Kelâmbaz
Doç. Dr. Yılmaz Karadeniz

Röportaj: Cemaleddin Afgani Hakkında

Son yıllarda ülkemizde din algısında ciddi değişimler oldu. Bir tarafta modernist denilen ilahiyatçılarla diğer tarafta gelenekçi olarak isimlendirilen din adamları arasında ciddi tartışmalar yaşandı. Bu tartışmalarda modernistlerin neredeyse tamamının az veya çok Cemaleddin Afgani’nin fikirlerinin tesirinde olduğunu gördük. Hepsinin yorumları Cemaleddin Afgani’nin açtığı çığır etrafında buluşuyordu.

Biz de bunun üzerine “Osmanlı ve İran’ın İngiliz Paraleli Cemaleddin Esedâbadi (Afgani)” kitabının yazarı olan ve bu meselede ülkemizde en donanımlı birkaç hocadan birisi olan Doç. Dr. Yılmaz Karadeniz Bey ile bir röportaj yaptık. İlk baskısında 270 sayfa olan kitabı, yaptığı ilavelerle birlikte 2. baskısında 428 sayfa olarak basıldı. Yılmaz Hocamız bu ikmal ettiği yeni bilgiler çerçevesinde Cemaleddin Afgani hakkındaki suallerimizi cevapladı.

Efendim evvela bize bu mülakatı verdiğiniz için teşekkür ederiz. Suallerimize Cemaleddin Esedabadi’nin İngiliz Siyonizmi ile olan gizli ilişkilerinden başlayalım isterseniz. Kitabınızda sıkça bahsetmişsiniz.

Cemaleddin Esedabadi (nam-ı diğer Afgani), İngiliz dostu ve yakın arkadaşı Wilfrid Scawen Blunt vasıtasıyla 1885’te İngiliz hükümetine, Panislâmizmin İslâm coğrafyasında ve özellikle Osmanlı Devleti’nde desteklenmesini teklif ederken, aslında II. Abdülhamid’in İngiliz siyasetine karşı ümmeti muhafaza etme gayreti olan İttihad-ı İslâm’a karşı harekete geçilmesini istemişti. İran’da keşfedildikten sonra Afganistan ve Hindistan’da elde edilen Esedabadi, Mısır, İstanbul, Sudan, Hicaz’da İngiliz işgaline zemin hazırlamada aktif rol almıştır. Urabi (Arabi) Paşa ve Mutemehdi (Mehdi) isyanlarını tahrik ederek buraların Osmanlı hakimiyetinden çıkmasına yardımcı olmakla kalmamış, Afganistan’da Dost Muhammed Han’ın çocukları arasındaki taht kavgasını tahrik etmiş ve Afganistan’ın iç karışıklığa sürüklenmesinde pay sahibi olmuştur. Sultan Abdülaziz ve II. Abdülhamid’i elim bir darbe ile tahttan indiren Jön Türk, İttihat ve Terakki çetesinin de fikir babası olmuştur. Böylece İngiliz siyasetinin önündeki en büyük engel olan II. Abdülhamid’in idaresi de ortadan kalktıktan sonra sıra I. Dünya Savaşı’nı organize etmeye gelmiştir.

İngiltere, Osmanlı ve İran topraklarını işgal için sahnelediği savaşın öncesinde dünyanın ambarı sayılan Hindistan’a musallat olduktan sonra bu güzergâhın önemli kapılarından sayılan ve Osmanlı toprağı olan Mısır Eyaleti’ni 1882’de resmen işgal etti. Akabinde Nil Vadisi üzerinde bulunan ve 1841’de Kavalalı Mehmed Ali Paşa’ya tevdi edilen Sudan’ı, Osmanlı’dan ayırmak için Mutemehdi’nin isyan etmesini gizlice teşvik etti. İsyan sırasında Mutemehdi’ye halifelik teklifini Esedabadi aracılığıyla yapan İngiltere, mehdilik hevesi verilen bu şahsın isyanını büyütüp Sudan’ın 1885’te Osmanlı hâkimiyetinden çıkmasını sağladı. O dönemde Mutemehdi’nin etrafında olup Esedabadi’ye mürit olan birçok kişi, İngilizlerin oyununa kurban gittiklerini daha sonra anlamışlardır. Nil Vadisi’ndeki Sudan ve Mısır elden çıktıktan sonra Afrika ve güneybatı Asya’da yayılan İngiliz sömürgeciliği, Müslümanları bir arada tutan unsurlarla oynamaya, kabile, din, mezhep, kavmiyet gibi farklılıkları isyanlara dönüştürüp kendi sinsi hedeflerine hizmet ettirmeye başlamıştır.

Esedabadi, İngilizlerin 1875-1925 yılları arasında Osmanlı Devleti’nin şahsında bütün İslâm coğrafyasında kavmiyetçilik üzerine devreye soktuğu ve amacı II. Abdülhamid’in ümmeti birleştirme gayretini engellemek olan projenin bir parçası olmuştur. Esedabadi, bu hususta İngilizlerin meşhur şarkiyatçısı ve misyoneri Browne’den her türlü yardımı almıştır. Mısır’daki müridi Muhammed Abduh ise İngiliz konsolosluğu ve Mısır Yüksek Komiseri Cromer’in yardımlarıyla ayrılıkçı ve ifratçı “Selefiye” hareketini başlatmıştır. Esedabadi, hayalperest ve gevşek iradeli biri olarak sadece İngiliz emperyalizmine hizmet etmemiş, diğer batılı güçlere de alet olmuştur. İslâm’da ıslahat, beşeri kanun, meşruti rejim ve modernizim gibi görüşleri, bu güçlere iç karışıklık çıkarma malzemesi olmuştur.

Mısır’daki vefakâr talebesi Abduh, burayı işgal etmiş olan İngilizlerin sinsi siyasetine alet olmaya devam ederek karışıklık çıkarma zemini hazırlamada üstüne düşeni yapmıştır. Abduh, şeyhi Afgani’ye yazdığı bir mektupta şu cümleleri sarf etmiştir; “Biz senin sağlam yolundayız. Din’in başını, yine dinin kılıcından başka bir şey ile kesemezsin. Bizi görsen abid, zahid, rükû ve secdeden başını kaldırmayan kimseler zannedersin.
Esedabadi’nin İslâm coğrafyasında dolaştırıldığı dönem, sinsi İngiliz siyasetinin İslâm coğrafyasındaki Müslüman halkın dini yaşantılarının gevşemesi için faiz, içki, şans oyunları gibi nefislere hitap eden araçları kullandığı ve mezhebi farklılıkları düşmanlıklara tebdil etmeye çalıştığı bir dönemdir. İslâm’ın idari, hukuki, iktisadi, içtimai ve harsi(kültürel) yaşantılarına, Müslümanların içerisinden çıkarttığı kişilerle saldırıların yapıldığı, asırlar öncesinde ortaya çıkan bu dinin artık ihtiyaçları karşılamadığı ve ıslah edilmesi gerektiği fitnesinin beyinlere yerleştirilmeye, şüphe oluşturulmaya çalışıldığı bir dönemdir. Bunun için bizzat ilmi kesimden insanların kullanıldığı bir dönemdir. Esedabadi, o dönemde Müslümanların iktisadi ve teknik geri kalmışlığı üzerinden dinde ıslahata doğru gitmek gerektiğini söylemiş. İçtimai hayatın ve devlet kurumlarının İslâmileşmesi, Kur’an ahkâmına göre bir yönetim şekli olmamıştır.

