Kelâmbaz

Evde Kalmak Zevki – Refik Halid

Allah sayımızı artırsın ve eksikliğini göstermesin! Nüfus sayımı yüzünden bugün, en azı ikindiye kadar evde kalmak mecburiyetindeyiz.

Medeni insan için dışarıda eğlenmesini bildiği kadar evinde hoşça vakit geçirme yolunu bulmak, ikisinin de zevkini çıkarmak lazımdır. Erkeklerin çoğu ve kadınların mühimce bir kısmı: “Ev dışında ne ise ne… Fakat misafir gelip çan çan etmedikçe, kumara dalmadıkça, kitap ve gazete üzerine kapanmadıkça evde saatler nasıl geçer?” derler. Halbuki bunların hiçbirisi olmasa da ev hayatı ufak tefek, hiçten meşguliyetlerle, daha doğrusu meşguliyet icatlarıyla gene keyiflidir; hatta misafirsiz, oyunsuz, kâğıtsız, kitapsız, bilhassa radyosuz daha keyiflidir.

Çoğu defa, ders yapmaya istek duymayan bir mektep çocuğu gibi, kendi kendime derim ki: “Keşke akşama makale yetiştirmek, romanımı doldurmak, bunlara mevzu hazırlamak mecburiyetinde olmasam da kararsız ve gayesiz, bir odadan bir odaya, kâh balkondaki çiçeklere su vererek, kâh sobaya kömür atarak, biraz mutfağa dalıp bir aralık da çekmecelerimi karıştırarak muayyen bir işe koşulmadan zamanımı keyfimce geçirebilsem!” Bazen hizmetçiye bile gıpta ettiğim olur: Şimdi, süpürge elinde sofadadır, biraz sonra, kepçe elinde, tencere başında; demin taraçaya çamaşır asıyordu, yarım saat geçmeden kilerde, reçel kavanozlarının karşısındadır. Fikriyle çalışanlar el işleriyle hayatını kazananlara, bazı günleri vardır, imrenmekten kendilerini alamazlar. “Al şu kalemi sen! Ver önlüğünü bana!” diyebilmek kabil olsa muhakkak ki meşhur ilim ve tahrir adamlarını ara sıra uşak kıyafetinde veya amele şeklinde apartmanın merdivenlerini siler yahut bahçe parmaklıklarını boyarken görürdünüz. Hem de çatık kaşlı değil; yüzlerinde, kafalarının dinlendiğini gösteren birer nurlu tebessümle!

Ufak mikyasta ev ve el işleri fikir yorgunluğunun tedavisidir. Bunun için olacak ki karnı ağrıyan kedilerin ot yemeleri kabilinden ben de, dimağımda bir gayritabiilik hissedince itiyadım harici, ilaç yerine, el işlerine başvururum. Şayet evde gıcırdayan kapılara yağ damlatmak, elektrik ütüsünün vidalarını sıkıştırmak, stilolarımı yıkayıp altın uçlarını parlatmak, hatta bıçakları bilemek gibi kısa ve kolay meşguliyetler kifayet etmezse yapacağım şunlardır: Odadan odaya taşınmak veya hiç değilse eşyaların yerlerini değiştirmek… Sağdaki kitap etajerinin sola konması, yazı masasının ortadan yan tarafa çekilmesi, duvarlarda levhaların masalarda vazoların becayiş etmeleri hem el, hem zihin oyalar. Koyarsınız, beğenmezsiniz; başka tarafa götürür, uzaktan bakar, gene memnun olmaz, nihayet bir üçüncü değiştirmede hoşlanırsınız. Bu, size, iyi bir şey yapmak ve bir yenilikle, başkalıkla karşılaşmak zevkini verir. Küçük bir muvaffakiyettir ve her muvaffakiyet gibi fikrin daha kolay işlemesine, çalışma istinasını açmaya yarar; artık oturup yazınızı tamamlamak kolaydır.

Evcil adamın bir atölyesi olmasa bile çekmecesinde çekiç, kıskaç, eğe ve her cinsten çivi gibi bazı edevatı bulunmalıdır. Eksik aletle evime gelen bir işçiye mesela ufacık bir duvar delici burgu uzattığım zaman onu şaşırmış görmek izzeti nefsimi kaç kere okşamıştır!

Fakat bazılarını tanırım ki, benim ancak bir tedavi olarak ara sıra, zararsız cinsinden yaptıklarımı ifrat derecesine götürmüşlerdir. Saat, gramofon, radyo tamirine kalkışırlar ve sonunda önlerine yığılan bir avuç dolusu vida, zemberek, maşa, yelkovan vesaire ile belleri ağrımış, bacakları tutulmuş, zihin yorgun, ayağa kalkarlar. Artık saat büsbütün işlemez, gramofon dönmez ve radyo ses vermez olmuştur; bunları, ertesi günü hakiki tamirciye götürmek ve biraz da beceriksizliğinden utanmak lazım gelir. Böyle muvaffakıyetsiz el işlerinden sonra fikir, düzeltmek istediğiniz makineler kadar hurdahaş bir haldedir, adeta kafanızın içinde de, deminki saat ve radyo gibi ancak bir ustanın marifetli eline muhtaç bir karmakarışıklık hissedersiniz. Sanki vidaları yerini bulmamıştır, zemberek boşta durmaktadır, maşa tutmamakta, yelkovan dönmemektedir; başınızı sallamaktan bile korkarsınız: Büsbütün bozduğunuz saatteki aletlerin iğreti tutturulmuş tıngırtılı sesiyle onun da altüst olması vehminden!

