Kelâmbaz

Çocukların Her İstediği Yapılmalı mı?

Günümüzde ebeveynlerin en büyük problemlerinden birisi çocuklarının bitmek tükenmek bilmeyen istekleri. Peki bu sadece günümüzde mi böyle yoksa tarihte de benzer problemler olmuş mu? Geçmişte insanlar bu noktada nasıl hareket etmişler? 1893 senesinde vefat eden Osmanlı devri münevverlerinden Muallim Naci Bey, “Vezaif-i Ebeveyn” (Anne-babanın Vazifeleri) isimli kitabında bu mevzuya dair ebeveynlere şöyle tavsiyeler veriyor;

Bir öğretmen öğrencisinin fikirlerinin aydınlanmasına çalıştığı, edep ve dinin kaynağını öğretmeye başladığı gibi onun meşrebini de dikkate alarak düşüncelerini aydınlatmaya ve ahlâkını da düzeltmeye çalışmalıdır. Çünkü onun saadet ve selameti ve kendisiyle birlikte yaşayıp geçinecek olanların hoşnut ve mesut olmaları başlıca buna bağlıdır.

Güzel bir şekilde eğitim almasını sağlamak için ilk iş olarak öğrencinin iyi terbiye sahibi olmasına çalışmalı. İyi terbiyenin ilk esası ise itaattir. İtaat olmayan yerde hiçbir iyilik olamaz. Böylece çocuklar itaatin ne olduğunu bilmeden öğretmen onlara bunu fiilen yaptırıp sonra itaatin ne olduğundan, faydalarından ve faziletlerinden bahsetmelidir.

Rousseau der ki: “Çocukların bedbaht olmalarının asıl sebebinin ne olduğunu anlamak ister misin? Her istediklerini yapmaya ve yaptırmaya alıştırmak! Çünkü arzuları çoğaldıkça çoğalacak ve sen bunları ne kadar yapmaya çalışsan da hepsini yapmaya gücün yetmeyeceğinden zarureten artık yapamayacaksın. Çocuk bu şekilde alışmamış olduğundan arzularına ulaşamamasından dolayı bir can sıkıntısı hissedecektir. Şöyle ki ilk önce elindeki bastonu ister, biraz sonra saatini ister, bir de havada uçan kuşu ister. Kısaca her gördüğü şeyi ister. Verilmediğinde ağlar, bağırır, çağırır, ortalığı yıkar. Nitekim böyle terbiye gören çocuklara da çoğunlukla rastlanılmaktadır.”

“Terbiye Tarihi” isimli kitabın yazarı bu konuda bir vaka nakleder. Anneler bunu dinleyip iyice akıllarını başlarına toplasalar, öyle çocuklarının her isteğini yerine getirmedeki ve her kusurunu affetmedeki hatalarını anlayacaklardır.

Bir kadının bir çocuğu vardı. Üstüne titrerdi. Ağlamaktan hasta olmasın diye çocuğunun her istediğini yapardı. Çocuk büyüdükçe evin içinde bir zorba kesildi. Evi alt üst eder, istediğini yapardı. Kocası, akrabaları ve dostları kendisine bunun sonunun fena olacağını her zaman söylerlerdi ama o asla bildiğinden şaşmazdı. Bir gün annesi bir odada otururken çocuk avluda sesi çıktığı kadar bağırıp ağlıyordu. Sinirinden yüzünü gözünü tırmalayıp duruyordu. Meğer hizmetkar bir istediğini vermemiş de ondan bu hâle gelmiş. Annesi fena şekilde kızarak “Ne haddine ki çocuğun istediğini vermeyip de onu bu hâle getirmişsin? Hemen ne istiyorsa ver!” diyerek hizmetkarı azarlamaya başladı. Hizmetkar da çaresiz bir şekilde: “Efendim, öyle bir şey istiyor ki sabaha kadar ağlasa verilemeyecek” der. Bu cevabın üzerine hanım iyice sinirlenip elleri ayakları titreyerek olduğu yerden fırlayıp kocasının dostlarıyla oturduğu salona gidip “Aşağı in de şu mel’un hizmetkarı kov!” diye zorla çağırdı. Kendisi çocuğu aşırı derecede sevdiği gibi kocası da hanımını çok seviyordu. Derhal beraber aşağı inip “Behey mel’un! Senin ne haddine ki çocuğun istediğini vermez de hanımına itaat etmezsin ve çocuğu bu hâle getirirsin?” diyerek azarladı. Hizmetkar da “Aman efendim! Çocuğun istediği verilecek bir şey değildi. Hanım kendisi de olsa veremezdi. Kuyunun yanında su ile dolu bir kovada gökteki ayın aksini görüp tez onu çıkar bana ver diye ağlıyor. Bu verilecek şey midir?” der. Bu şekilde yukarıda oturmakta olan misafirler de pencereden bakıyorlardı. Olanları anlayınca kahkahalarla gülmeye başlarlar. Kadın da gülmeye başlar. Artık o günden sonra yavaş yavaş kendine gelip çocuğun öyle her istediğini yapmamaya başlar. Çocuk da düzelir.