İran’da Arap alfabesini kaldırıp yerine Latin alfabesini getirmeye çalışan Feth Ali Ahundzade ile Melkum Han arasında yapılan yazışma ve ifadelerde, Esedabadi’nin takip ettiği yöntemden, yani aşamalı olarak batılı değerlere geçiş ile yapılması gerektiğinden bahsetmiştir. Esedabadi, İslâm Birliği derken, samimi olmamış, İslâmî kuralların devlet ve toplum hayatında ikame edilerek daha sağlamlaştırma derdine düşmemiş, Müslüman halkı slogan tarzı vaazlarla oyalamış ve İngilizlerin kendisine tevdi edecekleri halifeliğin derdine düşmüştür.

Cemalettin Esedabadi (Afgani)
“Osmanlı ve İran’ın İngiliz Paraleli Cemaleddin Esedâbadi (Afgani)” kitabı 2. baskısı

Cemaleddin Esedabadi’nin milliyeti hakkında bilgi verebilir misiniz?

Esedabadi, Afganistan’da iken milliyeti ile ilgili olarak kendisine sorulan suallere karşı şu cümleyi kullanmıştır; “Ben Kabil’de iken Afgan ahalisinden idim.” İkinci kez Afganistan’a gittiğinde ise kendisini “İstanbuli” olarak tanıtmış ve yazılarının altına böyle imza atmıştır. Mısır ve İstanbul’a geldiğinde ise kendisini “Afgani” ve “el-Hüseyni” olarak göstermiştir. Mısır’da yaklaşık 8 yıl kaldığı süre içerisinde doğum yeri olan Esedabad’ı hiç gündeme getirmemiş, talebe ve müritlerinden Şiiliğini gizlemiş, nesebini ise vaktiyle Kabil’de meşhur hadisçi Seyyid Ali Tirmizi’ye nispet ettirerek meşrulaştırmaya çalışmıştır.

İngiliz gazeteci Arthur Arnold ile Pall Mall Gazette’ye verdiği ve “Islah-ı Dini der İslâm” başlığını taşıyan mülakatta, kendisi ile alakalı olarak, “Ben bir Afganlı olarak en halis İran ırkındanım” demiştir. Kabil’de iken Kasım 1868’de yaptığı bir konuşmada, milliyetini bu defa daha bilinmeze götürerek vatanından tard edilmiş olarak tanıtmıştır. Doğum yeri Afganistan olunca, Sünni ve Hanefiliği de kabul görmüştür. Muhammed Ali Hüseyni Şehristani (Seyyid Hübbeddin Şehristani), Esedabadi’nin İstanbul’da da hüviyetini ve mezhebini gizlemeye devam ettiğini, kendi fikirlerinin İslâm dünyasında kabul görmesi için bunu lüzumlu gördüğünü kaydetmiştir. Şehristani, Esedabadi’nin İran’da ehl-i sünnet ile amel ettiğine dair hiç kimsenin tanıklığı olmadığını, belki Bahreyn’de bir iki rekât namazı ehl-i sünnete göre kılmış olabileceğini, ancak kaldığı evdeki ev sahibinin de bu namazın takiye içerisinde kılındığına tanık olduğunu söylemiştir.

Muğlak bir hayat hikâyesi

Esedabadi’nin Mısır’da iken yakın müritleri arasında Müslüman kimseler az olmuş, Muhammed Abduh ve Sad Zağlul Müslüman iken, bunların haricinde Edip İshak, Selim Nakkaş, Said Bostani Helbavi, Lui Sabuncu ve Şibli Şemil Hristiyan dinine mensup kişiler olarak yanında durmuşlardır. Yine en yakın müritlerinden Yakub Sanu, Yahudi dinine mensup bir kişi olarak faaliyette bulunmuştur.

Muhammed Mahzumi Paşa, Esedabadi ile İstanbul’da geçirdiği son beş senesini havi yazdığı hatırata, “Cemaleddin Afgani’nin Hatıraları” ismini vererek, şeyhin kendisine anlattıklarını yazmış, yazarken de bazı yerlerde Esedabadi ile olan konuşmalarının arasına kaynak göstermeden gazete ve dergilerden çıkan haberleri iktibas yoluyla aktarmıştır. Bu yüzden, Esedabadi ile olan sözlü anlatımlar ile iktibasları birbirine karıştırmıştır. Diğer önemli bir husus ise Esedabadi’nin doğum yeri olarak iddia edilen Kabil’in Kuner kasabasında vaktiyle yönetimde önemli bir aile olarak söylediği aşiretten bahsetmekte, ancak ismini zikretmemekte, eğer muradı Kabil’e bağlı Kuner ise böyle bir kabile yönetimine kaynaklarda rastlanılmamıştır.

Esedabadi’nin Sünni İslâm coğrafyasında itibar görmesi için İngilizlerin ve bizzat kendisinin muğlakta bıraktığı hayat hikâyesi, Azerbaycanlı Ahmed Ağoğlu tarafından İran Azerbaycanı’na ait Merağa’ya kadar götürülmüş, buranın ahalisinin Türk olması sebebiyle bu defa Azeri Türk’ü yapılmıştır. Hindistan’da 1936’da “The Musselman” isimli dergide yayınlanan ve Esedabadi’ye istinad edilen bir röportajda ise Hindistanlı olduğu söylenmiştir. Esedabadi, İran’dan Bağdat’a sürüldüğü yıllarda Bahailikle ilgili yazdığı bir risalenenin önsözünde ise “Cemaleddin el-Hüseyni el-İstanbuli” tabirini kullanarak kendisini Osmanlı ehlinden göstermiştir. Bağdat, bu sırada Osmanlı Devleti’nin toprakları arasında yer alıyordu. Afganistan’da bulunduğu sırada ise kendisini “Rumi (Anadolulu)” olarak tanıtmıştır. İngilizler bunu, “Hajee Syud Rumi, Syad Rumi” şeklinde kaydetmişlerdir.

Fransız misyoner şarkiyatçı Louis Massignon, İngiliz misyoner ve edebiyatçı Browne’nin 1910’da neşrettiği “Tarih-i İnkılab-ı İran” isimli kitapta söylediklerini belgelere göre yazmadığını, burada zikredilen “Redd-i Nietzsche” isimli eserin aslında Farsça yazıldığını ve Muhammed Abduh tarafından Arapçaya çevrildiğini söylemiştir. Esedabadi’nin yazmış olduğu “Tarihi-i Afgan” isimli eserin 45 sayfa olduğunu ve hiçbir tarihi değerinin olmadığını kaydetmiştir. Paris’te üç yıl neşredilen “Urvetü’l Vuska” dergisinini onsekizinci sayısında hayat hikâyesinin Abduh tarafından yazıldığını, Esedabadi’nin kaleminden çıkmadığını kaydetmiştir. Alman Goldziher, “Dairetü’l Maarif-i İslâmi”ye yazdığı maddede, Browne’nin Esedabadi’yi filozof, yazar ve hatip olarak tanıttığını, kendisinin ise bu görüşte olmadığını, Esedabadi’nin bu vasıflardan ziyade siyasi bir kişilik olduğunu söylemiştir.

