Kelâmbaz

Süleymaniye’yi Okumak -1-

Uzun zaman olmuştu Süleymaniye’ye gitmeyeli. Hayli zamandır da gitmek istiyordum. Nihayet geçtiğimiz hafta cumartesi günü planımı yaptım ve fotoğraf makinemi alarak yola çıktım. Öğle namazını Süleymaniye’de kılacak ardından da caminin mimarisini ve içindeki muhteşem hat yazılarını inceleyecektim. Daha sonra da caminin bânisinin ve çok sevdiği zevcesinin türbelerini ziyaret edecek, en son da bu muazzam eseri 70 yaşında iken bizlere bırakan mimarın kabrinin başına gelecektim.

Öğle ezanına 5 dakika kala caminin ana girişine geldim. Çoğu insan ana caddeyi takip ederek geldikleri için, bodoslama yan kapılardan camiye girerler. Ama caminin o mütevâzı ihtişamını görmeyi ve sanki gelenleri samimi bir şekilde kollarını açıp karşılarmışçasına duruşunu içinizde hissetmeyi kaçırmak istemiyorsanız biraz yürüyüp mutlaka ana kapıdan girmelisiniz.

Caminin ana dış kapısının en üstünde kelime-i tevhîd yazar, onun altında ise Nisâ suresi 103. ayetinin bir kısmı olan “Muhakkak ki namaz, mü’minlere belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır.” ibâresi yer alır.

Ana kapının süslemeleri kendisini seyreden gözlere sürur vermekte…

Mimar Sinan’ın yaptığı camilerin şadırvanlarından hiç biri diğerine benzemez. Burada da eşsiz bir şadırvan bizi karşılar. Eşsizliğini anlamamız için şebekeli pencerelerden içeri bakmamız gerekecektir.

Bilenler bilir, Osmanlı şadırvanlarında umumiyetle etrafı demir şebeke ile çevrili ve ortasındaki küçük bir fıskiyeden suyu devridaim eden bir havuz bulunur. Şadırvanın dış tarafından da musluklar yoluyla bu havuzdan gelen suyla abdest alınır. Burada da ortada havuzu görüyorsunuz (şadırvan günümüzde maalesef faal olmadığı için su ve musluklar yok) ama burada su fışkırtan küçük fıskiyeler ortadan değil, göz alıcı güzellikte yıldız desenleriyle süslü bir tavandaki deliklerden aşağı doğru akıyor. Evliya çelebi bu su sesinin iç avluya çok hoş bir hava kattığını seyahatnamesinde yazar.

Mekanizmanın çalışır halini görmek isteyenler linkteki videoyu seyredebilirler:

İç avluda, biri camiye giren ana kapının hizasında ve biri de tam onun karşısında olmak üzere iki tane ayet kitabesi bulunur:

Ana kapı hizasındaki kitabede Bakara suresi 238. ayeti kerimesi olan “Namazlara ve orta namaza devam edin ve Allah’a gönülden boyun eğerek namaza durun.” ibâresi yer alır.

Camiye giriş yaptığımız kapının üstünde yer alan kitabede ise Meâric suresinin 34 ve 35. ayetleri yer alır: “Onlar, namazlarını titizlikle koruyan kimselerdir. İşte onlar Cennetler’de ikram göreceklerdir.”

Her iki kitabede de, ayetlerin sağında “Allah-u teâlâ buyurdu ki” ve solunda “Azîm olan Allah doğru söyledi” ibareleri yer alıyor.

İç avluya sağdan açılan kapının hemen girişinde yer alan bu kırmızı granit taşla alakalı pek çoğumuz bir şeyler duymuştur. Ben de bu mevzudan bahsetmeden ana kapıya geçemeyeceğim:)

Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde yer alan bir hikayeye göre Süleymaniye cami inşaatı devam ederken Kutsal Roma-Cermen İmparatoru caminin inşaatında kullanılmak üzere kıymetli bir taş gönderir. Kanuni bundan işkillenip taşın kırılıp içinin açılmasını emreder. İçinden haç çıkar. Bunun üzerine de bu haç işaretli taşı sağ methalin girişine koyarak herkesin bu haça basarak camiye girmesini arzu eder.

Lakin bu hikayede bir problem yok mudur sizce de? Osmanlı İmparatorluğu gibi bir devleti düşünün. Nüfusun yarısı gayrimüslim. Müslümanların hâmîsi olduğu kadar Hristiyan ve Yahudilerin de hâmîsi mevkiinde bir devlet. Hepsine adaletle ve şefkatle muamele eden bir cihan imparatorluğu, Hristiyanlık dininin sembolü olan haç’ı herkes üstüne basında öyle girsin diye kapı girişine koyar mı? Tabi ki hayır. Zira İslam dininde bir Müslümanı incitmek haram olduğu gibi bir zımmî kafiri de incitmek haramdır. Onun dinine hakaret edilirse elbette incinir.