Anneler evlatlarına olan aşırı şefkat ve muhabbetlerini dengede tutmalı, onların sıhhat ve afiyetlerinin bozulmasından korkarak veya kendi rahatları için çocuklarının öyle her istediğini yapmaktan, her meramlarını yerine getirmekten çok sakınmalıdır. İtaat, kanaat ve her istediğinin yapılmamasına alıştırılan bir çocuğun büyüdüğü zaman, öyle her istediği yapılarak büyütülen bir çocuktan bin kat fazla mutlu olacağını görmüş geçirmiş insanlar bilir. İlki büyüdüğü zaman halim selim kanaatkâr olur. İkincisi ise bilakis tezmeşreb, sert tabiatlı, kararsız, inatçı ve değişken fikirli olur. Etrafında bin türlü eğlencesi olsa hiçbirinden zevk almaz. Daima canı sıkılır. Nedensiz yere darılır. Her şeyde inat ve ısrar eder. Her şeyden ve herkesten şikayetçi olur. Her şeye bahane bulur. Her gün akşama kadar bağırıp çağırır. Hem kendi rahatsız olur, hem halkı rahatsız eder. Böyle insan mutlu olur mu? Sert tabiatı, değişken fikirleri şuurunu bile bozmaz mı? Bu konuda dikkate alınacak bir şey daha vardır ki o da bu şekilde büyüyen çocukların çoğunun ar, hicap, edep ve namus gibi ahlâkî faziletlerden nasibini alamamalarıdır. Aşırı şefkatle büyütülen çocukların sonradan zillet ve sefalete düşecekleri hakkında tarihte pek çok örnek ve ibret vardır. Böyle büyüyen çocukların sıkıntı çekerek büyüyen çocuklardan daha fazla anne babalarına ve velilerine nankörlük ettikleri görülür. Şöyle ki: Çocuklarını böyle kayıtsızlıkla taʼlim ve terbiyeden mahrum bırakan büyükler çoğunlukla kendilerine büyük bir düşman olmak üzere büyütmüş ve beslemiş olur. Zira bir adam evvela ta’lim ve terbiye görüp de nefsini ıslah etmedikçe halim, selim ve hakikatli olamaz. “Bir çocuk kendi hâlinde bırakılacak olursa anne ve babasına zarar verip üzer.” düşüncesini dile getiren kitaplar da yazılmıştır.