Cemaleddin Esedabadi ve ceddinin Hemedan’ın Esedabad kasabasından olduklarına dair Temmuz 1896’da yazılan birkaç mektup, İran Hariceyesi tarafından yayımlanmıştır. Mektuplarda, Esedabad’ın büyüklerinin söyledikleri kaydedilmiştir. Bunların dediklerine göre Cemaleddin, Safder’in oğlu olarak Esedabad’da dünyaya gelmiş ve sülalesinin yüz yıldan beri burada ikamet ettikleri kaydedilmiştir. Ulemadan Murteza, Cemaleddin ve babası Safder’in doğumunun Esedabad’da olduğunu ve dört nesillerini tanıdığını söylemiştir. Esedabadi’nin bir erkek ve iki kız kardeşinin olduğu, mektupların yazıldığı Temmuz 1896’da bir kızkardeşinin hayatta olduğu, akrabalarının çok olduğu ve aile mezarlarının da Esedabad’da olduğu kaydedilmiştir.

Cemaleddin Esedabadi’nin Arap halifeliği ve devletini gündeme getirmek suretiyle Osmanlı Devleti’ni parçalama ve ehl-i sünnet arasında tefrika oluşturmak için İngilizlerin değirmenine sürekli su taşıdığından bahsediyorsunuz. Bunu biraz açıklayabilir misiniz?

Bu husus ile alakalı Zabtiye Nezareti’nden II. Abdülhamid’e gönderilen yazı dikkat çekicidir. 1 Aralık 1891’de padişaha gönderilen yazıda, Cemaleddin Esedabadi (Afgani)’nin İngiliz himayesinde bir Arap hükümeti teşkili için teşebbüste bulunduğu, Londra’da Ziyaü’l-hafikin namında gazete çıkaran Yahudi Salamoni, İstanbul’daki Şeyh Ebul Hüda ve Münif Paşa ile muhaberatta bulunduğu padişaha arz olunmuştur;

Londra’da bulunan Afganlı Seyyid Cemaleddin’in İngiliz himâyesi tahtında bir Arab hükümeti teşkili teşebbüsünde bulunduğuna ve mumaileyh Şeyh Ebul Hüda Efendi dâilerine münâsebet ve muhabbet-i kâmilesi olduğı gibi yine Londra’da bulunan (ve Ziyaü’l-hâfikin) nâmıyla bir gazete neşrine teşebbüs iden Mösyo Salamoni nâmında bir Yahudinin Şeyh Ebul Hüda Efendi ve Münif Paşa kullarıyla muhâberâtına dâir Encümen-i Maarif a‘zâsından Mısırlı İbrahim el Müveyhili’nin zabt olunan evrâkı meyânında zuhur iden mektublar ile Seyyid Cemaleddin’in sadr-ı esbâk Kamil Paşa kullarına olan münâsebetle müteallık varaka ve bir ay evvel Londra’da tab‘ olunub merkûm Mösyo Salamoni tarafından Münif Paşa kullarına virilmek üzere İbrahim el Müveyhili Efendi’ye gönderilmiş olan İngilizce gazete parçaları câlib-i nazar ve dikkat olmalarıyla aynen ve leffen arz ve takdim kılındı. Ol babda ve kâtebe-i ahvâlde emr ve ferman velinimet-i bi-imtinân padişah-ı hakâik-i agâh efendimizindir.” (Y.PRK. ZB.00009.00044.001.001).
Yine Yıldız Sarayı Tahrirat-ı Ecnebiye ve Mabeyn Mütarcimliği evrakı içerisinde çıkan bir belgede, Cemaleddin Esedabadi’nin fesat ehlinden olduğuna dair bir makalenin tercümesi şu şekilde verilmiştir;
İnsan libâsında şeytân ünvanıyla Ahter gazetesine derç olunmak istenildiği halde tard ve ihraç olunan makalenin hülasa-i tercümesidir:
Mukaddemâ Basra’da bulunduğı halde geçenlerde Londra’ya âzimetle ba‘zı Ermeni müfsedeleriyle bi’l-iştirâk ahbâr ve erâcif-i kâzibe ihtira‘ ve neşrine cüretyâb olmakda bulunan Şeyh Cemaleddin nâm-ı kimesnenin İran küberası hakkında bazı evrak ihtira‘ıyla ne yolda icra-yı müfsedet ve ilka-yı mel‘anet itmekde olduğı beyân olundıktan sonra tercüme-i haline nakl-ı kelâm ile diyorki: Şeyh Cemal vaktiyle İran’da salâh-ı hal ve takva ile meşheretyâb olduğı cihetle herkes zahir haline aldanmakda iken ilkâ itdiği fesad hasebiyle kendusunın ne mertebe fitne engiz olduğı ve tarikat-ı zındıkaya müsâlemet olduğı anlaşılarak İran’dan Bağdat cihetlerine tebyid olunıb orada duramadığı için Basra’ya âzimet itmiş ise de orada da kabail-i Urban ile muhabereye koyularak ağva ve tahrikden hali kalmadığı hükümetçe haber alınmağla derdest olunacağı sırada hareket üzere bulunan bir vapura atlayarak Londra’ya kaçmış ve o suretle orada neşriyata başlamışdır…” (Y.PRK. TKM.00049.00033.001.001).

Cemaleddin Esedabadi üzerinden devreye soktukları proje ile o günkü Mısır’ın gücünü test eden Gladstone ve Edward Grey, Mısır’daki bu faaliyeti ve İngilizlere karşı oluşan tepkiyi azaltmak için Esedabadi’yi Fafiani vasıtasıyla Mısır’dan çıkartmayı kararlaştırdılar. Mısır’da İskenderiye ve Tel El-Kebir’in bombalanmasıyla çıkan iç karışıklıkta istifade eden İngiltere, Esedabadi’nin Paris’e gitmesini sağlamıştır. Mısır’daki İngiliz konsolosu Fafiani tavassutuyla Paris’e geçen Esedabadi, burada Abduh ile “Urvetü’l Vuska” gazetesini neşretmeye başlamıştır. İngilizler, Mısır’da Wilfrid Blunt vasıtasıyla sürekli Esedabadi’yi kontrol altında tutarak onun terakki ve İslâm’da ıslahat fikrine karşı çıkan fukaha ile çatışmasını körüklemişlerdir. Arkasından Urabi Paşa’ya baskı yaparak Esedabadi ve kendisine meczup derecesinde bağlı olan müridi Arifi Efendi (Ebu Turab)’ın 1879’da Mısır’dan çıkmasını sağlamışlardır. Hindistan’ın Haydarabad şehrine yerleşen Esedabadi, daha sonra İngilizler tarafından Kalküta’ya nakledilmiştir. Burada, Ernest Renan’a cevap olarak yazdığı, aslında tamamıyla Renan’ı öven cümlelerle dolu “Erreddiye-i Alâdehriyin” isimli risaleyi 1881’de neşretmiştir.Yıldız Sarayı Perakende Evrakı Arzuhal ve Jurnaller içerisinde bulunan Cemaziyelevvel 1883 tarihli bir jurnalde, Esedabadi’nin Paris’te Abduh ile birlikte neşrettiği Urvetü’l-vuska ile alakalı olarak şu bilgiler kaydedilmiştir;