Bu taşın asıl hikayesi ise şöyle; İstanbul’da Fatih Camii’nin bulunduğu yerde Bizans devrinde İstanbul şehrini kuran 1.Konstantin (324-337) tarafından yaptırılan Havariyyûn kilisesi vardı. Kendi mezarı da buradadır. Daha sonraları da burası ehemmiyetini muhafaza etti. İmparatorlar, aileleri ve soylular öldüklerinde  buraya defnedilirlerdi ve mezarları da lahit şeklindeydi.

Eski bir Bizans elyazmasında arkada Havariyyûn Kilisesi’ne getirilen bir aziz naaşı tasviri
İstanbul Arkeoloji Müzesi bahçesindeki imparator lahitleri

Özellikle İmparator ve hanımlarının lahitleri, Bizans İmparatorluğunun, hanedana has rengi olan bu morumsu renkteki çok sert granit taşlardandı. 1204’de Latin istilasında hususiyetle bu kilise yağma edildi, bütün relikler, mezarlar, kıymetli ne varsa yağmalandı. Fatih Sultan Mehmed Han İstanbul’u fethettiği zaman tüm Konstantinopolis gibi burası da harabe idi. Fatih evvela burayı İstanbul Patrikliğine tahsis ettiyse de, çevresindeki Hristiyan ahalinin azalması ve harabiyetten ötürü Patrikliği Fener’e inşa ettirdiği kiliseye taşıdı. Harap halde olan Havariyyûn kilisesini de yıktırıp yerine cami inşa ettirdi. İşte burada kalan o sert ve kullanışlı taşlar gerek Fatih camiinde gerekse başka yerlerde inşaatlarda kullanıldılar. Bugün bu lahitlerden bazılarını Ayasofya’da ve Arkeoloji Müzesi’nde görebilirsiniz. İşte bu kırmızı taş da o lahitlerden birinin yan kenarıydı. Üzerinde de başta haç olmak üzere çeşitli Hristiyanlık sembolleri mevcuttu. Bu semboller iyice kazınarak düzlendi ve yerine yerleştirildi. Şimdi ise üzerinde, çok dikkatli bakılırsa görülebilecek şekilde bir haç silüeti görülebilmekte. Buna istinaden böyle bir hikaye halk arasında uydurulmuş olabilir. Zaten şu da bir gerçek ki, Evliya Çelebi gittiği, gezdiği yerlerdeki eserleri tanıttığı gibi o yerlerdeki insanları, hayat tarzlarını ve halk hikayelerini de “hepsi bir değerdir, kaybolmasın” diyerek eserine almıştır. Anlatılan halk hikayelerinin hepsinin kesin doğru olmadığı, bazen efsanevi bazen de mizâhî taraflarının olduğunu unutmamak lazım.

Ana kapıya geldiğimizde bizi önce yerde daire şeklinde yine aynı kırmızı granitten bir desen karşılar. Bu taşlar da İznik Ayasofyası’ndan getirilmiştir. Aynı formun bir eşi yine İznik Ayasofyası’nda durmaktadır

Başımızı kaldırdığımızda ise kenarlarda çok sade ama kitabelerinde ve mukarnaslı taş işçiliğinde ihtişamlı ve son derece göz alıcı güzellikte devasa bir kapı görürüz.

Ortadaki kitabede caminin bânisinin ismi yer alır. Bakalım bu camiyi kim yaptırmış:

Nâşiru’l-Kavânîni’s-Sultâniyye Âşiru’l-Havâkîni’l-Osmâniyye es-Sultân ibnü’s-Sultân Süleymân Hân bin es-Sultân Selim bin es-Sultân Bâyezîd bin es-Sultân Muhammed bin es-Sultân Murâd bin es-Sultân Muhammed bin es-Sultân Bâyezîd bin es-Sultân Murâd bin es-Sultân Orhân bin es-Sultân Osmân

Manası da şu şekilde: “Sultanlığın kanunlarının yayıcısı ve Osmanlı hakanlarının onuncusu Sultan Osman oğlu Sultan Orhan oğlu …. Sultan Süleyman Han”

Selâtin camilerde umumiyetle ortadaki kitabede sahibulhayrâtın ismini, sağ kitabede bâniye ve esere duayı, sol kitabede ise eserin inşa tarihini ihtivâ eden yazılar olur. Burada aynı şekilde orta kitabede isim sağ ve sol kitabelerde de dua ve eser malumatı vardır.

Caminin içini ve türbeleri de bir dahaki yazımızda ele alacağız inşallah…

Yazının devamı için tıklayınız.

Emir Ali Demirel

Emir Ali Demirel

Elektronik Müh. Tarih-Sanat Tarihi, Kültürel Seyahatler&Fotoğrafçılık

emiralid.blogspot.com

2 comments

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

  • Merhaba, paylaşım için teşekkürler. Bir düzeltme yapmak gerekebilir. Süleymaniye Camii avlusunda bulunan, ortadaki dört köşeli ve şadırvan olarak ifade edilmiş bölümün çok farklı özelliği var. Ve aslında bir nevi suyun daha güzel içilebilir özelliğe kavuşması için yapılmış. Su kendi basıncı ile şadırvanın çatısını tutan direklerin içinden geçerek, bir nevi duş gibi çatının içinden aşağıya akmakta. ÇEKÜL kaynaklarında bununla ilgili detaylar var.

Bizi Takip Et!