Bazıları çocukların yetiştirilmeleri sırasında isteklerine karşı gelmek gerekmez derler. Halbuki daha sonra onlardan görecekleri kötülüklere ve itaatsizliklere göre küçük yaşlarında çekecekleri zahmet ve meşakkatin bir hiç mesabesinde kalacağını düşünmezler. Zira büyüdükleri zaman kendi istediklerini yaptıracak insanlara her zaman tesadüf edemeyip çoğunlukla kıskanç ve kızgın kimselere ve düşmanlara rastlayarak onlardan zarar göreceklerinden çocuklukta ne kadar çok zorluğa alışmış olurlarsa büyüdükleri zaman da böyle adamlar karşılarına çıktığında o kadar fazla mihnet ve meşakkate dayanıklı olabileceklerdir. Çocuklara meşru bir şekilde ve gerektiği kadar sertlik ve ılımlılık göstermek onları bir nizam altına almak ve düzene sokmak ve büyüdükleri zaman çekecekleri mihnet ve meşakkate küçük yaşlarından alıştırmak, onlara hem maddi hem manevi bir şekilde iyilik etmek demektir. Çünkü küçük yaştan zorluklara alışmış olacaklarından büyüdüklerinde çekecekleri sıkıntılar kendilerine o kadar taşınması güç gelmez. Bazıları çocuklarının küçüklüklerinde ta’lim ve terbiye ile onların tavırlarını düzeltmeye çalışmakta ne kadar kolaylık olduğunu ve bunun ne kadar hayırlı ve yararlı olacağını bilmediklerinden veya bilmek işlerine gelmediğinden bu vazifelerini onların biraz büyüdükleri zamana bırakırlar. Halbuki bu geciktirmenin sonraları daha büyük zorluklar doğuracağını hatırlarına getirmezler. Bu şekilde büyütülen çocuklardan çoğunun biraz büyüdükten sonra artık düzelmesinin mümkün olmadığı çok defa görülmüştür. Taze yaş ağaç istenilen tarafa kolayca eğilir. Fakat büyüdüğü zaman onu eğmek veya doğrultmak hayli güç olur. Belki de eğmek veya doğrultmak istendiğinde kırılır. At ve diğer hayvanlar bile küçüklüklerinde terbiye edilmezlerse büyüdükleri zaman zapt edilemezler. Ne kadar uğraşılsa da itaat etmezler. Çocuklarda da aynı durum geçerlidir. Küçüklüklerinde kendi hallerine bırakılacak olurlarsa kendilerini küçük kusurlardan büyük büyük hata ve tehlikelere atarlar. Bu büyük hataların çoğunun da engellenmesi veya düzeltilmesi mümkün olmaz.

Bununla birlikte onları küçüklüklerinde kendi heva ve heveslerine, değişken tabiatlarına bırakmayıp, her istediklerine kulak asmayıp daima meşru ve münasip olanlarını yerine getirip uygun olmayanlarını yapmaktan kaçınmalı ve çocukluklar feleğin sıcak ve soğukluğuna alıştırmalıdır.

Bir çocuk küçük kusurlarda bulunduğu vakit terbiye edilmezse yavaş yavaş daha büyüğünü yapmaya cüret eder. Büyüdükçe daha büyük kabahatler işler. Şöyle ki: Anlaşılmadık şekilde yaşı büyüdükçe kusur ve kabahatleri de büyür. Çayın [suyun] önü alınmazsa öyle bir dereceye gelir ki artık terbiyenin bir faydası olmadıği gibi çok defa da zarar verir. Bu konuda tarih öyle müthiş bir örnek göstermektedir ki işiten babaları, anneleri ve velileri dehşete düşürür.

Bir çocuğun ilk istekleri daima zayıf olur. Adeta o, yavaş yavaş büyüyen bir filize benzer. Ama küçük bir engelle karşılaşsa hemen gelişimi durur. Bunun gibi çocukların bazı isteklerine karşı gelinip yapılmazsa istekleri daima zayıf halde kalır ve çabuk mağlup edilir.

Çocuk bir şey istemekte ısrar ettiği zaman tatlılıkla kendisine demeli ki: “Öyle zorla ve sabırsızlıkla illa isterim dediğin şeyin verilmesi doğru değildir. Bununla birlikte bunun için ne kadar ağlasan, bağırsan, çağırsan da verilmeyecektir.” Çocuk bu sözün kuvvetini şayet ilk defada anlamasa bile hatırında tutar ve kendince biraz üzerinde düşünür. Gerçekte bu yolda istediği şey kendisine verilmezse ikinci ve nihayet üçüncü defada bu inadını terk etmeye mecbur olur. İstediği şey verilecek bir şey ise ve vermek de istenirse biraz vakit geçtikten sonra kendi istemediği bir zamanda verilmelidir. Fakat kendisine öyle zorla istemekten vazgeçtiği, ancak verilecek zamanı olduğunda verildiğini de anlatıp öyle verilmelidir.

