Kelâmbaz
TDK’ya Mahkemeyle Müdahale ve İdeoloji Kurbanı Bir Dil: Türkçe

TDK’ya Mahkemeyle Müdahale ve İdeoloji Kurbanı Bir Dil: Türkçe

Vaktiyle feminist STK’lar “müsait” kelimesini sosyal medyaya taşımışlardı. O mesele kapanmadı. Türkçe’ye yeterince sahip çıkılmadığı için sıra başka kelimelere de geldi. Türkçe sözlükte bulunan ‘oynak’, ‘taze’, ‘müsait’, ‘yollu’ gibi kelimelerin manaları mahkeme kararıyla değiştirilecek. Garip bir ironidir ki, bu karara ilim nâmusuna sahip bir kadın hâkim itiraz etti.

Yapılan kışkırtıcı propagandalar karşısında Türk Dil Kurumu (TDK) Başkanı Prof. Dr. Mustafa Sinan Kaçalin, sözlükteki ‘müsait’ kelimesinin manası hakkındaki tartışmalar için, ifadenin 1983 yılında sözlüğe girdiğini belirterek, “Herkes uyarıda bulunabilir. Yanlış tespit etmişsek onu düzeltiriz. Bizim tespitimiz doğruysa o da kalır” demişti.

Milletler Arası Normlara Göre

Hürriyet’ten Mesut Hasan Benli’nin haberine göre, “Halkevleri Eşbaşkanı Dilşat Aktaş, 2015’te TDK’nın yayınladığı Türkçe sözlüklerde ve internet sayfasında, ‘müsait’, ‘boyalı’, ‘yollu’, ‘taze’, ‘kötüleşmek’, ‘oynak’, ‘kötü yola düşmek’, ‘teslim etmek’, ‘esnaf’, ‘serbest’ gibi kelimelerin argo anlamlarının cinsiyet ayrımcılığına dayalı aşağılayıcı ve küçük düşürücü ifadeler içerdiğini belirterek, argo karşılıkların sözlükten çıkarılmasını talep etti. TDK, başvuruyu reddetti. Aktaş da avukatı Sevinç Hocaoğulları aracılığıyla TDK’nın ret kararının iptali için Ankara 6. İdare Mahkemesi’ne dava açtı.

Mahkeme oy çokluğuyla, bu sözcüklerin argo anlamlarının sözlükten çıkarılmasına karar verdi. Kararda, “Toplumsal cinsiyetçilik içeren kelime yapılarına çalışmalarında yer vermemesi, davalı idarenin uluslararası ve ulusal normlardan kaynaklanan görevidir. Dava konusu kelimelerin argo anlamlarının, Türkçe’nin ticari hayatta, kitle iletişim araçlarında, eğitim ve öğretim kurumlarında ve sosyal hayatın diğer alanlarında doğru ve güzel kullanılması hususunda öncü görevi üstlenen Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde ve internet sayfasında yer almasının hukuka uygun olmadığı sonucuna varılmıştır” denildi.

Bir Kadın İtiraz Etti

Oylamaya feminist propagandanın tesirindeki iki erkek “çıkarılsın” diye el kaldırırken ilim nâmusuna sahip, aklı başında bir kadın hâkim Güler Kodar itiraz ederek diyor ki,

“Bu ifadelerin kadınlara ayrımcılık yapmak gibi veya söz konusu ifadeler ile kadına şiddet uygulanmasına zemin hazırlanması gibi bir amaç güdülmediğinden tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı görüşü ile aksi yönde oluşan çoğunluk kararına katılmıyorum.”

İlmi esaslara göre değil de milletler arası normlar, telakkiler sözlüğünüzden kelime çıkarıyor. Dildeki kelimelerin manalarına ilim adamlarının çalışmaları değil de hâkimler tarafından oylanarak “kalsın mı çıkarılsın mı? diye karar verilmesi Türkiye’ye has bir keyfiyet. Aklı selim insanlar resmen 1984 romanında gibi yaşıyor.

Maksadı nedir?

Mahkemenin istinad ettiği milletler arası normlar Avrupa Birliği’ne girme kararı aldığımız “uyum süreci” esnasında attığımız imzalardan kaynaklanıyor. Peki AB’nin ne olduğunun  anlaşıldığı ve Batı’ya bir duruş sergilediğimiz bu günlerde bu yapılanların sebebi nedir? Avrupa’nın iç işlerimize, siyasi ve askeri hamlelerimize müdahale etmesine haliyle karşıyız. Ancak dilimize, Türkçe’mize yapılan “uluslar arası” müdahalelere susuyoruz. Yapılan bu hareketlerin maksadı kültürümüzün ve tabii ki dilimizin tamamen AB’ye angaje olmasıdır.

