Kelâmbaz

Bize Ait Bir Medeniyet Telakkisi

Tarihin en başından beri insanoğlunun kendisini teşkil için meşgul olduğu fakat tarifini yapmakta zorluk çektiğimiz bir mevzu olan medeniyet mefhumu, değişik şekillerde tarif edilmiş ve yorumlanmıştır. Bizim üzerinde ısrarla bahsetmeye çalışacağımız manası ise tarihî zihnî arka planımızdan gelen, ve tabiatıyla İslam medeniyetinin ihtiva ettiği nev-i şahsına münhasır bir mefhumdur. Şöyle ki, bir medeniyet inşa etmek için fen ilimleri ve din ilimlerinin ittifaken çalışmaları lazım gelir. Bir medeniyet bu iki kanattan biri olmadıkça bizim anladığımız ve kabul edebileceğimiz manada bir medeniyet olamaz. Sadece fen ilimlerine yönelerek yükselmeye çalışıp şehirler, fabrikalar kurup insanlardaki ruh mefhumunu göz ardı ederek bir yere varılamayacağı aşikardır. Diğer yandan din ilimlerinde ilerleyip fen ilimlerinde geride kalmak da medeni bir cemiyetin oluşmasına aynı şekilde mânidir. Maksat bu iki ilim kolunu birleştirip, İslam dininin de bize telkin ettiği gibi “Tamir-i bilad, terfih-i ibad” düsturunu zihinlere yerleştirmek olmalıdır. Yani beldeleri, şehirleri, köyleri ve kasabaları insanların rahatça yaşamasına uygun hâle getirmek, ki bunun için ulum-ı fenne ihtiyaç vardır. Buna ilaveten, hukukun üstünlüğü anlayışını hâkim kılarak vatandaşların rahat ve huzurunu tesis etmek, yani terfih-i ibadı sağlamaktır. Katı seküler ve maddiyatçı hukuk anlayışı terfih-i ibad hedefini temin etmekten uzaktır. Sadece vatandaşlar arasındaki maddi hukukun sınırlarını çizmek hayal edilen rahatlığı getirmeyecektir. Böyle bir rahatlık ancak İslam medeniyetinin ince hukukunda mündemiç olan ve ananemize işlenmiş bulunan umdelerinin anlaşılması ile mümkündür.

Kadim hukukumuz bulunan İslam Hukuku ayrılmaz bir bütün hâlinde iki parçadan oluşmakta olup, bu iki parçadan biri Amme hukuku diğeri de Hususi hukuk olarak isimlendirilir. İşte bu iki çeşit hukuk sistemi de yaklaşık 1400 seneden beri İslamın Hristiyanlık gibi sadece ruhban ve fıkıh ilminden mahrum bir din olmasına mâni olmuş, bu dinin hayatın her alanında var olmasını, dinamik bir bütün teşkil etmesini ve cemiyetle yek vücut olmasını sağlamıştır. İşte bu hususiyetten mütevellit İslam sahip olduğu kaidelerle medeniyetin oluşmasına önayak olmuş, hem din hem de dünya saadetinin birlikte olabileceğini göstermiştir.

Avrupa’daki çoğu ve diğer bazı memleketlerdeki meselelerin işte bu iki sebebe sahip olmakla çözülebileceğine kaniyiz. Misalen, İngiliz seyyah George Sandys 1600’lerin başlarında yazdığı seyahatnamesinde, Türklerin yani Osmanlıların sağlık ve rahatlık için çok yıkandıklarını yazar: “Bu millet yıkanmayı çok sever, temizlik ve sağlık için haftada iki gün hamama gidenleri gördüm. Onların su içme ve bol meyve yeme alışkanlığından ileri gelen hazımsızlıkları yıkanmakla giderildiği gibi spor ve yürüyüşten sonra yıkanmak vücudu yeniler. Hamamlarda sabahları erkekler, öğleden sonra kadınlar yıkanırlar”. İşte şehirlerin kalbinde bulunan medrese, mektep, cami ve hamam külliyelerinin hamam kısmının halkın günlük hayatındaki rolü, ve bu binaların medeniyet tesisindeki payı bir şarkiyatçı tarafından tespit edilmiş.

