Kelâmbaz
Türkistan’ın Manevi Fatihi; Hoca Ahmed Yesevi

Türkistan’ın Manevi Fatihi; Hoca Ahmed Yesevi

Bismillâh dep beyân eyley hikmet aytıp /Bismillah deyip beyan ile hikmet deyip

Tâliblerge dürr ü gevher saçtım mena /Taliblere dürr ü cevher saçtım ben

Asya’da İslamiyet’in kalplere yerleşmesi ve nesillere aktarılmasında zikredilecek en mühim isimlerden biri, hiç şüphesiz Hoca Ahmed Yesevî’dir. İslam adap ve erkânı, itikâdi esasları, tasavvufi neşve Yesevilik yoluyla, Türkler arasında dalga dalga yayılmıştır.

Türk illerinin bu manevi fâtihi; tesirinin asırlarca devam etmesi, tarikatının şiirleriyle Sibirya steplerinden Kafkaslara, Rumeli’nden Çin sınırlarına kadar ulaşması sebebiyle Pîr-i Türkistan lakabıyla marufdur.

Pîr-i Türkistan, Hazret-i Türkistan, Hazret-i Sultan, Hâce Ahmed, Kul Hâce Ahmed, Hâce Ata-i Yesevî unvanlarıyla da anılmıştır.

Doğuş

Kul Hoca Ahmed zâhid olma âşık ol

Bu yollarda yalnız yürüme sâdık ol

Sayram; güney Kazakistan’da, Çimkent şehrinin doğusunda bir kasaba… Bugünkü adı İsticap’dır.

İlk İslam beldelerinden olmuş ve zamanın merkezi yerlerindendir. Burada peygamber efendimizin soyundan gelen seyyidler, sahabilerin ve eski emirlerin, beylerin soyundan gelen Türkler ve Tacik müslümanlar yerleşmişti.

11.yüzyılda Sayram’da yaşayan Hâce Şeyh İbrahim, kalb ehli bir Allah dostudur. Âlim, fâzıl, kerametler sahibi bu zatın Hazret-i Ali soyundan olduğu rivayet edilir. Yani seyyid olmayıp diğer hanımlarından devam eden soyundandır.

Şeyh İbrahim ilmi, hikmeti ve kerametleriyle meşhur olmuş bir zattır. Hızır aleyhisselam Şeyh İbrahim ve onun müridleri ile musahib (sohbet arkadaşı) olmuştur. Şeyh İbrahim Hızır’ın da manevi işaretiyle Aişe Hanım ile evlenmişti.

Sayram ahalisinin bağlı olduğu bu ailenin evvela Gevher Şehnaz ismini verdikleri bir kız çocukları dünyaya gelir. Bu hanım kız, ailesinden aldığı fevkalade terbiye ile saliha biri olarak yetişir.

Gevher Şehnaz’dan sonra ailenin bir erkek çocuğu daha olur. İsmini “Ahmed” koyarlar. Sayram’da ileride  “Hoca Ahmed Yesevî” olarak anılacak zat doğmuştur.

Yesi’ye göç

Altı yaşımda durmayıp kaçtım halayıkdan

Göğe çıkıp ders öğrendim melâyikden

Ahmed küçük yaşta annesini kaybeder. İlk derslerini babasının rahlesinde alır. Kısa bir müddet sonra da vefat eder. Babası, çocuk yaşta öksüz kalan Ahmed’i ablasının himayesine bırakarak dâr-ı bekaya irtihal etmiştir.

Daha çocuk yaşında harikulade halleri görülmeye başlayan Ahmed’i, Gevher Şehnaz Hatun bir rivayete göre babasının işaretiyle veya menkıbeye göre Türkistan emirinin davetiyle alıp Yesi’ye getirdi.

Ey Arslan Baba! Emanetiniz hani nerde?

Yesi’ye geldiklerinde burada mektebe gitmeye başlamıştı. Bazen manevi haller kendisini kaplıyordu. Bir derviş gibi çocuk yaşta zikrediyor, Allah ve peygamber muhabbetiyle yüreği yanıyordu.