Bunu anlayan çocuk bir daha asla zorla ve zamansız bir şey istemez. Tatlılıkla ve zamanında ister, verilmediğinde de önceki gibi öyle bağırıp çağırarak ağlamaz. Fakat öyle ağlayarak, bağırıp çağırarak bir şeyi istediği zaman sesi çıkmasın diye istediği kendisine verilecek olursa ağlamayı kendisine bir alet ve adet edinir. İstediğini yaptırmak için de her zaman bu vasıtaya müracaat eder.

Rousseau der ki:

“Bir çocuğun ilk gözyaşları bir rica makamında ise de eğer her zaman kabul edilip yapılırsa yavaş yavaş emretmeye başlar.”

Bir çocuğun ilk ağlayışları yardıma muhtaç olduğunu ima eder. Fakat bu yardım gitgide bir hizmet ve vazife hâline gelir. Anne-baba ve velilerinin kendilerinin hizmetkarı olduğu zannına kapılırlar. Bu hizmet bazen eksik yapılır veya tamamen istedikleri yapılmazsa, çocuk kendisine yapılması gereken bu hizmette niçin kusur ediliyor veya niçin kendisinden bu hizmet esirgeniyor diye birden kızıp öfkelenir, hırsını ağlayarak alır. Bunun için çocuk sahipleri çocuklarını böyle alıştırmaktan kaçınmalıdır.

Ama çocuk eğer bir ağırlık ve sıkıntı duyduğu veya bir şeyden huzursuz olduğu için ağlarsa hemen yardımına koşulmalı. Mümkün olduğu kadar dikkat ederek çocuğun bu hâlini daha ağlamadan anlayıp gereği yapılmalı. Çocuğun durumunun araştırılıp ihtiyacının giderilmesine gücün yetmediğinde o sırada onu okşamaktan da sakın! Çünkü bunun bir faydası olmadığı gibi bundan hoşlanarak ve onu hatırında tutarak hiçbir sıkıntısı olmadığında da önceki gibi okşanmak. ve eğlenmek için ağlamayı kullanır. Bir iki defa bu şekilde kendini okşatmayı başarırsa artık başına bir amir kesilip her istediğini yaptırmak üzere ağlamayı, bağırıp çağırmayı ve ayaklarını birbirine vurmayı bir silah olarak görür. Güya zorla seni tehdit edip korkutarak kendini müdafaa edip istediğini inatla yaptırır. Bir defa iş buralara vardıktan sonra artık onu bu halden vazgeçirmek hemen hemen imkânsızdır. Bundan başka bu şekilde büyütülen çocuk sonradan tezmeşreb, sert mizaçlı ve haşin tabiatlı olur.

Çocukların hemen siyah ve beyazı fark etmeye başladıkları günden başlayarak onların inatlarını kırmaya ve sert tabiatlarını yumuşatmaya çalışılmalıdır. Çocukların çoğunun ilk ve başlıca kusurları bu inattır. Bu ise doğal bir çocukluk hâli değildir. Belki pek küçüklüğünde dikkatsizlikle alıştırılmış bir haldir. İşte buna küçüklüklerinde meydan verilmemeli. Eğer o zaman her nasılsa buna dikkat edilememiş ve meydan verilmiş olursa inat baş gösterdiği gibi henüz kökleşmeden ve kuvvet kazanmadan çabuk şekilde önünü almanın çaresine bakılmalıdır. Çünkü inat bir defa kökleşmiş ve kuvvetlenmişse artık önü alınamaz. Çocukların istekleri ilk olarak gözyaşlarına merhamet ederek yerine getirilir, sonra ağlamaktan üzülüp sıhhatlerinin bozulmaması için ve daha sonra da etraf huzursuz olmasın diye yapılır. Sonunda da çocuklar dediklerini zor ve zorbalıkla yaptırır. İşte bunların hepsinin çocukların davranışlarına ilk yaşlarında gerektiği gibi dikkat edilmemesinden ve küçük kusurlarını önemsemeyip ikaz edilmemesinden. ileri geldiği denenip görülmüştür.