Öteden berû efkâr-ı muzıra üzerine mübteni olarak neşr idilmekde olan barideler fitr-i bedhahlarını ilk nüshalarında inzâr-ı umumiyeye çarbdırdıkları cihetle dakika endiş ve hakaikşinasâne nerelerinde menzûr ve mekdûm binâberin mezkûr ceridelerin i‘tibârdan sâkıt olageldikleri müşahede kılınmakda bulunduğına mübeyyindir ki, el Urvetü’l-vuska denilen ceride bu mesleği ictinâb iderek makasıd ve efkârının birden bire âdem-i izharıyla alâtarikü’t-tedric izhan-ı âleme idhalini tercih eylediğinden nâşi nüsha-yı evvelisinde münderiç bulunan fıkarât-ı ekseriya suret-i mülayemede görülüyorsa da ceride-i muhki-i âhnânın neşrinden makasıd ne iduğunu işrâb iden birtakım ibarelerin mütâlaâsı mütehassıs-ı siyâsât müdiri Afganlı Cemaleddin nam-ı kimesne ile muharriri Şeyh Muhammed Abduh’un Türk cinsine ve ale’l-husûs devlet-i âliye nâmına olan adâvetleri isbata kâfidir.

Çünki mezkûr Cemaleddin bundan birkaç sene mukaddemleri Mısır’a gelub birtâkım sadedilâni melûfi sıfat ile bi’l-iğfâl güya mantık ve ba‘zı ulum-ı akliye tedrisinden lâbüdden leh biçâre talebelerinin izhânlarını kendi merâm-ı sekâmet encâmına tabi‘ itdirerek Cemiyet-i Vatani-i Mısıriye reisi deyû kendusune bir nâm-ı gayr-ı meşru‘ virdikten sonra Arapları Türklerden tenfir ve hukuk-ı hilâfet-i mukaddese aleyhine âlemi başka bir fikir taşımağa sevk ve nihayetü’l-emirde hududının haricinde olarak umur-ı politikaya müdahelâta başlayub nübüvvetin kesbi olduğını ve haşr-ı ecsâdın inkârı maddelerini neşr ve işâ‘iyeye kıyâm eylediğinden Mısır’dan nefyi ve teb‘yid idilûb birçok mahalleri dolaştıktan sonra Londra’dan Paris’e giderek devlet aleyhinde El Basir nam-ı cerideye ba‘zı makâlat-ı muzzırası yazûb neşr itmeğe başladıkda mezkûrun def‘-i ekâzib ve muzzırratatını şâmil ve tercüme-i halinin tafsilâtını mübeyyin ba‘zı zevât tarafından zehirü’ş-şark ünvanı tahtında gayet mestûl bir makale kaleme alınub Ez-zaman nam ceride vasıtasıyla mevki‘-i intişâra konularak merkumun o vakitden şimdiye kadar Meydan-ı Tahrir’den çekilmesine bâ‘is olmuş idi. (Y.PRK.AZJ.00009. 00106.001.001).

Cemaleddin Esedabadi’nin Rusya’ya gitmesi veyahut sizin deyiminizle İngilizler tarafından buraya gönderilmesinin sebebi nedir?

Esedabadi’nin 3 Mayıs 1887’de Rusya’ya gitmesinin sebebi yine siyasi bir hedef içeriyordu. İngiltere, Esedabadi üzerinden yaptığı diplomatik hamleler ile Rusya’nın bu dönemde Hindistan, Afganistan siyasetini ve Orta Asya’daki Müslümanları kendisine karşı kullanmaya niyetli olup olmadığını öğrenmek istemiştir. Esedabadi’nin Petersburg’da Rus subay ve devlet görevlileriyle yaptığı görüşmelerin konusunun Türkistan’daki Müslümanların İngiltere’ye karşı kullanılmasının olması, bunu açıkça ortaya koymaktadır. Londra, Hindistan, Mısır ve Paris’te İngilizlerin himayesinde yaşayan bir kişinin İngiltere aleyhinde Rusya’dan yana tekliflerle gitmesi, diplomasinin küçük bir kısmını bilenler tarafından kolayca anlaşılabilecek bir durumdur. Nitekim Rus görevliler bunun farkına varmış, bu yüzden Esedabadi’nin söylediklerini dikkate almamışlar ve hazırlanan tuzağa düşmemişlerdir.

Cemaleddin Esedabadi’nin kendi ülkesi İran aleyhinde yaptığı faaliyetler ve yeni bir Kur’an’ın çıkarılacağını söylemesi hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?

Cemaleddin Esedabadi, kendi ülkesi aleyhindeki faaliyetlerinde sınırları zorlamış ve İngiltere’yi İran’a müdahaleye davet etmiştir. Osmanlı Devleti’nin Londra elçisi Abdülhak Hamid, 19 Aralık 1891’de Yıldız Sarayı’na gönderdiği yazıda, Esedabadi’nin Londra’da İran aleyhindeki faaliyetleri, halkın zulüm ve işkence altında olduğu iddiasını ortaya atarak İngiltere’yi İran’a müdahaleye çağırması, Bağdat’a sürgün edilirken hiçbir kaynakta kaydedilmediği halde kendisinin zincirlere vurulduğunu söylemesi ile alakalı bilgiler verilmiştir. Yazıda, Melkum Han’ın Esedabadi ile alakalı söylediklerine de yer verilmiş, Esedabadi’nin dinde ıslahat yapmaya ve kadınların tesettür kullanmamaya alıştırılmasına çalıştığı kaydedilmiştir;

…Londra’da bulunduğu akdemce arz olunan Afganlı Şeyh Cemaleddin dün ağşâm muhalifin kulübünde Arapça bir nutuk irâd itmiş ve tercümanlık vazifesini de Ziyaü’l-hâfikin namıyla bir gazete çıkarmak sadedinde olan Suriyeli Salamoni nam-ı şahıs ifâ eylemişdir. Nutkun hülâsası İran devleti ve bir dereceye kadar Nasırüddin Şah hazretleri aleyhinde birtakım olub İran’da mazlûmen ve masumen düçâr-ı işkence idilmiş ve idilmekde olan eşhasın tahliyeleri ve tesis-i kavanin-i adâlet zımnında İngiltere devletinin cidden tavassut ve müdahale itmesi istenilerek olmadığı halde İranlıların Rusya’ya müraca‘ât ve iltica idecekleri tebliğ idilmiş ve Daily News’in rivayetine nazâren Şeyh Cemaleddin bu nutku esnâsında kendusunın İran’dan hin-i ta‘zibinde zincir ile bağlı olduğı halde Bağdad’a götürülüb hükümete teslim idilmiş olduğunı tezekkür eylemişdir… Gazete bugünkü nüshasında Melkum Han’ın resmi ile İran ahvâline dâir şeyh-i mumâileyhin nutku zemininde bir de mektubunı neşr ve tab‘ itmiş olub Melkum Han iş bu mektubunda Şeyh Cemaleddin’in ba‘zı ıslâhat-ı diniyye vücuda getirmek iktidar ve teşebbüsünde bulunduğı ve binâenâleyh kârîben bir Mekki Kur‘an çıkarılacağını ve bununla ta‘did zevâtın din-i İslâmca bir emr-i zaruri olduğı anlaşılacağı gibi gâlibâ tesettürün ref‘ine imâ olmak üzere nisvanın suret-i ülfet ve ihtilâtlarınca dahi ba‘zı ta‘dilât meydana geleceğini zikr ediyor. Hemân cenâb-ı hak ömr ve şevket ve iclâl-ı hazret-i hilâfetpenâhiyi müzdâd buyursun. Âmin. Bi-hürmet-i seyidü’l-mürselin. Londra. 7 Kanun-ı Evvel 1307.” (Y.PRK.EŞA.00014.00110.001.001).