Arslan Baba namıyla bilinen Otrarlı bir derviş de aldığı manevi işaretle, Ahmed adında bir çocuğu aramaktaydı. Âlem-i mânâda Hazret-i peygamber, Ahmed Yesevî’yi nasıl bulacağını öğreterek, onun terbiyesi ile meşgul olmasını emretmiştir.

Bir gün küçük Ahmed mektebe giderken, Yesi sokaklarında Arslan Baba ile karşılaştı. Selamlaşıp “Ey Baba, emânetiniz hani?” diye sordu.

Arslan Baba bu beklemediği suale şaşırdı. Çeşitli suallerden sonra adını sordu, “Ahmed” olduğunu işitince hemen anladı ve emaneti sâhibine teslim etti.

Bu emanet cennetten gelen bir hurma olarak remzedilir. Hikmetlerinden anladığımıza göre aslında bu emanet Ebubekir Sıddık ve Hazret-i Ali silsilesiyle aktarılan zikir yani tasavvufdur.

Yetti yaşda Arslan Bâb Türkistanğa keldiler

Başım koyup yığladım hâlim körüp küldiler

Bin bir zikrin örgetip mihribânlığ kıldılar

Arslan babam sözlerin işitiniz teberrük

Arslan Baba, Ahmed Yesevî’yi yetiştirmeye başladı. Tasavvuf yolunda ilerleyiş ve bağlanış demek olan seyr ü sülukun ilk tecellilerine kavuşuyordu. Kendisi rivayetlere göre Melamî, Kalenderî, Haydarî yollarında yetişmiş bir derviş idi.

Ancak kısa bir müddet sonra Arslan Baba vefat eder ve bu manevi terbiye yarıda kalır.

Ahmed Yesevi Hazretlerinin Hocası Arslan Baba'nın Türbesi
Kabri bugün de ziyaretgâh olan Arslan Baba’nın türbesi, Kazakistan Otrar’dadır.

Yusuf Hemedânî’nin Hizmetinde   

Arslan Baba vefatından önce zamanın kutbunun Yusuf Hemedânî olduğunu, Buhara’ya giderek ona intisab etmesini ve terbiyesini tamamlamasını işaret etti. Bunun üzerine Hoca Ahmed Buhara medreselerinde dini ilimleri tahsile başladı. Aynı zamanda tekkenin de hizmetlerini görüyordu.

Buhara’ya geldiği senelerin tarihi ve kaldığı müddet net olarak bilinmiyor. Ancak kaynaklarda onun Türkistan’a (yani Yesi’ye) tayin edilişinin Yusuf Hemedânî’nin emriyle olduğu açıkça kaydedilmiştir.

Bu Yol Kıyamete Kadar Devam Edecektir!

Abdulhâlık Goncdüvânî,  “Makamat-ı Yusuf Hemedânî” risalesinde hocasının vasiyet ve nasihatlerini yazmıştır. Orada aynı kaynak olması sebebiyle Yesevîliğin de adaplarını ihtiva eden bilgiler aktarılıyor:

“Şeyhimiz mübarek sözleriyle (Ahmed Yesevi’nin ve diğer bütün halifelerinin bulunduğu meclisde) şöyle buyurdular:

Bu yol Hazret-i Ebu Bekr Sıddîk ‘radıyallahü anh’ yoludur. Asır be asır bize ulaşmıştır ve tâ kıyamete dek devam edecektir… Kim ki bu yol üzere amel eder ve ona sarılırsa şüphesiz bütün karanlıklardan kurtulur.”

Türkistan’a Tayin

Aynı eserde Yusuf Hemedânî’nin ağzından şu vasiyet naklediliyor:

“…Sonra mübarek yüzünü tekrar bana çevirdi ve şöyle buyurdu: Ey Abdulhâlık! Tıpkı benim hocam Ebu Ali’nin dördüncü halifesi oluşum gibi sen de bizim dördüncü halifemiz olacaksın.

Baktım gözleri dolmuştu. Sonra ben sordum, ‘Sizden sonra kim halife olacak?’

