Kelâmbaz

Uzaklara Balam*

Ben Türkistan’lı bir ailenin çocuğuyum. Ve dolayısıyla dedelerim son devir Türkistan tarihinin acılarını yaşayan ve kurtuluş kavgasına bütün gücü ile katılan, vatanını kaybetme bahtsızlığı ile karşı karşıya kalanlardan biri…

İlk okuldan başlayıp üniversiteyi bitirene kadar hep “Orta Asya” ifadesini duyduk. Ve hatta Anadolu’ya o taraflardan geldiğimiz söylenir. Ne varki, oralardaki Türk varlığından hiç haberdar olmadık. Oysaki Çin seddinden adriyatik denizine kadar soydaşlarımız yaşamakta.

Misal; Hindistan’da üç asırdan fazla devam eden en büyük İslam Devleti olan Gürganiye Devletinin kurucusu, “Babür Şah” dan,  “Ehli Sünnet” itikadının iki imamımdan biri olan ve Semerkat’da doğan  “İmam-ı Maturudi”den neden bahsedilmez(!)

Türkistan’ı ziyaret etmeyi eskiden beri arzu ederdim. Akademik çalışmalarım dolayısıyla bu coğrafyalara seyahatler yaptım. Seyahate teşebbüs ederken  içimde tuhaf bir heyecan… “Taşkent, Buhara, Semerkant…” birbiri ardına sıraladığım bu şehirler Türk-İslam medeniyetinin beşiği, en önemli dönemlerin şahitleri. Dünyanın dört bir yanına ilmin, hilmin, İslam dininin yayıldığı yerler.

Uçağımız Taşkent’e inerken pencereden Özbekistan’ın geniş ve verimli arazileri açıkça görülüyordu. Yüzyıllarca seyyahların, merak ettiği biryerdir; Türkistan. Mesela, “Macar Arminius Vambery, Abdurreşid İbrahim, Dr. Emel Esin, Doç.Dr. Gözde Ramazanoğlu” bunlardan birkaçı.

Bir azim ve gayret göstererek, pekçok zorluklara katlanarak, aşılması güç dağları aşarak, Tarihi Türk mimarilerinin, “Silsile-yi aliyye” büyüklerinin ve “Sevgili Peygamberimiz”in amcasının oğlu “Kusem bin Abbas”ın birarada olduğu Semerkant şehrine ulaştık. Aman Allahım! bu ne ihtişam, bu ne güzellik. Bunları yapan bir “Türk” Bu güzellikler bize neden anlatılmaz diye bir defa daha hırçınlandım, damarlarım kabardı.

 

“Emir Timur”un nakış nakış işlediği “Semerkant”… Sadece tarihi kısımlarını bile birgünde gezemezsiniz. Sanki bütün mimariler; ben daha güzelim önce bana bak diyor, aralarında yarışıyorlar.

Registan Meydanı “Gur-u Emir Türbesi” mimari bakımdan bir dünya şaheseri. Kapısının önüne durup o işlemeli süslemeleri seyre dalsanız içinizin oradaki renklere boyandığını hissedersiniz.

Semerkant Türk’ün ruh güzelliği!

Bin türlü güzellik, bin türlü esrar.

Semerkant, sular, serin rüzgârlar, unutulmaz hâtıralar beldesi.

Akıllara durgunluk veren câmilerin, ölümü bile bin defa güzelleştiren çok zarif türbelerin, çinili medreselerin ve her biri bir ayrı masal dünyasından çıkıp gelmiş gibi sevimli Türk evlerinin boy verdiği muhteşem bir şehir…

Bizim mimarimizin vazgeçilmez güzelliklerinden biri olan yeşil ve serin bahçeleri, Semerkant’ta huzurla seyrettim. Şimdi kendi kendime düşünüyorum:

Büyüklüğü, güzelliği zenginliği, inceliği, mükemmelliği…  ifade eden “muhteşem” kelimesi olmasaydı, Semerkant şehrinden bahsederken acaba hangi sıfatı kullanırdık diyorum. Anlatmak ne kadar zor? Semerkant’ın ihtişamı karşısında kelimeler ne kadar renksiz, ne kadar boynu bükük, ne kadar cansız kalıyor?

(*) Bala: Türkistan da; Oğul, Yavru manasında kullanılıyor.

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!