Cemaleddin Esedabadi ile İran’da Masonluğunu müessisi Melkum Han arasındaki ilişkilerden bahsediyorsunuz. Bunu kısaca anlatabilir misiniz?

Cemaleddin Esedabadi ile Melkum Han arasındaki fikir birliği, Esedabadi’nin tesiri üzerine şekillenmiştir. Melkum Han, hükümete nispet edilen Şia nazariyesi ile alakalı olarak Esedabadi’nin söylediklerini tekrar etmiştir. Şii İran halkını Sünni Osmanlı halkına karşı kışkırtmak ve halifenin temsil gücünü sorgulatmak için Ruzname-i Kanun’un 26. sayısında şunları söylemiştir;

İran’da diğer bir mesele, gerçekte bu mülkün meselelerinin toplamıdır ki, bu da Şia’nın temeli olan imamet meselesidir. İran’ın dışındakiler bundan habersizdirler. Şia ve imamet, Sünni Osmanlı halkı ve mutlak padişah ve aynı zamanda halife arasında arızalı olarak görülmektedir. İran Devleti’nin durumu bunun karşısındadır. İran’ın Şii mezhebinin muvaffaklığı, bugünkü İran idaresinin, gasıp şahın ve İslâmi usullerin hilafınadır. Bu yüzden mezhebi akide, bugün İran’da iki farklı şekilde bulunmaktadır. Birincisi, meşru ve dini ulemaya müteallık olan, ikincisi ise zulmü elinde tutan gasıbdır…

Melkum Han’ın bu fikirlerini Esedabadi de benimsemiş, “Pal Mall Gazette”si müdürü Arthur Arnold’a verdiği mülakatta, Şii mezhebi mensuplarının Sünnilere göre daha çok istibdat ile mücadele ettiklerini söylemiştir. Mülâkatın devamında ise şunları söylemiştir;

İlerlemeye en büyük engel istibdattır. Bu çeşit hükümet, ne yazıktır ki, Sünni mezhebin bir cüz’ü ve içerisindedir. Şii mezhep böyle değildir. Şia’nın esas usullerinden biri şudur gasıp hükümeti ortadan kaldırmak ve ıslahat yapmaktır.

İran’ın siyasî ve malî olarak İngiliz nüfuz ve işgaline maruz kaldığı bir dönemde, böyle bir imtiyazın verilmesi sıradan bir hadise değildir. Aynı dönemde Osmanlı Devleti’nin de benzer teşebbüslere maruz kaldığını söylemek mümkündür. II. Abdülhamid’i tahttan indirme sürecinin bir aşaması olan 31 Mart Vakıası, İngilizler tarafından sinsi bir şekilde çıkartılmış ve akabinde meşrutiyetin ilanı sağlanmıştır. Aynı sürecin İran kısmında ise tütün imtiyazı ve akabinde çıkartılan isyanlar ile siyasi iktidar yıpratılmış, Nasırüddin Şah katledilmiş ve yerine gelen Muzafferüddin Şah’a meşrutiyetin ilanı kabul ettirilmiştir. Bu iş İngiltere’de tezgâhlandıktan sonra Esedabadi ve Melkum Han’ın kullanılması sağlanmıştır. Halayın başına geçirilen Esedabadi, halkı önüne katıp meydanlarda sömürgeciliğe karşı sözde nutuklar atarak ortamı hazırlamıştır. Bu işi daha önce Mısır’da yapmış, İngilizlerin burayı işgaline zemin hazırlamıştı.

Cemaleddin Esedabadi’nin İngilizler tarafından Sudan’da kullanılması ve isyanın çıkartılmasından sonra bu beldenin Osmanlı’dan koparılması hakkında ne söyleyebilirsiniz?

Osmanlı Devleti, Sudan’ın İngilizler tarafından kurulan tuzağa kurban olmaması için Sudan valisi Mehmed Rauf Paşa’yı buraya gönderdi. Akabinde Mısır’dan Abdülkadir Hilmi Paşa’yı görevlendirdi. Mutemehdi, her seferinde üzerine gönderilen Osmanlı ordularını yenilgiye uğrattığı gibi silah ve mühimmata el koymuştur. (Y.PRK.UM.00007.00068.004.001). Mısır’ın İngilizler tarafından işgal edilmesinden sonra buraya bağlı Sudan kaybedildi.

22 Mayıs 1885’de Beyrut’dan II. Abdülhamid’e arz edilen bir yazı ile Sudan’daki durumun şifahen anlatılacağı ve kalem ile çizilen resmin ise takdim edileceği söylenmiştir. Yazıda şöyle denilmektedir;

İngiliz ve Mısır idaresi aleyhine bi’l-kıyâm harb iden Şeyh Muhammed Ahmed Hemdani’nin ahvâliyle İngilizlerin ahvâline dâir hususât-ı hülâsa olarak bi’t-tahrir ve şeyhin resmi dahi münâsib ise menzûr-ı şâhane buyurulmak üzere leffen arz ve takdim kılınmışdır. Ol bâbda emr ve fermân hazret-i min lehü’l-emrindir.” (Y.PRK.UM.00007.00068.005.001).

İngiltere, Sudan’da isyanın başlamasından önce 1878’de Lord Kitchener aracılığıyla Esedabadi’yi Mutemehdi ile görüştürmüş, fakat nerede görüştükleri hakkında herhangi bir bilgi verilmemiştir. Kaveh Dergisi, bu görüşme ilgili olarak Avrupa neşriyatında makalelerin çıktığından bahsetmiştir. Wilfrid Blunt’a göre Mutemehdi, Mısır’da bulunduğu sırada Esedabadi’nin sadık bir öğrencisi olmuştur. Ancak Esedabadi’nin El Ezher’de öğrenci yetiştirecek bir durumu olmamış, peşinde olduğu mehdilik ve halifeliği de şimdilik Sudan mehdisine kaptırmıştı. Bundan dolayı İngilizlerin gözüne girmek için Sudan’daki karışıklıklara müdahil olmuş, Mutemehdi tarafından yenilgiye uğratılan ve esir alınan İngiliz General Gordon’u kurtarmanın peşine düşmüşse de muvaffak olamamış ve İngiliz komutan öldürülmüştür. Goldziher, Esedabadi’nin de zihninde mehdiliğin hiçbir zaman gitmediğini söyledikten sonra şunları kaydetmiştir; “Ben fayton ile Kâğıthane’ye gezmek için gitmiştim. Dönüşte Esedabadi’yi gördüm. Benimle sohbet etmeye gelmişti ve yarım saat sohbet ettik. Bana, gel seni bütün Müslümanlara halife yapalım önerisinde bulununca, ben de buna şaşırarak layık olmadığımı söyledim.