Efendi hazretleri şöyle buyurdular:

Bizden sonra yerimize Hace Abdullah Berkî geçecek, sonra Hace Hasan Endakî, ondan sonra Hace Ahmed Yesevî… Hace Ahmed Yesevî (bizden işaret alıp) Türkistan diyarına gidince halife sen olacaksın. Mutlaka efendimiz Muhammed aleyhisselamın şeriatı yolunda ol ve şeriat sınırını bir zerre bile olsa aşma! Dine aykırı iş yapan bir kimseyi görünce de ona engel ol! Allahü teala her şeyin en iyisini bilir…”

Emanet Ehline Teslim

Yusuf Hemedânî bütün bağlılarını bu dört halifesine emanet edip bir müddet sonra vefat ettiler. Hace Hasan Endakî vazifesini Abdullah Berkîden devralıp vefat ettiğinde 20 yıl geçmişti. Bu zaman zarfında aralarında en ufak bir edebsizlik, benlik davası olmadı. Hepsi hocalarının vasiyeti üzerine verilen hilafeti birbirlerine teslim ettiler. Çünkü bu makam emanet makamıdır. Sahibi ise Hazret-i peygamber’dir.

1160 senesinde sıra Hoca Ahmed Yesevî’ye geldi. Bir müddet hocasının postunda oturdu. İrşad faaliyetlerini yürüttü. Ardından aldığı manevi işarete uyarak Yesi yolunu tuttu.

Veda ederken, Abdulhâlık Goncdüvânî’ye talebeleri teslim etti. Kendisine Türkistan’a gitmesi işaret edilmişti. Orada nisbetiyle, meşrebiyle ayrı bir yol, ayrı bir silsile haline gelecek olan Yesevîyye dergâhını kuracaktır.

Pîr-i Türkistan Dergâhı

Hoca Ahmed Yesevî, hocasının vasiyeti üzerine burada dergâhını kurdu. İnsanlara İslamiyet’in zahiri ve batıni bütün bilgilerini hocasından öğrendiği şekilde anlattı. Şeriat, tarikat, marifet ve hakikat bilgilerini şiir şeklinde, hikmetlerle insanlara duyurdu.

Közüm açdım sene kördem küll köñülni sene berdim

Uruğlarım terkin kıldım mene sen ok kereksen

Sözlesem men tilim desen közlesem men közüm desen

Köñlümde hem cânımda sen meñe sen ok kereksen

Sözlü kültürün yaygın olduğu, şiir geleneğinin canlı ve güçlü olduğu göçebe Türk boyları arasında ismi duyulmaya başladı. Kısa zamanda Yedisu havalisinde, Taşkent Sırderya yörelerinde, Seyhun ırmağının ötelerinde; Oğuz, Kazak, Özbek uruğlarında, boylarında, aşiretlerinde hikmetleri dilden dile yayıldı.

Yesi şehri “Pir-i Türkistan” adını aldı. Zamanla “Pir” kısmı düşerek Türkistan ismiyle günümüze gelmiştir.

Hikmet Pınarından Tadanlar

Tekkesi Türkçe söylenen kalplere şifa olan hikmetlerin sahibini görmek için gelenlerin ziyaretgâhı oldu. Hoca Ahmed Yesevî’nin hikmet pınarından tadanlar ona koştu. Binlerce müridi ve muhibbi (seveni) oldu.

Umumiyetle göçebe, gayrimüslim Türkler ve Moğollar da onun hikmetlerinin ve talebelerinin tesiriyle severek Müslüman olmuştur. Sohbetini dinleyen, sözlerini işiten Müslümanlar ise şeriat bilgilerini hayatlarına tatbik etti. İnsanların gönlüne Allah’ın ve peygamberinin sevgisini aşıladı.

Aşk nedir ve âşık kime denir? Şeriat nedir? Nasıl severek uyulur? Tarikat nedir? Tarikatın maksadı nedir? Marifete nasıl ulaşılır? Hakikat sırları nelerdir? Hakiki âşık kime denir? Zikrin maksadı ve manası ne demektir? Gerçek şeyh nasıl olur? … Hikmetlerinde hep bu suallerin cevabını verdi.

Mustafa’ya mâtem tutup

Elveda deyib yer altına kadem koydum

Yaruğ dünya haram kılıb Hak’nı süydüm

Zikrin aytıb yalguz bolub yalguz küydüm

Mustafa’ya matem tutub kirdim men

Gönlü çocukluğundan itibaren peygamber aşkıyla doluydu. Anne ve babasını küçük yaşta kaybetmişti. Öksüz ve yetim olarak büyümüştü. Hayatı boyunca da Ona olan bağlılığından, Onun sünnetine uymaktan bir an olsun ayrılmamaya gayret etti. Altmış üç yaşına kadar ömrü ilim ve amel etmekle geçmişti.

