vezin kullanmasam da kafiye kullanmaya dikkat ettim. Aslında serbest veznin de çok yaygın olduğu günümüzde ve benden hem yaş olarak hem tecrübe olarak büyük şairlerin, serbest vezinle birçok şiirleri varken, değerlendirme yapmaya edeben çekinirim biraz. Fakat ben genellikle hece vezinci birisiyim. Kitabımın arka kapak yazısında da belirttiğim gibi, davaları, fikirleri, sevdaları, ayrılıkları, acı-tatlı her hissi yaşayanın dilinden ve kaleminden muhataplarına harf harf, hece hece ulaştırmanın en mükemmel yoludur şiirler. Ve şiir, unutturmaz kendini onu sevenlere. Onda kendinden bir şeyler bulanlara. Nerede lazım olursa orada aklına geliverir ve dökülüverir okuyucusunun ağzından hiç eksiksiz. İşte bu akılda kalıcılığın ve takılmadan okunmanın hece vezni ile çok ilgisi olduğunu düşünüyorum ben. Tabii bunlar benim düşüncelerim, kimseye haksızlık ve özellikle de hadsizlik etmek istemem…

Eskiden her şair bir veya birkaç ustadan ders alır, sohbetinde bulunurdu. Halk ozanlarının arasında usta-çırak geleneği önemlidir. Şairler önce bir ustayı rehber edinir. Onun gibi yazmaya çalışır. Sonra kendi yolunu çizer yavaş yavaş. Günümüzde böyle bir şey pek kalmadı gibi. Daha çok tasavvuftaki Üveysilik yolu gibi büyük, usta şairlerden istifadeyle bir şeyler yapmaya çalışılıyor gibi. Bu konudaki yorumunuz nedir? Şiir anlayışınızı şekillendiren şairler kimler oldu?

Evet. Sizin de belirttiğiniz gibi, önceden böyle mükemmel işleyen bir usta-çırak ilişkisi vardı. Ben açıkçası o dönemlere yetişmeyi çok isterdim. Usta-çırak geleneği aslında her meslekte ve sanat dalında kendini kanıtlamış ve meyvelerini vermiş muhteşem bir gelenek. Zaten bu geleneğin süzgecinden geçmiş olanların nasıl unutulmaz işlere imza attıklarına hepimiz şahit oluyoruz. Saygı, disiplin, ustaya hürmet hatta ustanın hürmet ettiği her şeye hürmet, kalıcı ve unutulmaz eserler verebilmek, işler yapabilmek ve kendisinden çok hep ustasını ön planda tutmak bu geleneğin en bariz özelliklerinden bazıları. Tabi yukarıda da belirttiğim gibi ben o dönemlere yetişemedim. Ama sizin soru içerisinde bahsettiğiniz Üveysilik misalinde olduğu gibi benimde istifade ettiğim, kendilerinden özel bir eğitim almadığım hatta bazılarını hiç görmediğim halde şiir konusunda çok şeyler öğrendiğim ustalar oldu. Üstad Necip Fazıl Kısakürek, Abdurrahim Karakoç ve Ozan Arif. Rabbim rahmet eylesin, üçü de ahirete intikal etmiş şahsiyetler. Bir de Aşık Sıtkı Eminoğlu’nu ekleyebilirim. Aşıklık, ozanlık kültüründen gelmiş birisidir kendisi de. Ben işin saz, bağlama kısmıyla ilgilenmiyorum. Daha çok şiirlerine odaklanıyorum halk ozanlarının. Öyle kelimelerle öyle şiirler yazıyorlar ki, hem hissiyat hem ahenk hem mana hepsi bir arada…

Günümüzde takip ettiğiniz yayınlar arasında başarılı bulduğunuz şairler var mı? Günümüz edebiyat çalışmaları, dilimizin gidişatı hakkında düşünceniz nedir?

Haddim olmayarak başarılı bulduğum şairler var evet. Mesela ilk aklıma gelenler Yavuz Bülent Bakiler ve Necip Yıldırım. Yakından takip ettiğim isimler bunlar. Ve şiirlerinde verdikleri mesajı net alabiliyorum diye düşünüyorum.
Edebiyat çalışmaları ve dilimizin gidişatı konusuna gelince; aslında bu hususta üzgünüm biraz. Yeterince bir şeyler yapılamadığını düşünüyorum. Dilimiz her geçen gün uydurukça diye tabir edilen kelimelerin istilasına uğruyor. Çocukların, gençlerin dilinde, hatta TV programlarında bunu görmek son derece üzüyor beni. Bence dili kaybetmenin ne demek olduğunu bilmiyoruz millet olarak. Çok da önemsemiyor gibiyiz. İşte bu çok üzücü. Bu alanda mücadele edenler var çok şükür. Onların desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Kendi evimizde bile çok şeyler yapabiliriz aslında bu konuda. Uydurukça kelime kullanmayacağız diye karar alıp meleke haline getirebiliriz bu vaziyeti. Önce biz kendimiz sonra ailemiz sonra millete yayılır diye düşünüyorum. Okullara da çok vazife düşüyor bu konuda. Bence edebiyat ve Türkçe derslerinin müfredatı çok doğru seçilmeli ve bu dersler diğer derslerden biraz farklı olmalı. Yani bir talebenin, eğitim hayatı boyunca hemen hemen her sene edebiyat veya Türkçe dersi görmesine rağmen, bu kadar edebiyata, şiire ilginin az olması, insanlarımızın çoğu zaman doğru kelimelerle kendisini ve meramını anlatamaması çok tuhaf geliyor bana. Demek ki bir yerde bir şeyler yanlış yapılıyor gibi…

Son olarak gençlere bir mesaj vermek ister misiniz? Gençlere tavsiyeleriniz nelerdir?

Estağfirullah. Tabii 42 yaşında biri olarak benden küçükler için söyleyebileceğimiz birkaç husus olabilir belki. Öncelikle din, dil, tarih konularında tavizkar olmamalarını temenni ederim. Din, dünya ve ahiret saadetimiz için, tarih; mükemmel bir medeniyete sahip olan bizlerin kadim medeniyetimizin bizlere bıraktığı hazineden haberdar olmamız ve geleceğimize yol haritası çizebilmemiz için dil ise ilk ikisini en doğru şekilde anlayabilmemiz ve gelecek nesillere aktarabilmemiz için lüzumlu. Bir de bu dünyanın geçici olduğunu, şu an içinde bulundukları anın devamlı kalmayacağını bilmelerini isterim. Gam da geçer dem de düsturunca. Kendilerini geliştirmelerini, edebiyatla aralarını düzeltmelerini ve eğer bunu yapabilirse daha iyi düşünmekten tutun, konuşmaya, kendini ifade edebilmeye, duygularını doğru kelimelerle beyan edebilmeye kadar bir çok sahada faydasını göreceklerini düşünüyorum. Ecdadımız Osmanlılar iyi incelendiğinde birçok paşanın aynı zamanda edebiyat literatürüne girebilecek büyüklükte divan şairi olduğu görülür. Yani edebiyatla ilgilenmek doktor, mühendis, asker, bürokrat vesaire olmalarına kesinlikle engel değildir. Aynı zamanda din, dil ve tarih bilinci insana bir duruş ve karakter kazandırır diye düşünüyorum. Şimdilik aklıma gelenler bunlar.

Bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz efendim.

Kelambaz

Kelambaz

Tarih • Kültür • Edebiyat • Fikir • Aktüalite

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!