Şu an kadınlar ve Türk aile yapısı üzerinden cemiyetin kültür kodlarıyla oynanıyor. TDK’ya bu yapılanlar mühim bir işarettir. Bu işaret AB destekli feminist derneklerin ve bunların tesiri altındaki kimselerin ilmi esaslara göre değil bir ideolojik bakışa göre hareket ettiğini açıkça gösteriyor. Din, folklor, sanat, mimari ve daha pek çok kültür sahamıza da benzer müdahaleler var. Ancak bunlar son zamanlarda Türkçe’ye yapılanlar kadar bariz değil.

Avrupa üst aklı bu ve benzer dernekler vasıtasıyla Türk kültürünü dönüştürme, Yeni Dünya düzenine göre ayar verme hedefindedir.

İdeolojik Kavgalar Arasında: Türkçe

Türk Dil Kurumu  Türkçe’nin ağız, şive ve lehçelerinin tamamının mana zenginliklerini tespit edip koruma altına almak ve nesillere aktarmak gibi gayeler taşıyan bir devlet teşkilatıdır. 1932’de “Türk Dili Tedkik Cemiyeti” adıyla kurulmuştu. Cemiyetin başına Agop Dilaçar getirilmişti. Mustafa Kemal Paşa’nın talimatıyla Türkçe’den yabancı kelimelerin çıkarılması kararlaştırıldı. Bu istikamette yerlerine de yeni kelimeler uydurulması gerekiyordu. Cemiyet Agop Dilaçar’ın izlediği politikayla aşırı milliyetçi bir çizgide dil tasfiyeciliğine başladı.

1936-37 senelerine kadar binlerce kelime Türkçe sözlükten çıkarıldı. Yerlerine “Öz Türkçe” olduğu iddiasıyla yeni, hiç duyulmamış, masa başında uydurulan kelimeler getirildi. Bu tarihte Mustafa Kemal Paşa politikanın abartılarak dile zararlı olduğu kanaatine vardı. TDK da politikasına son verdi. Atatürk uydurulan kelimeleri terk ederek tekrar fasih İstanbul Türkçe’si ile konuşulup, yazılması istikametinde hareket etti.

Ancak 1938’den sonra İsmet İnönü devrinde dilde tasfiyecilik tekrar hükûmet politikası olarak tatbik edildi. Uydurma kelimeler devlet dairelerine ve gazetelere tamim gönderilmek suretiyle zorla kullandırıldı. Aksi takdirde kimse 1940’ların hükûmetiyle karşı karşıya gelmek istemezdi. 1945 sonrasında bir yumuşama oldu. Devrin münevverleri gerek mecmualarıyla gerekse köşelerinde bu meseleyi çokça münakaşa ettiler. Peyami Safa’nın kavgaları meşhurdur.

Demokrat Parti zamanında da herhangi bir değişiklik olmadı. Zira DP milletvekilleri arasında da “Öz Türkçe uydurmaca” fikrinde olan kimseler az değildi. Fakat mecburiyet kalkarak serbestiyet geldi. Bununla birlikte münakaşalar hiçbir zaman kesilmedi. İki cepheye ayrılan Türkçe edebiyatçılar, akademisyenler arasında bir mücadele sahası oldu.

Zaman içerisinde de hükûmetler değiştikçe devlet teşkilatlarının yeni müdürleri bu politikayı kaldırdı veya tekrardan faaliyete geçirdi.

60’lı yıllardan sonra Türkçe kavgasında, ideolojik cepheleşme oluştu.  En çok sol-komünist cereyanlar uydurma kelimelere sahip çıktılar. Sağcılar milliyetçisinden-muhafazakârına her zaman fasih İstanbul Türkçe’sinde müttefiktiler. Yahya Kemal Türkçesi diye bir dil yorumunda ortaktılar.

Sol-komünist ideoloji taraftarları 50’lerden önce muhafazakârlar gibiydiler. Sabahattin Ali bunun en bâriz misalidir. Fikren sosyalist olmasına rağmen kullandığı kelime kadrosuna, bugünün sol- Kemalist müntesipleri “eski, köhne, Osmanlıca kelime” diye burun kıvırırlar. Kullanmaya çekinirler.

68 kuşağıyla daha da alevlenen 70’lerdeki ideolojik kavganın, en mühim ayaklarından biri de bu uydurma kelime meselesiydi. İnsanlar konuşurken ve yazarken kullandığı kelimelere göre vasıflandırılırdı. Öz Türkçe-uydurmacanın adı “komünist kelimeler” olarak halk diline geçti. Devrin milliyetçileri bilhassa bu mevzuda çok tavizsizdiler. Komünistlerin geçmişle bağları koparmak için bu kelimeleri yaymaya çalıştıklarının farkındaydılar.