63 yaşına geldiğinde de Efendimizin vefat ettiği bu yaşından fazla ömrünü toprak üstünde geçirmeyi kendisine münasip görmedi. Talebelerini etrafına toplayarak “Bundan sonra toprak üstünde yaşamaktan taaccüb ederim. Onun yaşından fazlasını yer üstünde yaşamak bana ağır gelir,  gayrı bize çile çekmek gerek ”dedi. Tekkenin yakınındaki bir yeri kazdırarak bir hücre yaptırdı.

“Ölmeden evvel ölünüz” emrine hayatı boyunca uymaya çalıştı. Çilehanesine girerek bu emre daha da sıkı sarıldı. Dünya’dan her şeyiyle yüz çevirdi. Toprak altındaki daracık hücreye merdivenle inilebiliyordu. Ömrünün geri kalanını bu toprak altındaki çilehanede ibadet, zikir ve tefekkürle geçirdi.

Hoca Ahmed Yesevî, 63 yaşından vefatına kadar ömrünü yeraltındaki bu çilehanede tamamlamıştır. Vefat tarihi kesin olarak bilinmemektedir. 1166-67 senesi belirtilmektedir. Bir rivayete göre 125 sene yaşamıştır.

Çilehânesi

Altmış üçde sünnetlerin muhkem tutub

İşitib okuyup yere kirdi Kul Hace Ahmed

Yer üstünde ölmesden evvel öldüm

Altmış üçte sünnet dedim işitib bildim

Tekkesinin bulunduğu yere defnedilmiştir. Türbesi ve tekkesi etrafında cami ve kütüphaneden teşekkül eden külliyesi, bugünkü Kazakistan sınırları içinde Sırderya nehrinin doğusunda, ismiyle anılan Türkistan şehrinin kurulduğu geniş ovada bulunmaktadır.

Arkeoloji çalışmaları ile  “Altmış üçte girdim yere sünnet deyü / Mustafa’ya mâtem tutup girdim ben” beytinin manası anlaşıldı. Külliyenin yakınında yer altında bir dehliz, kubbeli mescid ve yine kubbeli ve daha küçük bir çilehane bulunmuştur. Hoca Ahmed Yesevî’nin, Hazret-i Peygamber’in öldüğü yaşta gerçekten yer altına girdiği mekan tespit edilmiştir.

Emir Timur ve Hoca Ahmed Yesevî

Yesi yani Türkistan şehri, Cengiz soyundan olan Çağatay Hanlığı, Cucioğulları ve Emir Timur arasında sürekli el değiştiriyordu. Emir rüyasında Ahmed Yesevi’yi görüp şehri alacağına dair işaret aldı. Neticede Emir Timur Türkistan’a tamamen sahip oldu.

Evliya’ya hürmetiyle tanınan Emir Timur, hamd ve şükür olarak da Hoca Ahmed Yesevî türbesini yaptırdı. Eski külliye 1396’da yıkılmıştı. Fetihten sonra yeni bir külliyenin yapılması emredilmiştir. Emir Timur türbenin inşasıyla bizzat ilgilenmiş ve yakından takip etmiştir. Ancak Çin seferine çıkıp, yolda vefat ettiği için türbenin inşaatı da yarım kalmıştır. Kalan kısmını, Kazan Hanlarından, Buhara Emiri Abdullah Han tamamlamıştır.

Ömrüm âhir olanda ne eylerem Hudâ yâ

Cân aluçı gelende ne eylerem Hudâ yâ

Cân vermenin vehminden Azrail’in zahmından

Şefkat olmasa senden ne eylerim Hudâ yâ

Divân-ı Hikmet

Türkçe şiirlerinden oluşan bu kitaba ve şiirlerine “Hikmet” adı verilmiştir. Hâkimlik, bilgelik manasına gelen hikmet, Hoca Ahmed Yesevî’nin sözleri ile bir tutulmuştur. Zira çok konuşmayıp konuştuğu zamanda bilgece sözler söylemek peygamber ahlakındandır. Onun ağzından çıkan şiirleri talebesi kaleme alarak divan haline getirmiştir.