Mamafih bir erkeğin hoşça vakit geçirmek veya zihin oyalamak için evinde yapabileceği işleri, hali, vakti müsait olduğu halde büsbütün münasebetsiz ve yakışıksız şekle sokanlar da vardır. Haydi diyelim ki akşamüstü mutfağa girdi de kendi tertibince bir salata ve bir meze hazırladı; buna cevaz verebiliriz; lakin kıllı kollarını belki de paçalarını sıvayıp ayaklarda terlik, sırtta pijama, göğüs bağır açık, saçlar kabarmış ve ağzındaki kalın boydan tiryaki sigarasının külü bir parmak uzamış, lahana turşusu kurmak, lakerda için torik haşlamak, balık dolmasına iç kavurmak yahut da yüz göz benek benek duvarları badanalamak, üst baş kapkara, soba borularını boyamak hiç de hoş görülemez.

Böyle olmakla beraber onları evinden zevk almayanlara gene tercih ederim. Evini candan sevmeyen, galiba, yurdunu da gönülden benimseyemez; evinde sıkılanın memleketinde eğlenebilmesi de şüphelidir. Hatta bana öyle gelir ki evinden hazzedemeyen adam belli başlı dünya saadetlerinden birini henüz tadamamıştır. Bazen insanın odasında elini bir şeye sürmeden, bir şey düşünmeden, güzel bir kır manzarası karşısında bulunuyormuş kadar keyif duyduğu bile olur. Kendisini yuvasında hissetmenin kalbe emniyet veren bir hususi zevki vardır; hatta her saadet gibi bunun da elden gittiği zaman kıymeti daha derinden anlaşılır. Başından mahpusluk ve gurbet maceraları geçenler bilirler: Hürriyet, yurt ve ev hasreti birbirlerinden ayırt edilemeyen kaybedilmiş tek saadettir.

Ev, yatı mektebindeki çocuk için ananın, gençlikte ve olgunlukta sevgilinin ve eşinin, ihtiyarlıkta yatağının bulunduğu yer olmak itibarıyla tahassürle anılan, can atılan bir hayal mihrabıdır; muhabbetimizin dalgaları gökleri aşarak o merkeze koşar, orada ses verir. Yalnız şu var ki evi, hangi iklimde ve ne seviyede olursa olsun, sevimli şekle sokabilmeli, şefkatli hale getirebilmelidir. Bazı evler bilirim bütün debdebesine rağmen nursuz, hareketsiz, albenisizdir. Orada avize ışığı bana zeytinyağı kandili kadar sıkıntı, kalorifer tezek ocağı kadar bulantı verir, halılar tabut şalları gibi kasvet verici gümüş çatal bıçak takımları operatör aletleri gibi tüyler ürpertici görünür.

Zira evi güler yüzlü, sıcak, sokulgan yapan eşya değildir, oturanların gustosu, daha doğrusu ruhudur. Ruh kadar bir eve sinen, akseden, nakşolan ne vardır? Hiç tanımadığım bir aile yuvasına gireyim şöyle etrafıma bir göz atayım, evin perisini koklayayım, size o karı kocanın istikbaline dair, ele bakan kâğıt açan bir falcıdan çok doğru malumat verebilirim. Ruh tahlili yalnız hanımın yeşil gözlerine, beyin nazlı sözlerine bakılarak yapılmaz, evlerin de tetkike değer gözleri, manalı sözleri vardır ve bunlar anlayana hiç de yalan söylemezler.

Türkçede izdivaç etmeye evlenmek denmesi ne hoştur. Evinde sıkılan ve yuvasından bucak bucak kaçandan, erkek veya kadın, şüphe ediniz. Akşamüstü işinden dönüşte ayakları geri geri giden ve yolda beş dakika gecikmeyi nimet bilen erkek, çoğu defa kadın yüzünden yüzü gülmemiş bir bahtsız demektir. Düşününüz ki ancak evciller iyi birer baba ve anadırlar.

Bugünkü nüfus sayımı, makaleme bir hayırlı dua ile başlamama sebep olmuştu; yazımı gene nüfus işiyle münasebeti olan ve aileler hakkında kullanılan bir başka dua ile bitireceğim: “Allah evlerimize derlik, düzenlik versin! ” Bilirsiniz ki öz Türkçede derlik bir yere toplanmak, çoğalmak; düzenlik tertip ve ahenk, manasına gelir. Evliler ve o münasebetle nüfus sayımı için bundan münasip dua olamaz.

[Refik Halit Karay – Sakın Aldanma, İnanma, Kanma sf. 165-169]

Tavsiye yazı: Sultan Hamid’e Atılan İftiralar – Refik Halid

Kelambaz

Kelambaz

Tarih • Kültür • Edebiyat • Fikir • Aktüalite

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!