Cemaleddin Esedabadi, küçüklüğünden itibaren olağanüstü vasıflar yükletilen ve gençliğinde yapılan tartışmalarda sürekli rakip âlimleri yendiği söylenen bir şahsiyet ve İngilizler tarafından siyasi bir proje olarak ortaya çıkarılmıştı. Bu siyasete karşı hamle yapan padişah, öncelikle Esedabadi’yi Londra’da Melkum Han (padişahın deyimiyle Melûn Han)’dan ayırıp İstanbul’da kontrol altında tutmak istiyordu. Bunun için Londra’da Melkum Han ile birlikte İslâm coğrafyasını zehirlemeye devam eden Esedabadi’yi 1892’de Rüstem Paşa ve Rifaiyye Tarikatı’nın büyüklerinden Ebul Hüda es-Sayyadi aracılığıyla İstanbul’a davet etti. Padişah, Esedabadi’yi kuşkulandırmamak için vaatlerde bulunarak İstanbul’a kadar gelmesini sağlamıştı. İstanbul’a geldikten sonra ona iyi davranmış, Ma‘arif Nazırı Zahidi Paşa’nın biraderi Cemil Bey’in Nişantaşı’nda saraya yakın evinin 2.000 liraya tahsisini sağlamıştı. (Y.MTV.00080.00120.001.001; İ.HUS.00013.00004.001) Ayrıca geçimini sağlaması için Maliye Nezareti’ne 26 Mart 1893’te gönderilen yazı ile aylık 7.500 guruş tahsisat bağlamıştı.(BEO.00176.13184.001). Evlenmesi için ikna etmeye çalışmışsa da kabul ettirememiştir.

Cemaleddin Esedabadi’nin II. Abdülhamid tarafından İstanbul’a getirtilmesi ve burada tutulması hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Esedabadi, 1892’de İstanbul’a getirildikten sonra İngilizler tarafından yalnız bırakılmayarak himaye edilmiş, Wilfrid Blunt vasıtasıyla kontrol altında tutulmaya çalışılmıştır. İngilizlerle olan gizli ilişkilerin ve kendisine verilen rolün ortaya çıkmaması için takiyye yapan Esedabadi, etrafında toplanan kalabalıklara sürekli rüyalarını ve gelecek ile alakalı yapacaklarını slogan şeklinde anlatarak onları cezbetmiştir. Aynı şeyi Mısır’da da yapmış ve muvaffak olmuştu. (Y.PRK.MYD.00010.00062.001). Ancak padişahın en yakınında bulunan Rufai şeyhi Halepli Şeyh Muhammed Ebul Hüda Sayyadi, bunun siyaset peşinde koşan bir şarlatan olduğunu fark etmişti. Ebul Hüda, daha önce Esedabadi ve onun Londra’daki dostu Suriyeli Yahudi Salamoni ile muhaberatta bulunmuş ve onların neyin peşinde olduklarını iyi anlamıştı. Salamoni, Londra’da çıkarmayı düşündüğü Ziyaü’l-hafikin gazetesi ile ilgili nabız yoklamak için 11 Ağustos 1891’de Dersaadet’e başvurup padişah ile görüşmek istemiştir. (Y.PRK.ZB.00009.00004.001). Bununla alakalı olarak Zabtiye Nezareti’nin 1 Aralık 1891 tarihli cevabi yazısında şöyle denilmiştir;

Londra’da bulunan Afganlı Seyyid Cemaleddin’in İngiliz himayesi tahtında bir Arab hükümeti teşkili teşebbüsünde bulunduğuna ve mumaileyhin Şeyh Ebul Hüda Efendi dailerine münasebet ve muhabbet-i kâmilesi oldığı gibi yine Londra’da bulunan ve (Ziyaü’l-hâfikin) namıyla bir gazete neşrine teşebbüs iden Mösyö Salamoni namında bir Yahudi’nin Şeyh Ebul Hüda Efefndi ve Münif Paşa kullarıyla muhaberatına dair Encümen-i Maarif a’zâsından Mısırlı İbrahim El Müveylihi’nin zabt olınan evrakı meyanında zuhur iden mektublar ile Seyyid Cemaleddin’in sadr-ı sâbık Kamil Paşa kullarına olan münasebatına müteallık varaka bir ay evvel Londra’da tab‘olunıb merkum Mösyö Salamoni tarafından Münif Paşa kullarına virilmek üzere İbrahim El Müveylihi Efendi’ye gönderilmiş olan İngilizce gazete parçaları calib-i nâzâr-ı dikkat olmalarıyla aynen ve leffen arz ve takdim kılındı. Ol babda vekâtebe-i ahvâlde emr olınan…” (Y.PRK.ZB.00009.00044.001.001).

İngiliz Siyonist Wilfrid Blunt, Esedabadi ile birlikte II. Abdülhamid’e karşı yaptığı mücadeleye Suriyeli Yahudi Salamoni’yi de katmıştır. İngilizlerin Osmanlı halifeliğine karşı ürettikleri Arap halifeliğinin bir figüranı olarak ortaya çıkartılan Salamoni, Londra’da Arapça muallimi olarak görülmüş, ancak Hindistan ve Osmanlı hâkimiyetindeki yerlerde çokça seyahat yapmıştır. (Y.EE.00051.000133.001.001). Londra’da çıkardığı Ziyaü’l-hafikin gazetesinin ilk zamanlarında Osmanlı lehinde yazılar yayınlatmış, II. Abdülhamid’i sarayda ziyaret etmek istemiş, devlet lehinde yazılar yayınlattığı için padişahdan para koparmaya çalışmış, bu şekilde kendisini padişaha taltif ettirmek istemiştir. (Y.PRK.ZB.00009.00044.002.001). İstekleri yerine getirilmeyen Salamoni, bu defa şantajlara başvurarak aleyte yazılar yayınlatacağını beyan etmiştir. Cemaleddin Esedabadi, İngilizlerin kullandığı bu sinsi ve hilebazın arkadaşı olmuş, onun ortağı olduğu gazetede sürekli yazılar yazmıştır. Osmanlı Devleti’nin Londra elçisi Abdülhak Hamid, bu durumu 20 Aralık 1892’de saraya bildirerek Salamoni’nin maksadına nail olamayacağını söylemiştir. (Y.PRK.EŞA.00016.00069.001.001).

Cemaleddin Esedabadi’nin Muhammed Abduh üzerindeki tesirinden bahsedebilir misiniz?

Esedabadi, 1871’de Mısır’a geldiği sırada El Ezher’de ders veren Muhammed Abduh, kendisiyle tanışmış ve dinde ıslahatı havi vaazların sürekli takipçisi olmuştur. Esedabadi’nin geleneksel İslâm’da cedid, ıslahat, felsefe ve tasavvuf gibi fikirlerinden etkilenmiş, İslâm ulemasının dünyadan haberdar olmadığı, bu yüzden yeni İslâmî anlayışların İslâm dünyasına getirilmesi yönündeki düşünceleri Abduh’a tesir etmiş ve sadık müridi yapmıştır. Esedabadi’nin tasavvufu bilen, Kur’ân’ı bu açılardan yorumlayabilen, dünyada ve özellikle İslam ülkelerinden haberdar olan bir ilim adamı tavrı, Abduh’un aradığı şeyler olmuştur. Abduh’un bu dönemde Mısır’daki İngilizlerle sürekli temas halinde olması, siyaset ve toplumsal olaylara yoğunlaşmasını sağlamış, batının göz kamaştıran beşeri vitrini karşısında büyülenmiştir. Mısır’da İngilizlerin işgal için kurduğu tuzağın farkında olmayan Abduh, büyük bir iştahla siyasi ve sosyal yenilikler peşinden koşmaya başlamıştır. Müridi olduğu Esedabadi de gittiği her yerde aynı siyasi sloganlarla ortaya çıkınca, heyecanı artmıştır. Abduh, Esedabadi’nin Paris’teki tecrübesinden sonra Mısır’a dönüşünde işlerin böyle gitmeyeceğini anlamıştır. Hocası Esedabadi’nin ifrata varan ve felsefe içerikli söylemlerine karşı zamanın gerekliliği üzerinde yoğunlaşacaktır. Kalabalıklar karşısında atılan sloganların Müslümanlara faydalı olmadığını, batı medeniyeti karşısında ilerlemenin zamana ihtiyaç duyduğunu savunacaktır.