Karahanlı devri Türkçesi ile söylediği sade, anlaşılır şiirleri ve divanı; edebi tür bakımından klasik şiirler gibi, klasik divanlar gibi değildir. Gerek halk şiirinde gerek tekke şiirinde onun şiirlerini (koşma, ilahi, nefes vb.) bir kategoriye dâhil olmamıştır. Bu sebeple de tarih boyu bu şiirlere “hikmet” adı verilmiştir. Böylece kendine has bir tür oluşturmuştur. ‘Hikmet söylemek, hikmet okumak’ tabirleri Orta Asya Türkleri arasında Hoca Ahmed Yesevî’yi hatırlatır.

Fedâ olsun señe cânım, töker olsañ menim kanım

Men kuluñum, sen sultânım meñe sen ol kereksen

Alimlerge kitâp kerek, sûfilerge mescid kerek

Mecnûn’larga Leylâ kerek, meñe sen ol kereksen

Hikmetlerinde; Allahü tealanın sevgisi, Hazret-i peygambere olan aşk ve muhabbeti, aşk nedir, âşıklık nasıl olur suallerine cevaplar, kendi geçirdiği tasavvufi haller, altmış üç yaşına kadar yaşadığı, gördüğü bazı ibretli hadiseler anlatılır. 63 yaşından sonra yeryüzünde yaşamak istememesi, bunun sebepleri, sünneti seniyyeye yapışmak, şeriat ve tarikatın ne olduğu, mirac, dört halife, eshab-ı kiramın büyükleri, kibir, haset, riya gibi kötü huylar, doğru amel, doğru itikad konuları başta olmak üzere çok çeşitli mevzular işlenmiştir. Hâce Yesevi’nin hikmetleri, tekke şiirinin de kaynağını teşkil eder.

Hakîm Talebe

Hoca Ahmed Yesevî bir gün dergâhının önünde oturuyordu. Bir çocuk kafilesi gördü. Câmiye  Kur’ân-ı kerim öğrenmek için giden bu çocuklar Mushaf-ı şeriflerini bir torba (kılıf) içine koymuş ve boyunlarından aşağı sarkıtmışken, içlerinden biri Kur’ân-ı kerime olan hürmetinden dolayı mushafı başının üstünde taşıyordu. Ayrıca camiden dönerken hocasının bulunduğu tarafa sırtını dönmemek için geri geri yürüyerek gidiyordu. Bu cevheri gören Şeyh: Oğlum! Hocandan, anne ve babandan müsaade al, senin dinî tahsilini ben vereyim.” diyerek çocuğa talib oldu.

Çocuk gerekli müsaadeleri alıp Pîr-i Türkistan dergâhına talebe oldu. Bu çocuğun adı Süleyman’dı. Senelerce okuyup ilim tahsil etti. İslami ilimlerde ilerleyen Süleyman ardından mürid olup manevi ilimlerde de ilerledi.

Aşıkların işidür söz ü güdâz

Aşıkların hacetleri oruc u namaz

Ruz-ı mahşer köz yaşıdur Hakk’a niyâz

Arif aşık, derd ü elem çeken olur

Bir gün Ahmed Yesevî, Süleyman’ı ve diğer birkaç çocuk talebeyi odun toplamak için ormana gönderdi. Gelen odunlarla dergâhın ocağı yanacak, yemek pişirilecek dergâh halkına ikram edilecekti. Odunları getirirken yolda hava koptu, yağmur yağmaya başladı.

Süleyman cübbesini çıkarıp odunlara sarıp sarmaladı. Geldiklerinde diğer çocukların getirdiği ıslak odunlar haliyle yanmadı. Süleyman’ın kuru odunları yandı. Bunun üzerine Ahmed Yesevî çocuktaki hikmet parıltısını bir kez daha gördü: “Sen ince düşünceli, hikmetli bir iş yapmışsın.(Bu hikmetli düşüncen sebebiyle) bundan sonra adın Hakîm Süleyman olsun.” dedi.