Uslu ve rahat durduğu zaman çocuğu sev! Fakat uslu durduğun için seviyorum de! Arsızlık etmeye başladığı gibi sen dargın gibi davran ve uzak dur! O küstahlığını artırdıkça sen de küskünlüğünü artır. Böylece yavaş yavaş küstahlığı bırakır. Bu şekilde davranmak, kayıtsızlık ve merhametsizlik gibi görünürse de öyle değildir. Çünkü böyle yapılırsa çocuk arsızlık ve huysuzlukla değil, ancak uslu durmakla sevilip okşanmasının mümkün olduğunu anlar ve daima öyle davranmaya mecbur olur. Çocuğu bir defa böyle yönlendirdin mi artık elinde yumuşak balmumu gibi olup her kalıba dökülebilir.

Özellikle çocukların terbiyesinde başarılı olmak için kestirme bir yol aranırsa her şeyden fazla baba ve annelerinin ve diğer büyüklerinin daima kendilerine güzel ders vermeleri yeterlidir.

Zannetme ki çocuk senin etkileyici ve güzel nutuk ve nasihatlerinle eğitilir. Bunların ancak bir dereceye kadar tesiri olabilir. Çocuk senin söylediğin sözlerin fiilen yerine getirilişini sende görmedikçe onların doğruluğuna kanaat getiremez. Mesela nasihatlerin itaat üzerine ise senin de bir başkasına itaat ettiğini görmedikçe itaatin iyi bir şey olduğuna inanmaz. Bununla birlikte bir şeyin iyi veya kötü olduğunu

örneğiyle ispat etmeli ve kendi üzerinde yaşayarak göstermelisin ki çocuk bunun gerekli olduğunu görsun. Bunun için her şeyde dikkatin çocuğun eğitim ve terbiyesi hususuna çevrilip her hal ve harekette sözlerini kendi üzerinde tatbik ederek ona güzel bir örnek olacak şekilde davranmalı ve kötü örnek olacak hiçbir hal ve harekette bulunmamalısın. Zira çocuk kısmı yaratılıştan her ne mizaç ve meşrepte olursa olsun senin mizaç ve meşrebinde, hal ve hareketinde iyi ve kötü olan her ne görür ve işitirse ona uymaya ve örnek almaya yatkındır. Mesela çocuğun yanında bir hizmetkâra kızsan o da kızar. Bundan zevk alsan o da alır. Yumuşaklıkla davransan o da öyle davranir. Onun için hiçbir şeyde çocuğun bu doğal yapısı unutulmamalıdır.

Bir de evde çocuğun etrafında bulunan hizmetçi ve görevlilerin hal ve hareketlerine dikkat edilip çocuğun yanında öyle olur olmaz sözler, şakalar ve espriler yapmalarına izin verilmemelidir. Ahlâkı ve davranışları denenip herkes tarafından beğenildikleri tecrübeyle görülmeyen kimseleri, çocuğun yanında bulundurmaktan son derece kaçınılmalıdır. Bir de onları efendi, bey, paşa gibi ünvanlarla isimlendirmekten de sakınmalıdır. Çünkü bunun da bazı sakıncaları vardır. Şu kadar var ki uslu, akıllı olur, okuma yazma öğrenirse büyüdüğü zaman kendisinin de efendi, bey ve paşa olabileceği teşvik için söylenebilir.

Kısaca ileride çocuğun kötü ahlâk sahibi olmasına sebep olacak her türlü söz, hal ve hareketlerden sakınmak lazımdır. Çocukların yanında ne kadar basiretli ve ihtiyatlı davranılsa yine de azdır. Zannedilmesin ki çocuklar her şeye dikkat etmezler ve anlamazlar. Onlar büyüklerden daha fazla dikkatli ve her şeyi anlamaya yaratılıştan daha yatkındırlar. Onlar çok defa bir şeyi bizim umduğumuzdan fazla anlamakta ve bilmektedirler.

[Çocukların Eğitimi, Muallim Naci, Büyüyen Ay Yayınları s.39-52]
Kelambaz

Kelambaz

Tarih • Kültür • Edebiyat • Fikir • Aktüalite

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!