Esedabadi, siyasi olan tavrını fark ettirmeden Abduh’a aktardıktan sonra İslam dünyasının gerileme sebebini Osmanlı ve İran idarelerine bağlaması, Avrupa’nın müdahalesini, istibdat ve meşruti rejimleri, birlik ve beraberlik gibi konuları öne çıkarması, Mısır’daki gençleri de heyecanlandırmış ve etrafında birçok insanın toplanmasını sağlamıştır. Abduh, Esedabadi’nin siyasi misyonunu bilmediği için onun felsefe, kelam, ahlak ve siyaset ilimleriyle ilgili düşüncelerini aynen benimsemiş, kendisini bu alanlarda çalışmaya vermiş, İslam’a, hayata, ilme ve tarihe yeni bir açıdan bakmaya başlamıştır.

Abduh, Esedabadi’nin her söylediğine düşünmeden, adeta bir meczub derecesinde bağlandığı için onun Mısır’da kurmuş olduğu mason teşkilatına tereddütsüz üye olmuştur. Daha sonra İngilizlerin Esedabadi ile birlikte Mısır’da kurduğu “Kevkebü’ş-şark (Şark Yıldızı)” Mason Locası’na da yine aynı şekilde üye olmuştur. Abduh, fikrini Esedabadi’ye kiraladığı için onun Mısır’da kurduğu mason localarını benimsemiş, bu localarda özgürlük, eşitlik, adalet gibi kavramlarla örülmüş bir ihtilal söylemi, istibdada karşı çıkışla oluşturulan imaj, özellikle gençlerin kafasında birtakım çağrışımlara sebep oluyordu. O dönemde Siyonizmin gizli tutulması ve Osmanlı toprağı olan Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulması fikrinin esas amaç olarak söylenmemesi, halktan bir kısmının bu localara ilgi duymasına sebep olmuştur. Esedabadi’nin gerek siyasi ikbal ve gerekse İngilizlerin verdiği görev icabı kurduğu bu teşkilata üye olanlar, gelecekteki siyasi ikballeri için burayı bir basamak olarak düşünmüşlerdir. Abduh da dâhil birçok kişi bu teşkilatı kullanarak çeşitli çevrelerde nüfuz sahibi olmayı hayal etmişlerse de daha sonra ümitleri boşa çıkmıştır. Mısır’daki mason teşkilatının İngiliz Siyonistleriyle ve başka ülkelerdeki şubelerle ilişkileri, makam ve rütbeler için beslenen hevesleri bir müddet sonra hayal kırıklığına çevirmiştir.

Cemaleddin Esedabadi-Reşid Rıza ilişkisi hakkında nelere söyleyebilirsiniz?

Reşid Rıza, Mısır’da Urabi Paşa önderliğinde Osmanlı Devleti’ne karşı girişilen isyanın sebeplerini açıklarken şunları kaydetmiştir; “Cemaleddin Afgani, Mısır’ın sosyal ve siyasal uyanışının fikir babasıdır. Afgani, gerçek uygulamayı ancak Mısır’da yapmıştır.” Reşid Rıza, Mısır’ın uyanışı derken, Esedabadi ile adım adım İngiliz işgaline giren Mısır’ı hatırlamak istememiştir. Ayrıca Esedabadi ile Abduh arasındaki yazışmaları içeren gizli mektupları tespit ettiğini, mektuplarda Paris’te Urvetü’l-vuska Cemiyeti’nin kuruluşu, bunun gizli siyaseti ve gazetenin yayımlanmasının arkasındaki bilgilere ulaştığını söylemiştir. Reşid Rıza, gazetenin kapanmadan önceki dönemde çıkan yazılarda, Esedabadi’nin siyasi çalışmaları ile Abduh’un toplumun eğitim ile değişebileceği fikirlerinin çatıştığını görmüş ve Esedabadi’nin Abduh’u davanın önünde bir engel olarak görmeye başladığını kaydetmiştir.

Reşid Rıza’nın Şam’da Vehhabiler lehinde konuşması üzerine Dâhiliye Nezâreti’nden 1 Kasım 1908’de Huzur-ı Âli Hazret-i Sadaretpenâhi’ye gönderilen yazıda şöyle denilmiştir;

Mısır’ın El Menâr gazetesi muharrirlerinden olub Şam’da bulunan Trablusşamlı Şeyh Reşid Rıza Efendi Cami‘-i Emeviye’de va‘iz iderken Vehhabi mezhebini imâ ider sûretde idâre-i kelâm eylemesi üzerine Şam’da mukim ûlemâdan Tunuslu Şeyh Salih Şerif Efendi’nin mumâileyhe mukâbil i‘ta-yı cevâb itmesi neticesi olarak beynel ûlemâ bir münâkaşa-ı lisâniye vuku‘bulmuş olduğına ve bu münâsebetle icrâ idilmiş olan nümâyişin tafsilâtına dâir Suriye vilâyet-i celilesince vârid olan telgrafnâmenin sureti berâ-yı ma‘lûmat leffen pişgâh-ı sâmi-i cenâb-ı fehimânelerine takdim kılındı olbâbda.” (DH.MKT.02653.00038.003.001).

Cemaleddin Esedabadi’nin İttihat ve Terakki mensuplarıyla ilişkileri hakkında bilgi verebilir misiniz?

Cemaleddin Esedabadi, gerek Avrupa’da bulunduğu 1880-1890 yılları arasında ve gerekse 1892’de geldiği İstanbul’da padişaha muhalif olan İttihat ve Terakki Cemiyeti ve diğer muhalif gruplarla sıkça görüşmüştür. Esedabadi, bunların zihniyet teşekkülünde son derece etkili olmuştur. Bu zihniyetin içerisinde milliyetçi ve dini unsurlar birarada bulunmuş, ferdi hürriyet, kanun-ı esasi, ıslahat, meşrutiyet ve İslâmî hükümlerin yeniden yorumlanması ağırlık kazanmıştır. Jön Türk ve daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti içerisinde kavmiyetçilik bilincinin gelişmesi ve bunun etkin bir şekilde işlenmesi oldukça önemli olmuş, bu hususta Esedabadi’nin etkisi Mehmet Emin Yurdakul’un üzerinde son derece keskin bir şekilde verilmiştir. Esedabadi, Mehmet Emin’in Türkçülük şuurunu işleyen şiirler yazmasını teşvik etmiştir. Ziya Gökalp’in iddiasına göre Mehmet Emin’e milliyetçiliği aşılayan kişi Esedabadi’dir. İstanbul’da padişah tarafından kendisine tahsis edilen evde Jön Türklerle sıkça görüşerek onların kavmiyetçiliğe dayanan milliyetçi hislerle hareket etmelerini, hareket esnasında biraz da dini motiflerin işlenmesini sağlamıştır.