Sonraki yıllarda hocası Ahmed Yesevî’den icazet alan ve Hakîm Süleyman Bakırganî adıyla da anılan bu zât, daha ziyade Hakîm Ata diye meşhur olmuştur.

Bir Osmanlı’nın Dilinden: Divân-ı Hikmet

Sultan II.Abdülhamid Han devri Osmanlı Nakşi-Halidî şeyhlerinden Hasan Şükrü Efendi, Ahmed Yesevî’nin Karahanlı-Çağatay Türkçesi olan hikmetlerini Osmanlı Türkçesi’ne ölçülü ve kafiyeli şekilde çevirmiştir. Çeviriyi yaparken esas aldığı kaynak zamanındaki maarif kontrol heyetinin ruhsatından geçmiş olan nüsha olmuştur.

Fatih semtinde attarlık yapan Hasan Efendi, aynı zamanda Ahmed Yesevî menakıbı da bastırmıştır. Bunların yanında bir dönem, Beyoğlu Notre Dame de Sion mektebinde öğretmenlik yapmıştır. Burada Fransızca öğrenmiştir. Kendi şiirleri de olan Hasan Efendi’nin, entelektüel bir Osmanlı münevveri olduğu anlaşılıyor.

Bu çalışmasını h.1327 senesinde İstanbul’da matbu olarak bastırabilmiş ve o sene 63 yaşında vefat etmiştir. Eyüp Sultan’da medfundur.

Ata ana karındaş nere gitti fikir kıl

Dört ayaklı tabut sana yeter a

Bindürüb koşturub yarup defin ederler kabrine

Gelüb iki melek senden sual eder a

Dünya  içün gam yeme, hakdan gayrı söyleme

Kişi malın yeme sırat üzere tutar a

”Terceme-i Divan-ı Ahmed-i Yesevî” adıyla hazırlamış olduğu eserinin ne kadar güzide bir çalışma yaptığını gördük. Bizde bu yazıya aldığımız hikmetlerde; ölçülü-kafiyeli olması sebebiyle mümkün mertebe onun çevirilerinden istifade ettik. Bazılarını da asıl metin olarak verdik.

Kitabının mukaddimesinde diyor ki:

“…Hoca Ahmed Yesevî hazretleri meşayih-i Türk’ün baş-halifesidir. Ekser Türkistan ulularının tarikatta intisabları onlaradır… Pek çok azizlere zuhur etmiştir. Pek çok telifâtı vardır… Yüz elli kadarı 1299 senesinde Maarif nezaretinin ruhsatıyla bu fakir,  hocam ve büyüklerin himmet ve bereketleri ile işbu hakîmane hikmetleri lisanımız olan Türkî-i Osmanîye manasını bozmayacak şekilde Yesevî hazretlerinin ruhlarından feyz ve işaret alarak terceme ettim…”

Tavsiye Yazı:

Kıymeti Bilinmeyen İlim Ehli: 3 Misal

Kaynaklar

Hoca Ahmed Yesevi Türbesi, K. Hakan Tekin, Hacettepe Üniv. Yüksek Lisans Tezi, 2000

Mir’atu’l-Kulûb, Sûfi Muhammed Danişmend, Trc: Prof. Necdet Tosun, İLAM Araştırma Dergisi, sy.2. 1997, sf. 41-85

Rütbetü’l Hayat, Hâce Yusuf-i Hemedânî, Trc: Prof. Necdet Tosun, İnsan Yayınları, 2000

Terceme-i Divân-ı Ahmed Yesevî, Trc: el-Hac Hüseyin Şükrü Efendi, İstanbul, 1327

Türk edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Fuad Köprülü, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1976

Yeseviliğe Dair Bazı Kaynak Eserler Hakkında, Nadirhan Hasan, Turkish Studies Dergisi, sf. 618-633

Cevahirü’l-Ebrar min Emvâci’l-Bihar, Hazini, Haz: Cihan Okuyucu, Kayseri Erciyes Üniversitesi Yayınları, 1995

Ali Tüfekçi

Marmara Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Sosyal ilimlere; tarih, sosyoloji, psikoloji ve İslami ilimlere meraklı.
DailySabah Culture&Arts yazarı. Kelambaz editörü.

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!