Asya Türkleri üzerinde de SSCB’nin dili, Türkçe’yi bozmaya matuf programları biliniyordu. Mesela Özbekistan’da büyük ünlü uyumu kaldırılmıştı. Alfabe değişikliğinin maksadı keza herkesin malumu idi. 80 İhtilaliyle bu sol hareketler sindirilmiş, 90’larda SSCB’nin dağılmasıyla sol-sağ kavgası da bitmişti.

Şimdi Yeni Dünya Düzeni

Dolayısıyla dilde tasfiyeciliğe ideolojik bakanlar için  reaksiyonel duruş sergilemenin gereği kalmamıştı. Milliyetçi-muhafazakâr kitle de zamanla dil hassasiyetini kaybetmeye başladı.

2000’ler sonrasında Avrupa Birliği ile uyuşma safhasına girdik.  Bu istikamette pek çok kanun değişikliğine gidildi. Avrupa ve Amerikan destekli pek çok ticari şirket de Türkiye’de şubelerini açtılar. Ekonomide büyük bir hareketlenme yaşandı.

Bu liberal politikalar sayesinde hem iç sermaye güçlendi hem de yurtdışı destekli sermayenin tesiri daha da arttı. Yurtdışıyla iyi münasebetler kurmanın yanında tavizkâr bir politikanın güdüldüğü de inkar edilemez.

90’lardan sonra seküler, laik alt yapının olduğu bütün cemiyetler feminist bir dil kullanmaya başlamıştı. “Yeni Dünya Düzeni”ni tesis eden global sermayenin Türkiye’deki en kuvvetli politikası da kadın dernekleri üzerinden cemiyeti dönüştürmek oldu. Türkiye’de yeni düzene muhalif, farklı ne varsa tıraşlanmalı, değiştirilmeliydi.

Cemiyetin aileyle, ailenin de kadınla değiştirileceği, dönüştürüleceği sosyolojik bir gerçek. Bu yüzden her şey kadın üzerinden inşa edildi. Bütün propaganda vasıtalarının merkezine kadın konuldu. Kadın üzerinden din, sanat, edebiyat, folklör, örf ve adetler ve son olarak dil tasfiye edilmeye, değiştirilip dönüştürülmeğe başlandı.

Bugün milliyetçiyim diyenlerin de Türkçe diye bir hassasiyetleri kalmadı. TDK öyle ya da böyle zaman içerisinde ilmi pek çok çalışmaya da el atmıştı. Tarama ve Derleme Sözlükleri buna misal olarak verilebilir. Bunlar da binlerce kitabin elden geçirilmesi ve köy köy saha çalışması yapılarak oluşturulmuştur. Ancak şu yaşananlara gösteriyor ki global düzenin Türkçe’ye tahammülü yok.

Dile dair hiçbir ilmi esasa dayanmadan tamamen ideolojik olan böyle müdahalelerin maksadı 1984 romanında şöyle anlatılıyor:

“On birinci Baskı, nihai baskı,’’ dedi. ‘’ Dile son biçimini veriyoruz; başka bir dil konuşan hiç kimse kalmadığında alacağı biçimi. Sözlüğü tamamladığımızda, senin gibilerin dili yeni baştan öğrenmeleri gerekecek. Bana öyle geliyor ki, sizler asıl işimizin yeni sözcükler icat etmek olduğunu sanıyorsunuz. Oysa ilgisi yok! Sözcükleri yok ediyoruz; her gün onlarcasını yüzlercesini ortadan kaldırıyoruz. Dili en aza indiriyoruz. On Birinci Baskı’da, 2050 yılından önce eskiyecek tek bir sözcük bile bulunmayacak…

‘…Yenisöylem’in tüm amacının, düşüncenin ufkunu daraltmak olduğunu anlamıyor musun? Sonunda düşünce suçunu tam anlamıyla olanaksız kılacağız, çünkü onu dile getirecek tek bir sözcük bile kalmayacak. Gerek duyulabilecek her kavram, anlamı kesin olarak tanımlanmış, tüm yan anlamları yok edilmiş ve unutulmuş tek bir sözcükle dile getirilecek. On Birinci Baskı’da bu hedefe şimdiden yaklaştık sayılır. Ne ki, bu işlem bizler öldükten çok sonra da sürecek elbette. Sözcükler her yıl biraz daha azalacak, bilinç alanı her yıl biraz daha daralacak…”

Yani insanları sürü haline getirmek, kolayca değiştirilebilir, dönüştürülebilir vaziyete sokmak. Millî şuur, tarihi irtibat, dinî hayat… Bütün bunlara yeni düzende yer yok.

1984 Romanında Bahsedilen Dilin Tasfiyesi Hakkındaki Yazımız:

George Orwell’dan “Uydurukça” Mesajı

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!