Esedabadi’nin öğrencisi olduğunu söyleyen Şemseddin Günaltay, onunla ilgili olarak şunları söylemiştir;

… İslâm ufuklarını kaplayan hurafe bulutlarını dağıtacak, hakiki dini, bütün şaşasıyla meydana çıkaracak nurlu dimağları İstanbul’da bulabileceğini zannediyordu… İstanbul’a geldi, fakat mateessüf umduğunu bulamadı. Aksine tahkire, tezyife, hatta tekfire maruz kaldı. Dinden habersiz kara cahiller, şeytanın Âdem’i tezyife kalkışması gibi, İslâm dünyasının bu büyük dâhisini tekfir etmek cesaretini gösterdiler… Hilafet merkezi bu halde olunca İslâm dünyası için kurtulmak ümidi beslemek muhal bir şeyi istemek demekti.

Bu sözlerden de anlaşılacağı üzere Günaltay’ın maksadı, dini yaşantının ikame edilmesi değil, yalan da olsa dinden yana görünmektir. Bu dönemde halkın en büyük sıkıntısı dini vecibelerini yerine getirirken zulme maruz kalmasıdır. Müslüman Anadolu halkının dinini rahatça yaşaması, İngilizlerin Lozan’da cumhuriyet kadrolarına yüklediği vazifeye aykırı sayılmıştır. Günaltay, Müslüman halkın bunu fark etmemesi için geçmişe ve geçmişteki şeyhülislâmlara iftira atmaya, onları karalamaya, Esedabadi’yi ve Abduh’u övmeye başlamıştır.

Cemaleddin Afgani’nin din ve mezhepler ile alakalı düşüncelerinden ve Mısır’daki mason localarıyla ilişkisinden kısaca bahsedebilir misiniz?

Cemaleddin Afgani, mezhepler de dahil her şeyin bir sebep olduğunu iddia etmiştir. Mektuplarında ve diğer belgelerde geçtiği kadarıyla kendisi mezhepsizliği savunmuştur. Esedabadi üzerine araştırmalar yapmış olan Kedouri ve Keddie, Esedabadi’nin dini vecibeleri düzenli bir şekilde yerine getirmediğini ve bu konuda gevşek davrandığını, dini ise kendi siyasi çıkarları için kullandığını ittifakla söylemişlerdir. Din ile alakası olmadığı gibi, İslâm Birliği söylemini de siyaset için kullanmıştır. Ulema ve halkın kendi aleyhinde bir şey söylememesi için birçok meşrutiyetçinin yaptığı gibi, kendi akidesini İslâm ile sarmalayıp gizlemiştir. Dönemin ulemasından Şeyh Hadi Necmabadi’ye yaptığı nasihatte, batının özgürlük yöntemini, ayetlerden yola çıkarak halka telkin etmesini söylemiştir.

Hamid Algar, Cemaleddin Afgani ’nin din ile alakasını şu şekilde açıklamıştır; “Esedabadi’nin İslâm ile alakası, onun siyasi ve içtimai yöndeki düşüncesi ile ilgili idi. İslâm’ın muhtevasının bunlardan ayrı olmadığını hayal ediyordu. Melkum Han gibi dini, bir içtimai tarz, gelenek ve esas olarak görüyordu. Onu da tamamıyla beşeri kök ve temelden sayıyordu.

Esedabadi, sadece Mısır’da mason locası kurup buraya üye kaydetmemiş, birden fazla locaya da üye olmuştur. Bu hususta çalışma yapmış olan Malatyalı Muhammed Reşad şunları kaydetmiştir; “Cemaleddin Afgani’nin intisab ettiği locaların kat’i adedi meçhul, Fransız Grand Orient ve İngiliz Star of The East locaları haricinde Nil, Kahire, Yunan, İtalyan Luce d’Oriente, Nilo, Mazzini ve Paris’teki mahalli localara intisabı sabittir. Mısır’daki Fransız Grand Orient locasına reis olduğu ve diğer bazı mason localarına müracaat evrakı, el yazılarıyla neşrolundu.

Cemaleddin Afgani , 1876’da Mısır’daki Şark Yıldızı Mason Locası’nı kurmuştur. İsmail Rain, bununla ilgili olarak şunları yazmıştır; “Seyyid Cemaleddin Esedabadi İran’ın ilk masonlarındandır. Dokuzuncu mason olarak locaya kaydolmuştur. Melkum Han da bu locanın üyesi idi.” Hasan Takizade, 1882’de Kaveh Dergisi’ne yazdığı yazıda bunu teyit etmiştir. Esedabadi’nin evinde kaldığı Hacı Eminüddarb’ın torunu Ali Asgar Mohdevi, İrec Afşar’ın yardımıyla dedesinin evinde toprağa gömülü bir sandık dolusu mektup ve yazışmaları çıkartıp neşretmiştir. Bu neşriyattan sonra İsmail Rain, Mahmud Ketirayi ve Veliyullah Yusufi, Esedabadi’nin masonluğunu ifşa etmeye başlamışlardır. Bu yazışmalarda, Esedabadi’nin 1875’te mason teşkilatı ile irtibata geçtiği ve yardım aldığı görülmüştür.

Cemaleddin Afgani ’nin Mısır’da 300 kişilik İskoç Mason Locası’na, Kahire-Mısır 7. 1878/5878 kaydı ile üye olarak girdiğini, 1882’de Kaveh Dergisi’ne yazdığı makalede söyleyen Takizade, bu meseleyi ilk gündeme getiren kişi olmuştur. Takizade, dergiye yazdığı bir makalede şunları söylemiştir; “Esedabadi’nin Mısır’da Farmason mahfiline girdiği duyuldu ve orada İngilizler aleyhine konuştu. Avrupa’da neşrolunan gazetelerin bazılarında onun Farmason locasının banisi olduğu ve 300 üyesinin olduğu yazıldı.” Ali Asgar Mohdevi ve İrec Afşar, Tehran Üniversitesi’nin 1924’te Esedabadi’nin yazışmalarını havi neşrettiği, “Mecmua-yı İsnad ve Medarik Çapneşode Derbare-i Seyyid Cemaleddin Meşhur Be Afgani” isimli eserde, Esedabadi’nin mason olduğunu senetleriyle ortaya koymuşlardır. Mohdevi’nin kullandığı kaynaklar önemli olup Esedabadi’nin Paris Locası’na üye olmak için de 1884’te Langggassege’ye yazdığı mektupta ricada bulunduğu görülmektedir. Fransızca olan mektupta, locanın ismi İngilizce olarak yazılmıştır.

Efendim bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.


Konuya Dair Tavsiye Yazılarımız:

Modernizm ve Tarihselciliğin Gidişatı

Bir Modernist Portresi: Hayatı ve Politik Yönleriyle Musa Carullah Bigiyef

Ahmet Faruk Şenkaya

Ahmet Faruk Şenkaya

İlahiyat fakültesi mezunu,
Yazı yazmasının sebebi; yazarken hem kendisi birşeyler öğrenmek hem de öğrendiklerini başkalarıyla paylaşmak,
Herhangi bir iddiası yok.

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!