Yine bir başka seyyah Thevenot 1656 yılında, “Türkler sağlık için ve vücutlarını düzgün ve temiz tutmak için hamamları çok kullanırlar. Şehirlerde pek çok güzel hamam vardır, bir hamamı olmayan köy yoktur” diyerek hayrete düşmüş ve kendi ülkelerinde olmayan bu adetin bu kadar yaygın olmasını şaşkınlıkla karşılamıştır. Müellif, Müslümanların vücutlarını temiz tutmak için hamamları tercih ettiklerini ifade eder. Yabancı seyyah ve müellifler için bu kadar şaşırtıcı olan durum bizim için son derece basit bir haslettir ki bir Müslüman her gün beş kere vücudunun belli yerlerini ve haftada birkaç gün de tamamını yıkar. Orta Çağda ve hatta Yakın Çağa gelene kadar böyle bir alışkanlığa sahip olmayan Avrupalılarda ise yıkanmak ancak ‘ecclesiastic’ (kilise) düzenin yıkılıp nispeten makul ve fenni alışkanlıklar hakim olduktan sonra temizlik bir huy haline gelmiştir. Müslümanlar ise son bir iki yüzyıl hariç İslam’a ve ananelerine uydukları miktarda hem din hem de fen ilimlerinde muvaffak olmuş ve Müslüman ilim adamları günümüzdeki Avrupalı bilim adamları tarafından bile parmakla gösterilir hâle gelmiştir.

İslam devletleri pek çok eserler bırakmış ve bunları sadece Müslümanların değil bütün insanlığın hizmetine sunmuşlardır. Mesela, Edirne’deki Selimiye Külliyesi adı üstünde sadece aşina olduğumuz camiden ibaret olmayıp Dar-ül Kurra, Dar-ül Hadis, Dar-üs Sıbyan ve Arasta çarşısı gibi kısımlardan müteşekkildir. Arasta çarşısı camiye gelir getiren bir mülk olup buranın kazancı caminin ihtiyaçları için kullanılmıştır. Diğer kısımlar ise medeni bir cemiyeti meydana getiren entellektüel temeli atmış ve temel ve ileri derecede dini, hukuki ve fenni tedrisatın yapılmasına vesile olmuşlardır. Mimar Sinan bu şaheseri inşa ederken meselenin sadece fiziki ve maddi kısımlarını değil metafiziki ve uhrevi yönünü de düşünmüş, bir Osmanlı ve İslam medeniyeti telakkisi içinde eserini meydana getirmiştir.

Medeniyetin diğer tarifine bakacak olursak aslında bahsettiğimiz gibi sadece fen ilimlerine ehemmiyet vererek, ahlakı ve insan ruhunun ihtiyaçlarını inkar ederek iktisap edilen terakkinin insanlığa ne kadar faydalı olduğu müphemdir. Sanayi İnkılabından bu yana Avrupa ve diğer batı ülkelerinin fende terakki gösterdiği malumdur. Fakat yapılan buluşlar ve fen ilminde varılan müspet neticelere rağmen insana verilen kıymet çok çok azalmış milyonlarca insan pek çok savaşta ölmüş, yaşanan ahlaki yozlaşmayla birlikte pek çok Avrupa ülkesinde gayrimeşru ilişkiler, uyuşturucu ve alkole bağımlılık ve aile kurumunun değerini kaybetmesi gibi pek çok menfi neticeler meydana gelmiştir. Anlaşılan o ki insan fıtratının göz ardı edildiği ve hukukun manevi cihetinin tatbik edilmediği yerlerde tam olarak bir medeniyetin teşekkülünden bahsedemeyiz. Bu yüzden “Tamir-i bilad ve terfih-i ibad” maksadını yerine tam olarak getirebilmemiz için insanları hem madden hem de manen teçhiz etmemiz fen ve din ilimlerine icap eden alakayı birlikte göstermemiz çok lüzumludur.

Yazarın beğenebileceğiniz bir diğer yazısı:

Evliya Çelebi Seyahatnâmesinin Husûsiyetleri

Saffet Burak Tezcan

Saffet Burak Tezcan

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!